ZARİYAT SURESİ

31. İbrâhim Aleyhisselâm dedi ki: O hâlde mühim işiniz neden ibârettir? Ey gönderilmiş zâtlar!

31. Bu mübârek âyetler de Hz. İbrâhim’in yanına gitmiş olan meleklerin ne gibi bir maksatla gönderilmiş olduklarını bildiriyor. Lût kavmini helâk etmekle emrolunduklarını ve onların yurdunda bir müslüman ev halkından başkasını bulamadıklarını haber veriyor. Ve o kavmin yurtlarında haktan korkanlar için bir işâret bırakılmış olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: İbrâhim Aleyhisselâm, o meleklere (Dedi ki: O hâlde mühim işiniz neden ibârettir?.) bu müjdeden başka yerine getirmekle mükellef bulunduğunuz başka ne gibi mühim bir vazifeniz vardır?, (ey gönderilmiş zâtlar!.) Allah tarafından gönderilmiş olan mübârek Melekler!.

§ Hatb; Korkunç iş, pek mühim haber demektir.

32. O melekler de dediler ki: Şüphe yok, biz günâhkâr olan bir kavme gönderildik.

32. O melekler de cevaben (Dediler ki: Şüphe yok, biz günâhkârlar olan bir kavme gönderildik.) yâni: Pek ziyade ahlâkî rezâlet sahihleri bulunan Lût kavmini helâk etmekle emrolunmuş bulunmaktayız.

33. Onların üzerlerine çamurdan taşlar yağdırmak için.

33. (Onların) O pek günâhkâr kimselerin (üzerlerine çamurdan) pişirilmiş, taş kesilmiş, balçık nevinden olan, cehennemi (taşlar yağdırmak için.) gönderilmiş bulunmaktayız.

34. Aşırı gidenler için Rabbin katında işaretlenmiş olarak o taşlar atılacaktır.

34. (Aşırı gidenler için) Yâni: Şeriatın sınırlarını aşan, kendileri için mübâh olan şeylere kanaat etmeyen kimseler için (Rab’bin katında) onun emr ve takdiriyle (işâretlenmiş) onların helâkine tahsis edilmiş (olarak) o taşlar başlarına atılacaktır. Öyle bir azab yağmuruna uğrayacaklardır.

35. Artık orada bulunan müminlerden kim var ise çıkardık.

35. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Artık orada) O Lût kavminin beldelerinde (bulunan müminlerden kim var ise çıkardık.) onlar, semâdan yağacak azabtan emin olmaları için bulundukları beldelerden dışarı çıkarılmış oldular, onların haklarında böyle bir ilâhî koruma tecellî etmiş bulundu.


36. Fakat orada Müslümanlardan bir ev halkından başka bulmadık.

36. (Fakat orada) O Lût kavminin bulunduğu beldelerde (müslümanlardan) açık ve gizli olarak İslâmiyet’le, Allah’ın dini ile vasıflanmış kimselere âid (bir ev halkından başka bulmadık.) bütün onların yurtlarını müslüman olmayanların evleri teşkil ediyordu. Yalnız, Lût Aleyhisselâm’a âid ev müstesnâ, orada kendisiyle beraber aile fertleri bulunuyordu. Bunlar bir rivâyete göre onüç zâttan ibâret idi, onlar imânları sâyesinde kurtuluşa ermişlerdi.

37. Ve pek acıklı azabtan korkacaklar için orada bir işâret bıraktık.

37. (Ve pek acıklı azabtan) ilâhî cezadan, temiz yaratılışları ve kalblerinin yufka olması sebebiyle (korkacaklar için orada) o Lût kavminin yurtlarında ikâmetgâhlarında (bir alâmet bıraktık) onların helâkini göstermek için Şam ile Hicâz arasında bulunan yurtlarının harabeleri gibi, oraları istilâ etmiş kokmuş dereler gibi veyahut başlarına yağmış taş parçaları gibi ibret verici, tarihî bir işâret bırakmış olduk, tâki: Sonraki kavimler de onlardan bir ibret dersi alsınlar, Allah’ın azabını düşünüp uyanık bir hâlde yaşasınlar.

38. Mûsa’da da onun kıssasında da ibret vardır o vakit ki: Onu Firavun’a apaçık bir delîl ile gönderdik.

38. Bu mübârek âyetler de Mûsa Aleyhisselâm’ın Âd, Semud ve Hz. Nûh kavminin kıssalarına işâret ediyor. Fir’avun gibi inkârcıların, fâsıkların nasıl felâketlere, yıldırımlara, azablara kavuşturulmuş olduklarını birer ibret ve uyanma vesîlesi
olmak üzere beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Mûsa’da da) Yâni: O muhterem Peygamberin kıssasında da akıllıca düşünen kimseler için ibret vardır (o vakit ki: Onu) o Yüce Peygamberi (Fir’avun’a apaçık bir delil ile gönderdik) Evet.. Birer açık delil olan Âsa ve Yed-i Beyzâ gibi mûcizeler ile giderek Fir’avun’u tevhid dinine dâvet etti.

39. Firavun hemen bütün kuvvetiyle yüz çevirdi ve dedi ki: O, bir büyücüdür veya bir delidir.

39. Fakat Fir’avun, o inkârcı, kibirli şahıs, bu dâvete icâbet etmedi (Hemen bütün kuvvetiyle) kendi zorbalığıyla, kendisine güvendiği ordusuyla, (yüz çevirdi) hakkı kabulden dönüp kaçındı, imâna yaklaşmadı (ve) bilâkis (dedi ki:) bana böyle bir teklifte bulunan kişi (Bir büyücü veya bir delidir.) ki, benim gibi kuvvetli bir hükümdara karşı böyle bir teklifte bulunmaya cür’et etmiş oluyor. Mel’un Fir’avun, gördüğü hârikalara karşı hayrette kalmış, onları bir sihir eseri sanmış, sonra da tenakuza düşerek o mûcizeleri gösteren pek muhterem bir zâta mecnun demek alçaklıdığında bulunmuştu.

40. Artık O’nu da, ordularını da yakaladık, hemen onları denize atıverdik. Ve O, kınanacak şeyleri yaparken öyle bir felâkete uğramış oldu.

40. Yüce Yaratıcı da buyuruyor ki: (Artık O’nu da) O Fir’avun melununu da ve onun güvendiği (ordularını da yakaladık) Allah’ın kudret pençesinde zayıf bir hâlde kaldılar (hemen onları denize atıverdik) Fir’avun da ve onun güvendiği askerleri de denizin dalgaları arasında helâk olup gittiler (ve O) Fir’avun (kınanacak şeyleri yaparken) yâni: Küfr gibi, taşkınlık gibi kınamayı gerektiren ve ezâ sebebi olan kötü iddialarda, hareketlerde bulunurken öyle yakalanarak Allah’ın kahrına uğramış, lâyık olduğu cezaya kavuşmuştu.

41. Ve Âd kavminin kıssasında da ibret vardır o vakit ki, onların üzerlerine fâidesiz, zararlı rüzgârı gönderdik.

41. (Ve Âd) Kavminin kıssasında (da) her akıl sâhibi için bir ibret vardır, (o vakit ki, onların üzerlerine fâidesiz) Bilâkis pek (zararlı) bir (rüzgârı gönderdik) Hûd Aleyhisselâm’ı, tasdik etmeyen o inkârcı kavim de helâke uğradı.

42. Üzerine her uğradığı şeyi bırakmıyordu, illâ ki, onu çürümüş bir gül gibi kılmış oluyordu.

42. Şöyle ki: O kavme yönelen o müthiş rüzgâr (Her uğradığı şeyi bırakmıyordu.) onu kendi hâlinde terk etmiyordu (illâ ki: Onu çürümüş) bozulmuş (biz gül gibi kılmış oluyordu.) artık o rüzgârın çarptığı şeyler, kendi varlıklarını muhafaza edemez bulunuyordu.

43. Semud’da da onun kıssasında da ibret vardır o vakit onlara denilmişti ki: Bir zamana kadar fâidelenin.

43. (Semud’da da) O kavmin kıssasında da akıl sahihleri için bir öğüt, bir ibret vardır, (o vakit onlara) Nübüvvetini inkâr ettikleri Peygamberleri Sâlih Aleyhisselâm tarafından (denilmişti ki: Bir zamana kadar faydalanın.) evlerinizde üç gün kadar daha yaşayınız, sonra nasıl bir azaba uğrayacağınızı göreceksinizdir.

44. Onlar ise Rab’lerinin emrine uymaktan kaçındılar, artık onları bakar oldukları hâlde yıldırım yakaladı.

44. (Onlar ise) Verilen nasihatları, ihtarları dinlemediler (Rablerinin emrine uymaktan kaçındılar, artık onları bakar oldukları hâlde yıldırım yakaladı) gök tarafından gelen bir müthiş yıldırım ile helâk olup gittiler.

45. Ayağa kalkacak güçleri kalmamış, yardım edenleri de olmamıştı.

45. (Artık) O Semud kavmi (ayağa kalkacak güçleri de kalmamış) bir kaçmaya güç yetiremediler, bir kaçacak yere sâhip bulunmadılar (ve yardım edenleri de olmamıştı) kendilerini azabtan kurtarabilecek bir yardımcıya nâil olamadılar. Büsbütün mahvolup gittiler.

46. Nûh kavmini de evvelce helâk ettik şüphe yok ki, onlar yoldan çıkmış bir toplum idiler.

46. (Nûh kavmini de evvelce) Tûfan ile helâk ettik (şüphe yok ki, onlar, yoldan çıkan bir kavim olmuşlardı.) Onlar da Âd ve Semud gibi kavimlerden evvel işledikleri isyân ve kötülük yüzünden, haram şeyleri işlemeye düşkünlükleri yüzünden, Peygamberleri olan Hz. Nûh’un nasihatlarını, tavsiyelerini kabul etmemeleri yüzünden bir azab tûfanı ile mahvolup bitmişlerdi. Elbette kudret eserlerini dikkate alıp Kâinatın yaratıcısının birliğini, kudret ve büyüklüğünü tasdik etmeyen Peygamberlerinin tebliğlerine ehemmiyet vermeyen cemiyetlerin âkıbetleri böyle pek müthiştir. Bu beyân olunan kavimlerin kıssaları için “Hûd, İbrâhim ve Enbiyâ” sûrelerine de bakınız.

47. Ve göğü bir kuvvetle binâ ettik ve şüphe yok ki, biz elbette kadirleriz.

47. Bu mübârek âyetler, Yüce Yaratıcının haşr ve neşre kaadir olduğunu isbat için göklerin ve yerin ve herşeyin birer çiftin nasıl mükemmel bir şekilde yaratılmış olduğuna dikkatleri çekiyor. Cenab-ı Hak’ka sığınılmasını ve O’nun ortak ve benzerden uzak olduğunu bildiriyor. Resûl-i Ekrem’in de insanlara Allah’ın azabını hatırlatmak için O’nun tarafından gönderilmiş, pek açık bir beyân sâhibi bir Yüce Peygamber olduğunu ifâde etmektedir. Şöyle ki: (Ve göğü bir kuvvetle) Pek muazzam olan bir kudretle, bir şiddetle (binâ ettik) varlık alanına getirdik (ve şüphe yok ki, biz) yâni: Büyüklük ve yücelikle vasıflanmış olan ilâhî zatını (elbette kaadirleriz.) Böyle nice âlemleri meydana getirmeğe kaadiriz. Evet.. Yüce zâtın kudret ve hâkimiyeti pek geniştir, mahlûkatı idareye,
onların yaşamalarını, geçimlerini sağlamaya fazlasiyle kâfidir.

§ Musı’; Kuvvet, tâkat, genişlik sâhibi demektir.

48. Yeri de döşedik, ne güzel döşemcilerdir.

48. Evet.. O Kerem Sâhibi Yaratıcı buyuruyor ki: (Yeri de döşedik) Onu pek geniş bir hâlde vücuda getirdik, orada hayat kaynağı olan şeyleri yarattık, üzerinde insanların ve daha nice hayat sâhiplerinin yaşamaları mümkün olmaktadır. Evet.. Bizler (ne güzel döşeyicilerdir) ki: Bu kadar eserleri meydana getirmiş bulunuyoruz. Evet.. Bütün göklerdeki, yerlerdeki pek muazzam eserleri meydana getirip her tarafa yaymış ve dağıtmış olan, ancak tam bir hikmet ve yücelikle vasıflanmış bulunan ilâhî zâtıdır, ondan başkası değildir.

§ Mâhid; Açıp döşeyen demektir.

49. Ve herşeyden iki çift yarattık. Tâki, düşünesiniz.

49. (Ve) O Yüce Yaratıcı, kudret eserlerine dikkatleri çekmek için şöyle de buyuruyor: (herşeyden iki çift yarattık) yâni: İki nevî olarak vücuda getirdik. Meselâ: Gök ile yer, güneş ile ay, gece ile gündüz deniz ile karalar birer çifttir. Kezâlik: Hidâyet ile sapıklık, mutluluk ile mutsuzluk, hayat ile ölüm, ışık ile karanlık, güzellikle çirkinlik, birer çifttir. Bütün bunlar böyle vücuda getirilmişlerdir. (tâki,) Ey insanlar!, (tefekkür edesiniz) Bunları dikkate alarak Allah’ın kudretini düşünesiniz, anlayasınız: Bu kadar çeşitli eserleri meydana getiren bir Yüce Yaratıcı, elbette ki, insanları öldürdükten sonra tekrar yaratmaya da, onları başka bir âleme sevk etmeğe de her şekilde kaadirdir.

50. Artık Allah’a kaçın, şüphe yok ki, ben sizin için onun tarafından apaçık bir korkutucuyum.

50. (Artık) Ey insanlar!. Bu kadar muazzam
eserlerini düşününüz bunların yaradılışlarındaki hikmet ve faydayı dikkate alınız da (Allah’a kaçın) O’nun ilâhî zâtına sığının, her işinizde O’na güvenin, teslimiyette bulunun, başarıyı Ondan dileyiniz. Bu gibi ilâhî emirleri insanlığa bildirmekle emrolunan Yüce Peygamber adına da şöyle buyuruluyor: (şüphe yok ki, ben) Son Peygamber (sizin için) sizi aydınlatmak ve irşâd için (O’nun) Cenab-ı Hak’kın (tarafından apaçık bir korkutucuyum.) sizlere Allah’ın azabını açıkça ihtar ediyor, sizleri uyandırmaya çalışıyor, istikbâlinizin selâmet ve saadetini sağlamak istiyorum. Artık bunu takdir etmeli değil misiniz?.

51. Ve Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin. Muhakkak ki, ben sizin için ondan apaçık bir korkutucuyum.

51. (Ve) Ey Allah’ın kulları!. (Allah ile beraber başka bir ilâh edinmeyin) Yüce varlığın birliğini, kudret azametini bilip yalnız ona kullukta bulunun, onu birleğin ve tesbîhe devam ediniz, küfr ve şirke düşerek kendinizi ebedî azablara uğratmayınız (muhakkak ki, ben sizin için O’ndan) yalnız o ortak ve benzerden uzak olan Yüce Yaratıcıdan (bir apaçık korkutucuyum.) O’nun birliğini inkâra, emirlerine muhalefete cür’et edenlerin pek şiddetli azablara uğrayacaklarını size ihtar ediyorum. Tâki, bu hakikatları güzelce düşünesiniz, imân nûru ile kalblerinizi aydınlatarak hayatınızı, saadetinizi temîne muvaffak olasınız. İşte insanlığa böyle bir Yüce Peygamberin gönderilmiş olması, ne büyük bir ilâhî lütuf!. Yazıklar olsun bunu bilip takdir etmeyenlere.

52. Böylecedir. Onlardan evvelkilere de bir Peygamber gelmedi ki: İllâ: Sihirbazdır veya mecnundur dediler.

52. Bu mübârek âyetler, Hz. Peygamber’e teselli veriyor, ondan evvelki Peygamberlere de kavimleri tarafından sihirbazlık ve cinnet isnad edilmiş olduğunu bildiriyor. O kavimlerin azgın kimseler olduğunu, Yüce Peygamberimizin de öyle inkârcılara iltifat etmeyip müminleri irşâda devam buyurmasını emrediyor ve cinlerin ve insanların yaradılışlarındaki gayeyi haber veriyor. Âlemlere rızık veren kudret sâhibi Yaratıcının kullarından bir rızık, bir yemek dilemediğini beyân etmekte ve zâlimlerin de kendilerinden evvelki zâlimleri gibi azaba, helâke uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. (Böyledir) Seni inkâr edenlerden evvelki kavimlerin sözleri de böyle Peygamberlerini yalanlamaktan, onlara sihir ve cinnet isnad etmekten ibâret bulunmuştur. Evet.. (onlardan) Seni tasdik etmeyen Kureyş müşriklerinden (evvelkilere de) geçmiş kavimlere de (bir Peygamber gelmedi ki, illâ) onu inkâr ettiler, ve ona (sihirbazdır veya mecnundur dediler) binaenaleyh bu inkâr, şimdi görülen bir bid’at değildir, eski kavimler de böyle bir cehâlet ve alçaklıkta bulunmuşlardır

53. Bunu birbirine vasiyet mi ettiler? Hayır.. Onlar azgın bir kavimdir.

53. O inkârcı kavimler!. (Bunu) Böyle Peygamberlerine karşı sihirbazlık ve cinnet isnadını, bu gibi pek çirkin lâkırdıları (birbirine vasiyet mi ettiler?.) bundan dolayı mıdır ki, bu alçaklıkta ittifâkları görülüyor. (Hayır) Böyle bir tavsiye vâki olamaz, aralarında asırlarca uzaklık vardır, (onlar azgın bir kavimdir.) Böyle Peygamberlerine karşı inkârda, hürmete aykırı lâkırdılarda bulunanlar, ilâhî dinin sınırlarını tecâvüz etmiş, sapık kimselerdir.

54. İmdi onlardan yüz çevir, artık sen kınanılacak değilsin.

54. (İmdi) Ey Yüce Peygamber!, (onlardan) O seni tasdik etmeyen câhillerden (yüz çevir) onlardan kaçın, onlara iltifatta bulunma, onların İslâmiyet’i kabul etmediklerinden
dolayı üzülme, (artık sen kınanılacak değilsin.) sen onlardan yüz çevirdiğinden dolayı kınama ve yerilmeye uğramayacaksın. Çünkü sen peygamberlik vazifeni lâyıkiyle yerine getirmiş onlara lâzım gelen tebliğlerde ihtarlarda bulunuyorsun.
Müfessirler diyorlar ki: Bu âyet-i kerîme nâzil olunca Resûl-i Ekrem Efendimiz mahzun olmuştu, Ashâb-ı kirâma da ağır gelmiş, artık ilâhî vahyin kesilmiş, azabın ortaya çıkmasının kesinleşmiş olduğu zânnında bulunmuşlardı. Çünkü, Resûl-i Ekrem, insanlardan yüz çevirmekle mükellef bulunuyordu. Fakat bu zân ve üzüntüyü gidermek için şu âyet-i kerîme nâzil oldu.

55. Ve sen öğüt ver. Çünkü, şüphe yok, öğüt, müminlere fayda verir.

55. (Ve) Yüce Peygamber!, (sen) Yine (öğüt ver) öğüdüne, nasihatına devam et (çünkü, şüphe yok, öğüt) verilecek bir nasihat, yapılacak bir ihtar (müminlere fâide verir.) onların kalbleri saf, itikatları güzel olduğu için kendilerine karşı yapılan öğütlerden pek yararlanırlar, o sâyede basiretleri artar, kalbi kanaatları daha fazla kuvvet bulmuş olur. ancak kabiliyetten mahrum olanlara, dinsizliklerinde sebât edip duranlara karşı yapılacak bir öğüt, onlara bir fâide veremeyeceği için terk edilebilir.

“Bir yerdeki yok nagmeni takdir edecek gûş”
“Tazyı-i nefes eyleme, tebdil-i makâm et”

56. Ve cinleri ve insanları yaratmadım, ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.

56. İnkâr eden, ibâdet ve itaatten kaçınanlar, ne kadar câhilce ve azabı gerektirici bir şekilde hareket etmiş oluyorlar, bunlar, hiç düşünmüyorlar mı ki: Kendileri elbette boş yere yaratılmış değildirler. İşte onların yaratılış gayesini Cenab-ı Hak şöylece beyân buyuruyor. (Ve cinleri ve insanları yaratmam) Boş yere vücuda getirmedim (ancak bana ibâdet etsinler diye) yarattım. Onların vazifeleri, Yüce Yaratıcının birliğini bilmek, onun yüce bir mâbud olduğunu tasdik ederek ilâhî zâtına kullukta bulunmaktır. Onlar esasen böyle bir bilgiye kabiliyetli bir hâlde yaratılmışlardır. Eğer böyle bir kabiliyete başlangıçta sâhip olmasalar idi zâten mükellef bulunmazlardı. Ve onlar eğer yaradılmamış olsalar idi bu kabiliyete, bu marifet şerefine nâil olamazlardı. Halbuki, onlar yaratılmışlardır, kendi varlıkları da kendilerini yaratmış olan bir Kerem Sâhibi Yaratıcının varlığına bir şâhiddir. Artık o Rabbülâlem’inin varlığını, birliğini bilip tasdik etmeleri icâbetmez mi?.

Özellikle kendilerini uyandırmak için, kendilerini kulluk vazifelerinden haberdar etmek için kendilerine Allah tarafından mübârek Peygamberler de gönderilmiştir. Artık hiçbir kimse, kendi cehâletini bir mâzeret makâmında ileri süremez.

57. Ve ben onlardan bir rızk istemiyorum ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.

57. Allah Teâlâ, bir lütuf ve ihsân olmak üzere bu mükellef mahlûkatı yaratmıştır. Onlardan yüce varlığı için bir fâide aslâ düşünülmüş değildir. İşte bu hakikati beyân için de buyuruyor ki: (Ben onlardan) O cinlerden ve insanlardan (bir rızk istemiyorum) Allah’ın şânı, böyle birşeyi istemekten yücedir, asıl âlemin rızık vericisi olan, kendisidir, kullarının hiçbir çalışma ve gayretine muhtaç değildir, (ve bana yemek yedirmelerini de istemiyorum.) Kendilerinden değil rızk vermeleri, bir yemek yedirmeleri bile istenilmemektedir, Allah’ın şânı, böyle şeylere ihtiyaçtan uzaktır. Ancak kullarının kendi menfaatleri içindir ki, öyle kulluk vazifeleriyle mükellef bulunmuşlardır.

58. Şüphe yok ki, Allah’tır, rızkı veren, güç ve kuvvet sahibi olan O’dur.

58. Evet.. (Şüphe yok ki, Allah’tır) Sırf O’nun yüce varlığıdır, bütün kullarına (rızkı veren, güç ve kuvvet sâhibi olan) ancak (O’dur.) Şüphesiz inandık artık öyle bir kerem sâhibi Yaratıcı kullarına muhtaç olur mu?. Onlardan kutsal varlığı için bir fâide bekler mi?.

59. İmdi şüphe yok ki, zulüm eden kimseler için arkadaşlarının nasibleri gibi birçok nasib vardır. Artık acele etmesinler.

59. (İmdi şüphe yok ki, zulm eden kimseler için) Yâni: Dinsizliği seçen ve isyânları işleyip kendi nefslerine zulmeden şahıslar için (arkadaşlarının nasibleri gibi birçok nasib vardır.) yâni: Bilâhare zulm edenler için geçmiş kavimler arasında bulunup nefslerine zulmetmiş, Peygamberlerini inkâr eylemiş dinsizlerin azabtan olan nasibleri gibi nasibler vardır. Bu sonraki inkârcılar da o evvelki inkârcılar gibi azablara, Allah’ın kahrına uğramış olacaklardır, (artık acele istemesinler.) Yâni: O azabların başlarına ne zaman geleceğini bir alay yoluyla sorup duranlar, o azabların gelmesini inkârcı bir şekilde acele isteyenler, o azablara ergeç yakalanacaklardır, takdir edilen zaman gelince o azab meydana gelir, Cenab-ı Hak, Her şeye kaadirdir, onu hiçbir şey âciz bırakamaz, şüphe yok ki, o korkunç azabları o lâyık olanların başlarına getirmeğe de fazlasiyle kaadirdir. Buna inancımız tamdır.
§ Zenub; Nâsib demektir, su ile dolu büyük kova, arka eti ve uzunkuyruklu at mânasında da kullanılmaktadır. Çoğulu, zenâyibdir.

60. Artık başlarına gelecek günlerinden dolayı vay! Kâfir olan kimselere.

60. (Artık) O (vâ’d olundukları günlerinden dolayı) kıyamet gününde başlarına gelmesi vâ’d ve takdir edilen azabın gelmesinden dolayı (vay) şiddetli azab, müthiş felâket (kâfir olan kimselere.) Evet.. Aklen inkârı mümkün olmayan bir nice parlak delilleri inkâra cür’et ederek dinsizlik içinde yaşayan inkârcılar için pek müthiş bir azab takdir edilmiştir ve muhakkaktır. Artık onlar hiçbir kurtuluş çaresi bulamayacaklardır. Nitekim bu sûre-i celîleyi tâkibeden Tur Sûresinde bu hakikati izah buyurmaktadır. Kerem Sâhibi mâbud, hepimizi kurtuluş ve mutluluk sebebi olan İslâm dininden ayırmasın âmin…

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN