MERYEM SURESİ

81. Ve onlar Allah’tan başka tanrılar edindiler, kendileri için bir izzet olsun diye.

81. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ’dan başkasına tapanların ne kadar aldanmış olduklarını taptıkları şeylerin de onlardan nefret edip kaçınacağını bildiriyor. Müşriklerin üzerlerine şeytanların musallat olduğunu, ve o müşriklerin belirli günden sonra helâk olup cehenneme sevkedileceklerini: Takva sahibi kulların ise ebedî saadete kavuşacaklarını ve Cenab-ı Hak’kın müsaadesi olmadıkça hiçbir kimsenin şefaate kâdir olamayacağını beyanbuyuruyor. Şöyle ki: (Ve onlar) o Mekke müşrikleri ve diğer putperestler (Allah’tan başka tanrılar edindiler) putları, insaları, melekleri birer mabût tanıdılar. Öyle mahlukata tapınmak cahilliğinde bulundular, (kendileri için bir izzet) bir menfaat, bir selâmet vesilesi, bir şefaat sebebi (olsun diye) onlara öyle tapındılar, onlara ibadet sayesinde helâkten, azaptan kurtulacaklarını sanıp durdular.

82. Asla öyle değil, onların tapındıklarını gelecekte inkâr edecekler ve onların üzerine düşman kesileceklerdir.

82. (Asla öyle değil) o putlar sayesinde bir izzete, bir kurtuluşa kavuşmaları asla mümkün değildir. Hattâ o putlar kıyamet günü (onların) o müşriklerin dünyada kendilerine (tapındıklarını inkâr edecekler) bunlar bize değil kendi vehimlerine tâbi olmuş, mâbutluk sıfatına sahip olmayan şeyleri mabut sanmışlardır, diyeceklerdir. Cenab-ı Hak onlara hayat verecek, kendilerinin böyle suçsuz olduklarını bildireceklerdir. Melekler de kendilerine tapanlara karşı böyle bir redde bulunacaklardır, (ve) o putlar, o mabut edinilen şeyler (onların) o müşriklerin (üzerine) ahiret gününde (düşman kesilcceklerdir) onlara bir faideleri dokunmayacak, bilakis onlardan nefret edip kaçınacaklardır. Diğer bir yoruma göre de o müşrikler, o putları Allah gibi sever, kendilerine ibadet ederken ahirette ne kadar cehalette bulunmuş olduklarını anlayarak o putlara düşman kesileceklerdir.

83. Görmedin mi, biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık, onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar.

83. Ey Habibim!. (Görmedin mî?) o müşrikleri öyle putları mabut edinen cahilleri, onların halleri ne kadar şaşılmaya değer (biz şeytanları kâfirler üzerine musallat kıldık) o gibi müşrikler, şeytanların vesveselerineuydular, Öyle akla, hikmete aykırı hareketlerde bulundular, artık şeytanlar (onları vesveseleriyle teşvik edip duruyorlar) onları küfür ve şirke şiddetle teşvik edip özendirmekten geri durmuyorlar.

84. Artık onların üzerine acelede bulunma. Muhakkak ki, biz onlar için bir sayı sayıyoruz.

84. (Artık) Yüce Resûlüm!. (Onların) öyle müşriklerin şerlerinden insanlığın kurtulması için o müşriklerin helâk olmaları (üzerine acelede bulunma) onlar herhalde helâke mahkûmdurlar (muhakkak ki, bîz onlar için bir sayı sayıyoruz) onların hayat süresi sınırlıdır, yakındır, bir gün olup cezalarına kavuşacaklardır. “Ez; teşvik, yerinden koparmak harekete getirmek, depretmek mânâsınadır. Buna hez, is-tifzaz da denir.

85. Hatırla o günü ki, takva sahiplerini Rahmana bir elçi cemaati halinde göndereceğiz.

85. (Hatırla o günü ki) o kıyamet zamanını ki, o gün (takva sahiplerini) mümin, salih olan kulları (Rahmana) esirgeyici, merhametli olan Yüce Yaratıcıya bir ikram ve ihsan yeri olan cennetlere (bir elçi cemaati halinde göndereceğiz) yani: Nasıl ki, dünyada bir hükümdarın huzuruna bir sefaret heyeti giderek o hükümdarın iltifat ve ihsânına nail olurlar. İşte ahirette de bütün kâinatın Yaratıcısı ve yegane hakimi olan Yüce Mabûdun manevî huzuruna takva sahibi kulları lûtfen kabul edilerek onlar nice rahmet eserlerine, yüce iltifatlara mazhar olacaklardır. İşte imân ile takvanın mükâfatı! “vefd” vafidin çoğuludur. Vafid ise bir mühim iş için gönderilen elçi, ve hükümdara gönderilen sefir, Resûl demektir.

86. Ve günahkarları da cehenneme susamış olarak sevkedeceğizdir.

86. (Ve) o kıyamet gününde (günahkarları da) küfürleri sebebiyle (cehenneme susamışolarak) hararetler içinde kalmış, yaya olarak (sevkedeceğizdir) cehennemde ebediyen yanıp duracaklardır. İşte bu da küfrün müebbet cezası!.

§ Vird, susamış bir cemaatin yaya olarak su mahalline gitmesi demektir.

87. Şefaate sahip olamıyacaklardır, ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ.

87. Ahirette azaptan kurtulmak veya yüksek derecelere, nimetlere nail olmak için insanlar (şefaate sahip olamayacaklardır.) Haklarında kimse şefâatte bulunamıyacaktır. (Ancak Rahmanın katında bir söz alan müstesnâ) öyle bir kimsenin hakkında şefaat edilebilinecektir. Bu sözden maksat, Allah’ın dinini kabul etmek, Yaratıcının birliğine inanmaktır. Böyle bir kimse mümindir, günahkâr olsa da yine hakkında ilâhî va’d vardır, cennete girecektir, isterse geçici olarak azap görsün. İşte bütün müminler hakkında bir ilâhî ahd, bir ilâhî söz verilmiş olduğundan onların haklarında, selâhiyetli olan zatlar şefâatte bulunabileceklerdir. müşriklerin tapındıkları şeylerin birçoğu ise şeytan gibi koğulmuş, heykeller gibi hayattan mahrum bulundukları sebebiyle bunların şefaat etmeğe ve haklarında şefaat edilmeğe asla liyakatleri yoktur. Müşrikler ise zaten Allah’ın verdiği sözden mahrum oldukları için onların hakkında da şefaate asla yer yoktur, meleklere taptıklarından da bir fâide görmezler. Çünkü bu müşrikler şefaate mahal olmadıkları gibi melekler de müşriklere şefaat etmek selâhiyetine asla sahip olamazlar. Binaenaleyh müşriklerin o cahilce tapınmaları kendilerine asla bir fâide vermeyecek, bilakis ebedî şekilde azap göreceklerdir. İşte küfür ve şirkin müthiş cezası!.

88. Ve dediler ki, Rahman kendisine çocuk ediniverdi.

88. Bu mübarek âyetler, Cenab’ı Allah’a oğulisnat edilmesinin ne kadar layıksız olduğunu, böyle bir isnâdın ne kadar felâketlere sebep olabileceğini ihtar ediyor. Allah’ın şanının çocuk edinmekten yüce bulunduğunu bütün mahlûkatın, sayıları tesbit edilmiş Allah’ın birer kulu olduğunu Allah Teâlâ’nın evlâdı sanılan bir kısım mahlûkatın kıyamet günü teker teker ilâhî huzura varacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah’ın birliğini takdir ve tasdik etmeyenler, pek yanlış inançlarda bulundular (ve dediler ki: Rahman) Yüce Yaratıcı (kendisine veled edîniverdî) Bu cümleden olarak Yahudîler Hz. Uzeyre, Hıristiyan taifesi Hz. Mesih’e Allah’ın oğlu demek cinayetinde bulundular. Arap müşrikleri de melekler Cenab-ı Hak’kın kızlarıdır dediler, böyle büyük bir cehalet gösterdiler.

89. Andolsun ki, pek çirkin birşey olarak meydana gelmiş oldunuz.

89. (Andolsun ki) öyle Allah’ın şanına lâyık olmayan bir isnâtta, bir iddiada bulunan cahiller!. Siz (pek çirkin) kötü (bir şey olarak) meydana (gelmiş oldunuz) yani: Siz, pek cahilce, cüretkârca bir kanaat yaymaya kalkıştınız. Büyük bir sapıklık eseri gösterdiniz.

§ İddi kelimesi, tuhaf, çok kötü, pek çirkin bir iş, bir büyük bela demektir.

90. Az daha ondan dolayı gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti.

90. (Az daha ondan dolayı) öyle bir lakırdının kötülüğünden, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî gibi cahilce bir idiadan dolayı (gökler çatlayacak ve yer yarılacak ve dağlar yıkılıp yerlere geçecekti) bütün bu muazzam kâinat, öyle müşrikce bir iddianın uğursuzluğundan dolayı mahv ve yok olacaktı. Evet.. Öyle bir iddia, Cenab-ı Hak’ka evlât isnâdî o kadar büyük bir cinayettir ki, onun sebebiyle böyle pek büyükbir felâketin meydana gelmesi uzak görülemez.

§ Hid; görültüsü çok olan bir yıkılış demektir.

91. Rahmana çocuk isnat etmelerinden dolayı.

91. Evet.. (Rahmana) bütün mahlûkatını lûtf-ı keremiyle, merhametiyle vücude getirmiş, ve ortaktan, benzerden uzak bulunmuş olan Yüce Yaratıcıya (çocuk isnat etmelerinden dolayı) öyle helâk edici bir inkılâp vücude gelebilirdi. Yine Cenab-ı Hak’kın bir eseri rahmet ve merhameti olaraktır ki, insanlık, öyle bir yok olmaya maruz kalmamış oldu, .

92. Halbuki, çocuk edinmek, rahman için lâyık olamaz.

92. (Halbuki çocuk edinmek) kendisi için mahlukatından hangi birini oğul veya kız edinivermek (rahman için lâyık olamaz) öyle bir ihtiyaç, Allah’ın şanına asla münasip bulunamaz. Çünkü bir kere insanlar gibi evlenip bir çocuk babası olmak Allah’ın şanına göre imkânsızdır. Evlât ile baba arasında bir cins birliği, bir tabiat birliği bir ihtiyaç vardır. Halbuki, Cenab-ı Hak, cins birliğinden, ortak ve benzerden her bakımdan uzaktır. Ondan başka olan herşey, sonradan yaratılmıştır, onun yaratmasının bir eseridir. Artık bir kere bu bakımdan Allah’ın şanında bir babalık ve oğulluk asla tasavvur olunamaz. Tebennî suretiyle, başkalarının çocuklarını kendisine evlât edinmeğe gelince bu da Allah’ın şanına lâyık değildir, imkânsızdır. Bütün kâinat, Cenab-ı Hak’kın birer yarattığı eseri iken onun için evlât edinilmeğe ne selâhiyetleri ne kabiliyetleri olabilir?. Evlât edinilmesi, aynı cinler arasında câri olabilir. Ve başkasının evlâdını kendisine evlât edinen kimse, ya onlardan istifade etmek için veya onlar ile ünsiyette bulunmak için veya onlar ile bir güzelce anılmak için edinmiş bulunur. Allah Teâlâ’nın yüce şanı ise bu gibi şeylere ihtiyaçtan uzaktır. Binaenaleyh evlât edinmek,Allah hakkında asla doğru olamaz. Buna inanmak küfrü, şirki gerektirir.

93. Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de Rahmana kul olarak vücuda gelmiş şeylerden başka değildir.

93. Bir kere düşünmeli değil midir?. (Göklerde ve yerde olan şeylerin hepsi de) bütün melekler de, Hz. Üzeyir ve Hz. İsa gibi bütün insanlar da (rahmana kul olarak vücude gelmiş şeylerden başka değildir) bunların hepsi de Allah Teâlâ’nın emrine boyun eğmiş, itaatkâr, hürmetkâr kullardır, onun birliğini tasdik etmişler, onun rablığına, merhamet ve şefkatine iltica etmektedirler, o Yüce Yaratıcıya kul olmakla övünmektedirler. Artık öyle kullukta vasıflanmış, Allah’ın birer mahlûku olan kullara vesaireye nasıl Allah’ın çocukları ünvanı verilebilir?.

94. Yemin olsun ki, onları kuşatmıştır ve onları saymakla saymıştır.

94. (Yemîn olsun ki) muhakkak bir hâdisedir ki, kâinatın Yaratıcısı Yüce Allah (onları) o kendisine evlât isnat edilen kimseleri ve bütün kâinatın fertlerini (kuşatmıştır) hepsini de İlim ve kudret açısından kuşatmıştır. O şekilde ki, onlardan hiçbiri Cenab-ı Hak’kın ilminin çerçevesinden kudret elinden dışarı çıkamaz. (Ve onları saymakla saymıştır) onların ne kadar şahıslardan ibaret olduklarını, onların bütün fiillerini günlerini Levh-i Mahfuz’da tesbit buyurmuştur. Hepsi de O Yüce Yaratıcının kahır ve galibiyeti altındadırlar. Artık öyle mahlûk kimseler Allah’ın evlâdı olmak mahiyetine, meziyetine nasıl sahip olabilirler?.

95. Ve hepsi de kıyamet günü onun huzuruna tek olarak gelecektir.

95. (Ve hepsi de) onlardan her biri de (kıyamet günü o’nun) o ezelî yaratıcının (huzuruna tek olarak gelecektir) o Cenab-ı Hak’kın evlâdı sanılan zatlar, o kendilerinetapanlardan, o müşriklerden uzaklaşmış, tek olarak mahşere sevk edileceklerdir. Kendilerinin yanlarında dünya varlığından, yardımcılarından kimse bulunamayacaktır. Hepsi de bütün varlıklardan ayrılmış, Hak Teâlâ’nın emir ve fermanına tâbi olmuş bir halde bulunacaktır. Artık böyle kudret elinde aciz olan bir mahlûkat, O Yüce Mabûdun, O Ezelî Yaratıcının, O Azamet Sahibi Yüce Hâkimin evlâdı sayılabilir mi?. Evet.. Bütün müminler, irfan sahipleri bu hakikatı bilir, Allah Teâlâya kulluk sunmakla iftihar eder, Allah’ın şanını bütün noksanlardan, ihtiyaçlardan tenzih eyler. İşte ebedî saadet de bu muhterem müminlere va’dedilmiş bulunmaktadır.

96. O kimseler ki, imân ettiler ve güzel güzel amellerde bulundular, muhakkak ki, Rahman, onlar için kalplerde bir sevgi vücuda getirecektir.

96. Bu mübarek âyetler, iyi müminlere elde edecekleri bir imtiyaz” müjdeliyor. Kur’an’ı Kerim’in ne gibi bir hikmetten dolayı Resûl-i Ekrem’in lisaniyle indirilmiş olduğunu bildiriyor. Mahvolup gitmiş olup bir nice cemiyetlerin müthiş âkibetlerine nazar-ı dikkatlerimizi çekmektedir. Şöyle ki: İmandan mahrum müşrik kimselerin pek çirkin halleri, âkibetleri bildirilmiştir. Bilakis (o kimseler ki İmân ettiler) Allah’ın birliğini tasdik, şirkten uzak bulundular (ve güzel güzel amellerde) ibadetlerde, güzel ahlâkî muamelelerde (bulundular) böyle üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirdiler, insanlık şerefini korudular, artık (muhakkak ki. Rahman) kulları hakkında rahmeti, lûtf ve ihsanı sonsuz olan Yüce Yaratıcı (onlar için) o seçkin müminler için meleklerin, Peygamberlerin ve diğer ihlaslı müminlerin kalplerinde (bir sevgi) bir muhabbet, bir dostluk, bir teveccüh ve iltifat hissi (vücude getirecektir.) o iyi müminler, böyle bir muhabbet ve teveccühe mazharolurlar. Bu, güzel inançlarının, amellerinin bir manevî mükâfatı demektir. Böyle bir muhabbete mazhar olan zat elbetteki, Allah katında da büyük bir mevkie nail bulunmuş olacaktır. İşte iyi bir müminin kendi tarafından birtakım sebeplere, propağandalara teşebbüs edilmeksizin böyle müminlerin kalplerinde bir muhabbete kavuşmayı, pek gıptaya değer bir mazhariyettir ve bu muhabbet, daimidir, bunun faidesi ahirette de görülecektir. Nitekim nice asırlarca önce dünyadan ahirete irtihal etmiş bir kısım zatlar vardır ki, onların haklarında, bugünkü müminler de kalben büyük bir muhabet ve hürmet beslemektedirler. Ashab-ı Kiram ile İslâm mücahidleri bu cümlelerdendirler. Fakat aldatmaca yapılan bazı, muamelelere, sebeplere binaen bazı kalplerde kazanılan bir muhabbet ve iltifatın manevî bakımdan hiçbir kıymeti yoktur. O muhabbet ve teveccüh, hakikatı gören gözlere göre çabuk yok olucu, bir yok olan gölge yerindedir. Bazı müminler hakkındaki bir takım dinsizlerin, fasıkların, ahlâksızların düşmanlığı ise o müminlerin lehine bir şahitlik demektir. O zatların kendileri gibi dinsiz, ahlâksız olmadıklarını bir itiraf yerindedir. Bu da mânen bir övgüden, methden başka değildir. Ve bu düşmanlık, hakikî müminlerin gücenmesine yol açarak o zat hakkında daha ziyade muhabbet ve temayül göstermelerine bir sebep teşkil eder.

97. İşte onu, Kur’an’ı senin lisanın ile kolayca kıldık ki, onunla takva sahiplerini müjdeleyesin ve inat eden bir kavmi de korkutasın.

97. Kur’an’ı Kerim, insanlığa en beliğ bir lisan ile nice ibret verici kıssaları, öğütleri, tebliğ ediyor. Evet bu tebliğ, bütün müminlerin yücelttiği bir lisan ile, Peygamberimizin pek mübarek, fevkalâde fasih, beliğ Arapça olan lisanı ile yapılmış bulunuyor. Bu da bir ilâhî lütuftur, müminler arasında birliği, dayanışmayı, manevî birliği temine birvesiledir. Zaten bir Yüce Peygamberin mübarek lisanı ona tâbi olan bütün cemiyetlerin de ortak bir lisanı demektir. Geçmiş kavimlerin lisanı muhtelif, anlaşılması pek müşkül idi. Birçokları da tarihe karışıp mahv ve yok olmuştu. Eğer o kavimlerin kıssaları, ibret verici tarihi halleri birer ibret nümunesi, birer uyanma vesilesi olmak üzere böyle açık, geniş bir lisan ile tebliğ edilmemiş olsa idi, şimdiki insanlık, o geçmiş ümmetlere ait birçok vak’alardan, ibret verici hâdiselerden habersiz kalmış olurdu. İşte Hikmet Sahibi Yüce Yaratıcı bu ümmete, bir vesile ile de lûtfetmiş olduğunu şöylece beyan buyuruyor. (İşte onu) o Kur’an’ı Kerim’i (senin) mübarek Arapça olan (lisanın ile) indirerek onu (kolayca) anlaşılır (kıldık ki, onunla) o Kur’an’ın âyetleriyle, kapsadığı nasihatlar ile (takva sahiplerine müjdeleyesin) Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına riayet eden müminlere gelecekte nâil olacakları nimetleri, saadetleri müjdeleyesin. (Ve inat eden bir kavmi de) Allah’a imân etmeyen, inatçı, dindarlara karşı düşmanlıkları pek şiddetli bir taifeyi de, Mekke müşriklerini de (korkutasın) dünyada ve özellikle ahirette nice felâketlere, azaplara uğrayacaklarını kendilerine ihtar edesin. Bu da bir ilâhî merhamet eseridir ki, öyle cahil, inkârcı kimseleri uyandırmak için Yüce Peygamberi böyle bir irşat ve ihtar vazifesiyle vazifeli kılmıştır.

§ Lûd; eled kelimesinin çoğuludur. Bâtıl ile mücadelede bulunan kimse demektir.

98. Ve onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik. Hiç onlardan bir şahsı görüyor musun? Veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?

98. (Ve) Resûlüm!. O zamanındaki inkârcı, inatçı, İslâmiyet düşmanlarına şunu da ihtar et ki, (onlardan evvel nice kavimleri helâk ettik) Peygamberlerini inkâr eden nice geçmiş cemiyetleri o küfür ve inkârları yüzünden bir nice felâketlere uğratarak mahvı perişaneyledik. Kur’an-ı Kerim, bunların bir kısmını beyan ile nazarı dikkatleri çekme lûtfunda bulunuyor. Şimdi sen (hiç onlardan bir şahsı görüyor musun?.) onlardan bir kimse dünyada kalmış mıdır?. Öyle bir kavim bulabilir misin?. (veya onlar için bir gizli ses işitiyor musun?.) ne gezer!. Onlar Allah’ın kahrına uğramışlar, tamamen mahv ve yok olup gitmişlerdir. Eğer onlar Peygamberlerinin tavsiyelerine riayet etmiş olsalar idi, öyle pek büyük felâketlere uğramazlardı. Artık o gibi kavimlerin o pek müthiş tarihî hallerinden ibret almalıdır. Onlar gibi inkârcı, kendini beğenmiş bir vaziyet almaktan son derece kaçınmalıdır. İslâm dininin gösterdiği selâmet yolunu takibederek güzel anılmaya, ilâhî lütuflara nail olmağa çalışmalıdır. “Rikz” lisan ile harfler ile yapılmayan gizlice bir ses demektir. Nitekim yer altına defnedilen mala da gizli ve kapalı olduğu için “Rikâz” denir. Başarı Allah’dandır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN