YUSUF SURESİ

91. Dediler ki: Allah’a and olsun. Allah seni bizim üzerimize ebetde tercih buyurmuştur. Halbuki, biz elbetde hata edicilerden olmuştuk.

91. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kadrinin yüceliğini kardeşlerinin takdir ederek ona karşı kusurlarını İtirafda bulunmuş olduklarını bildiriyor. Hz. Yûsufun da onları hesaba çekmeyip kendilerine pek mükemmel bir tesellîde bulunduğunu ve gömleğini bir ferahlık sebebi olmak üzere muhterem babasına gönderip onların hepsini Mısıra dâvet buyurmuş olduğunu ifâde etmektedir. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri onu tanıyarak lûtuf ve keremine kavuşunca (dediler ki: Allah’a and olsun) hiç şüphe yok ki, (Allah) Teâlâ (seni bizim üzerimize elbetde> tercih) ihtiyar (buyurmuştur) yani: Seni akıl ile, ilm ile takva ile, yumuşak huyluluk ve lûtuf ile büyük bir başarıya eriştirmekle seçkin biri kılmıştır. (Halbuki, biz) isek sana kötülük ettik, günahkâr olduk (elbetde hatâ edicücrden olmuştuk) bunun içindir ki, Cenâb-ı Hak, bizi sana muhtaç ederek bizi böyle bir utangaç duruma uğratmış oldu. Bu sözler, onların kusurlarını anlayarak tövbeye, af dileyinde bulunmaya ve Hz. Yûsufun affına muhtaçolduklarını İtiraf etmeleri demektir. Ve denilmiştir ki: Hz. Yûsufun kendilerinden her durumda üstün olduğunu söylemeleri, kendilerinin peygamberlik mertebesine sâhip olmadıklarına da bir işâreti taşımaktadır. Çünki onlar da peygamberlik makamına sâhip olsalar idi böyle söylemezlerdi, peygamberlik makamının yanında ona bağlı olmayan makamları, nîmetler yok durumundadır.

92. Dedi ki: Bugün sizin üzerinize bir kınama yoktur. Allah Teâlâ sizin için mağfiret buyurur. Ve o, merhamet edelerin en merhametlisidir.

92. Hz. Yûsuf’da kardeşlerinin öyle kusurlarını İtiraf etmelerine karşı ne kadar affedici olduğunu göstermek üzere (dedi ki:) Ey kardeşlerim!. Üzülmeyiniz. (Bugün sizin üzerinize bir kınama yoktur) vaktiyle hakkımda yapmış olduğunuz hoş olmayan bir muameleden dolayı şimdi sizin başınıza kakmak, kınamak vuk’u bulmayacaktır. (Allah Teâlâ) Bağışlayıcıdır, Kerem Sahibidir (sizin için mağfiret buyurur) elverir ki siz samîmî olarak tövbekâr olasınız (ve o) Yüce Yaratıcı, bütün kulları hakkında ve bilhassa tevbe eden ve af dileyen mü’minler hakkında (merhamet edenlerin en merhametlisidir.) Sizi de ilâhî merhametine kavuşturur. Artık Üzülmeyiniz.

93. Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sürün. Görecek bir hâle gelir. Ve bütün ailenizle beraber bana geliniz.

93. Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem babasının üzüntü ve kederden dolayı mübârek gözlerinin bembeyaz kesilmiş olduğunu haber almıştı. Bundan dolayı, kardeşlerine buyurdu ki (Şu gömleğimi götürün de onu babamın yüzüne sürün) gözlerine dokundurun, (görecek bir hâle gelir) yine evvelce olduğu gibi güzelce görmeğe başlar, bir arıza kalmaz (ve bütün ailenizle) muhterem babanızla ve diğer aile fertlerinizle berâber hepiniz (bana geliniz) hiç biriniz geri kalmayınız, gelip Mısır’da benim yanımda ikâmet ediniz.

94. Ne zaman ki, kâfile ayrıldı. Babaları dedi ki: ben muhakkak Yûsufun kokusunu alıyorum. Eğer bana bunaklık isnâd etmiyecek olsa idiniz elbetde beni tasdik ederdiniz.

94. Bu mübârek âyetler de Hz. Yakub’un kendisine gönderilmekte olan gömleğin kokusunu hemen almış olduğunu ve etrafında bulunanların ise onu şaşkın bir halde sanmış bulunduklarını bildiriyor. Bunu müteakip getirilen gömleği Hz. Yakub’un yüzüne sürmekle gözlerinin yine tamamiyle görür bir hâle geldiğini ve vaktiyle bildirdiği bir hâkikatin meydana çıktığını etrafındakilere hatırlattığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri tekrar Kenan’a döndüler (Ne vakit ki) bunların meydana getirdikleri (kâfile) Mısır’ın hududundan (ayrıldı) Kenan hududunun daha başlangıcında iken (babaları) Hz. Yâkub, bir mucize eseri olarak yanında bulunanlara (dedi ki: Ben muhakkak Yûsufun kokusunu alıyorum) saba rüzgârı, o güzel kokuyu Cenâb-ı Hak’kın izniyle bir harika olmak üzere üç veya sekiz veya daha fazla gün uzak olan bir mesafeden Hz. Yakub’a getirmiş oldu. Hz. Yâkub, şunu da ilâve buyurdu. (Eğer bana bunaklık isnâd etmiyecek olsa idiniz) bunun cevabı hazf edilmiştir. Buyurulmuş oluyordu ki: Eğer Yûsuf’a olan fazla muhabbetimden dolayı şuursuzca lakırdılar söylemekde olduğuma inanmayacak olsaydınız, beni tasdik ederdiniz Yûsufun korkusuna hakîkaten kavuştuğumu anlamış olurdunuz.

§ Fened; ihtiyarlıktan dolayı aklın, rey’in zayıf olması demektir. “Fenid” de fazla yaşlı olmasından dolayı aklı zayıf olan kimsedir. “Tefnid” de bir kimseyi âciz ve zayıf akıllı sanmaktır. Yalanlamak, korkutmak mânâlarını da ifâde eder.

95. Dediler ki: Allah’a and olsun muhakkak sen elbette eski şaşkınlığının içindesin.

95. Hz. Yakub’un yanında hazır bulunanlar(dediler ki: Allah’a and olsun) ey mübarek zât!, (muhakkak sen elbetde eski şaşkınlığının içindesin) hâlâ Yûsuf hakkındaki eski muhabbetinin tesiri altında yaşıyorsun, aradan seneler geçmiş olduğu halde onu unutamıyorsun. Öyle pek fazla muhabbetinden dolayı hareketini şaşırmış bir vaziyetde bulunuyorsun. Onlar, Hz. Yûsuf’u vefat etmiş sanıyorlardı. Öyle bir kokunun alınmasına imkân vermiyorlardı. Böyle bir hâkikanın Allah’ın kudretiyle meydana gelebileceğini düşünemiyorlardı.

96. Ne vakit ki müjdeci geldi, onu yüzünün üzerine koydu, hemen görür hâle döndü. Dedi ki: Ben size dememiş mi idim ki, sizin Allah tarafından bilmeyeceklerinizi ben bilirim.

96. (Ne zaman ki müjdeci geldi) Yani: O konuşmadan birkaç gün sonra Hz. Yakub’un oğulları Mısır’dan dönmüş oldular, Hz. Yûsufun gömleğini, o kardeşlerin büyüğü olan “Yalnıza” almış getirmişti, İşte bu zât, Hz. Yûsufun hayatta olduğunu müjdelemekle gömleği uzatınca (onu) o gömleği Hz. Yâkub alıp (yüzünün üzerine koydu) gözlerine sürdü (hemen görür hale döndü) yani: Evvelce olduğu gibi yine Allah’ın kudretiyle güzelce görür oldu, gözlerinden güçsüzlük gidiverdi. Yûsuf una kavuşacağından dolayı kalbinden üzüntü ve keder kaybolup gitti. Sonra yanına gelen oğullarına (dedi ki) sizi Mısır’a gönderdiğim zaman (ben size dememiş mi idim ki) Allah’ın rahmetinden ümîdinizi kesmeyin, ben (sizin Allah’tan bilmeyeceklerinizi ben bilirim) yani Size Allah tarafından bildirilmeyecek şeyleri ben ilâhî vahiy vasıtasıyla bilirim. İşte Yûsufun hayatta olduğu hakkındaki bilgim de bu cümledendir.

§ Rivâyete göre bu gömleği getiren zât, vaktiyle Hz. Yûsufun kanlı gömleğini mübârek pederine götüren “Yalnıza” idi. O evvelki kusurunu bu defâki müjdesiyle telâfi etmek istemiştir.Bu defa getirilen bu gömlek ise “essiracülmünir” tefsirinde ve diğerlerinde anlatıldığına göre Hz. İbrahim’in gömleği imiş. Nemınd onu ateşe çıplak bir halde attığı zaman Cibrili Emin o gömleği cennetden getirerek Hz. İbrahim’e giydirmiş idi. Bu mübârek gömlek ile bereket umulurdu. Nihayet Yâkub Aleyhisselâm’a intikâl etmişti. O da bu gömleği, bir muska hâlinde nazardan korunması için Hz. Yûsufun boynuna asıvermişti. Kardeşleri onu çıplak bir hâlde kuyuya atınca o muska halindeki gömleği çözmüş, kuyuda onu giymişti. İşte onu şimdi de muhterem babasına göndermiş bulunuyordu. Tefsiri kebirde ve diğerlerinde denildiği üzere bu gömleğin Hz. Yakub’a fayda vereceğini Hz. Yûsuf bir ilâhî vahiy ile bilmiş idi. Maamafih Hz. Yâkub, fazla üzüntü ve kederinden dolayı görme zayıflığına uğramıştı. Kalbe ferahlık veren şeyler ise ruhu kuvvetlendirir. Cismanî kuvvetlerden zayıflığı giderir, gözleri aydınlatır. Tıbbî kanunlar böyle bir hâlin doğruluğuna işâret etmektedir. İşte Hz. Yûsufun gömleği de kalbi pek fazla kederli olan Yâkub Aleyhisselâm’ın kalbinin ferahlamasına sebep olarak onun sıhhatine, mübârek gözlerinin daha fazla ışıklı olmasına bir vesile bulunmuştur.

97. Dediler ki: Ey babamız! Bizim için günahlarımız hakkında af dileğinde bulun, muhakkak ki, biz hatâ ediciler olmuşuzdur.

97. Bu mübârek âyetler, Hz. Yâkub’tan oğullarının af isteme talebinde bulunduklarını Yâkub Aleyhisselâm’ın da onlara tesellî vererek haklarında af dileğinde bulunacağını bildirmiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun kardeşleri, o, muhterem zât hakkında vaktiyle yapmış oldukları haksız muameleden dolayı utanç duymuş ve Allah’ın affına muhtaç olduklarını anlamış bulunduklarından Yâkub Aleyhisselâm’ınlûtfuna sığınarak, (Dediler ki: Ey babamız!. Bizim günahlarımız hakkında af dileğinde bulun) bizi af buyurmasını Cenâb-ı Hak’tan niyâz et. Kardeşimize karşı yapmış olduğumuz muameleden dolayı affa muhtacız. (Muhakkak ki, bîz hatâ edicilerden olmuşuzdur) yani: Kardeşimiz Yûsuf hakkında yapmış olduğumuz muameleden dolayı kasden günah işlemiş bulunuyoruz. Maamafih biz şimdi o günahımızı İtiraf ediyoruz. Günahını İtiraf eden kimsenin müsamaha, ve af isteme talebinde bulunması ise bir haktır.

Nitekim bir hâdisi şerifte:

Bir kul günahını İtiraf eder sonra da tevbe eylerse Allah Teâlâ da onun tevbesini kabul buyurur.

98. Dedi ki: Sizin için Rabbimden yakında bağışlanma talebinde bulunacağım. Şüphe yok ki, o, bağışlayıcıdır, merhamet edicidir.

98. Hz. Yâkub da oğullarının bu yakarışlarına cevaben (Dedi ki:) Ey kusurlarını itiraf eden oğullanmî. (Sizin için Rab’bimden bağışlanma talebinde bulunacağım) tâki, sizlerin kusurlarını af buyursun, sizinle benim ârâmî âhirette ayırmasın. (Şüphe yok ki, o) Kereme Sahibi Yaratıcı (bağışlayıcıdır) kullarının kusurlarını örter, af eder ve (merhamet edicidir) kullarını himaye eder, haklarında lûtf ve ihsanda bulunur. Artık siz de teselli bulunuz. Sizin hakkınızda da ilâhî lütufları tecellî eyler. Hz. Yakub’un bu tarzdaki açıklaması, oğullarının kalplerini teskin etme ve ricâlarının kabul edildiğini müjdeleme mahiyetinde bulunmuştur. Deniliyor ki: Yâkub Aleyhisselâm’ın derhal af dileğinde bulunmayı? da yakında af isteğinde bulunacağım demesi, o af dileğini seher vaktine veya cuma gecesinetehir edeceğinden dolayı idi. Çünki o vakit, duaların bir kabul zamanıdır. Kısacası: O Yüce Peygamber, oğulları hakkında af talebinde bulunmuş ve bütün oğullarının Allah’ın mağfiretine kavuştuklarına dâir kendisine ilâhî vahyi tecellî etmiştir. Hz. Yûsufun kardeşlerinin bilahara peygamberlik şerefine nâil olup olmadıkları kesin olarak bilinmemektedir. Bu husûsda ihtilâf vardır.

99. Ne zaman ki, Yûsufun yanına girdiler, babasıyle anasını yanına alıp kucakladı ve dedi ki: Mısır şehrine inşaallah, güven içinde giriniz.

99. Bu mübârek âyetler, Yâkub Aleyhisselâm ile oğulları ve ailelerinin Mısır’a gidip Hz. Yûsuf ile görüştüklerini ve Hz. Yûsuf’a kavuşmalarından dolayı şükür secdesine kapandıklarını bildiriyor. Hz. Yûsufun da babasına, anasına hitâben rüyasının bu şekilde gerçekleştiğini ve kavuştuğu nîmetleri anarak Kâinatın Yaratıcısına şükürlerini arzederek ondan güzel bir son niyazında bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Yûsufun dâveti üzerine Yâkub Aleyhisselâm oğullarını, ailelerini toplayarak Mısır’a doğru yola çıkmıştı. Bunlar rivâyete göre yetmiş iki erkek ile kadından ibâret bulunuyordu. Hz. Yûsuf, bu muhterem zatları büyük bir törenle Mısırın dışansına çıkarak karşılamada bulunmuştu. (Ne zaman ki) Bu teşrif eden zâtlar. Hz. (Yûsufun yanına girdiler) ona kavuştular, Hz. Yûsuf (babasiyle anasını yanına alıp) kendilerine sarıldı, onları tam bir hürmetle bağrına basarak (kucakladı) pek büyük bir hürmet ve sevinç içinde bulundu (ve) o zatlara (dedi ki: Mısır şehrine inşaallah) her türlü üzüntülerden, hoş olmayan hâdiselerden (emin emin olarak giriniz) hepinizde emniyet ve selâmet içinde Mısır’a teşrif etmiş olunuz. Hz. Yûsufun bu iyiliksever temennisi,kardeşleri için bir teminat mahiyetinde bulunmuştur. Bir rivâyete göre Yûsuf Aleyhisselâm’ın annesi henüz hayatta imiş, diğer bir rivâyete göre annesi vefat etmişti. Yâkub Aleyhisselâm, Hz. Yûsufun teyzesi “Lia” ile evlenmişti, İşte Hz. Yûsufun annesinden maksat, bu teyzesidir.

100. Ve babası ile anasını yüksek bir taht üzerine kaldırdı ve onun için hepsi secdeye kapandılar ve dedi ki: Ey babacığım! İşte bu, evvelce görmüş olduğum rüyâmın yorumudur. Onu Rabbim gerçekleştirdi ve muhakkak ki, bana ihsanda bulundu. Çünki beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi, benim ile kardeşlerimin arasını şeytan bozduktan sonra. Şüphe yok ki, Rabbim dilediğine lûtfedicidir. Muhakkak ki, çok iyi bilen ve hikmet sâhibi olan o’dur o.

100. Ne zaman ki, Yâkub Aleyhisselâm ile oğulları ve aileleri Mısır’a girdiler. (Ve) Hz. Yûsuf ile buluştular, Yûsuf Aleyhisselâm (babası ile anasını) sarayındaki (yüksek bir taht) bir kürsü, bir yüksek yer (üzerine kaldırdı) kendilerine hürmette bulundu (ve) bu anda (onun için) Hz. Yûsuf’a kavşutuklarından dolayı (hepsi) babasiyle anası ve bütün kardeşleri (secdeye kapandılar) yani: Böyle bir kavuşma nîmetine ulaşmalarından dolayı Cenâb-ı Hak için şükür secdesinde bulundular. İbni Abbas Hazretlerinden rivâyet olunmuştur ki: Bu âyeti celîledeki secdeden maksat, Yûsuf Aleyhisselâm’a kavuştuklarından dolayı onun huzurunda Cenâb-ı Hak için bir şükür secdesinde bulunmaktan ibâretdir. Maamafih şöyle de denilmiştir ki: Bu secdeden maksat, bir eğilmekten bir tevâzu göstermekden ibaretti, buna secde denilmiştir. Yoksa bu, alnı yere koymak suretiyle olan bir secde değildi. Böyle bir secde ibâdet yoluyla yapılan bir secde olmayıp bazı zatlara karşı selâm ve hürmet yoluyla yapılan saygı şeklinde bir vaziyetden ibâretdi. Böyle bir hareket, eskiümmetlere câiz bulunmuşdu. İslâm şeriatında bu kaldırılmıştır. Öyle secde gibi sayılacak hareketler insanlara karşı yapılamaz. Mefatihülgayb; Essiraccülmünir, tefsirlerine bakınız.

§ Hz. Yûsuf o zatların böyle şükür secdesinde bulunduklarını görünce gençliği zamanındaki rüyasını hatırladı (ve) muhterem babası Yâkub Aleyhisselâm’a hitab ederek (dedi ki: Ey babacığım!. İşte bu) sizin böyle şükür secdesine kapanmanız, benim (evvelce görmüş olduğum rüyâmın) onbir yıldız ile güneşin ve aynı benim için secdeye vardıkları şeklindeki rüyâmın (yorumudur) böylece fiilen gerçekleşen mânasıdır. (Onu) o rüyâmı (Rab’bim gerçekleştirdi) işâret edildiği şekilde meydana getirdi, (ve muhakkak ki,) Kerem Sahibi Yaratıcım (bana ihsanda bulundu) beni lûtf ve keremine kavuşturdu (çünki beni zindandan çıkardı) öyle bir imtihandan sonra beni ondan kurtardı ve (sizi çölden) Filistin sahrasından, böyle bir cemiyet merkezi olan bir beldeye (getirdi) bizleri birbirimize kavuşturdu. Hz. Yâkub aslında Ken’an ilinde öyle bir şehirde bulunuyordu kendisi şehir ahalisinden idi fakat koyun ve sığır gibi hayvanlarla beraber sahraya çıkar, vakit vakit öyle çöllerde bulunurlardı. Bu sebeple çölden geldiği beyân olunmuştur. (Benim ile kardeşlerimîn arasını şeytan bozduktan sonra) şimdi yeniden böyle bir kavuşmaya, bir lütfa ulaşmış bulundum. (Şüphe yok ki: Rab’bim) Kerem ve Merhamet Sahibidir (dilediğine lûtfedicidir) herhangi müşkil bir hadiseyi dileyince kolaylaştırır, meydana gelmesini dilediği şeyin sebeplerini güzelce yaratır (Muhakkak ki, bilen) her işin sebeplerini, tedbirlerini hakkıyle bilen ve (hakîm olan) her şeyi münasip vaktinde, hikmetin gereğine göre meydana getiren (o’dur) evet (o) Yüce Yaratıcıdır. Hz. Yûsuf, kavuştukları muvaffakiyetlerinîmetleri bir şükür lisanıyla zikrederken kardeşlerini utandırmamak için, onların başlarına kakmış olmamak için kuyudan çıkarılmış olduğunu açıklamamış öyle bir nezâketde, affedici bir durumda bulunmuştur. Uyulması gereken ne güzel bir örnek!.

101. Ya Rabbi ! Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratıcısı! Benim dünyada da âhiretde de veliyyi nimetim sensin. Beni Müslüman olarak öldür ve beni sâlihler arasına kat.

101. Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem babasına kavuştukdan sonra Hak Teâlâ Hazretlerine şükretmeye başlayarak bir mânevî zevk ile dedi ki: (Ya Rabbi!. Muhakkak ki, sen bana mülkten verdin) beni bu yerde mülk ve servete erdirdin, Mısır gibi büyük bir ülkenin maliye bakanı yaptın (ve hâdiselerin bir kısım yorumunu bana öğretdin) yani: Beni sâdık rüyaları tâbire muvaffak kıldın veyahud ilâhî kitaplarını açıklamaya, sırlarını keşfedip anlatmaya, Peygamberlere âit sünnetlerin gizliliklerini tâyin edip öğretmeye selâhiyetli kıldın. (Ey göklerin ve yerin Yaratıcısı!.) Ey bunları yoktan var etmiş olan Hikmet Sâhibi Yaratıcı!. (Benim dünyada da, âhirette de veliyyî nîmetim sensin) bütün işlerime sâhip ve hâkim olan, beni nîmetlere kavuşturan ancak senin yegane zâtındır. (Beni müslüman olarak öldür) benim ruhumu, senin dinine her şekilde hizmetçi, tam bir samimiyet ve teslimiyet ile vasıflanmış olduğum halde al (ve beni salihlere kavuştur) baba ve dedelerimden veya bütün mü’minlerden dinlerine son derece bağlılıkla vasıflanmış zâtlar topluluğuna beni de kat. Nitekim haddizatında öyle olmuştur. Hz. Yûsuf bu duasiyle müslümanlığın ve durumu düzeltmenin ne kadar temenniye lâyık olduğunu göstermiş, ve bizler için de dâima böyle bir duada bulunmanın lüzumuna işâretde bulunmuş demektir.

§ Yâkub Aleyhisselâm, Ishâk Aleyhisselâm’ın oğludur, onun vefatında yerine geçmiş, Peygamber olmuştur. Muhterem babasının yurdu olan Ken’an ilinde kalmış, orada oğulları, torunları dünyaya gelip çoğalmışlardır. Hz. Yakub’un lakabı “İsrail” olduğundan onun çocuk ve torunlarına “Beni İsrail” denilmiştir. Hz. Yûsuf’a kavuştuktan sonra yirmi dört yıl birlikde yaşamıştı. Âhirete intikâl edince vasiyeti üzerine mübârek nâsı Şam’a nakledilerek orada muhterem babası İshâk Aleyhisselâm’ın kabri yanına defnedilmiştir.

§ Yûsuf Aleyhisselâm, muhterem pederinin vefâtından sonra yirmi üç sene kadar daha Mısır’da kalmış, yüksek bir idâre başında bulunmuştu. Bir rivâyete göre onun zamanındaki Mısır hükümdarı, Hz. Yûsufun dinini kabul ederek müslüman olmuşdu. Nihayet Hz. Yûsufun duası kabul edilmiş (120) yaşında o.larak vefat edip muhterem ecdadına kavuşmuştur. Hz. Yûsuf vefat edince kendisinden pek fazla hoşnut olan Mısır ahalisinden her gurup, o mübârek zâtın kendi mahallesi kabristanına defnedilmesini şiddetle temennide bulunmuşdu. Bu husûsda çekişme ve mücâdeleye meydan verilmemesi için mübârek cesedi bir mermer sanduka içine konularak akan Nil nehrinin orta bir yerine defnedilmişti. Kendisinden bütün ahalinin eşit bir şekilde teberrükde bulunabilmeleri için böyle bir çareye başvurulmuştu. Belki de Cenab’ı Hak onun mübârek cesedini gayrimüslim olan Mısır ahalisi kabristanında bulunmakdan korumuştu. Dörtyüz sene sonra Musa Aleyhisselâm İsrail Oğulları ile Mısır’dan çıkınca Hz. Yûsufun kabrini bulup mübârek cesedini o mermer sanduka içinden çıkarmış, arzı mukaddese (Filistin’e) nakletmiş, mübârek baba ve dedelerinin medfûn oldukları yere defnetmiştir. Hz. Yûsufun eşi Zelihâ’dan (Ef raina) ve(Midta) adında iki oğlu ile (Rehme) adında bir kızı dünyaya gelmişti. Efrâim Yûşâ Aleyhisselâm’ın dedesidir. Rehme de Eyüp Aleyhisselâm’ın eşidir. Musa Aleyhisselâm ile beraber Mısırdan çıktıkları zaman İsrail’in Oğullarının sayısı, çocuklar ile ihtiyarlardan başka (600570) kadar bulunmuş idi ki, bunlar harp ve dövüşe atılabilecek bir vaziyetde bulunan kimseler imiş. (Essiraccülmünir tefsirine bakınız.)

102. İşte bu gayb haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Halbuki sen onların yanlarında değildin, o zaman ki, onlar işlerini yapmaya toplanmışlar ve onlar hile yapar bulunmuşlardı.

102. Bu mübârek âyetler, Hz. Yûsufun kıssası vaktiyle Rasûlü Ekrem’ce ve muhitince bilinmez iken bilahara bu kıssa hakkındaki Kur’ânî izahların gayba dâir hususlardan haber vermek kabilinden bir mucize olduğuna işâret ediyor. Ve bütün insanlar için bir uyanma vesilesi olan böyle bir mucizeye rağmen yine birçok kimselerin kendilerinden bir ücret de istenilmediği halde imân şerefinden mahrum kalmakda olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûl!. (İşte bu) açıklanan Yûsuf kıssası (gayıp haberlerindendir) hiçbir kimsenin böyle ayrıntılı olarak, gerçeğe uygun bir şekilde bilmediği haberler cümlesindendir. (Onu sana vahy ediyoruz) o haberi, o mühim tarihî olayı Kur’an’ı Kerim vasıtasiyle sana bildirmiş oluyoruz. (Halbuki sen onların) Hz. Yûsufun kardeşlerinin (yanlarında değildin) bu bilinen bir hakikattır ki, onların zamanları pek önce idi, evet onların yanında değil idin (o zaman ki, onlar) o kardeşler (işlerini yapmaya toplanmışlar) dı, Yûsuf’u kuyuya atmak için görüş birliğine yarmışlardı (ve onlar hile yapar bulunmuşlardı) Yûsuf hakkında ezâ ve cefada bulunmak için gizlice tedbir almışlardı. İşte onların bu hâllerinden elbette ki, sen haberdar değildin ve sen kitapları okumadınve kimseden bir şey öğrenmedin. Senin bulunduğun muhit ise zâten bilgin kimselerin yurdu değildi. Artık bu uzun, mühim bir kıssayı böyle bütün etraf iyle haber vermen bir mucize mahiyetinde değil de nedir?. Evet.. Bu bir mucizedir ki, bunu öğrenenler, Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdik ederek imân nîmetine kavuşmalıdırlar. Ne yazık ki; bunu takdir edemeyenler de var.

103. Ve insanların çoğu sen fazlaca arzu etsen de imân edici kimseler değildirler.

103. Evet.. Böyle bir mucizeye rağmen yine hakkı kabul etmeyenler çoktur (Ve insanların ekserisi) insanların çoğu veya o zamandaki Mekke ahalisinin birçokları, Habibim!. (Sen fazlaca arzu etsen de) imâna gelmelerini fazlasıyla istesen de, doğru sözlü olduğuna şahitlik eden nice hârikalar göstersen de onlar yine (imân edici kimseler değildirler.) onlar inatçı kimselerdir, küfrlerinde israr eder dururlar.

§ Rivâyete göre Yehudilerden ve Mekke ahalisinden bir takımları Hz. Yûsufun kıssasını Rasûlü Ekrem’den sormuşlar, İslâmiyeti kabul edeceklerine dâir söz vermişlerdi. Peygamber Efendimiz de onlara bu kıssayı böyle mükemmel ve hakikata uygun bir şekilde ilâhî vahye dayanarak haber verdiği hâlde onlar yine İslâmiyeti kabul etmemişlerdi. Yüce Peygamberimiz ise onların bu inkârcı hallerinden üzüldüğünden dolayı bu mübârek âyetler ile kendisine teselli verilmiş oluyordu.

104. Halbuki: Sen bunun üzerine onlardan bir ücret istemiyorsun. Bu ise âlemler için bir öğütten başka bir şey değildir.

104. (Halbuki sen) Ey Yüce Resûl!, (bunun üzerine) bu Kur’an-ı Kerim’i bundaki böyle hakikate uygun herhangi bir kıssayİ bildirme ve anlatma karşılığında (onlardan bir ücret istemiyorsun) sen sırf Allah rızâsı için onları uyandırmaya, haktan haberdar etmeğeçalışıyorsun. Senin hakkında suçlama sebebi olacak bir şey yoktur. Sen onlardan öyle dünyevî bir menfaat beklemekte değilsin. (Bu ise) senin onlara böyle hakikatı bildirmen ise veya bu Kur’an’ı Kerim ise, bundaki çeşitli hakikatları, ibretleri içeren herhangi bir sûre ise bütün (âlemler için) yalnız bir kavme değil, belki bütün mükellef insanlar için. Allah Teâlâ tarafından (bir öğütten başka bir şey değildir.) Bu iyilikseverlikten, bir uyanma ve yükselmeye vesîle olacak vâsıtadan ibârettir. Bununla öyle âdi, şahsî bir menfaat kasdedilmiş bulunmamaktadır. Artık isteyen bunu kabul eder, selâmet ve saadete erer, istemeyen de lâyık olduğu akıbete kavuşur. Bunu kendileri düşünmelidirler.

105. Ve göklerde ve yerde nice alâmetler vardır ki, insanların çoğu onlardan yüz çevirir oldukları halde onların üzerinden geçer giderler.

105. Bu mübârek âyetler, Cenab’ı Hak’kın varlığına, kudret ve yüceliğine âit nice delillerin mevcut olduğunu bildiriyor. Buna rağmen birçok insanların imândan mahrum olduklarını, şu ânî ve geleceği düşünmekden gâfil bulunduklarını, Rasûlullaha ve mü’minlere âit vazifenin ise insanları açık ve belli deliller ile irşada çalışmakdan ibâret olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Rasûlü Ekrem Hazretleri bütün insanların imân nîmetine kavuşmalarını arzu buyuruyordu. Etrafında bulunanlara güzel güzel nasihatlar da veriyordu. Buna rağmen onlardan bir çokları imândan kaçınıyorlardı. Allah’ın birliğini takdir edemiyorlardı. İşte onların cahilce, gaf ilçe hallerini beyân için Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Ve göklerde ve yerde) Kâinatın Yaratıcısının birliğine ve ilminin, kudretinin, hikmetinin mükemmelliğine işâret eden (nice alâmetler) deliller (vardır ki) öteden beri (insanların çoğu) onları birer ibret gözüyle seyrederler. Meselâ gök lâvhalarında parlayan yıldızları,güneşi, ayı onların değişen hallerini düşünmezler, yeryüzündeki sahralara, dağlara, denizlere ve diğer eşsiz eserlere bir tefekkür nazarı ile bakmazlar. Bilâkis (onlardan) o kadar kudret eserlerinden (yüz çevirir oldukları halde) onları müşâhede etmemiş gibi bir vaziyet alarak (onların üzerinden geçer giderler) onların ne kadar muntazam birer kudret eseri olduğunu düşünerek onları yaratmış olan Yüce Yaratıcı’nın varlığına, birliğine delil getirmezler. Artık onlar, Rasûlü Ekrem’in risâlet ve peygamberliğine şâhitlik eden delilleri de elbetde düşünemezler. Bu, onlardaki birer karanlık ruhsal durumun neticesidir. Yaratılışlarındaki kabalıklar, karanlık perdeler, irfan nûrundan mahrumiy etler, kendilerini öyle bir sapıklığa düşürmüştür.

106. Ve onların çoğu Allah Teâlâ’ya imân etmez ve onlar ancak müşriklerdir.

106. (Ve) insanların (çoğu Allah Teâlâ’ya) birliğini; ortak ve benzerden münezzeh olduğunu bilip ikrar etmek suretiyle (imân etmez) aslında bir kısmı Allah vardır, derler, onun varlığını, yaratıcılığını kabul ederler, fakat bu makbul bir imân değildir. Çünki onlar bir takım kimseleri de kendilerine Rab = Tanrı edinirler, Allah’a evlâd isnadında bulunurlar veya karanlığı, nuru birer yaratıcı sanırlar. Binaenaleyh böyle müşrikce bir durumdaki imân, gerçek ve Allah’ın kabul ettiği imâna yakın bir imân olamaz. (Ve onlar ancak müşriklerdir.) imândan, İslâmiyet’den mahrum kimselerden başkası değildirler.

107. Ya kendilerine Allah’ın azâbından hepsini kuşatacak bir felâketin gelmesinden veya kendilerine farkında olmadıkları halde kıyametin ansızın gelmesinden emin mi oldular.

107. Öyle şirke düşmüş, hakikî imândan mahrum kalmış kimseler, ne cesâret ki, öylekâfirce bir harekete cür’et göstermiş oluyorlar!. Onlar (Kendilerine Allah’ın azâbından) ilâhî cezalar kabilinden olup (hepsini kuşatacak) olan (bir felâketin gelmesinden) hiç endişede bulunmazlar mı?. (Veya kendilerine farkında olmadıkları hâlde) pek fazla gaflet içinde bulundukları bir zamanda (kıyâmetin ansızın gelmesinden emin mi oldular) ki, bu kadar aldırmaksızın ve gâfilce bir hâlde yaşamaya cür’et gösterip duruyorlar?.

108. De ki: İşte benim yolum budur. Allah Teâlâ’ya açık bir delil ile dâvet ederim, ben de ve bana tâbi olanlar da. Ve Allah Teâlâ’yı tenzih ederim ve ben müşriklerden değilim.

108. Yüce Resûlüm!. Sen o gibi güzelce düşünmeden yoksun kimselere (De ki: İşte benim yolum budur) benim insanlara gösterdiğim, kendilerini sevketmek istediğim selâmet ve saadet yolu, işte bu İslâm dinidir, Allah’ın birliğini tasdike dâvet yoludur. Ben bütün insanları (Allah Teâlâ’ya) onu birlemeye, ona imâna (açık bir delil ile dâvet ederim) her akıllı kimsenin anlayıp kanaat edeceği açık, kesin birer delil ile insanları aydınlatmak ve hakkı kabule sevketmek isterim. Evet.. (Ben de ve bana tâbi olanlar da) böyle bir dâvetde bulunur, Allah rızası için insanları irşâd ve islaha çalışmak isteriz. (Ve) Yüce Peygamberim!. Şunu da de ki: Subhanallah yani ben (Allah Teâlâ’yı tenzîh ederim) O Yüce Yaratıcı, ortak ve benzerden uzaktır, bir takım sapıkların yanlış âkidelerinden beridir. (Ve ben müşriklerden değilim) ben öyle Cenâb-ı Hak’ka ortak ve eş koşanlardan kâfir kimselerden uzağım, Allah’ın birliğine aykırı olan inançlardan kendimi uzak tutarım.

109. Ve senden evvel göndermedik, ancak şehirler ahalisinden kendilerine vahyettiğimiz bir takım erkekler gönderdik. İnkârcılar yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı? Baksalar ya kendilerinden evvelkilerin âkibetleri nasılolmuştur. Ve elbetde âhiret yurdu sakınmış olanlar için hayırlıdır. Artık akıl erdiremeyecek misiniz?

109. Bu mübârek âyetler, insanlara gönderilen Peygamberlerin ancak şehirlerde yetişmiş olan erkek insanlardan ibâret olduklarını ve geçmiş kavimlerin tarihi durumlarının nazarı dikkate alınması lüzumunu bildiriyor. Vaktiyle gönderilen Peygamberlere ümitlerini kesmiş oldukları bir zamanda Allah’ın yardımının gelmiş olduğunu, inkârcı kavimlerin de ilâhı kahrın pençesinden kurtulamamış olduklarını beyân buyuruyor. Şöyle ki: Bir takım kimseler, Peygamber Efendimizin risaletinde şüphe etmişler, Cenâb-ı Hak, bizlere Peygamber olarak melek göndermeli değil mi idi?. Demişler, işte bu gibi yanlış düşünceleri red için buyuruluyor ki: (Ve) Resûlüm Ya Muhammed!. Aleyhisselâm (senden evvel) de insanları hak dine dâvet için, melek (göndermedik, ancak şehirler ahalisinden) birer medeniyet merkezi olan beldelerde bulunan insanlardan (kendilerine) dinî hükümleri (vahy ettiğimiz bil takım erler) erkek zatları (gönderdik) binaenaleyh seni de Ey Yüce Peygamber!. Mekke’i Mükerreme gibi “Ümmül Kura” denilen pek kıymetli, tarihî bir şehir ahalisinden olmak üzere Peygamber göndermiş olduk. O inkarcılar (yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı?) onlar dünya tarihinden bir bilgi, bir ibret hissesi almazlar mı?. Onlar (Baksalar ya) güzelce düşünmeli değil midirler ki (kendilerinden evvelkilerin) birçok inkârcı kavimlerin (âkibetleri nasıl olmuştur) Nuh kavmi gibi, Âd kavmi gibi helâk olmuş kavimlerin hayatları nasıl sönmüş gitmiştir. Onlar geçici bir varlık sâhibi bulunmuşlar ise de nihâyetleri pek elem verici olmuş, bir nice felâketlere uğramışlardır. Onların tarihî halleri ne kadar bir ibret vesilesidir, (Ve elbette âhiret yurdu) âhiret hayatı, uhrevî saadet cennet âlemi (sakınmış olanlar için hayırlıdır.) Allah Teâlâ’dankorkmuş, onun dinî hükmlerine rivâyetde bulunmuş kimseler, âhirette ne büyük nîmetlere kavuşacaklardır. Artık Ey Yüce Peygamber’i tasdik etmeyenler, siz (Akli erdiremeyecek misiniz?.) akıllarınızı güzelce kullanarak Son Peygamber’in pek yüksek, pek fâideli emirlerine, tavsiyelerine riâyet etmeli değil misiniz?. Nedir bu sizdeki gaflet, bu inkâra cür’et!.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki: İnsanlara gönderilen Peygamberler şehirler ahalisinden olan muhterem erkek insanlardır. Çöllerde yetişmiş, devamlı çöllerde yaşamış kimseler, medenî görüşe, medenî terbiyeye tamamen kavuşamayacakları ve kendilerinden dürüstçe hareketler görülüp duracağı için onların arasından Peygamberler gönderilmemiştir. Geçici olarak çölde oturan zâtlar ise müstesnâ. Bununla berâber insanlara gönderilen Peygamberler, bütün erkek zatlardır. Bunlar pek muhterem, fevkalâde güçlü ve zeki erkek insanlardır. Çünki bütün insanlar melekleri görüp onların bildirdiğini anlayacak bir kabiliyette değildirler. Kadınlar da yaratılış itibarıyle zayıftırlar, erkekler kadar zahmetlere tahammüllü değildirler, erkeklere karşı mücadeleye atılmaya kudretleri kâfi bulunmamaktadır. Erkeklere nisbetle bir takım hakikatları anlama ve tatbik etme hususundaki kaabiliyetleri noksandır. Binaenaleyh kadınlardan da Peygamberler gelmemiştir.

110. Nihâyet o Peygamberlerin ümitsizliğe düştükleri ve kendilerinin hakikaten yalana çıkarıldıklarını sandıkları zaman onlara yardımımız geliverdi. Artık dilediğimiz kimseler kurtuluşa erdirildi ve suçlular topluluğundan ise âzabımız geri döndürülmeyecektir.

110. Bir takım dinsizlerin, müşriklerin geçici bir dünyalığa kavuşmaları kendilerini kibirlendirmesin. Nitekim kendilerinden evvelki kavimler de bir müddet varlık içindeyaşamışlardır. Fakat; düşünülmelidir ki, onlar bilâhare felâketlere uğramışlardır. Evet.. O kavimler, Peygamberlerine karşı düşmanlık göstermişler ve onları yalanlamışlardı. (Nihâyet o Peygamberlerin ümitsizliğe düştükleri) o kavimlerin artık imân etmelerinden ümitlerini kestikleri veya onlara karşı yardıma kavuşacaklarını artık beklemedikleri (ve kendilerinin hakikaten yalana çıkarıldıklarını sandıkları) yani: Kendilerini kavimlerinin hakikaten yalanlayıp duracaklarını yakinen anladıkları (zaman) öyle bir sırada (onlara) o Peygamberlere (yardımımız geliverdî) bütün düşmanları, kendilerini yalanlayan dinsizler birer gün azab ile mahvolup gittiler. Evet.. Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Artık dilediğimiz kimseler) o Peygamberler ile onlara imân edenler (kurtuluşa erdirildi) onlar ilâhî korumaya kavuştular (ve suçlu olan kavimden ise) kendilerine gelecek olan (âzabımız geri döndürülmeyecektir.) artık asrı saadetteki ve bilahara dünyaya gelmiş ve gelecek olan kavimlerin de o geçmiş kavimlerin tarihi durumlarını, başlarına gelmiş olan felâketlerini düşünerek onlardan birer ibret dersi almaları icabetmez mi?. Elbette sonraki inkârcıları da en nihâyet öyle fecî bir âkibet karşılayacaktır. Ne mutlu tarihten, peygamberlerin kıssalarından bir uyanıklık dersi alarak hayatlarını dindarca bir şekilde düzenlemeyi başarmış olanlara.

111. Muhakkak ki, onların kıssalarında temiz akıl sâhipleri için bir ibret vardır. Kur’an uydurulacak bir söz değildir. Fakat o, kendisinden öncekileri tasdiktir. Ve her şeyin ayrıntılı olarak beyânıdır ve imân edecek olan bir kavim için bir hidâyettir ve bir rahmettir.

111. Bu âyeti kerime, izah edilen kıssanın ne kadar ibretli uyanmaya ve istifâde etmeye vesîle olduğunu bildiriyor. Kur’an’ı Kerim’in de sırf hakikat olduğunu, diğer mukaddeskitapları tasdik ettiğini ve bütün dinî esasları kapsayıp mü’minler için bir hidâyet rehberi ve sırf rahmet olduğunu şöylece beyân buyurmaktadır. (Muhakkak ki, onların kıssalarında) Yani: Hz. Yûsuf ile kardeşlerinin veyahut Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Peygamberler ile ümmetlerinin hayat tarihlerinde kendilerine âit doğru haberlerde (temiz akıl sâhipleri için) kötü düşüncelerden beri, güzel tefekküre sâhip, hakikaten aydın ve kalbi temiz zâtlar için (bir ibret vardır) büyük bir öğüt vardır, o sâyede birçok hakikatları anlayıp tasdik ederler. Yine o sâyede Son Peygamber Hz. Muhammed’in ilâhî vahye mazhar bir Yüce Peygamber olduğunu anlayarak onu tasdike ve onun gösterdiği selâmet yolunu takibe muvaffak olurlar. Onun tebliğ ettiği Kur’an’ı Kerim’i yücelterek ondan hakkıyla istifadeye çalışırlar. Evet.. O Kur’an-ı Kerim (uydurulacak bir söz değildir) onun beyanları birer hakikattır. O ebedî bir mucizedir. Onu tebliğ eden zâtın hayatının temizliği bilinmektedir. Onun Cenâb-ı Hak adına, gerçeğe aykırı olarak bir şey isnat etmesi asla iddia edilemez. (Fakat) o apaçık kitap (kendisinden evvelkini) Tevrat gibi, İncil gibi gökten inmiş olan ilâhî kitapları (tasdiktir) onların da asılları İtibariyle birer ilâhî kitap olduğunu bildirmektedir. İşte Peygamberlere ve özellikle Hz. Yûsuf a dâir verdiği bilgiler de o mukaddes kitaplardaki açıklamalara uygundur. (Ve) Kur’an-ı Kerim (her şeyin ayrıntılı olarak beyanıdır) yani: Bilinmesine ihtiyaç görülen dinî esasları âkideleri, nasihatları açıkça veya işâret yoluyla içermektedir. Hâdis ile kıyas ile veya icma-ı ümmet ile sâbit olan şeyler de yine esâsen Kur’an’ı Kerim’den ilham alınarak çıkarılmıştır. Diğer bir yoruma göre de Kur’an-ı Kerim, Hz. Yûsufun kıssasına dâir ayrıntıları içermektedir. (Ve) Kur’an’ı Kerim, (imân edecek olan bir kavim için) yani: Kur’an-ı Kerim’in ilâhî bir kitab olduğunu tasdik eden zâtlar için (birhidâyettir) sapıklıktan kurtaran, selâmet ve saadet yoluna sevkeden bir hakikat rehberidir. (ve bir rahmettir) mü’minler bu sayede dünyevî ve uhrevî hayırlara, menfaatlere kavuşurlar, Allah’ın lûtfuna ulaşmış bulunurlar. Çünki o kutsal kitaptan yararlanacak zâtlar, öyle hakikî şekilde imân eden, temiz itikatlı olan muhterem kullardır. Cenâb-ı Hak, cümlemizi o yüksek zümreye bağlanmaktan yoksun bırakmasın. Âmin.

§ “İbret” = İtibar: Bilinen bir yoldan bilinmeyen bir yola geçip gitmek, o bilinmesi keşfetmek demektir. Meselâ: Dünyadaki cüzlerin yok olmasını görmekle bütün kâinatın yok olacağına intikâl etmek bir ibret meselesidir. Asıl ibretten maksat, kendisinden ders alınacak hâdisedir. Düşünce ve tefekkürdür, ahlâkî süslemek için örnek edinmeye lâyık olan herhangi bir husustur. İnsan o sâyede birçok şeyleri anlayıp keşfetmeye, kalbini aydınlatmaya hâlini düzeltmeye muvaffak olur.

“Bir göz ki, onun olmaya ibret nazarında”

“Ol düşmanıdır, sahibinin baş üzerinde”

İşte Yûsuf Aleyhisselâm’ın kıssasını güzelce düşünen, nazarı dikkate alan bir kimse de bu sâyede bir nice hakikatları öğrenmiş olur, kalbini vicdanını akla gelen bir nice yüce şeylerle aydınlatabilir. Bu mübârek kıssa kısaca;

(l): İnsan tabiatının çoluk ve çocuğa olan sevgisini, eğilimini gösteriyor.

(2): İnsanların yaratılışları İtibariyle ihtirasların düşkünü olduklarını, bu yüzden aralarında kıskançlıkların, mücadelerin meydana geldiğini bildiriyor.

(3): Birçok insanlarda aşk ve sevginin, şehvanî hareketlerin, ruhî eğilimlerin, hilekârca muamelelerin yüz gösterdiğini anlatıyor.

(4): Mâsumiyete ve temiz ruhlara sâhip olan zatların ise öyle gayrimeşru eğilimlerden, hareketlerden ne kadar kaçınmakta olduklarını en parlak bir misâl ile anlatmış bulunuyor.

(5): Cenâb-ıHak’kın hükmlerine râzı, riayetkâr olan, gördükleri bazı hoş olmayan düşmanca hareketlere karşı sabrederek sükûnetlerini muhafaza eden, af ve lûtuf la karşılıkta bulunan zatların da bilahara ne kadar selâmete, maddî ve mânevî mükâfatlara, makamlara kavuşacaklarına pek güzel, ibret verici bir misâl göstermiş oluyor.

(6): Olanca mâsumiyetine, iyilikseverliğine rağmen kendisine kavminin bir kısım fertleri tarafından düşmanlık ve kıskançlık gösterilmiş olan Yüce Peygaberimize de bir tesellî mahiyetinde olup onun da evrensel bir başarıya kavuşacağına açık bir işaret taşımaktadır.

(7): Hiç bir kimseden bir şey okuyup yazmamış, dünya tarihini öğrenmemiş, kırk yaşına kadar hikmet gereği ümmi bulunmuş olan temiz ahlâklı bir zâtın, böyle ibret verici bir kıssayı bu kadar ayrıntısıyla, bu kadar fasîh ve edebî bir şekilde anlatan Kur’an âyetlerini insanlık âlemine tebliğ buyurması, kendisinin ilâhî vahye mazhar, insanlık için en mükemmel bir hidâyet rehberi, bir rahmet vesîlesi olan yüce bir Peygamber olduğuna en kuvvetli bir şâhit, en kesin bir delil durumunda bulunmuş oluyor. Artık Hak Teâlâ Hazretleri o Yüce Peygamberimize ümmet olmak şerefinden bizleri mahrum bırakmasın. Âmin..

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN