TEVBE

Tevbe her müslüman erkek ve kadına farzdır.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

— Ey iman edenler! Dönülmez bir tevbe ile Allah’a yöneliniz» (29).

Emir vücup içindir.

Yine ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

— Allah’ı unuttukları için Allah’ın kendilerini kendilerine unutturduğu kimseler gibi olmayınız. Onlar fasıkların ta kendileridir» (30).

Ayet-i kerimedeki «Allah’ı unuttular» ifadesi, Allah’a daha önce söz vermiş oldukları halde O’nun kitabına, uymaktan cayanlar demektir, «Allah da onlara kendi kendilerini unutturdu» cümlesi de kötülüklerinden vazgeçip kendileri hesabına iyi davranışlara girişmek üzere kendi kendilerini değerlendirmelerini hatırlarına getirmedi demektir.

Nitekim Peygamber’imiz (S.AS.) şöyle buyuruyor:

— Allah’a kavuşmayı dileyen kimseye kavuşmaktan Allah hoşnut olur. Buna karşılık Allah’a kavuşmaktan hoşlanmayan kimseye kavuşmayı Allah da istemez.»

«Ayetteki «onlar fasıkların ta kendileridir» ifadesi de günah işlemeyi tabiî bir yol haline getirenler, verdikleri sözden cayanlar» hidayet, rahmet ve mağfiret yolundan sapanlar demektir.

«Fasık» iki türlüdür:

Biri «kâfir fasık», diğeri «facır fasık» «Kâfir fasık» Allah’a ve O’nun Resul’üne inanmayan, hidayet yolundan çıkarak sapıklık çıkmazına koyulan kimsedir.

Nitekim ulu Allah (C.C.) böylesi fasıklar hakkında şöyle buyuruyor:

— O, Rabb’inin emrinden çıkmıştır» (31).

Yani iman ederek Allah’ın emrine uyma yolundan ayrılmıştır.

«Facır fasık»a gelince içki içen, haram yiyen, zina eden, çeşitli günahlar işleyerek ibadet yolundan sapıp isyan yoluna giren ve fakat Allah’a ortak koşmamış olan kimselerdir.

Aralarında fark da şudur. Ölmeden önce tevbe edip kelime-i şahadet getirmedikçe kâfir fasığın affedilmesi umulmaz. Buna karşılık facır fasık, ölmeden önce sadece tevbe ederek işlediklerinden pişmanlık duyduğu takdirde affa uğraması beklenebilir.

Bilinmelidir ki, sebebi nefsin azgın arzuları olan her günahın affedilmesi beklenebilir. Buna karşılık sebebi kibir olan günahın affı beklenemez. Nitekim şeytanın baş kaldırmasına sebep kibri olduğu için affedilmemiştir.

Buna göre ölmeden önce günahlarından vazgeçip Allah’a tevbe etmen gerekir ki, Allah’ın dileğini kabul buyurmasını beklemeye haklı olasın.

Nitekim ulu Allah (C.C.) şöyle buyurur:

«— Kullarından gelen tevbeleri kabul ederek kötülükleri affeden O’ dur» (32).

Demek ki ulu Allah, tevbeyi kabul ederek yapılmış olan kötülükleri bağışlıyor.

Nitekim Peygamber’imiz (S.A.S.) şöyle buyuruyor:

— Günahlarından tevbe eden kimse, hiç günah işlememiş kimse gibidir.»

Anlatıldığına göre adamın biri her günah işlediğinde işlediği günahı bir deftere yazardı. Günün birinde yeni bir günah daha işler, yazmak için defterini açar. Fakat günah listesinin kayıtlı olduğu sayfalarda «o kimseler ki Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir» mealindeki ayet-i kerimeden başka hiç bir satır bulamaz (33) Ayetten murat Allah şirkin yerine imanı, zinanın yerine affı, günahın yerine ismet ve taatı değiştirir demektir.

Yine anlatıldığına göre Hz. Ömer (R.A.) bir gün Medine mahallelerinden birini dolaşırken bir delikanlı ile karşılaşır. Delikanlı, elbisesinin altında içki şişesi taşımaktadır. Hz. Ömer «delikanlı, elbisenin altında ne var» diye sorar. Delikanlı az kalsın «İçki» diye cevap verecekti ki o anda içinden şöyle dua etti. «Allah’ım! Beni Ömer’in karşısında rezil etme, rüsvay etme, ayıbımı gözünden sakla, bundan sonra bir daha içki içmeyeceğim.»

Arkasından «Ey Emirü’l – Mü’minin elbisemi altında taşıdığım sirke şişeşidir» diye cevap verir. Hz.Ömer «göreyim» der. Delikanlı elbisesini kaldırır, Hz. Ömer bakar gerçekten şişe sirke olmuştur! Demek ki içki sirkeye dönüşmüştür.Kul korkusu ile tevbe ettiği için samimiyetinden dolayı AlIah’ın içkisini sirkeye değiştirdiğini görüyorsun. Bu böyle olunca kötülüğe batmış bir günahkâr, dönülmez bir tevbe ederek işlediği kötülüklerden vazgeçecek olsa ulu Allah onun günah içkisini ibadet sirkesine dönüştürecektir.

Ebu Hureyre (R.A.) anlatıyor:

Bir gece yatsı namazını Allah Rasulü ile birlikte kıldıktan sonra yola çıktım, yürürken önüme bir kadın çıktı, «ey Ebu Hureyre, ben bir günah işledim, acaba tevbem kabul olur mu» diye sordu.

«İşlediğin günâh nedir» diye sordum. Kadın «zina yaptım ve zinadan peydahladığım çocuğu da öldürdüm» cevabını verdi. Kadına «mahvoldun ve cana kıydın, yemin ederim ki, senin yapacağın tevbe kabul edilmez» karşılığını verdim, ben böyle der-demez kadın bayılarak yere düştü.

Yoluma devam ettim, yürürken içimden «Allah Rasul’ü henüz aramızda iken ben fetva veriyorum, bu doğru değil» dedim. Bu düşünce ile geriye döndüm, Peygamber’imize vardım, karşılaştığım olayı O’na anlattım.

Bana dedi ki, «mahvoldun ve kadını da mahvettin. Şu ayetler nerede, senin tutumun nerede!

Ulu Allah (C.C.) şöyle buyuruyor:

“Onlar kî, Allah’ın yaninda başka bir ilâh katıp tapmazlar, kesin bir adalet hükmü olmaksızın Allah’ın haram kıldığı cana kıymazlar, zina etmezler (işte onlar Allah’ın gerçek kullarıdırlar) Kim bu haramları işlerse cezaya çarpılır.

Kıyamet günü o kimsenin azabı kat kat olur ve perişanlık içinde azab ile ebediyyen başbaşa bırakılır. Yalnız tevbe ederek salih ameller işleyenler müstesna. Allah onların kötülüklerini iyiliklerle değiştirir. Allah çok bagışlayıcı ve çok merhametlidir.”(Furkân 63 – 70).Bunun üzerine Peygamber’imizin (S.A.V) yanından hemen çıktım, «az önce benden bir konuda fetva isteyen kadının yanına beni götürecek kimse var mi» diye seslendim. Çocuklar «Ebu Hureyre delirmiş» diye bağırmaya başladılar.Sonunda kadının yanına vararak Peygamber’imizin (S.A.V) verdiği fetvayı ona bildirdim, kadın sevinçten coşarak nara attı ve «bir bahçem var, onu Allah (C.C) ve O’nun Rasul’ü (S.A.V) uğruna sadaka olarak vereceğim» dedi. HİKAYEUtbet-ül Gulâm şamatalığı ve sarhoşluğu ile meşhur, günah ve kötülükte ileri gitmiş biri idi. Bir gün Hasan al-Basrî’nin (rehimehullahu) toplantısına katıldı. Şeyh şu ayet-i kerimenin tefsirini okuyup açıklıyordu. Ayet-i kerimede ulu Allah (C.C.) söyle buyuruyor: “Allah`a iman edenlerin, O’nun zikrinden dolayı kalplerinin ürpereceği zaman gelmedi mi.”(Hâdîd: 16)

«Yani kalplerinin korkacağı vakit gelmedi mi.» dedi.

Hasan el-Basrî âyetin tefsirini naklederken gayet etkili bir vaz yaptı, öyle ki, herkesi ağlattı. Bu sırada kalabalığın arasından bir delıkanlı ayağa kalktı, «ey mü­minlerin muttakisi! Allah (C.C.) benim gibi günahkârlık ve kötülüğe batmış birinin tevbesini kabul eder mi?» diye sordu. Şeyh «tabiî, tevbe edecek olsan Allah senin günahkârlık ve kötülüğe dalmışlığını affeder» diye cevap verdi.

Adı utbet-ül Gulâm olan delikanlının bu cevap üzerine benzi sarardı böğürleri titredi ve öylesine gür bir nara attı ki, arkasından baygın olarak yere düştü.

Ayılınca yanina yaklasan Hasan al-Basrî ona şu beyitleri okudu:

Ey Arş’ın Rabb’ine karşı gelen delikanlı

Bilir misin, nedir günahkârların cezası?

Günahkârların alınlarından yakalandığı gün

Asiler için «sair» var ki.

onun yalazı gümbürtülü ve öfkelidir.

Eğer bu ateşe dayanabileceksen Allah (C.C.)’a isyan et.

Değilse günah işlemekten kaçın

Kazandığın günahlar yüzünden

Nefsini ipotek etmişsin, onu kurtarmaya çalış.

Bu siiri duyan delikanlı, bîr kere daha gür bir nara salarak baygın vaziyette yere düştü. Ayılınca Şeyh’e yine sordu, «ey Şeyh! Esirgeyici olan Allah (C.C.), benim gibi bir alçagın tevbesini kabul eder mi?» Hasan El-Basrî delikanlıya «günahkâr kulun duasını bağıslayıcı olan Allah (C.C.)’dan başka kim kabul edebilir ki» diye cevap verdi.

Bu cevap üzerine kalbi biraz daha ferahlayan delikanlı, başını yerden kaldırarak Allah (C.C.)’dan üç şey dua etti.

Birinci duası şuydu: «Allah’ım! Eğer tevbemi kabul ederek günahlarımı affedersen, bana gerek Kur’an-ı Kerim ve gerekse diğer ilimler ile ilgili olarak isittiğim her cümleyi kavrayacak derecede kuvvetli bir zekâ hıfzetme gücü ihsan eyle.»

İkinci duası şuydu: «Allah’ım! Bana öylesine tatlı bir ses bagışla ki. benim dilimden Kur’an-ı Kerim duyan en kati kalbi kimselerin bile gönlü yumuşasın.»

Üçüncü duası da şu oldu: «Allah’ım! Bana helâl lokma nasibeyle, zarurî geçim kaynağımı ummadığım yerlerden temin eyle.»

Ulu Allah (C.C) delikanlının her üç duasını da kabul etti. Bunun üzerine zekâ ve hafızası gelişti, o Kur’an-ı Kerim okuyunca dinleyenler derhal günahlarina tevbe ediyorlardı, ayrıca her gün evine bir çömlek dolusu çorba ile iki çörek gelirdi, kimin getirdigini hiç kimse bilmiyordu. Ölünceye kadar bu durum böylece devam etti. İşte gönülden Allah (C.C.)’a yönelen kimselerin hali budur. Çünkü Allah (C.C.) iyi amel işlemeye yönelenleri mükâfatsız bırakmaz.

Alimlerden birine soruldu ki. «kul, tevbe ettigi zaman tevbesinin kabul edilip edilmediğini bilebilir mi?»

Alim bu soruya şu cevabı verdi:

«Bu konuda kimse kesin bir hükme varamaz, fakat tevbenin kabul edilip edil­mediğine işaret eden bazı alâmetler vardır. Başlıcaları söyle sıralanabilir:

1 — Kulun kendisini günahtan uzak hissetmesi gerekir.

2 — Kalbinden sevincin silindiğini, her baktıgı yerde Allah (C.C.)’in varlığını hissetmesi gerekir.

3 — Günahkârlardan uzak durarak iyilik işleyenlere yakınlık duyması gerekir.

4 — Dünya kazancının azmi çok, ahiret amelinin çoğunu az görmesi gerekir.

5 — Kalbini devamlı olarak Allah (C.C.)’in farz kıldığı ibadetler ile ilgili görmelidir.

6 — Az konuşması, aralıksız bir düşünce hali yaşaması, daha evvel işlediği günahlardan dolayı devamlı olarak üzgün ve pişman görünmesi gerekir.

(29) Kur’an-ı Kerim/Tahrim Sûresi. 8

(30) Kur’an-ı Kerim/Haşr Sûresi, 19

(31) Kur’an-ı Kerim/Kebf Sûresi, 50

(32) Kur’an-ı Kerim/Şûra Sûresi, 25

(33) Kur’an-ı Kerim/Furkan Sûresi. 70

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN