YUSUF SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre yüz onbir âyeti kerimeyi kapsamaktadır. Mekke’i Mükkerreme’de nâzil olmuştur. Yûsuf Aleyhisselâm’ın pek hoş, pek güzel, pek ziyade ibret ve teselli veren kıssasını içerdiği için kendisine “Yûsuf Sûresi” adı verilmiştir. Bu mübârek sûrenin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Kısacası deniliyor ki: Yahûdi âlimleri, müşriklerin büyüklerine demişler ki: Hz. Muhammed’den sorunuz, Yâkub Aleyhisselâm’ın ailesi ne için Şam’dan Mısır’a intikâl etmiştir?. Ve Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssası neden ibaretdir?. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak, bu sûrei celileyi indirmiş, bunda Hz. Yûsuf’a dair pek mükemmel bilgi vermiş, Peygamber Efendimizin ilâhî vahye kavuştuğuna bu da, ayrıca açık bir delil olmuştur. Çünki o tarihe kadar Arab’lar arasıpda bu kıssaya dair böyle mükemmel bilgi mevcud değildir. Bununla beraber bu kıssanın inişi, insanlık alemindeki garip garip ruh hallerini bildiriyor, bir Peygamber adayının ne kadar masumane, ve şerefli hareketlerde bulunmuş olduğunu uyulması gereken bir örnek olmak üzere insanlığın dikkatlerine sunuyor, temizlikle, sabr ve sebât ile, af ve kerem ile vasıflanmış zatların ne kadar güzel mertebelere kavuşacaklarına işaret buyuruyor, Rasûlü Ekrem Efendimize de teselli vererek kavminin ezâ ve cefâsına karşı sabr ve sebatda, affedici muamelelerde bulunmasını tavsiye etmiş oluyor.

1. Elif, Lâm, Râ. İşte bu, apaçık kitabın ayetleridir.

1. Bu mübârek âyetler, Yûsuf Sûresindekiaçıklamaların Kur’an ayetlerinden olduğunu bildiriyor. Ve Kur’an’ı Kerim’in Arap lisanı üzere inmesinin hikmetine işaret ediyor. Ve bu sûrenin inişi ile Rasûlü Ekrem’e evvelce bilmediği en güzel bir kıssanın bildirilmiş olduğunu haber veriyor. Şöyle ki: (Elif, Lâm, Râ) Bu mübârek harflere dâir Bakare sûresinin birinci âyetine bakınız. (İşte bu) Sûredeki izahlar, âyeti kerimelerle birçok hakikatleri (apaçık bildiren kitabın) Kur’an-ı Kerim’in (âyelerîdir.) Evet.. Kur’an-ı Kerim, Rasûlü Ekrem’in peygamberliğini açıkça bildiren bir söz mucizesidir, hidâyet ile sapıklığı, helâl ile haramı bildiren ilâhî bir kitabtır, eski ümmetlerin kıssalarını tarihî hallerini dikkat nazarlarına sunan bir hakikat kitabının açıklamasıdır.

2. Şüphe yok ki, biz onu bir Arapça Kur’an olarak indirdik, umulur ki, siz güzelce anlarsınız.

2. (Şüphe yok ki, biz onu) O apaçık kitabı (bir Arapca Kur’an olarak indirdik) yani: Onu başka lisan ile değil, en geniş, en açık, en ahenkli olan Arab dili üzere Son Peygamber’e indirdik, (umulur ki, siz güzelce anlarsınız) yani: Ey o kitabın hükümleriyle yükümlü olan insanlar!. Size lâyık olan odur ki, o kitabın yüceliğini, kendisinin belâgat yönünden mükemmelliğin!, hükümlerinin hitaplarının bütün insanlığa yönelik bulunduğunu akıllıca düşünür de İslâm şerefine ulaşmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet kabul edersiniz. Çünki bu Kur’an-ı Kerim, en edebî, en kapsamlı, en mükemmel hükümleri kapsayıcı bulunmaktadır ve bütün insanlığa hitab etmektedir. Bütün insanları bir kardeşlik dairesinde yaşamaya dâvet eylemektedir ve bütün mü’minlerin ortak ve kutsal bir kitabı bulunmaktadır.

3. Biz sana bu Kur’an’ı vahy etmekle sana en güzel kıssayı anlatıyoruz. Halbuki, sen ondan evvel elbetde bilmiyenlerden idin.

3. Ey Yüce Resûlüm!. (Biz sana bu Kur’an’ı) Busûre-i celileyi (vahyetmemizle sana en güzel kıssayı naklediyoruz.) Yani: Geçmiş ümmetlere ait olan hikâyelerin, olayların arasında en güzel, en mühim en ibret verici olan haberleri sana bildiriyoruz. Veya birçok ibretler!, hikmetleri, nükteleri, faideleri içeren ve bir nice adilce, zalimce şeref lice muameleleri dikkat nazarlarına sunan Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssasını beyan buyuruyoruz. (Halbuki,) Habibim, Ya Muhammed! (Sen ondan evvel) sana böyle ilâhî vahiy gelmeden önce (elbetde) Hz. Yûsuf’a ve benzerlerine ait kıssalardan veya diğer dinî meselelerden (bilmeyenlerdendir.) Bu gibi şeyler senin hatırına gelmemişti. Bunlara dair bilgi sahibi değildin. Şimdi ise bunları böyle mükemmelce bilmen senin hakkında ilâhî bir bir lütuftur. Ve senin peygamberliğe sahip olduğuna. Allah’ın vahyine kavuşmuş bulunduğuna ait kesin bir delil mahiyetindedir.

§ “Kas”, “kasas” ve “İktisâs”, birşeyin arkasına düşmek, bir hayrı olduğu gibi doğru bir şekil üzere rivâyet etmek mânâsınadır. Binaenaleyh “Ahsenülkasse” bir vâkiayı anlatmanın en güzeli veya bir vâkiayı en güzel anlatış demektir. Kıssa ise bir iş, bir hikâye, izi takibedilmeğe lâyık bir hâl, bir hadiseyi rivâyet etmek mânâsınadır. Çoğulu “kısastır.

4. Bir vakit ki, Yusuf babasına demişti: Ey babacağım! Muhakkak ben rüyâmda on bir yıldız ile güneşi ve ayı gördüm, onları bana secde ederlerken gördüm.

4. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun gördüğü pek aydınlık bir rüyayı muhterem pederine haber verdiğini bildiriyor, muhterem pederî de onu korumak maksadiyle bu rüyasını kardeşlerine söylememesini kendisine tavsiye buyurduğunu ve Hz. Yûsufun mühim bir bilgiye, muazzam bir nimete kavuşacağını kendisine müjdelemiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm Hz. Muhammed!. Hatırla (bir vakit ki, Yûsuf babasına) Yâkub Aleyhisselâm’a(demişti: Ey babacağım!.) Ey muhterem babacığım!. (Muhakkak ben rüyâmda) uyku hâlinde (onbir yıldız ile güneşi ve ayı gördüm) bunlar gözlerimin önünde görünür oldular, bir de bakıp (onları bana secde ederlerken gördüm.) hepsi de secdeye kapanmaktadırlar. Rivâyete göre bu hâdise zamanında Hz. Yûsuf henüz on iki veya on yedi yaşında bulunuyormuş. Bu rüyâ Kadir gecesine tesadüf etmişti. On iki yıldız ile güneş ve ay gökten inerek Hz. Yûsufa karşı secdeye Yarmışlardı. Bu on iki yıldız Hz. Yûsufun kardeşleriyle, güneş de muhterem pederiyle ve ay da muhterem validesiyle tevil edilmiştir. Bu rüyâ Hz. Yûsufun pek parlak bir geleceğe kavuşacağını gösteriyordu.

5. Babası dedi ki: Yavrucuğum! Rüyanı kardeşlerine haber verme. Sonra senin için bir tuzak kurarlar. Şüphe yok ki, şeytan insan için apaçık bir düşmandır.

5. Yâkub Aleyhisselâm (Dedi ki: Yavrucuğum!.) Ey sevgili yavrum Yûsuf!. Bu (rüyânı kardeşlerine haber verme) bunu onlara söyleme. Onlar bu rüyâya bakarak senin yüksek bir istikbâle kavuşacağını anlarlar da (sonra) bir kıskançlık sebebiyle (senin için bir tuzak kurarlar) senin için bir tuzak hazırlayarak hayatına kasdetmek isterler. (Şüphe yok ki, şeytan insan için apaçık bir düşmandır.) Onun düşmanlığı pek açıktır. Nitekim Hz. Âdem ile Hz. Havva hakkında da büyük bir düşmanlıkta bulunmuştu. Binaenaleyh o şeytan, Hz. Yûsufun kardeşlerine de pek kötü vesveselerde bulunarak onları cinayetlere sevkedebilir. Artık onun şerrinden Cenâb-ı Hak’ka sığınmalıdır.

§ Hz. Yâkub, oğulları içinde Hz. Yûsuf’u daha fazla severdi. Onda daha başka bir güzellik ve olgunluk görünmekte idi. Onun hakkında kardeşlerinin kıskançlık sebebiyle kötülükte bulunacaklarını tahmin ederek rüyasını kardeşlerine söylememesini emretmişti.Rüyâları, hoşlanmayacak veyahut yanlış yorumlayacak kimselere söylememelidir. Ashab-ı Kirâm’dan Ebû Saidilhudri Hazretleri Rasûlü Ekrem Efendimizden şu meâlde bir Hâdisi Şerif rivâyet etmiştir: “Sizden biri seveceği = hoşuna gidecek, bir rüyâ görürse o mutlaka Allah tarafındandır. Artık Allah Teâlâya hamdetsin ve onu söylesin. Yani: Münasip olan kimseye anlatabilir. Ve bundan başka, hoşuna gitmeyecek bir rüyâ gördüğü zaman da o ancak şeytandandır. Artık onun şerrinden Allah’a sığınsın ve o rüyâyı kimseye söylemesin. Çünki bu takdirde o rüyâ, kendisne bir zarar vermez. Salih rüyalar bir nevi ilham kabilindendir.” Çoğu kez hayırlı rüyâların tabiri, gösterdiği şey uzunca bir müddet sonra meydana gelir. Çünki öyle bir müddet beklemeden sonra meydana çıkacak hayırlı hâdiselerin ruh üzerindeki güzel tesiri daha fazla olur, sahibine daha çok zevk verir. İşte Hz. Yûsufun bu rüyâsı da kırk sene sonra meydana gelmiş, anne babası ile kardeşleri bu müddetden sonra kendisiyle görüşmüşler, ona karşı Cenâb-ı Hak’ka şükr için secdeye kapanmışlardır.

6. Ve işte öylece Rabbin seni seçecek ve sana rüyâların tabirinden bilgi verecek ve nimetini senin ve Yâkub hanedanının üzerine tamamlayacak, nasıl ki, onu evvelce ataların İbrahim ve İshak üzerine de tamamlamıştı. Şüphe yok ki, senin Rabbin çok iyi bilendir, hikmet sahibidir.

6. (Ve) Yâkub Aleyhisselâm, Hz. Yûsuf’a dedi ki: (İşte öylece) yüksek şereflere, makamlara kavuşmasına işaret olunduğu gibi (Rab’bin seni seçccek yüksek) derecelere, çeşitli kerametlere, mucizelere muvaffak buyuracak (ve sana) bazı (rüyâların tabirinden bilgi verecek) yani: Bir kısım görülecek rüyâların güzelce tâbirine muvaffak olacaksın. Diğer bir görüşe göre de ilâhî kitapların tefsirine ve birtakım sözlerin yorum ve açıklamasına güç yetireceksîn veyahut birtakım olayların Allah’ın kudreti ile meydana gelip ne gibi hikmetlere dayalı olduğunu Allah’ın ilhamı sayesinde güzelce anlayabileceksin. (Ve) Ey muhterem Yûsuf!. Cenâb-ı Hak (nimetini senin ve Yâkub ailesinin üzerine tamamlayacak) yani: Seni peygamberliğe kavuşturacak, Yâkub Aleyhisselâm’ın diğer çocuk ve torunlarını da yüksek şeref ve üstünlüğe eriştirecektir. Hz. Yûsufun rüyâsındaki on bir yıldızdan maksat, on bir kardeşi olduğundan onların da yıldızlar gibi parlak bir durumda bulunacaklarına işaret edilmiştir. Hatta onların da bilahara peygamberliğe kavuştukları düşünülmüştür. Onlar, Hz. Yûsuf’a karşı öyle bir su-i kasitde bulunmuş oldukları halde böyle bir şerefe nasıl ulaşabilirler?. Diye sorulacak olan bir suale cevaben deniliyor ki: Peygamberlerin masum olmaları peygamberliğe kavuşmalarından sonradır. Onların o su-i kasitleri ise peygamberliklerinden önce olmuştur. Mamafih bu meselede ihtilâf vardır. Peygamberlerin daima mâsum bulunmuş olduklarına inananlar daha çoktur. Onlardan insanlık hâli meydana gelen bazı yasak işler, birer sürçme ve daha iyi olanı terketme kaabilindendir. Kısacası: Cenâb-ı Hak büyük bir şeref ve nimete o yüksek aileyi kavuşturmuştur. (Nasıl ki, onu) O nimeti, o muazzam şerefi (evvelce) Yâkub Aleyhisselâm’ın zamanından önce, ey muhterem Yûsuf, senin büyük (ataların İbrahim ve Ishak üzerine de tamamlamıştı.) Cenâb-ı Hak, onları da peygamberlik ve risalete kavuşturmuştu. Sonra sizi de bu gibi nimetlere kavuşturacaktır. (Şüphe yok ki, senin Rab’bin bir alimdir) herşeyi hakkıyla bilicidir ve (hakîmdir) hikmeti sonsuzdur. Herşeyi bir hikmet ve fayda üzere meydana getiren Kerem Sahibi bir Yaratıcıdır. Şüphesiz buna inanıyoruz.

§ “Ehâdis”, hadisin çoğuludur. Hadis de söz, yeni ortaya çıkan, eski olmayan, yeni şey demektir. Peygamber Efendimizin mübârek sözlerine, fiillerine de hadis denilir. Bunlar kavlî (sözlü) hadisler ve fiilî hadisler kısımlarına ayrılmışlardır. “Hâdis” de “ezelî olmayıp sonradan meydana çıkan şeydir. Hadise” ise olay, mâcerâ, sonradan meydana gelen durum demektir. Çoğulu: “Havâdis”. “Hudüs” da vaktiyle bulunmayan birşeyin bilahara meydana gelmesidir. “Hades” de abdestsizlik, cenabet hâli, sonradan meydana gelmek mânâsınadır.

§ Hedâset de yenilik, halin başlangıcı ve gençlik demektir.

7. And olsun ki, Yûsuf ta ve kardeşlerinde isteyenler için bir nice ibretler var idi.

7. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf’a ait kıssanın birçok ibret verici alâmetleri, işaretleri kapsadığını bildiriyor. O mâsumun hakkında kardeşlerinin neler düşünüp nasıl SİM kasitde bulunmak istemiş olduklarını şöylece beyan buyuruyor: (And olsun ki) yani: Sırf hakikattır ki (Yusuf ta ve kardeşlerinde) onlara ait haberde, kıssada, (isteyenler için) onların kıssasına dair bilgi isteyenler için veya onların kıssalarındaki ibretten, işaretleri nazar-ı itibara alacak, onlardan istifade edebilecek düşünen zatlar için (birnicc ibretler var idi) onları her uyanık kimse düşünüp onlardan yararlanmalıdır. “Hz. Yûsufun onbir kardeşi var idi. Bunlardan birisi ana baba bir kardeşi idi ki, adı “Bünyamin” idi. Diğerleri de yalnız baba bir kardeşleri bulunuyordu. İşte Hz. Yûsuf ile bu onbir kardeşine ait kıssanın birnice âyetleri yani: Alâmetleri, ibret verici olayları, işaretleri içerdiği şüphesizdir. Bu cümleden olarak tefsirlerde deniliyor ki: Evvelâ, Kur’an’ı Kerim’in bu kıssayı böyle mükemmel bir suretde bildirmesi, Rasûlü Ekrem Efendimizin ilâhî vahye kavuşmuş yüce bir peygamber olduğuna şahitlik etmektedir. İkincisi:Peygamberimizin yakınlarından bir kısmı sadece bir kıskançlık sebebiyle onun peygamberliğini inkâr edip hakkında düşmanlık gösteriyorlardı. Bu kıssa ise Hz. Yûsuf’a karşı da kardeşlerinin böyle bir durumda bulunmuş olduklarını bildiriyor, fakat daha sonra Cenâb-ı Hak’kın ona yardım etmiş, kardeşlerini ona muhtaç kılmış olduğunu beyan buyuruyor. Artık bu gibi sonuçları düşünüp de sabr edilmesine ve cahilce kıskançlıklardan kaçınılmasına işaretde bulunmuş oluyor. Üçüncüsü: Bu güzel kıssa gösteriyor ki: Hz. Yûsufun rüyâsı uzun bir müddet sonra tabir edildiği şekilde meydana gelmiştir. İşte Hak Teâlâ’nın Son Peygamber’e olan ilâhî vâ’di de, onun düşmanlarına karşı yardıma, zafere kavuşacağı da ergeç meydana gelecektir. Bu gecikmeden dolayı Hz. Muhammed’i yalanlamanın doğru olamıyacağına bu kıssa da bir misâl, bir delil teşkil etmektedir. Dördüncüsü: Bu seçkin kıssa gösteriyor ki: Hz. Yûsufun kardeşleri onun yaşamasını, ve yakınlık görmesini istemiyerek bu husûsda ne kadar çalışmışlar ise de o arzularına kavuşamamışlar ve Cenâb-ı Hak’kın yardımına, ilâhî takdirinin ortaya çıkmasına cengel olamamışlardır. İşte Rasûlü Ekrem Efendimizin muvaffakiyetlerine yüksek derecelere kavuşmasına da onun düşmanları asla engel olamayacaklardır.

8. O vakit ki, demişlerdi: Elbetde Yûsuf ile kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir. Halbuki, biz birbirine bağlı kuvvetli bir cemaatiz. Şüphe yok ki, bizim babamız, elbetde apaçık bir hata içindedir.

8. Ve hatırla!. (O vakit ki) Hz. Yûsufun baba bir kardeşleri birbirine (demişlerdi) ki, (elbetde Yûsuf ile) Bünyamin adındaki ana baba bir (kardeşi babamıza bizden daha sevgilidir) onlara olan fazla sevgisi değişmez bir durumdur. (halbuki, biz birbirine bağlı, kuvvetli bir cemaatiz) yani: Biz problemleriçözmeye ve karar vermeye sevgiye daha lâyık bir topluluğuz. (Şüphe yok ki, bizim babamız) Yâkub Aleyhisselâm (elbetde apaçık bir hata içindedir.) Bizim gibi daha kuvvetli, kendisine daha fazla hizmete güç yetiren çocukları var iken bu vasıfları taşımayan diğer iki oğlunu bizden daha fazla seviyor, bu doğru bir hareket değildir. “Hz. Yakub’un oğulları, babalarının yüce bir peygamber olduğunu bilip itiraf ediyorlardı, ancak onun kendileri hakkında eşitliğe riâyet etmeyip diğer iki oğluna daha fazla muhabbet ve ilgi göstermesini bir içtihat hatası gibi kabul ediyorlardı ve kendi içtihatlarına göre de babalarının daha iyi olan muameleyi terketmiş olduğuna kanaat getiriyorlardı. Halbuki, Hz. Yûsuf ile kardeşi daha genç idiler, anneleri “Râhil” de vefat etmişti. Bu cihetle haklarında daha fazla şefkat ve alâka gösterilmesi bir yaratılış gereği, bir ruhî eğilim neticesi olduğu idi. Bununla beraber Hz. Yusuf’ta görünen güzellikler ve üstünlükler ve onun görmüş olduğu rüyâ, onun kadrinin yüceliğini gösterip durmakta idi. Artık öyle pek kıymetli evlada karşı fazla bir sevgi ve ilgi, pek tabiî görülmek lâzım gelirdi. Binaenaleyh Hz. Yâkub mazur idi, ona hata isnâdî doğru olamazdı. Şu kadar var ki, kendisine isnâd edilen dalal, yani hatadan maksad, dünya menfaatlarına riâyet etmemekten ibarettir. Yoksa onun doğruluk ve sevap yolundan ayrılmış olması demek değildir. Artık Hz. Yakub’un oğulları da böyle bir isnatda bulunmakla ictihad! bir hatada bulunmuş demektedirler. Yoksa muhterem babalarına uhrevî bir husus hakkında hata isnâd etmiş değildirler.

§ “Usbe”, kuvvetli bir cemaat demektir. Ondan kırka veya birden ona veyahud üçten ona kadar olan erlere denilir.

§ “İsâbe” de toplu insanlar, atlar, kuşlar demektir. “Usûbet” de kuşatmak, kaplamak mânâsınadır.

9. Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atınız ki, babanızın yüzü yalnız size kalsın ve siz ondan sonra sâlihler olan bir cemaat olursunuz.

9. Hz. Yûsufun on kardeşi arasında öyle bir konuşma, istişâre cereyan ederken hariçten birisi veya içlerinden biri dedi ki: (Yûsuf’u öldürün veya onu bir yere atınız ki) artık babasıyle birleşmeleri mümkün olmasın (babanızın yüzü yalnız size kalsın) babanız tamamen sizinle ilgilenmiş olsun, sizden başkasına iltifatda bulunmasın (ve siz ondan) öyle bir hareketde bulunduktan (sonra sâlihler olan bir cemaat olursunuz) yani: Tevbe edip af dileyerek durumunu düzeltmiş bir topluluk halinde yaşarsınız. Cenâb-ı Hak sizi affetmiş olur veyahut sizin ile babanız arasındaki ihtilâf, düzeltilmiş veya dünyevî işlerinizde iyi hâl sahibi olmuş olursunuz.

10. Onlardan biri dedi ki: Yusuf’u öldürmeyin ve onu kuyunun dibine atıverin, onu kervanlardan birisi alıverir, eğer siz yapacak kimselerden iseniz böyle yapınız.

10. (Onlardan) O kardeşlerden (bir söyleyici) o konuşmaya katılmış olan bir şahıs ki, rivayete göre “Yehuza” adındaki kardeşleridir. Bu onların içinde güzelce rey sahibi bulunuyordu. (Dedi ki: Yusufu öldürmeyin) Buna hacet yok. (Ve onu kuyunun dibine) En aşağı yerine (atı verin) kuyunun en aşağısına bırakınız, ona öldürmek cinayetinde bulunmayınız (onu kervanlardan birisi alıverir.) Başka şehirlere götürür. Ondan kurtulmuş, rahata ermiş olursunuz, bu yeterlidir. (Eğer siz yapacak kimselerden iseniz) babasıyla onun arasını ayırmak isteyip duruyor iseniz (böyle yapınız) bununla yetininiz.

§ “Gıyâbe”; karanlık, bulut, birşeyi gözlerden kaybeden herhangi bir yer demektir. “Cub” de büyük bir kuyu demektir ki, etrafı örtülmemiş bulunur. Bu kuyu Ürdün diyarında imiş veya Mısır ile Medyen arasında imiş. Veya Hz. Yakub’un oturduğu yer olan Kenan’dan üçfersah uzakda bulunuyormuş. Ürdün ile Medyen ise Ken’an nahiyelerindendir.

11. Dediler ki: Ey babamız! Sana ne oluyor ki. Yûsufu bize inanmıyorsun? Ve halbuki, biz onun için elbetde iyiliksever kimseleriz..

11. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsuf’u yanlarında alıp kıra götürmek isteyen kardeşleriyle muhterem babaları arasında cereyan eden konuşmaları tasvir ediyor. Kardeşlerinin kuvvetli bir topluluk olduklarından bahsedip muhterem babalarına da teminat vererek onun korkusunu üzüntüsünü gidermek istemiş olduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yusuf’un on kardeşi aralarında karar verdikten sonra muhterem babalarına müracaat ederek (dediler ki: Ey Babamız!. Sana ne oluyor ki. Yûsuf’u bize inanmıyorsun?) Halbuki, sen hepimizin babasısın. Yûsuf da bizim kardeşimizdir, bizim aramızda böyle bir kuvvetli bağ vardır, artık bize emin olmak lâzım gelmez mi?. (Ve halbuki, biz onun için elbette iyiliksever kimseleriz) onun hakkında hayır dileriz ona karşı şefkatliyiz, onun hakkında bizden bir kötülüğün meydana gelmesi elbette düşünülmemelidir.

12. Onu yarın bizimle beraber gönder, bol bol meyve yesin ve oynasın. Ve şüphe yok ki, biz onu elbetde koruruz.

12. Ey muhterem babacığım!. (Onu) Kardeşimiz Yûsuf’u (yarın bizimle beraber) Sahraya (gönder) genç kardeşimiz (bol bol meyve yesin) Sahradaki nimetlerden istifade etsin (ve oynasın) gezsin, koşup dursun. (Ve şüphe yok ki, biz onu) o genç kardeşimizi (elbetde muhafaza edicileriz.) Onu güzelce koruyarak sana sapasağlam döndürürüz.

13. Dedi ki: Onu alıp götürmeniz şüphesiz ki, beni üzer. Ve siz ondan habersiz bulunduğunuz halde onu kurdun yemesinden korkarım.

13. Yâkub Aleyhisselâm da onlara cevaben (dedi ki: Onu) oğlum Yûsuf’u (alıp) kırlara (götürmeniz şüphesiz ki, beni üzer) Yani: Onu yanımdan ayırmak istemem, onun benden ayrılışı beni kalben üzüntü ve kedere, endişeye düşürür, onun ayrılığına dayanamam (ve) bununla beraber (siz ondan habersiz bulunduğunuz) kendi aranızda yiyip içmeğe, oynayıp gezmeğe koyulduğunuz bir (halde onu kurdun yemesinden korkarım) çünki, o havalide pek çok kurtlar bulunurmuş, bir dikkatsizlik, bir önemsememe neticesi olarak daha çocuk mesabesinde bulunan Hz. Yûsuf a kurtların saldırması düşünülmüştür.

14. Dediler ki: Biz kuvvetli bir topluluk olduğumuz halde onu eğer kurt yerse artık şüphesiz ki, biz elbetde âcizliğe düşmüş kimseleriz.

14. Muhterem babalarının bu mazeretine rağmen oğulları cevap olarak (dediler ki: Biz kuvvetli bir topluluk) on kişiden oluşan tek vücut bir cemaat (olduğumuz halde onu) o korumasını üzerimize aldığımız Yûsuf’u (eğer kurt yerse artık şüphesiz ki, biz) o takdirde (elbetde hüsrana düşmüş) pek zayıf bulunmuş, helâke uğramış (kimseleriz) eğer biz öyle kardeşimizi koruyamazsak artık bizim varlığımızın hiçbir kıymeti bulunmamış olur. Halbuki, biz bilâkis korumaya

15. Vaktâki, Yûsuf ile beraber gittiler ve onu kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdiler. Biz de ona şöyle vahy ettik: And olsun ki, sen onlara hiç farkında olmadıkları halde bu işlerinden elbetde haber vereceksin.

15. Bu mübârek âyetler de Yûsuf Aleyhisselâma karşı kardeşlerinin yapmış oldukları su-i kasti ve onların yalan yere yemin ederek babalarına ne kadar hakikat dışı beyanatda bulunmuş olduklarını bildiriyor ve Hz. Yûsufun geleceğine ait ne kadar teselli verici bir kısmete kavuştuğunu, Yâkub Aleyhisselâm’ın da sabra sarılarak Cenâb-ıHak’tan yardım beklemiş bulunduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri muhterem babalarının müsaadesini aldılar, (vaktaki. Yûsuf ile beraber) sahraya (gittiler) rivâyete göre yolda o mâsuma bazı eza ve cefada bulundular, onu ağlattılar, üzerinden gömleğini çıkarıp aldılar, kendisini (kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdiler) bu kararlarını yerine getirdiler. Cenâb-ı Hak da buyuruyor ki, bu hâdise üzerine (biz de ona) Hz. Yûsuf a (şöyle vahyettik: And olsun ki, sen onlara) o sana böyle su-i kastte bulunmuş kardeşlerine (hiç farkında olmadıkları halde) senin kardeşleri Yûsuf olduğunu anlayamadıkları bir şekilde (bu işlerinden) sana yapmış oldukları bu merhametsizce hareketlerinden (elbetde>) bir müddet sonra kendilerine (haber vereceksin) yani: Sen yaşayacak, nimetlere, mevkilere kavuşacaksın, kardeşlerinle de görüşecek kendilerine bu yapmış oldukları insafsızca muamelelerini haber vereceksin, onlar ise senin Yûsuf olduğunu başlangıçta bilemiyeceklerdir. Bu ilâhî vahiy, Hz. Yûsuf hakkında bir müjdeden ibâretdi. Onun üzüntü ve kederini gidermeye bir vesile olmuştu.

16. Ve babalarına akşam vakti ağlayarak geldiler.

16. (Ve) Hz. Yûsufun kardeşleri, öyle Sahraya gittikden sonra (babalarına akşam vakti) gündüzün sonunda, gecenin karanlığında (ağlayarak) gözlerinden yaşlar akarak, yanlarında Hz. Yûsuf bulunmaksızın (geldiler) Hz. Yâkub bunları öyle ağlar bir vaziyetde görünce öfkelendi, ne oldu size?. Neden ağlıyorsunuz?. Yûsuf nerede diye sordu.

17. Dediler ki: Ey babamız! Biz hakikaten bir yarış ederek gittik. Yûsuf’u da eşyamızın yanında bıraktık, hemen onu kurt yemiş ve sen bize doğru sözlü kimseler olsak da inanmazsın.

17. Hz. Yakub’a cevaben (dediler ki: Eybabamız!, biz) Sahraya çıkınca kendi aramızda (hakikaten bir yarış ederek gittik) kendi aramızda bir müsâbakada bulunmak için koşup durduk, biraz dolaştık (Yûsuf’u da eşyamızın) elbisemizin, yiyeceğimiz şeylerin vesâirenin (yanında bıraktık) kendisinden biraz ayrıldık (hemen onu kurt yemiş) aradan birçok zaman geçmeden kendisini bir kurt parçalayıp yemiş, biz kendisinden fazlaca kayıtsız bulunmadık. (Ve) Ey muhterem babamız!. (sen bize) kanaatine göre (doğru sözlü kimseler olsak da) Yûsuf’a olan fazla sevginden dolayı bize yine (inanmazsın) bu haber verdiğimiz fâciayı tasdik etmezsin. Artık bizim hakkımızda kötü zanda bulunduğun halde bizi tasdik eder misin?. Elbetde etmeyeceksindir.. Yahut biz her ne kadar Allah’ın yanında doğru kimseler isek de elimizde delil bulunmadığı için sen bizi tasdik etmezsin.

18. Ve gömleği üzerinde yalancı bir kan olduğu halde gelmişlerdi. Dedi ki: Size nefisiniz belki bir işi güzel gösterdi. Artık güzel bir sabr! Ve ancak Allah Teâlâ’dır, sizin şu söylediklerinize karşı kendisinden yardım istenilecek zat.

18. Hz. Yûsufun kardeşleri bir işâret bulunmadıkça muhterem babalarının kendilerini tasdik etmiyeceğini bildikleri için onu kuyuya atarken gömleğini üzerinden almışlardı. (Ve) bu (gömleği üzerinde yalancı bir kan olduğu halde) gerçeğe uymayan, başkasına ait, uydurma bir kan lekesi bulunur bir suretde babalarının yanına (gelmişlerdi) Hz. Yâkub bu gömleği görür görmez onların yalan söylediklerini hemen anladı. Onlara hitâben (dedi ki: Size nefsiniz belki bir işi güzel, gösterdi) nefsiniz size bir suikast muamelesini süslü göstermiş, onu işlemeye sizi sevketmiş, herhalde ifâdeniz doğru değil, Yûsufun öyle ölmüş olduğuna ben inanamam. Bir kere gömlek parçalanmış değildi. Eğer kurdun saldırısı bulunsa idi gömlek öyle kalmazdı. Sonra Hz. Yûsufun rüyâsı, kendisiningelecekte büyük mevkîlere kavuşacağını göstermekde bulunmuştu. Halbuki, bu mevkiler daha ortaya çıkmamıştı. İşte Yâkub Aleyhisselâm bu gibi işaretlere vesâireye bakarak Hz. Yûsufun ölmüş olduğuna inanmamıştı. Diyordu ki: (Artık güzel bir sabr) yani: Güzelce bir sabr, feryat edip sızlanmadan daha iyidir. Yahut benim yapacağım güzel bir sabrdan ibârettir ki, bu da şikayete ah vah etmeye bağlı olmayan bir kalp sükûnetinden bir hakka işleri emânet etmekten ibâretdir. (Ve ancak Allah Teâlâ’dır, sizin şu söylediklerinize) Yûsufun emri hakkındaki ifâdelerinize (karşı kendisinden yardım istenilecek zat.) Öyle elem verici haberlere karşı sabretmek kolay değildir, İnsan kendisini şiddetli bir üzüntü ve kederden kurtaramaz. Bunlar mhsal durumlardır. Meğer ki, Cenâb-ı Hak’kın yardımı olsun, meğer ki mânevî bereketler insanı sabr ve sebâta sevketsin. Bu da ancak Hak Teâlâya sığınmakla onun lütfedeceği güzel bir sabır ile mümkün olur. Binaenaleyh insan dâima yüce yaratanına sığınıp durmalıdır.

19. Ve bir kervan geldi, sucularını gönderdiler hemen kovasını salıverdi. Ey müjde! Bu genç bir köle dedi ve onu bir sermaye olarak sakladılar. Allah Teâlâ ise onların yapacaklarını tamamen bilicidir.

19. Bu mübârek âyetler, kuyuya atılmış olan Hz. Yûsuf’u bir kervan ahalisinin kuyudan çıkararak kendilerine bir ticaret sermayesi edindiklerini ve o muhterem mâsumun değerini bilmeyerek bir Mısır’lıya değersiz bir paha ile sattıklarını bildiriyor. Bu Mısır’lının ise o mâsumun değerini takdir ederek onu eşine tanıtarak ihtimam göstermesini tavsiye eylediğini gösteriyor ve Hak Teâlâ’nın ise her şeye galip ve dilediği kulunu yüceltmeye kaadir olduğuna işaret buyuruyor. Şöyle ki: Hz. Yûsuf, rivâyete göre üç gün kadar kuyuda bir taş üzerinde kalmıştı. (Ve) Sonra (bir yolcukervanı geldi) bunlar Medyen şehrinden Mısır’a gitmekde idiler. (Sucularını gönderdiler) Bu Huzaa Kabilesinden Mâlik adında bir kimse idi, o kafilenin önünde gider, konak yerlerini ve sularını hazırladı. Bu gibi kimselere “varid saka su taşıyıcısı” denilir. Bu sucu (hemen kovasını) kuyunun içine (salıverdi) Hz. Yûsuf, kovanın ipine sarıldı, kova ile beraber kuyunun dışansına çıkarılmış oldu, sucu bunu görünce sevindi (Ey müjde!. Bu genç bir köle dedi) pek güzel bir genç erkek diye arkadaşlarına haber verdi, (ve) o kimseler (onu) Hz. Yûsuf’u (bir sermaye olarak sakladılar) onu öyle kuyudan çıkarmış olduklarını başkalarına haber vermediler, onu satmak için kuyu sâhibinin kendilerine vermiş olduğunu iddia ettiler. Diğer bir yoruma göre de Hz. Yûsufun “Yalnıza” adındaki kardeşi, her gün kuyunun başına gider, bir miktar yiyecek götürüp onu Hz. Yûsuf’a atıverirdi. Birgün gelince onu kuyuda bulamadı, durumu kardeşlerine söyledi, geldiler Hz. Yûsuf’u Kervan halkının yanında gördüler: “Bu bizim kölemizdir, bizden kaçmıştır” dediler, onu o yolculara sattılar. Hz. Yûsuf da hayatına su-i kastte bulunurlar diye ses çıkarmamıştı. (Allah Teâlâ ise onların yapacaklarını tamamen bilicidir.) Binaenaleyh onların Hz. Yûsuf’a ve muhterem babasına neler yapmış oldukları da Cenâb-ı Hak’ka hâşâ gizli kalmamıştır.

20. Ve onu değersiz bir pahaya, sayılı birkaç dirhem ile satı verdiler ve onlar zâten ona değer vermemişlerdi.

20. (Ve onu) O hür, mâsum, pek değerli genci (biraz paha ile) sahte, ayarı noksan veya haram bir para ile ve (sayılmış birkaç dirhem ile) muhtelif rivayetlere göre yirmi veya yirmi iki veyâhut kırk dirhem karşılığında (satıverdiler.) O mübârek zâtın değerini takdir edemediler (ve) bilâkis (onlar) Hz. Yusuf’un kardeşleri veya kervan ahalisi (ona) Hz. Yûsuf’a (değer vermemişlerdi) onlar kıymetbilmez bir halde bulunuyorlardı. Onun içindir ki, öyle değeri yüce bir mâsumu, az bir paha karşılığında satıverdiler. Kervan ahalisi onu bedava elde etmiş oldukları için onun değerini, kıymetini takdir edemiyerek hemen elden çıkardılar. Hz. Yûsufun kardeşleri de para kazanmak sevdasına değil, o mâsum kardeşlerini muhterem babasından uzak düşürmek için ondan kaçındılar onu ne pahasına olursa olsun elden çıkarmak sevdasına düşmüş bulundular. Halbuki, o her pahânın üstünde idi ve zâten hür bir insan olduğu için satılması asla câiz olamazdı.

21. Ve onu satın alan Mısır’lı eşine dedi ki: Onu mevkiine güzelce riâyet et. Umulur ki, bize fâideli olacaktır veya onu evlâd ediniriz. Ve işte Yûsuf’u öylece Mısır’da yerleştirdik ve hem de ona rüyâların tabirini öğretelim diye ve Allah Teâlâ, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bilmezler.

21. (Ve onu) Hz. Yusufu bir köle zannederek (satın alan Mısırlı) onun ne kadar temiz, iyi niyetli bir genç olduğunu anladı. Rivâyete göre kervanın sucusu Mâlik, Mısır’a gelince Hz. Yûsuf’u satılığa çıkarmış, Mısır’ın Maliye Bakanı olan “Kıtfîr” veya “İtfîr” ki, kendisine “Mısır Azizi” denilmekte idi, Mısır hazinelerine bakıyordu. Bu zat, Hz. Yûsuf’u yirmi Dinara satın almıştı, (eşine) “Zeleyhâ” veya “Râhil” adındaki zevcesine (dediki: Onun) Hz. Yûsufun (mevkiine) ikâmet edeceği yere (güzelce riâyet et) yani: Kendisine lûtf ve ihsan ile muamelede bulun (umulur ki, bize fâideli olacak) işlerimizde kendisinden istifâde edeceğiz (veya onu evlâd ediniriz.) Hz. Yûsuf da görülen soyluluk, zekilik, yaratılış güzelliği Mısır azizinin böyle sevgi ve ilgisini çekmişti. Bütün bunlar, o mâsum hakkında Allah’ın lûtfunun birer görüntüsü idi. İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Yûsuf’u öylece Mısır’da yerleştirdik) onu orada selâmet sahasına erdirdik, alâkalara mazhar ettik, kendisiniyüksek bir mevki sahibi kıldık, kendisine Mısır’da güç, şeref ve şan ihsan buyurduk. (Ve hem de ona rüyâların tabirini öğretelim -diye-) de (kendisine) böyle bir kaabiliyet ve ayrıcalık vermiş olduk. Nitekim zindana atılmış, iki şahsın ve Mısır Hükümdarının rüyâlarını tabir etmiş, kendisinin üstün değeri bu vesile ile de bilinerek kendisine yüksek mevkiler verilmiştir. Kısacası birçok maddî ve mânevî varlıklara kavuşmuştu. (Ve Allah Teâlâ emrini yerine getirmeye kaadirdir.) Yani: O Yüce Yaratıcının her irâde ettiği şey, mutlâka meydana gelir, hiç bir kuvvet ona mâni olamaz, İşte Hz. Yûsuf hakkındaki ilâhî lûtuf larının ortaya çıkmasına da hiç bir şey engel olamamıştır. Onu sıkıntılardan kurtararak nice nîmetlere kavuşturmuştur. (Fakat insanların çoğu bilmezler) Habersizce yaşarlar, Allah’ın takdirine hiç bir şeyin engel olamayacağını güzelce kestiremezler. İşte Hz. Yûsuf hakkında da Allah Teâlâ’nın neler dilemiş olduğu kardeşleri bilmedikleri için onun hayatına kasdetmişlerse de ilâhî irâde tecelli etmiş, o seçkin kulunu yaşatmış. Mısır’da nice nîmetlere erdirmiş ve bilhassa onu peygamberlikle seçkin kılmıştır. Binaenaleyh daima Cenâb-ı Hak’kın korumasına sığınıp durmalıdır.

22. Ne zamanki ergenlik çağına erişti, ona bir hükm ve bir ilim verdik ve işte güzel davrananları öylece mükâfatlandırırız.

22. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun olgunluk yaşınca erince büyük faziletlere, mükâfata kavuşmuş olduğunu gösteriyor. Ve Mısır azizinin eşi tarafından Hz. Yûsuf’a karşı meydana gelen eğilimi, Hz. Yûsufun da Allah’ın koruması sayesinde göstermiş olduğu pek iffetli hareketi bildiriyor. Ve bu eğitime karşı çıkmak için kaçınan Hz. Yûsufun arkasını o kadının tâkibetmiş ve çekerek gömleğini yırtmış ve kocasına gerçeğe aykırı şikâyetde bulunmuş olduğunu bean buyurmaktadır. Şöyle ki: Yûsuf Aleyhisselâm, Mısır’da MısırAzizinin yanında bulunuyordu. (Vaktaki ergenlik çağına eriştî) Yani: Gençliğinin nihayetine kavuştu, vücudunun, kuvvetinin en mükemmel bir zamanına ermiş oldu ki, bu müddet, hayatın otuz üçüncü senesidir veya otuzuncu senesi ile kırkıncı senesi arasındaki zamandır. Bu husûsda diğer müddetler de gösterilmektedir. Kısacası insan için böyle bir müddet, ömrünün en kuvvetli, şiddetli bir mevsimidir. Ondan sonra yavaş yavaş düşüş başlar. Nitekim ayın parlak safhası da tamamlandıktan sonra eksilmeğe yüz tutar, İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: Hz. Yûsuf da öyle bir yaşa ermişti ki (ona bir hükm) bir hikmet veya insanlar arasında hükme kabiliyet veya peygamberlik (ve bir ilm) bir anlayış, dinî meseleleri bilme veya rüyâları güzelce tabir konusunda güç (verdik) onu böyle fazilet ve olgunluklara seçkin kıldık (ve işte güzel davrananları) yani: Güzel amellerde bulunan mü’minleri, birtakım isyanlardan kaçınıp sabra ve hak’ka sığınanları (öylece) Hz. Yûsufun kavuştuğu gibi bir şekilde (mükâfatlandırırız) nitekim denilmiştir ki: “Cenâb-ı Hak, kendine ibâdet ve itaatte bulunan herhangi bir genç kuluna ihtiyarlıkta hikmet ihsan buyurur. İşte Hz. Yûsuf’da daha pek genç iken dini, ahlâkı, gözetmiş, Allah’ın rızasına aykırı hareketlerden kaçınmış, pek güzel bir halde hareket etmiş olduğu için bilahara dünyevî ve uhrevî nimetlere ve özellikle peygamberliğe kavuşmuştur. Nitekim mütâkip âyetler de bunu göstermektedir.

23. Ve onu evinde bulunduğu kadın, nefisinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi ve kapıları kilitledi ve “haydi gelsene” dedi. Yusuf da dediki: Allah Teâlâ’ya sığınırım. Şüphe yok ki, o benim efendimdir. Benim ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır. Muhakkak ki, zâlimler kurtuluşa ermezler.

23. (Ve onu) Hz. Yûsuf’u (evinde bulunduğu kadın) Mısır Âzizinin eşi, Hz. Yûsufun(nefsinden muradını almak için tuzağa düşürmek istedi) yani: Fevkalâde güzel, genç bir halde gördüğü o mâsumun kendisine eğihmini temin etmek arzusuna kapıldı. (Ve) Kadın o eve ait (kapılan kilitledi) Hz. Yûsufun kaçıp kurtulmaması ve başkalarının gelip hallerini anlamaması için böyle yaptı (ve) Hz. Yûsufa hitaben (haydi gelsene?.) ne duruyorsun, koş gel, bana kavuşmanın zevkini tat (dedi) böyle gayrı meşrhu bir teklifte bulundu. (Hz. Yûsuf’da) ona cevaben (dedi ki) ben senin bu istediğinden dolayı (Allah Teâlâ’ya sığınırım) ondan yardım dilerim, öyle ahlâk temizliğine aykırı şeylerden muhafaza buyurmasını niyâz eylerim. Ve ben nasıl öyle bir hareketde bulunabilirim?. (şüphe yok ki, o) Beni satın alan senin kocan (benim efendimdir) madem ki, kader gereği bu esirliğe düşmüş bulunuyorum, insanların gözünde bir köle gibi düşünülüyorum, bu sebeple o zat, benim sahibim durumunda bulunmaktadır ve o zat bana iyilik etmiş, (benîm ikâmetgâhımı güzelce kılmıştır) bana güzelce bir mevki vermiştir. Artık onun âilesine ben hainlikte bulunabilir miyim?. Diğer bir yoruma göre de: O Allah Teâlâ, benim mevlâmdır, bana nimet verendir, beni himaye etti, beni kuyu belâsından kurtardı, selâmet sahasına erdirdi. Artık o Yaratanımın emrine nasıl muhalefet edebilirim?. (Muhakkaktır ki, zalimler kurtuluşa <ermezler.) Binaenaleyh ben de bu teklif edilen gayrı meşrû bir fî’li işlersem zalimlerden olmuş olurum. Artık ben kurtuluş ve selâmete nasıl kavuşabilirim?.

§ Mürâvede; lûgatde birşeyi istemek için gelip gitmek mânâsınadır. Nitekim, suyu ve yaş otları arayıp duran kimseye de “râid” denir. Mürâvede; başkasiyle tartışmada bulunup onun dilediğinden başkasını dilemek mânâsınada da kullanılmaktadır. Ve hile, aldatma niyetinde bulunmak mânâsını da ifade eder.

24. Ve hakikaten kadın ona meyletmişti. O da eğer Rabbinin delilini görmemiş olsa idi kadına meyletmişti. İşte ondan fena bir niyeti ve fuhşa atılmayı uzaklaştıralım diye öyle delilimiz gösterilmiş oldu. Muhakkak ki, o, bizim ihlâslı kullarımızdandır.

24. (Ve hakikaten kadın) Mısır Âzizi’nin eşi (ona) Hz. Yûsufa (meyletmişti) tabii olarak meyletmiş, nefsanî bir eğilim göstermiş, kesin bir niyette bulunmuştu. (O da) Hz. Yûsuf da (eğer Rab’binin delilini görmemiş) kendisine verilmiş olan ilm ve hikmeti, ve gyarı meşru cinsel ilişkilerin nekadar çirkin, terbiyeye aykırı olduğunu kat’î suretde bilip buna kalben inanmamış (olsa idi) o da o (kadına meyledecekti) çünkü Hz. Yûsuf o zaman genç, kuvvetli bulunuyordu, insanın yaratılışı ise, insanı böyle şehvetli bir harekete sevkeder. Buna karşı direnme gösterip hayatî temizliğini korumayı başarmış olması, öyle yüce bir ilâhî delile, açık bir kanıta kavuşma sayesinde mümkün olmuştur. Artık o mübârek zat böyle bir maksat ve eğilimi aslâ taşımamıştır. İşte bu suretle de güzel davranan vasfına sahip olmuştur. (İşte ondan) Hz. Yusuf’tan (fena bir meyli) mutlak mânâda herhangi gayri meşrû bir muameleyi ve kısacası başkasının âilesine suikast gibi bir hareketi (ve fuhuşa atılmayı) zina gibi en çirkin bir cinayeti (defedelim diye) ona (öyle -delilimiz gösterilmiş- oldu) onun hakkında ilâhî koruma böylece tecellhi etti. Zirâ (muhakkak ki, o) Hz. Yûsuf (bizim ihlâslı kullanmızdandır) peygamberlik ve mâsum olmak sıfatına sahiptir. Artık ondan öyle gayrı meşrû hareketler, eğilimler meydana gelemezdi.

25. Ve kapıya koşuverdiler ve kadın onun gömleğini arka tarafından çekip parçaladı. Ve kadının efendisine kapının yanında rastladılar. Dedi ki: Senin ailene kötülük isteyen bir kimsenin cezası, zindana atılmasından veya acıklı bir azabtan başka nedir?

25. (Ve) Hz. Yûsuf, o kadının kötü talebini reddederek elinden kurtulmak için kapı tarafına koşmaya başlayınca kadın da arkasından koşup durdu. Böylece ikisi de (kapıya koşuverdiler) aralarında bir müsabakadır başladı. (Ve kadın onun gömleğini arka tarafından çekip parçaladı) onu elde etmeğe çalışıyordu. (Ve) Derken (kadının efendisine) kocası olan Mısır Âzizi’ne (kapının yanında rastladılar) bu Mısır azizi eşinin amcazadesi ile beraber kapı yanında oturmakta idiler. Bu kadın kendi cür’etini örtbas etmek için kabahati Hz. Yûsuf’a atmak isteyerek kocasına (dedi ki: Senin âilene kötülük dileyen) namusuna saldırıda vesâirede bulunmak isteyen (bir kimsenin cezası) nedir?. Onun hakkında tatbik edilmesi lâzım gelen ceza (zindana atılmasından veya acıklı bir azabtan başka nedir?.) ne olabilir?. Artık ona böyle bir ceza vermek lâzım gelmez mi?. Binaenaleyh Yûsuf’ta benim hakkımda böyle bir kötülükte bulunmak istediği için onu da zindana atmak veya dövmek gerekir. Deniliyor ki: Bu kadın, Hz. Yûsuf’u pek fazla seviyordu, ona pek ziyade eğilimi var idi. Onu kocasının öldürebileceğinden korktuğu için hakkında ceza olmak üzere evvelâ, hapis, sonra da dövmek gibi bir cezayı tâyin ve tavsiye etmiş oluyordu. Çünki hapisten birkaç gün sonra kurtulması mümkündür. Bir dövme cezasının izi ve çoğu defa geçicidir, çabucak yok olur. Bir kimse, ruhen sevdiği bir şahsın büyük, tehlikeli bir cezaya uğramasını elbetde istemez. Hz. Yûsuf hakkında hiç ceza istememesi ise kadını hepten suç altında bırakacağı için kadıncağız buna cesaret edememiş olmalıdır.

26. Yûsuf dedi ki: O kadın benim nefisimden muradını almak istedi. Ve o kadın ın yakınlarından bir şahit de şahitlikte bulundu ki: Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir ve o iseyalancılardandır.

26. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kendisine isnâd edilen suçu kadının işlemiş bulunduğunu söylediğini ve bir şahidin tavsiyesi üzerine yapılan bir muayene neticesinde de o suçu kadının işlediğinin anlaşılmış olduğunu bildiriyor. Artık bu hadiseyi etrafa yaymaması için Hz. Yûsuf’a ve bundan dolayı af dileğinde bulunması için de o günâha girmiş olan kadına tavsiyede bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Mısır Azizinin eşi Hz. Yûsuf’a suç atmaya cür’et edince Hz. Yûsuf da nefsini müdafaaya mecbur olduğundan (dedi ki:) Ben o kadına asla saldırıda bulunmak istemedim, fakat (o benim nefsimden muradını almak istedi) yani: O benden öyle kötü bir hareketde bulunmamı taleb etti, ben isem ondan kaçındım, firar etdim, öyle bir günahı işlemek istemedim (ve onun) o kadının (yakınlarından bir şahit de şehâdetde) hükümde, görüş beyanında (bulundu ki, eğer onun) Hz. Yûsufun (gömleği ön tarafından yırtılmış ise kadın doğru söylemiştir.) çünki bu takdirde kadın üzerine saldırılmış olacağından dolayı gömlek ön taraftan yırtılmış olur. (Ve) Bu halde (o) Hz. Yûsuf (yalancılardandır.) Kadının hakkındaki ifadesi doğru değildir.

27. Ve eğer gömleği arka taraftan parçalanmış ise o halde kadın yalan söylemiştir. O ise sadıklardandır.

27. (Ve) Bilâkis (eğer gömleği arka tarafından parçalanmış ise o halde kadın yalan söylemiştir.) Çünkü eğer Hz. Yûsuf ona yönelerek saldırmış olsa idi gömleği arkasından yırtılmış olmazdı. Bu hâl gösterir ki: Kadın onun arkasına düşmüş, gömleğini arkasından tutup parçalamıştır. (O ise) Hz. Yûsuf ise bu takdirde (sadıklardandır.) sözü doğrudur. Bu şahit, çoğu müfessirlere göre kadının amcazadesi olan hikmet sahibi bir zat imiş. Bunun böyle kadının yakınlarından olması da Hz. Yûsuf hakkında ilâhî bir lütuftur. Çünkibu şahitlik, suç isnadından uzaktır.

28. Ne zamanki kadının kocası gömleğinin arka tarafından parçalanmış olduğunu gördü, dedi ki: Şüphesiz bu Ey kadın! Sizin tuzağınızdandır. Şüphe yok ki, sizin tuzağınız pek büyüktür.

28. (Ne zaman ki) Kadının kocası Kıtmir, Hz. Yûsufun (gömleğinin arka tarafından parçalanmış olduğunu gördü) Hz. Yûsufun doğruluğuna, eşinin ise yalan söylediğine kanaat getirerek (dedi ki: Şüphesiz bu) o mâsum gence böyle bir suikast isnâd edilmesi, ey kadın!, (sizin tuzağınızdandır) Sizin aldatma ve hileleriniz cümlesindendir, sizin çirkin, gayrimeşru birşeyi talebetmeniz kabilindendir. (şüphe yok ki) ey kadınlar takımı (sizin hileniz pek büyüktür.) erkeklerin hilesinden daha mühimdir. Çünki birçok kadınların durumları, erkeklerin kalbî davranışları üzerinde daha fazla tesir edebilir. Erkeklerin nefsî arzularını daha fazla çekebilir. Birçok kimseler nefsî zevklerini doyurmak için bir kısım kadınlara karşı pek fazla düşkünlük göstererek onların şehvanî telkinleri, ısrarlı teklifleri altında kalabilirler. Bu uğurda nice hakikî menfaatlerini, ahlâkî vazifelerini fedâ etmekten çekinmezler. Bununla beraber erkeklere nisbetle kadınların ahlâksız hareketleri, aldatıcı halleri kendi haklarında daha fazla utanma ve hayayı gerektirmektedir. Hattâ deniliyor ki: Şeytanlar insanlara karşı gizlice ve israr etmeksizin vesveselerde bulunurlar. Bir takım kadınların vesveseler! ise yüze karşı olacağından ve çok kere arzularını temin için israrda bulunacaklarından dolayı onların ruhlar üzerindeki tesirleri daha fazladır. Maamafih güzel bir dinî terbiyeye, bir ahlâkî fazilete kavuşan kadınlar da nefislerine hakim; Mensup oldukları cemiyetlerin gelişip ilerlemesine hizmet etmiş olacakları için melekler kadar bir şeref ve temizliğe sahip demektirler.

29. Ey Yûsuf! Sen bundan bu hadiseyi söylemekten kaçın. ey kadın! Sen de günahın için af dileğinde bulun. Muhakkak ki, sen hepten günâha girmiş olanlardan oldun.

29. Bu hâdise üzerine o kadının kocası dedi ki: (Ey Yûsuf!. Sen bundan) bu hadiseyi ona buna söylemekten, bunun insanlar arasına yayılmasına meydan vermekten (kaçın) bunu sakın kimseye söyleme, senin ise doğruluğun, temizliğin anlaşılmıştır. Sonra da eşine dönerek dedi ki: Ey kadın!. Sen de (günâhın için af dileğinde bulun.) Yûsuf’a yalan yere isnâd ettiğin kabahatden dolayı Cenâb-ı Hak’ka tevbekâr ol, Hak Teâlâ’dan aflar dile, (muhakkak ki, sen hepten günâha girmiş olanlardan oldun) bunun mânevî cezasından kurtulmak için bundan başka çâre yoktur.

§ Tefsirlerde deniliyor ki: Hz. Yûsuf ile o kadına böyle tavsiyede bulunan Kıtmîr, yumuşak huylu bir erkek olduğu için bu kadar bir tavsiye ile yetinmiştir. Onun gayreti az, bir erkek olduğu görüşünde olanlar da vardır. Çünki karısını daha fazla hesaba çekmemiştir. Bununla beraber bu tavsiyeyi yapanın o hâdiseye şahitlik etmiş olan zâttan ibaret olduğuna da ihtimâl verilmektedir.

30. Ve şehirdeki bir takım kadınlar dedi ki: Azîz’in karısı, genç kölesinin nefisinden muradını almak istiyormuş. Muhakkak ki, onun yüreğini kaplayan ince deriyi bir sevgi parçalamış. Şüphe yok ki, biz onu elbette bir apaçık sapıklık içinde görüyoruz.

30. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufa âit olayın Mısır’da yayıldığını ve bir takım kadınların bu hususdaki dedikodularını bildiriyor. Ve Mısır Âzizi’nin eşi olan Zeliha’nın kendisini mazur göstermesi için o kadınlara nasıl bir ziyafet vermiş olduğunu, o kadınların da Hz. Yûsufun güzelliğine hayran olarak ellerindeki bıçaklar ile kendi ellerini nasıl kesmiş bulunduklarını tasvir ediyor ve bunu üzerine Zeliha’nın yine eğitimde devam ettiğini göstererek Hz. Yûsufhakkında ne gibi tehdit edici bir ifadede bulunmuş olduğunu anlatmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsuf ile Zelihâ’ya âit olay Mısır’da yayılmaya başlamış, her ne kadar olayın gizli tutulması tavsiye edilmiş ise de bu mümkün olmamış, nitekim:

( …………………… ) denilmiştir. Yani.. İki dudağı aşan veya iki kimse arasında söylenen gizli bir şey, nihâyet her tarafa yayılır. (Ve) İşte Mısır şehrinde de Hz. Yûsufa âit olay yayılmıştı. O (şehirdeki bir takım kadınlar dedi ki: Azîz’in karısı) yani: Mısır maliye bakanının eşi Zelihâ (genç kölesinin nefsinden muradını almak istiyormuş) onunla gayrimeşru ilişki talebinde bulunmuş, o genç ise bundan kaçınıyormuş. (Muhakkak ki onun) Zeliha’nın (yüreğini kaplayan ince deriyi bir sevgi) kalbine kadar tesir eden bir ilişki sevdası (parçalamış) kendisini pek büyük bir tesir altında bırakmış (şüphe yok ki, biz onu) Zelihâ’yı (elbetde bir apaçık sapıklık içinde görüyoruz.) yani: Onun iffete, temiz hayata aykırı olan hâli, gözler ile görülecek bir hâlde meydanda bulunuyor. Bir Mısır Âzizi’nin âilesine bu yakışır mı?.

§ Böyle Mısır Âzizi’nin eşi olduğunu açıklamaları, bu olayın insanlar arasında daha fazla yayılmasını dilemiş olduklarından dolayıdır. Çünki öyle büyük makam sahiplerine ait haberler ile insanlar daha fazla alâkadar bulunur. Bu kadınlar, rivâyete göre hükümdârın sarayına mensub beş kişinin eşlerinden ibâretmiş.

§ “Şeğaf”, yürek kabı, kalp zarı, bir nazik yufka dendir ki, yürek onun içinde bulunur. Bir sevginin şeğafta bulunması ise o sevginin kalp perdelerini yırtarak tâ içerisine kadar işlemesi demektir.

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN