MERYEM SURESİ

21. Cibril de dedi ki: Öyledir. Rabbin buyurdu ki: O bana göre pek kolaydır ve onu insanlara bir alâmet ve bizden bir rahmet kılacağız. Ve o hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur.

21. Cibril-i Emin de (dedi ki: Öyledir) her ne kadar alışılmışa aykırı ise de senden babası olmaksızın bir çocuk dünyaya getirilecektir, bu mukadderdir. (Rabbin buyurdu ki: O) öyle babasız bir şekilde çocuk yaratmak (bana göre pek kolaydır) bir kere ol dedim mi hemen oluverir. Babasız çocuk dünyaya gelmesi, her ne kadar alışılmışa göre imkânsız ise de Hak Teâlâ bir şeyi dileyince vesaite lüzum göstermeksizin de onu vücude getireblir. (Ve) Cenab’ı Hak buyuruyor ki: (Onu) öyle bir yaratılış hârikasının vücude getirilmesini (insanlara bir alâmet) kılacağızdır. Bu, kâinatın Yaratıcısının kudretinin sonsuzluğuna ve insanların daha sonra tekrar hayata kavuşup ahiret âlemine sevkedileceklerine bir delil teşkil edecektir. (Ve) onu (bizden bir rahmet kılacağız) o babasız yaratılacak zat, kullar için bir hidayet rehberi olacaktır, onları tevhid dinine davet edecektir. (Ve) o takdir edilmiş olan hâdise (hükme bağlanmış bir işten ibaret olmuştur) binaenaleyh mutlaka meydana gelecektir.

“Mülkünde hak tasarruf eder keyfemayeşâ”

“İster cihanı var eder isterse yok eder”

22. Artık Meryem ruh üflenmesi ile ona hâmilekaldı. Onunla hemen uzakça bir mahalle çekilip gitti.

22. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in harikulâde bir şekilde Hz. İsa’ya hâmile kaldığını bildiriyor. O muhterem valideye Allah tarafından teselli verilmiş olduğunu ve onun birnice nimetlere nail bulunduğunu ve bir müddet adak olarak oruç tutup başkalariyle konuşmayı terk eylediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İlâhî takdir, görünmeğe başladı, vasıtasız olarak Allah tarafından veya Cibril’i Emin tarafından Hz. Meryem’in gömleğinin yakasından üfürüldü, bu, Meryem Hazretlerinin içerisine kadar tesir etti, bunun üzerine (artık ona) Hz. İsa’ya (hâmile kaldı) bir rivayete göre de Hz. Cibril, uzaktan üfürdüğü halde bu Hz. Meryem’e kavuşarak derhal hâmile kalmasına sebep oldu. Hz.Meryem de (onunla) o yüklendiği çocuk ile (hemen) ailesinden (uzakça bir mahalle çekilip gitti) ikametgahının sonundaki bir yere varıp orada eyleşti. İhtimâl ki, öyle ansızın yüklü kalmasından dolayı bir mahcupluk hissederek başkalarının gözlerinden uzak bulunmak istemişti.

23. Derken ona doğum hareketi gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı, dedi ki: Ne olurdu bana, bundan evvel ölmüş olsaydım ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim!

23. (Derken ona doğum hareketi) karnındaki çocuğun dışarı çıkmak için kımıldanması meydana (gelerek kendisini bir hurma ağacının altına gitmeğe zorunlu kıldı) rivayete göre kış mevsimi imiş, ağaç ise kup kuru bir halde bulunuyormuş, bunun altında saklanıp çocuğunu başkalarına göstermeksizin doğurmak istemişti. (Dedi ki: Ne olurdu bana!.) kâşki (bundan evvel ölmüş olsaydım) bu günü görmese idim (ve unutulup terkedilmiş bulunsa idim) hiçbir kimsenin hatırına gelmez olsa idim Hz. Meryem,insanlardan utandığı ve onların dedikodularından endişe ettiği için böyle bir temennide bulunmuştu. Yoksa mübarek bir oğula nail olacağına dair bir ilâhî vaadi biliyordu.

§ Rivayete göre Hz. Meryem, bu esnada on veya onüç yaşında imiş. Gebelik müdeti ise yedi veya sekiz veya dokuz ay veyahut bir saat veya üç saat kadar devam etmiştir. Bu müddetin böyle birkaç saatten ibaret olması da harika olduğu gibi sekiz ay olması da harika kabilindendir. Çünkü sekiz ayda doğan çocuklar yaşamadıkları halde Hz. İsa yaşamıştır. Bilgisi Allah katındadır.

24. Derken ona aşağısından seslendi ki: Sakın mahzun olma, muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı vücuda getirdi.

24. (Derken) Hz. Meryem öyle üzgün, endişeli bir halde iken (ona) Hz. Meryem’e (aşağısından) veya hurma ağacının alt tarafından Cibril’i Emin veya bir harika olarak Hz. İsa (seslendi ki: Sakın mahzun olma) üzülmeyi gerektiren bir şey yoktur, bilakis sevinçli olmalıdır ki, öyle muhterem bir oğula nail oluyorsun ve (muhakkak ki, Rabbin senin alt yanından bir su arkı) bir küçük ırmak (vücude getirdi) diğer bir harika ve lütuf olarak öyle kuru, susuz bir sahada bir ırmak fışkırmaya başladı, ondan istifadeye imkân verdirdi.

25. Hurma ağacını kendine doğru silkele, üzerine taze hurma dökülüversin.

25. Ve yine Hz. Meryem’e hitaben buyuruldu ki: (Hurma ağacını kendine doğru silkele) şu altında bulunduğun kurumuş, meyvesiz bulunmuş olan ağaç, öyle kış mevsiminde iken yeşillenerek taze hurmaları içerecektir, bu da başka bir harikadır, bir lütuftur, artık bundan istifade et, bunu silkele (üzerine taze hurma dökülüversin) hakkında bu şekilde de bir ilâhî nimet vücude gelmiş olsun.

26. Artık ye ve iç ve gözün aydın olsun, imdi insanlardan bir kimseyi görürsen de ki: Ben Rahman için oruç adadım, artık bugün hiç bir insan ile asla konuşmayacağımdır.

26. (Artık) Ey Muhterem Meryem!. (Ye) o taze hurmalardan istifade et (ve iç) akmaya başlayan ırmaktan su içerek hararetini gider (ve gözün aydın olsun) sen tebrike lâyıksın, bir manevî zevk ile yaşa (İmdi) Ey mübarek Meryem! (insanlardan) hangi (bir kimseyi görürsen de ki: Ber Rahman için) bana bu nimetleri ihsan eden Yüce Mabûdum için (oruç adadım) yani: Sükût etmek için veya sükût etmek suretiyle oruç tutmak için adakta bulundum (artık) bu hususu size işaretle haber verdikten sonra (bugün hiçbir insan ile asla konuşmayacağımdır.) Ben ancak melekler ile konuşurum ve Rabbime dua ve niyazda bulunurum.

§ Vaktiyle sükût şeklinde oruç tutulması caiz bulunmuştu. İslâmiyette ise bunun cevazında ihtilâf vardır. Hz. Ebubekir’den rivayet edildiğine göre, bu cevaz, müslümanlıkta kaldırılmıştır. Deniliyor ki: Gerçekten böyle sükûtta devam edilmesi, nefse işkencedir, güneşin altında kalmayı adamak gibi nefse baskı sebebidir, bu bakımdan caiz olmaması düşünülebilir. Fakat âlimlerden Kaffal’e göre böyle bir adağın cevazı düşünülebilir. Çünkü bir müddet insanlar ile konuşmayı terk ile fikri başkalarından soyutlayarak Allah’ı zikretmek ile meşgul olmak, bir ibadet, bir manevî yakınlık demektir.

27. Artık onu yüklenerek kavminin yanına getirdi. Dediler ki: Ey Meryem! Doğrusu pek büyük, çirkin birşey ile gelmiş oldun.

27. Bu mübarek âyetler de Hz. Meryem’in bir harika olarak doğurmuş olduğu Hz. İsa’yı kavminin yanına götürmüş olduğunu ve bunun üzerine aralarında geçen konuşmayı bildiriyor ve Hz. Meryem’in iffet ve yüceliğine pek açık bir şahitlik olmak üzere Hz. İsa’nın dahabeşikte bir çocuk iken dile gelip kendisinin yüce mahiyetini, ermiş olduğu nimetleri açıklamış olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Meryem, hurma ağacı altında iken kendisine yönelen teselli ve tebrik hitabından dolayı üzüntü ve kederden kurtulmuş, son derece sevinçli bulunmuş oldu (artık onu) henüz doğurduğu Hz. İsa’yı (yüklenerek) kucağına alarak (kavminin yanma getirdi) kavmi Hz. İsa’yı görünce (dediler ki: Ey Meryem!.) nedir bu?. (Doğrusu pek büyük, çirkin bir şey ile gelmiş oldun) sen genç, kocasız bir kız olduğun halde bu çocuğu nereden tedarik ettin, ne garip bir durum!.

28. Ey Harun’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir şahıs değildi ve anan da iffetden mahrum bulunmuş değildi.

28. O mübarek Meryem’e hitaben dediler ki: (Ey Harun’un kız kardeşi!. Senin baban) İmran (kötü bir şahıs değildi) zina eden, fuhuşa meyilli biri değildi. (Ve anan) Henne (de iffetden mahrum bulunmuş değildi) iffetli, temiz bir hatun idi. Artık böyle babası, anası tertemiz olan bir kız, nasıl olur ki, bir gayrı meşrû evlât sahibesi olabilsin?. Buradaki Harun’dan maksat, ya Harun Aleyhisselamdır. Gerçekten de Hz. Harun, bin sene önce dünyada bulunmuştu. Meryem ise onun neslinden dünyaya gelmiş olduğu için öyle büyük bir zatın kız kardeşi diye yâd edilmiş, öyle bir aileye gayrı, meşru bir hareketin lâyık olmadığına işaret edilmiştir. Yahut bu Harun’dan maksat, Hz. Meryem’in zamanındaki iyi kimselerden bir zat imiş, Hz. Meryem de onun gibi iyi hal sahibi görüldüğü için onun bu bakımdan kardeşi sayılmış, onu şimdiki vaziyetinden ise şaşkınlık gösterilmiş.

29. Bunun üzerine ona çocuğa işaret etti. Dediler ki: Biz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?

29. Hz. Meryem, (bunun üzerine) böyle kendisine yönelen bir sorgulama dolayısiyle(ona) o beşikte çocuk bulunan Hz. İsa’ya (işaret etti) o sorgulayıcı kimselere o masûm çocuğun cevap vermesini ve bu şekilde de kendi iffetinin ortaya çıkmasını istedi. O kimseler ise kızdılar, (dediler ki: Bîz daha beşikte bir çocuk bulunan ile nasıl konuşabiliriz?.) Henüz konuşma çağına gelmemiş bir çocuk, bizimle konuşabilir mi? Sen bizimle alay mı ediyorsun?

30. O çocuk dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum, bana kitap verdi ve beni bir Peygamber kıldı.

30. O kimselerin bu garipsemeleri üzerine o pek çocuk bir halde bulunan Hz. İsa, bir kudret hârikası olarak konuşmaya başladı. Onlara hitaben (dedi ki: Ben şüphe yok Allah’ın kuluyum) ben de o Yüce Yaratıcının bir mahlûkuyum, ancak ona ibadet ederim, ondan başkasına ibadette bulunmam. O Yüce Mabud (bana kitap verdi) İncil gibi bir kitabın bana verilmesini takdir buyurmuş oldu veya Tevrat gibi bir ilâhî kitabı anlamayı nasip buyurdu. (Ve beni bir Peygamber kıldı) yani: Benim, İsrail oğullarına gönderilmiş bir peygamber olmamı Levh-i Mahfuz’unda tesbit etti.

31. Ve beni nerde olsam mübarek kıldı ve bana hayatta olduğum müddetce namaz ile ve zekât ile emretti.

31. (Ve) Hz. İsa, sözlerine devam ederek dedi ki: Cenab-ı Hak, (beni nerede olsam mübarek kıldı) beni çeşitli bereketlere erdirdi, insanlara dinlerini öğretmeye muvaffak-etti, beni bir takım mucizeler ile destekledi. (Ve bana hayatta olduğum müddetçe namaz ile ve zekât ile emretti) yani: Ben mükellefiyet yaşına gelince namaza devam edeceğim, ve salip olacağım malların zekâtını vereceğim. Diğer bir yoruma göre de Hz. İsa, daha çocuk iken fevkalâde akıllı, mükemmel bir halde yaratılmış olduğu için bu ibadetlerle muvazzaf bulunmuştur. Hz. İsa, bu ifadesiyle kendisinin de mükellef bir kul olup ilahlık vasıflarınasahip olmadığını itiraf etmiş demektir.

32. Ve beni valideme itaatkâr kıldı ve beni bir zorba, isyankâr kılmadı.

32. (Ve) Hz. İsa, şöyle de buyurdu ki: Cenab’ı Hak (beni anneme itaatkâr kıldı) öyle ilâhî lütfa mazhar, muhterem ve beni harikulâde bir şekilde doğurmaya, muvaffak olmuş olan temiz anneme hürmet ve itaat etmek de benim için elbette bir vazifedir. (Ve) O Yüce Yaratıcı (beni bir zorba) bir büyüklük taslayan ve bir (isyankâr kılmadı) ben de Cenab-ı Hak’kın bir kulu olduğumu itiraf ediyorum, onun emrine muhalif şeyleri yapıp da bedbahlığa düşmekten uzaklaşmış bulunmaktayım. Hz. İsa’nın daha sabi iken bu beyanatı, kendisine “Allah’ın oğlu” diyenleri, kendisine ilahlık isnat edilmesini reddetmek gayesi içermektedir. Bu da onun için bir mucize demektir ki, ileride nasıl yanlış düşünenler olacağını bilmiş, onlara karşı kendi mahiyetini bildirmiş, kendisinin de kulluk vasfını taşıyan bir insan oğlu oğlduğunu itiraf eylemiştir.

33. Ve selâm benim üzerimedir, doğduğum günde ve öleceğim günde ve diri olarak kaldırılacağım günde.

33. (Ve) O Yüce Peygamber buyurdu ki: Allah Teâlâ tarafından (selâm benim üzerimedir) O Yüce Yaratıcı, beni daima selâmette bulunduracaktır, hiçbir kimse bana zarar vermeğe kâdir olamıyacaktır, Bu selâmet, benim için takdir edilmiştir. (doğduğum günde) selâmetteyim, şeytan vesaire bana zarar verememiştir (ve öleceğim günde) selâmet içerisinde hayatı terk edeceğim. Yani: Ben de bir insanım, haşa Allah değilim, ben de birgün öleceğim, fakat selâmetten mahrum kalmayacağım. Bu ifade de Hz. İsa’ya isnat edilen çarmıha gerilme olayını tekzib etmektedir. Çünkü onun vefatının selâmete aykırı bir musibet şeklinde olmayacağına bu ifadesi bir delildir. (Ve) yine Hz. İsa buyurmuştur ki: (diri olarak kaldırılacağımgünde) kıyamet gününde de yine selâmet içinde hayata nail olacağım, Yaratıcımın, Yüce mabûdumun koruma ve himayesine, lûtf ve ihsânına kavuşacağım. İlâhî vahye mazhar, peygamberlik vasfını taşıyan herhangi bir zatın şüphe yok ki, bütün beyanatı gerçeğin kendisidir.

34. İşte hak olan söze göre bu, kendisinde ihtilâfta bulundukları Meryem’in oğlu İsa’dır.

34. Bu mübarek âyetler de Hz. İsa’nın Kur’an’ı Kerim’de evsafı zikredilen zâttan ibaret olduğunu, gösteriyor ve Cenab’ı Hak’kın kendisine evlât edinmekten yüce olup dilediğini hemen var etmeğe kâdir olduğunu bildiriyor. Hz. İsa’nın da Allah’ın Rab olduğunu itiraf ile ancak O’na ibadet edilmesini tavsiye eylemiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (İşte hak olan söze göre) hakikate uygun, şüpheden uzak olan beyana göre (bu) harikulâde yaradılışı, yüksek vasıfları, yüceltilmeye lâyık menkibeleri anlatılan zat, (kendisinde) Yahudi ve Hıristiyan taifelerinin (ihtilâfta bulundukları) şek ve şüpheye, inkâra düşmüş oldukları (Meryem’in oğlu İsa’dır) Aleyhisselâm. İşte müslümanlar o muhterem Peygamberi böyle Kur’an’ı Kerim’in haber verdiği Yüce evsafiyle tanır, tasdik ederler. Yahudiler ise o kadri pek yüksek zata sihirbaz derler, onun peygamberliğini inkar ederler. Hıristiyan grupları da o muhterem insan oğlunu hâşâ ilahlık mertebesine yükseltmek isterler. Evet… Nesturiye taifesi “İsa Allah’ın oğludur” derler. Yakubiye taifesi de “İsa Allah’tır, yer yüzüne inmiş, sonra göğe yükselmiştir” demeye cür’et gösterirler, öyle bir kudret hârikasının kadrini yükseltmek isterken Kâinatın Yüce Yaratıcısının ilâhlığına birliğini, isanî hallerden münezzeh olduğunu inkâr etmiş olurlar da bundan haberleri bile olmaz. Bu kavimler, taifeler, böyle ifrat ve tefritten kurtulamıyorlar. Halbuki, Kur’an-ı Kerim, o büyük Peygamberin kadrini aklauygun birşekilde bildiriyor. Hem Allah’ın şanını ortak ve benzerden, evlada ihtiyaçtan yüce tutuyor, hemde bir yaratılış hârikasının Allah katındaki yüksek kulluk derecesini gösteriyor. Bu esas kabul edildiği takdirde bütün insanlık ruhu, ifrat ve tefrit karanlığından kurtulmuş olacaktır, aradaki ihtilâf kalkacak, İlim ve hikmete uygun, tek bir inanç vücude gelmiş olacaktır.

35. Allah için asla tasavvur olunamaz ki, kendisi için bir çocuk edinmiş olsun. O münezzehtir, hangi bir şeyi vücuda getirmek dileyince ona ancak ol der, o da hemen oluverir.

35. Evet.. (Allah için asla tasavvur olunamaz ki) hiçbir şekilde sahih ve doğru olmaz ki (kendisi için bir çocuk edinmiş olsun.) Bir kere ilahlık şanını ablık vasıflarını güzelce düşünmek lâzım değil midir?. Evet.. (o) Yüce Yaratıcı münezzehtir) onu evlada vesaireye ihtiyaçtan ve bütün noksanlardan yüce tutarız. O Hikmet Sahibi Yaratıcı (hangi bir şeyi) vücude getirmek (dileyince) irâde ve takdir buyurunca (ona ancak ol der) onun derhal vücude gelmesine ilâhî kudreti taallûk eder (o da hemen) ilâhî kudret ile (oluverir) Evet.. Bütün mahlûkat, o Ezelî Yaratıcının birer yaratılış eseridir. Bütün bu mahlûkat haddızatında birer yok ve yok olmaya mahkum, Allah’ın kudreti ile ayakta durmaktadır. Artık nasıl uygun olabilir ki, hangi bir mahlûk, o Ezelî Yaratıcının oğlu sanılsın? Bir “kün == ol!” emriyle milyonlarca insanı vesaireyi vücude getirmeğe kâdir olan bir eşsiz Yaratıcıya kim evlât olabilecek bir mahiyete sahip bulunur?. Böyle bir iddia, Allah’ın şanını takdir edememekten ileri gelmektedir.

36. Ve şüphe yok ki, Allah benim de Rabbimdir, Sizin de Rabbinizdir. Artık yalnız ona ibadet ediniz. Bu, dosdoğru bir yoldur.

36. (Ve) Allah Teâlâ’nın evlât edinmeye ihtiyacıolmadığını ve bundan yüce olduğunu Hz. İsa da bildiği için kavmine hitaben buyurmuştu ki: (şüphe yok ki, Allah Benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir.) Hepimizi de yoktan vücuda getiren, besleyen, rızıklandıran ancak o Yüce Yaratıcıdır (Artık) Ey insanlar!. (yanlız o’na) o Ezelî Mabuda (ibadet ediniz) yalnız o’nu Yaratıcı, mabut tanıyınız, o’na ortak ve benzer isnat etmeyiniz, hangi bir mahlûkunu onun oğlu sanmayınız. (bu) size bildirdiğim, tavsiye ettiğim, Allah’ın birliği inancı, yalnız o kainatın yaratıcısına ibadet edilmesi, (dosdoğru bir yoldur) bu yolu takibedenler, sapıtmaz, sapıklığa düşmezler. Hakikî bir mümin, birer Allah’ı birleyen olurlar. “İşte Kur’an-ı Kerim’in bu âyetleri, bütün insanlığa en makul, İlim ve hikmete uygun bir yol göstermiş oluyor,

1. Bir kere İsa Aleyhisselâm’ın bir hilkat hârikası olduğunu inkâr edenler, hiç insaf edip de sair kudret eserlerini göz önüne almıyorlar mı’?, insanlardan milyonlarca sene önce nice binlerce âlemleri vücude getirmiş olan ve nice hârikaları ve özellikle babasız ve anasız olarak Hz. Adem’i yaratmış olan bir Yüce Yaratıcı, Hz. İsa’yı da babasız olarak yaratmağa kâdir değil midir ki, onun bu yaradılışını inkâr ediyorlar, onun gösterdiği mucizeleri sihir sanarak onun peygamberliğine inanmıyorlar, hakkında ona yakışmayan lakırdılar sarfediyorlar. Bu ne kadar insafsızlık!.

2. Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu diyenler, ona ilahlık isnat edenler de bir kerre düşünmeli değil midirler ki: Milyonlarca senelerden beri nice harikulâde şeyleri yoktan var eden bir Yüce Yaratıcıya göre bir çocuğu babasız olarak yaratmak, pek o kadar büyük bir şey midir ki, onu o Yaratıcının oğlu sanmak cehaletine düşmüş bulunuyorlar. Ya o ezelî ve ebedî olan Yüce Yaratıcının yüceliğini kutsiyetini, ortak ve benzerden yüceliğini hiç düşünmüyorlar mı ki: Yaratılışın başlangıcından itibaren nice milyonlarca sene sonra meydana gelen birinsan çocuğunu hâşâ Allah sanmak cehaletinde bulunuyorlar. Nice milyarlarca aşarî kudret eserleri parlayıp duran bir Yüce Yaratıcı hakkında tasavvur olunabilir mi ki, kendi mahlûku olan bir kadının rahminden bir insan olarak meydana gelsin, nice üzüntülere maruz kalsın, böyle bir vaziyet, o muazzam Kâinatın Yaratıcısı hakkında nasıl düşünülebilir?. O ne kadar cahilce, mecnunca bir düşünüş.

3. Şimdi bir kere de müslümanların bu husustaki itikadına bir insaf gözü ile bakılsın. Müslümanlar, Cenab-ı Hak’kın ezelî ve ebedî olduğunu bilirler, onun birliğini, mahlûkat ile aynı özellikle olmaktan uzak bulunduğunu tasdik ederler Fakat o ezelî Yüce Yaratıcının nice âlemleri vücude getirmeğe, nice hârikaları yaratmağa kâdir olduğunu itiraf ederler. Allah’ın kudreti ile nice eşsiz eserlerin, fevkalâde hâdiselerin vücude gelmiş olduğunu da en kuvvetli delillere dayanarak tasdik etmektedirler, İşte Hz. İsa’nın doğusu ve birtakım hârikalar göstermiş olduğu da bu cümledendir. Binaenaleyh müslümanlar, Hz. İsa’yı pek muhterem, harikulâde bir şekilde yaratılmış birçok mucizeler ile desteklenmiş bir Peygamber, bir muhterem Allah kulu olarak tanıyor, tasdik ediyorlar, kendisine hürmet gösteriyorlar, kendisine vaktiyle İncil adında bir ilâhî kitap verilmiş olduğunu da bilip itirafta bulunuyorlar. Hz. İsa’dan evvelki Peygamberleri, kitapları tasdik ettikleri gibi Hz. İsa’dan sonra bütün insanlığa son bir Peygamber olarak gönderilmiş olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı ve ona verilmiş olan Kur’an’ı Kerim’i de bilip tasdik ediyor ve yüceltiyorlar. Artık müslümanların en ilmî, en hikmetli, en insaflı, en mutedil bir inanç sahipleri oldukları ortaya çıkmış olmuyor mu?. Artık müslümanların bu inancına ifrat ve tefrita kapılmış olan milletler de katılsalar ne kaybederler?. Bilakis doğru bir inanca sahip olurlar, hem Allah’ın birliği inancına güzelcesahip olurlar, hem de bütün Peygamberlere, semavî kitaplara karşı bir tasdik ve hürmet duygusuna sahip olmuş bulunurlar. Aralarındaki çekişme ve ayrılık ortadan kalkar, insanlığın bütün ufuklarını bir hidayet güneşi aydınlıklar içinde bırakır durur. Ve başarı Allah’tandır.

§ Hz. İsa ile Hz. Meryem hakkında Nisâ Sûresinin (171) ve Âl-i İmran Sûresinin (37) inci âyetlerinin izahına da bakınız!.

37. Sonra gruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık görülecek günün en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir.

37. Bu mübarek âyetler, bir takım taifelerin Hz. İsa hakkında ve diğer dinî hususlarda ihtilâfa düşmüş olduklarına ve bunların ne kadar sapık kimseler olup ne kadar korkunç bir vaziyette kalacaklarına işaret ediyor. Ve Resûl-i Ekrem’in insanları o gibi fecî âkibetlerden korkutmağa memur olduğunu ve bütün insanlığın yeryüzünden alâkaları kesilerek ahirete sevkedileceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Sonra gruplar) din hususundaki, Peygamberler hakkındaki kanaatlerinden, iddialarından dolayı insan toplulukları (kendi aralarında ihtilâfa düştüler) bu cümleden olarak Peygamberimizin saadet devrindeki cemiyetlerin bir kısmını ashab-ı kiram ile diğer müminler teşkil ediyordu. Bunların arasında bir birlik meydana gelmişti. Fakat cemiyetlerin birer kısmını da, Yahudiler, Hıristiyanlar vesair müşrikler teşkil etmekte bulunmuşlardı. İşte bunlar, birlik ve ittifakı temin edecek olan İslâm dinini kabul etmediler, ona karşı muhalif bir cephe aldılar, kendi aralarında da ihtilâf devam edip durmuştur. (Artık görülecek günün) gerçekleşecek olan kıyamet gününün (en şiddetli azabı, kâfir olan kimseler içindir) Evet.. O müthiş ahiret azabı, öyle dünyada iken ihtilâfa düşmüş, hakkı kabul etmemiş, Peygamberleri tamamen veya kısmen inkâretmiş, herhangi bir mahlûka ilahlık isnat eylemiş veya Allah’ın oğlu demiş olan kimselere yönelecektir.

38. Bize gelecekleri gün neler işitecekler ve neler göreceklerdir! Fakat o zalimler bugün pek zahir bir sapıklık içindedirler.

38. O ihtilâfa düşmüş, ilâhî dinden mahrum bulunmuş kimseler (bize gelecekleri gün) ahirette hesap ve cezaya sevkedilecekleri zaman (neler işitecekler ve neler göreceklerdir) onlar o vakit ne kadar şaşılacak şeyler karşısında kalacaklardır. (Fakat o zalimler bugün) bu dünya hayatında (pek açık bir sapıklık içindedirler) hakikatları dinleyip kabul etmekten, kudret eserlerini görüp bir ibret dersi almaktan mahrum bir halde bulunuyorlar. Ne kadar nefislerine zulmetmiş oluyorlar da haberleri yok. Artık onların ahiretteki o müthiş görüp işitmeleri kendileri için bir fâide vermiyecektir, o âlemdeki pişmanlıklar! dünyaya bir daha döndürülüp tövbe ve istiğfarda bulunacakları hakkındaki boş temennileri kendilerine pişmanlıktan başka bir şey arttıramayacaktır. Artık fırsat, kaçmıştır.

39. Ve onların hasret günü ile her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile korkut. Onlar ise gaflettedirler ve onlar imân etmezler.

39. (Ve) Yüce Resûlüm!, (onları) öyle boş ihtilâflara düşenleri (hasret günüyle) kıyamet günüyle (her emrin bitirilmiş olduğu vakit ile) öyle müthiş bir vakit ile (korkut) ki, o günden evvel daha dünyada iken Allah’ın birliğine ve diğer dini hükümlere dair lâzım gelen bilgiler verilmiş, sevap ve azabı gerektiren şeyler bildirilmişti. Kıyamet gününde ise dünya hayatı yok olmuş, elden kaçanı telâfi imkânı kalmamış olacaktır. (Onlar ise gaflettedirler) ahirette başlarına neler geleceğini düşünmemektedirler. (Ve onlar imân etmezler) o başlarına gelecek olan ahiret gününe inanmazlar, öyle sapıklık içinde yaşamaktanayrılmak istemezler.

40. Biz, şüphe yok ki biz, yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara vâris olacağız ve bize döndürüleceklerdir.

40. Yüce Allah buyuruyor ki: (Biz) evet (şüphe yok ki biz) yani bütün kâinata sahip ve hâkim olan ben Yüce Yaratıcı (yeryüzüne ve onun üzerinde bulunanlara) bütün mahlukata (vâris olacağız) yani: Bütün insanlık, bütün âlemin işleri, ancak Cenab’ı Hak’kın hükmüne, kazasına, hakimiyetine tâbi olmuş olacak, hiçbir kimsenin hâkimiyeti, fayda ve zarara iktidarı kalmayacaktır, (ve) bütün insanlar vesaire (bize döndürüleceklerdir) yani: Ahiretteki mahkemei kübraya sevk edileceklerdir. Herkes dünyadaki amellerine göre mükâfat ve ceza görecektir. Bu ilâhî beyan, pek büyük bir uyarıyı, korkutmayı içermektedir. Artık her insana lâzımdır ki, o dönüp gideceği ebediyat âlemini düşünsün, daha dünyada iken kulluk vazifelerini güzelce yapmağa ve noksanlarını telâfiye çalışsın. Başarı Allah’tandır.

“Herkim var ise bugün cihanda”

“Nâbud olacak yakın zamanda”

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN