YUNUS SURESİ

61. Ve sen bir işte bulunmazsın ve ondan, Kur’ân’dan birşey okumazsın ve sizler de amelden birşey yapmazsın ki, illâ biz sizin üzerinize o işe daldığınız zaman şahitleriz. Ve Rab’bİnden ne yerde ve ne de gökte zerre ağırlığınca birşey gaip bulunmaz ve ondan ne daha küçük ve ne de daha büyük birşey yoktur ki, illâ apaçık olan bir kitapta yazılıdır.

61. Bu âyeti kerime Cenab’ı Hak’kın bilgisi dairesinden hiç bir şeyin dışarda olmadığını ve binaenaleyh kullarının da bütün yaptıklarını veya yapacaklarını tamamen bildiğini beyan ederek itaatkâr kulları sevindirmekte, âsi olanları da korkutmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Ve sen bir işte) Hangi bir işte, bir muamelede (bulunmazsın ve ondan) o sana nâzil olandan yani (Kur’ân’dan birşey) hangi bir âyeti (okumazsın) ki (ve) Ey ümmet fertleri!, (sizler de amelden) hangi bir hususa dair (birşey yapmazsınız ki illâ biz) ben şanı Yüce Yaratıcı (sizin üzerinize o işe daldığnız) onunla meşgul olduğunuz (zaman şahitleriz.) o amelleri görmekte, tesbit etmekteyiz. (Ve) Resûlüm Ya Muhammed!. -Aleyhisselâm- (Rab’binden ne yerde ve ne de gökte zerre ağırlığınca birşey gaip bulunmaz) Buna inanmışızdır. Allah Teâlâ kullarının bütün işlerini ve bütün âlemlerdeki olayları tamamen bilir. Çünki ondan başka Yaratıcı, bütün klıainatı bilen yoktur. Bütün mahlûkatının zahirî ve batınî amelleri onca tamamen bilinmektedir. (Ve onan) O zerre aağırlığı şeyden yani: En küçük, kırmızı karınca miktarındaki bir varlıktan (ne daha küçük ve ne de daha büyük birşey) de (yoktur ki, illâ apaçık olan bir kitapta) lâvh-ı mahfuzda yazılı bulunmakta (dır.) Artık her mükellef kul, bunu bilerek buna göre hareketlerini tanzimetmelidir ki, yarın ceza gününde mes’ul, mahcup bir durumda bulunacak olmasın, korkudan, kederden emin bulunsun.

62. Haberiniz olsun ki, muhakkak Allah Teâlâ’nın dostları için bir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır.

62. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın dostları için, yani: Mü’min ve takva sahibi olan kulları için bir korku, bir keder bulunmadığını müjdelemektedir. Onların dünyada da, âhirette de teveccühe nâil, en büyük bir kurtuluşa ermiş olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Cenâb-ı Hak’kın kulları!. (Haberiniz olsun ki: Muhakkak Allah Teâlâ’nın dostları içîn) Sevgili, muhterem, değerli Allah’ın korumasına nâil kulları için gelecekte (bîr korku yoktur) onlar korkulardan emin buunacaklardır. (Ve onlar mahzun da olmayacaklardır) Onlar âhiret âleminde ebedî nimetlere nâil olacaklardır. Kendilerine mahsus hangi bir nimetin yok olmasından dolayı bir üzüntü ve kedere uğramayacaklardır. Onların bütün nimetleri devam edip duracaktır.

63. Onlar ki, imân etmişlerdir ve sakınır olmuşlardır.

63. Cenab’ı Hak’kın dostları ise (Onlar ki) o zatlardır ki, onlar (imân etmişlerdir) bütün dinî hükmleri kabul ve tasdik eylemişlerdir, (ve sakınır olmuşlardır) Kendilerinden kaçınılması dînen icabeden şeylerden, gayrı meşrû hareketlerden çekinerek temiz, pak bir halde yaşamakta bulunmuşlardır. İşte o zatlar, birer Allah dostudur. Işte o zatların gelecekleri böyle teminat altındadır.

64. Onlar için dünya hayatında da ve âhirette de tam bir müjde vardır. Allah Teâlâ’nın kelimeleri için değişmek yoktur. İşte en büyük kurtuluş budur.

64. Evet… (Onlar için) Allah Teâlâ’nın o muhterem velileri için (dünya hayatında da ve âhirette de) tam, mükemmel (bir müjde vardır)onlar dünyada iken de ilâhî lütuflara kavuşaaklarına dair müjdelere nâildirler. Ahirette de cennetlere, Allah’ın cemâlini görme şerefine nâil olacakları kendilerine melekler tarafından müjde edilecektir. (Allah ‘Teâlâ’nın kelimeleri içîn) Bütün ilâhî beyanları için ve o cümleden olan böyle bir ilâhî vâdi için (değişmek yoktur) elbetteki, o cümleden olan bu ilâhî vâdi de tamamen gerçekleşecektir. O muhterem veliler bu ilâhî vâd gereğince her türlü endişelerden emin, en büyük nimetlere nâil olacaklardır, (işte en büyük kurtuluş budur) Bu velilerin böyle dünya ve âhirette müjdelenmiş olmahndır. Artık bunun üstünde nasıl bir kurtuluş düşünülebilir?.

§ Bir yoruma göre dünyadaki müjdeden maksat, salih rüyâdır. Hak Teâlâ’nın sevgili kulları dünyada iken kendilerine sevinç verecek salih rüyaları ya bizzat görürler, veya onların hakkında başkaları görmüş olurlar. Nitekim bir hadis-i şerifte:

Artık peygamberlik devresi sona ermiştir. Bundan sonra kimse peygamberliğe nâil olamayacaktır. Fakat müjdeci olan şeyler baki kalmıştır ki, salih rüyalar da bu cümledendir. Bu rüyalar gün gibi parlak bir şekilde zuhur eder, sahiplerinin kalplerine neş’e verir. Bu müjdeden maksat, bir yoruma göre de velilerin cennete kavuşmalarına dair olan Allah’ın vâdîdir. Diğer bir yoruma göre de bu müjdeden maksat, Cenâb-ı Hak’kın velileri hakkında mü’minlerin kalplerinde bir muhabbetin parlayıp durmasıdır. Daha diğer bir yoruma göre de bu müjdeden maksat, veli olan zatları vefatları halinde korku ve tasadan emin, cennetlere nâil olacaklarına dair meleklerin müjdelemeleridir. Ahiretteki müjdelere gelince bundan maksat dameleklerin veli olan zatlara kitaplarını sağ taraflarından verip kendilerini kurtuluş ve başarı ile, izzet ve ikrama kavuşmakla müjdelemeleridir. Veya o muhterem velilerin kalplerine gelen keşiflerdir. Velhasıl Allah Teâlâ’nın velileri hakkında böyle bir ilâhî vâdi tecelli etmiştir. Bu mutlaka gerçekleşecektir. Ne büyük bir ilâhî lûtuf!.

65. Ve onların lâkırdıları seni üzmesin. Şüphe yok ki, bütün izzet, Allah Teâlâ’nındır. O kemâlile işiticidir ve bilicidir.

65. Bu mübârek âyetler, Rasûlü Ekrem’in ilâhî koruma altında olduğuna işaret iderek üzüntülü ve kederli olmasına mahal bulunmadığını müjdelemektedir. Ve Kâinatın Yaratıcısının kudret ve yüceliğini, eserlerindeki yaratılış gayesini göstererek bunların hakikatları gören, işiten zatlar için birer âyet olduğunu bildirmektedir. Müşriklerin de bâtıl zanlarını, yalan sözlerini çirkin görmektedir. Şöyle ki: (Ve) Resûlüm!. Ya Muhammed -Aleyhisselâm- (onların) o müşriklerin, inkârcıların (lâkırdıları) aleyhindeki sözleri, kâfirce yalanlama ve tehditleri (seni mahzun etmesin) o lâkırdılardan dolayı kalben gamlı ve kederli olma (şüphe yok ki, bütün izzet) kuvvet ve hâkimiyet (Allah Teâlâ’nındır) onun iradesi hilâfına hiçbir kimse bir şey yapmaya güç yetiremez. O kudret ve azamet sahibi olan Allah Teâlâ sana zafer verir, seni düşmanlarından korur. Artık senin için üzülmeye mahal yoktur. Nitekim de bu ilâhî müjde gerçekleşmiş, Rasûlü Ekrem Efendimiz düşmanlarına karşı galibiyeti elde etmiştir.

66. İyi bilin ki, göklerde kim var ise ve yerde kim var ise şüphe yok ki. Allah Teâlâ’nındır. Allah Teâlâ’dan başkasına tapanlar da ortakların ardına düşmüş olmazlar. Onlar zandan başka birşeyin ardına düşmüş olmuyorlar ve onlar yalan söyleyen kimselerden başkası değildirler.

66. Ey insanlar!. (İyi bilin ki) Uyanın, güzelce düşünün ki (göklerde kim var ise) yani: Bütün melekler (ve yerde kim var ise) yani bütün insanlar, cinler (şüphe yok ki. Allah Teâlâ’nındır) bütün onun mahlûkudur. Bütün onun mülkü, hâkimiyeti altında bulunmaktadırar. Bütün bunlar, o Yüce Yaratıcının izzetine, kudretine birer şahitdir. Bazı mahlûklarına vermiş olduğu bir izzet, bir kuvvet de yine o Kerem Sahibi Yaratıcının bir lûtf ve ihsanından ibarettir, haddizatında o izzet ve kuvvet de Cenâb-ı Hak’ka aittir, İstediği zaman kullarını o izzet ve kuvvetten mahrum bırakabilir. (Allah Teâlâ’dan başkasına) Bir takım putlara, mahlûklara (tapanlar da) gerçekte bir takım (ortakların) Allah Teâlâ’nın ortaklarının (ardına düşmüş olmazlar) çünki Allah Teâlâ ortaktan uzaktır. Onların öyle Cenab’ı Hak’ka ortak koştukları şeyler, haddizatında öyle bir ortaklığa asla sahip değildirler. (Onlar) O putlara, o mahlûklara tapanlar (zandan) kuru bir kuruntudan (başka bir şeyin ardına düşmüyorlar) Evet.. O putları, mahlûkatı öyle bir ilâh sanarak onlardan şefaat bekleyenler, onların vasıtalariyle Cenab’ı Hak’ka yaklaşacaklarını ümid edenler, asılsız bir kuruntuya tutulmuş kimselerdir. (Ve onlar) O Cenab’ı Hak’ka ortak koşan kimseler, o kuruntuları hususunda (yalan söyleyen kimselerden başkası değildirler) onların o iddiaları, zanları hususunda dayanacakları bir delilleri yoktur. Onlar kuruntuya kapılmış, din hususunda hakikata muhalif şeyleri iddiada bulunmuş cahil kimselerden ibarettirler.

67. O, o zattır ki, sizin için geceyi kılmıştır ki, onda istirahat edesiniz. Gündüzü de gösterici aydınlık kılmıştır. Şüphe yok ki, bunda işiten bir kavim için elbette âyetler vardır.

67. (O) İzzet ve hâkimiyete sahip olan Kâinatın Yaratıcısı Allah (o zattır ki) Ey insanlar!. (Sizin için geceyi) meydana gelir(kılmıştır ki, onda) o gece vaktinde (istirahat edesiniz) o sayede sizden yorgunluklar, bezginlikler gidiversin. Sonra yine çalışmaya güç yetirebileşiniz. O, Hikmet Sahibi Yaratıcı (gündüzü de gösterici) ışıklı, etrafı aydınlatıcı (kılmıştır) ki, işlerinizi görüp takib edebilesiniz. (Şüphe yok ki, bunda) böyle gecelerin, gündüzlerin biri biri adınca gelişinde, bunların varlıklarındaki hikmetlerde (işiten) Cenab’ı Hak’kın beyanlarını düşünerek akıllı bir şekilde duyup bilenlerin bulunduğu (bir kavim için elbette âyetler vardır) bunları güzelce düşünenler, Hak Teâlâ’nın izzet ve kuvvet sahibi olduğunu pek güzel anlar, onun yaratıcılık ve mâbutlukta ortak ve benzerden uzak olduğuna kanaat eder, her hususta o Yüce Yaratıcıya sığınarak ve dayanarak dinsiz kimselerden korkmaz, onlardan kendisine bir zarar geleceğini düşünüp mahzun olmaz. Onların bâtıl sözlerinden, gayrimeşru hareketlerinden dolayı kendilerinin sorumlu olup hesaba çekileceklerini düşünerek teselli bulur.

68. Dediler ki: Allah Teâlâ kendisine çocuk edindi. Hâşâ, o bundan münezzehtir. O’nun ihtiyacı yoktur. Göklerde olanlar da ve yerde olanlar da onundur. Sizin yanınızda buna dair hiçbir delil yoktur. Allah Teâlâ’ya karşı bilmeyeceğiniz birşeyi mi söylersiniz?

68. Bu mübârek âyetler, müşriklerin diğer bir bâtıl iddialarını reddetmekte ve çirkin görmektedir. Bütün kâinatın Allah’ın bir mülkü olduğunu ve bütün alemlerden zengin olan Cenab’ı Hak’ka iftirada buunanların geçici bir hayattan sonra âhirete sevkedilerek şiddetli bir azâba tutulacaklarını hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Hz. Uzeyre Allah’ın oğludur diyen bir kısım Yahudiler, Hz. İsa’ya Allah Teâlâ’nın oğlu diye kendisine tapınan hıristiyanlar, ve melekleri Cenâb-ı Hak’kın kızları zanneden bir takım gruplar (dediler ki: Allah Teâlâ) kendisine (veled ittihaz etti) evlât edindi(hâşâ o) Yüce Yaratıcı (bundan) böyle kendisine evlât edinmekten (münezzehtir) ve (o) ezelî mabudun böyle evlâd edinmeye (ihtiyacı yoktur) o Kerem Sahibi Yaratıcı, herşeyden her kimseden ganidir. Evlâdı ancak evlada muhtaç olan kimseler talepte bulunurlar. Evet… Evlât sayesinde kuvvet bulmaya, nesillerini, isimlerini devam ettirmeye, servet kazanmaya muhtaç olanlar evlada muhtaç bulunurlar. Cenâb-ı Hak ise bu gibi şeylere hâşâ muhtaç değildirler. Hepsinden zengindir şüphesiz inanıyoruz. Evet.. (Göklerde olanlarda ve yerde olanlar da onundur.) Bütün hayat ve konuşma sahibi olanlar da olmayanlar da o Yüce Yaratıcının mahlûkudur, kuludur. Sonra Ey cahiller, ey gafiler!. Bir kere düşününüz, (sizin yanınızda buna dair) öyle Cenâb-ı Hak’a isnat ettiğiniz evlât mes’elesi hususuna ait (hiçbir hüccet yoktur.) hiçbir sultan, yani: Akıllar üzerine tesir edecek kuvvetli bir delil, bir kanıt mevcut değildir. Artık öyle bir kanıta, bir delile dayanmayan bir isnada nasıl cür’et ediyorsunuz?. Ey beyinsizler!. Siz (Allah Teâlâ’ya karşı bilmiyeceğiniz birşeyi) hakikatine, doğruluğuna vâkıf bulunmadığınız hangi bir lâkırdıyı (söyler misiniz?.) o Kâinatın Yaratıcısı’na öyle uzak olduğu şeyleri isnada cür’et eder misiniz?. Bu ne cehalet!. İşte böyle bir sual, bir soru, o cahiller hakkında büyük bir kınama içindir.

69. De ki: O kimseler ki. Allah Teâlâ’ya karşı yalan söylemek kasdında bulunurlar. Şüphe yok ki, kurtuluşa eremezler.

69. Resûlüm!. Cenâb-ı Hak’ka karşı yalan yere iftirada, isnatda bulunan o kavimlere, taifelere (de ki: O kimseler ki, Allah Teâlâ’ya karşı yalan söylemek kasdında bulunurlar) o Yüce zâtın evlâd sahibi olduğunu iddia eder dururlar, onlar artık (şüphe yok ki, felâh bulamazlar) onların koşup durmaları kendilerini kurtuluşa erdirmeyecektir. Onlar istediklerinekavuşamayacaklardır. Onlar cennete değil, cehennemlere sevkedileceklerdir, orada ebediyen azap görüp duracaklardır.

70. Onlar için dünyada cüz’i bir varlık, (olabilir) sonra dönüşleri bizedir. Sonra onlara, inkâr etmekte oldukları şeylerden dolayı şiddetli azâbı tattıracağızdır.

70. İşte Cenâb-ı Hak buyuruyor ki: (Onlar için) Öyle bâtıl iddialarda, kanaatlerde bulunan şahıslar için (dünyada cüz’î bir varlık) olabilir. Onlar dünyada bir az yaşayabilirler, geçici bir zaman için bir servete, bir mevkle kavuşabilirler. Veyahut o bâtıl kanaatleri kendileri için dünyada bir geçim, bir fâide gibi görünebilir, bununla fanî birşeye ulaşmalar! mümkün bulunabilir. Fakat bunların ne kıymeti var!. Böyle çabuk kaybolan, mes’uliyeti gerektiren ve yok olan bir gölgeden ibaret bir varlık yok hükmündedir, (sonra) Onların ölünce (dönüşleri bizedir) dünyadaki o kötü inançlarının, hareketlerinin artık cezasına kavuşacaklardır.. (Sonra onlara) dünyada iken (küfrettiklerinden dolayı) öyle kâfirce itikatları, amelleri sebebiyle (şiddetli azâbı) cehennem ateşini, o ebedî cezayı (tattıracağızdır) onlar İslâm dininin güzel telkinlerini bırakarak öyle yanlış itîkatlarda bulunduklarından dolayı sonsuz azaplara uğrayacaklardır. Bununla beraber onların birçokları daha dünyada iken de Allah’ın kahrına uğrayacaklardır. Nitekim de birçok eski kavimlerin dinsizlikleri yüzünden ne kadar azaplara, felâketlere daha dünyada iken de uğramış oldukları tarihen sabittir. Kur’an-ı Kerim’de bizlere bir uyanma vesilesi olmak üzere onlardan bir kısmını haber vermektedir.

71. Ve onlara Nuh’un haberini oku. Hani: Kavmine demişti: Ey kavmim! Eğer sizin üzerinize benim aranızda duruşum ve Allah’ın âyetleriyle size öğüt verişim ağır geliyorsa imdi ben Allah Teâlâ’ya tevekkül ettim, artık işinizi ve ortaklarınızı toplayınız. Sonra sizinüzerinize işiniz gizli kalmasın. Sonra hakkımda hükmünüzü veriniz ve bana göz açtırmayınız.

71. Bu mübârek âyetler, asr-ı saadetteki ve onlardan sonraki inkârcılara bir ibret ve uyanma dersi olmak üzere Nuh Aleyhisselâm ile kavmi arasında cereyan etmiş olan tarihî vak’aları beyan etmektedir. Hak dine davet eden ve onlara tâbi olan zatların emellerinin gayesini, selâmet ve hilâfete ulaşmalarını bildiriyor, onlara muhalefet etmiş olanların da pek korkunç âkibetlerini hatırlatmaktadır. Şöyle ki: (ve) Resûlüm!. (onlara) Kureyş kabilesinden vesaireden olan müşriklere (Nuh’un haberini oku) yani: Onun ile kavmi arasındaki haberi, önemli tarihî vak’ayı anlat, Peygamberlerine muhalefet eden kavimlerin ne dehşetli âkibetlere uğramış olduklarını düşünüp de ibret alsınlar. (Hani) Nuh Aleyhisselâm (kavmine) Kâbil’in çocukları ve torunları bulunan bir guruba (demişti) şöyle hitab etmişti ki: (Ey kavmim!. Eğer sizin üzerinize benim) aranızda (duruşum) sizin içinizde yaşayıp bin seneden elli sene kadar noksan bir müddet sizi hak dine davet ediverişim (ve Allah’ın âyetleriyle) delilleriyle, kânıtlarıyla (size öğüt verişim ağır geliyorsa) yani meşakkatli bulunuyorsa, siz de beni öldürmeğe, aranızdan kovmaya kasdetmiş bulunuyorsanız (İmdi ben Allah Teâlâ’ya tevekkül ettim) o bana yeter, beni muhafaza buyurur (artık işinizi ve ortaklarınızı toplayınız) hakkımda yapmak istediğiniz şeye başlayınız, kendilerinden yardım urumakta olduğunuz o âciz putlarınızı da size yardıma çağırınız (sonra üzerinize işiniz gizli kalmasın) bana karşı kasdetmekte bulunduğunuz, kötülüğü, açıkça yapmağa başlayınız, onu alenî yapınız. (Sonra hakkımda hükmünüzü veriniz) içinizdeki kuruntuları dökünüz, boşaltınız, imza ediniz ve elinizden geliyorsa (bana göz açtırmayınız) yapacağınız şeyleri bana bildirdikten sonra geriye bırakmayınız.

§ Hz. Nuh, Cenâb-ı Hak’kın koruma ve himayesinde olduğunu bildiği için düşmanlarına karşı hiç ehemmiyet vermediğini, aldırışta bulunmadığını göstermek, onların âczini göstemek için kendilerine böyle bir teklifte bulunmuştur.

72. Artık siz, yüz çevirir iseniz, zaten ben sizden bir mükâfat istemiş değilim. Benim mükâfatını ancak Allah Teâlâ’ya aittir. Ve bana Müslümanlardan olmam emrolundu.

72. (Artık) Ey kavmim!, (siz yüz çevirir iseniz) benim size verdiğim hayrı tavsiye edici öğütleri dinlemez, onlardan kaçınır iseniz, neticesini siz düşününüz!. (zaten ben sizden bir mükâfat istemiş değilim) Yapmış olduğum peygamberlik vazifesinden dolayı sizden bir ücret, bir karşılık istemişde değilim ki, sizin nefretinizi gerektirmiş olsun, öyle bir bedel karşılığında size nasihatta bulunduğumu söyleyerek bana suç isnat edebilesiniz, ben sırf Allah rızası için bu vazifeyi yapmaktayım. (Benim mükâfatını ancak Allah Teâlâ’ya aittir) Bu, âhirette kavuşacağım sevaptan, Allah’ın rızâsına ulaşmaktan ibarettir. (Ve ben müslümanlardan olmaklığımla emir olundum) yani: Ben, Cenâb-ı Hak’kın hükmüne boyun eğen ve itaat edenlerden veya İslâm dinine bağlı bulunan zatlardan olmakla emrolundum, onun tersini yapamam. Siz ister kabul ediniz, ve ister etmeyiniz, ben vazifemi yapmaya çalışırım, ben emrolunduğum dinî bir hizmeti terkedemem.

§ Bu âyeti celîlede işaret vardır ki: Her din âlimi, üzerine düşen dinî vazifeleri sırf Allah rızası için yapmaya çalışsın. Halktan bir lûtf ve ihsan beklemesin, bir şöhret sevdasında bulunmasın, güzel hizmetlerinin mükâfatını Cenâb-ı Hak’tan beklesin. İşte insanlığın hakikî önderleri olan mübârek Peygambelerin hareket tarzları bizim için uyulması gereken en mükemmel bir örnektir.

73. Yine onu yalanladılar. Biz de onu veonunla beraber gemide bulunanları kurtuluşa erdirdik ve onları halifeler kıldık. Bizim âyetlerimizi yalanlayanları da boğduk. Artık bak! Uyarılanların âkıbetleri nasıl oldu.

73. Hz. Nuh, o kadar güzel nasihatlarda bulundu, kuvvetli deliller gösterdi. Buna rağmen onun kavmi (yine onu yalanladılar) küfrlerinde israr ederek o mübârek zatın peygamberliğini kabul etmeyerek inkâra devam eylediler. Cenâb-ı Hak’da buyuruyor ki: (Biz de onu) Hz. Nuh’u (ve onunla beraber gemide bulunanları) ona imân etmiş olan seksen kadar zatı (kurtuluşa erdirdik) boğulmaktan kurtardık (ve onları) o kendilerini selâmet sahiline erdirmiş olduğumuz mü’min zatları yeryüzünde (halifeler kıldık) suların içinde boğulup gidenlerin yerlerine geçirdik, onların yurtlarına sahip bulundular. (Bizim âyetlerimizi yalanlayanları da) tufanın dalgaları arasında (boğduk) mahveyledik. (Artık) Ey insan!, (bak) Kendilerine Peygamberleri tarafından öğütler verilmiş, Allah’ın azâbından (korkutulmuş) buna rağmen yine küfrlerinde, isyanlarında devam edip durmuş (olanların âkibetleri nasıl oldu?.) ne kadar müthiş bir azap dalgaları içinde mahvolup ve silinip gittiler. İşte bu bir tarihî hakikattır. Bütün inkarcılar, bu gibi âkibetleri düşünüp de uyanmalı değil midirler?.

§ Bu Kur’ânî açıklamalar, Rasûlü Ekrem Efendimiz hakkında bir teselliyi, onu inkâr edenler hakkında da bir tehdit ve tehlike haberini içermektedir. Bunca şuunatı feciüleser, Âdem için mucibi ibret yeter.

74. Sonra onu müteakip kavimlerine Peygamberler gönderdik. Onlara mucizeler getirdiler. Onlar ise evvelce yalanlamış oldukları şeylere imân eder olmadılar. İşte haddi aşanların kalplerini biz böylecemühürleriz.

74. Bu mübârek âyetler, Nuh Aleyhisselâm’dan sonra gönderilmiş olan Peygamberlere de kavimlerinin imân etmeyip yalanlamaya devam etmiş olduklarını bildirmektedir. Ve Hz. Musa ile Hz. Harunu da Firavun ile kavminin tasdik etmeyip onların gösterdikleri mucizeleri birer sihir sanmış olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Sonra onu müteakip) yani: Bilahara Nuh Aleyhisselâm’ın peygamberlik döneminin ardından (kavimlerine Peygamberler gönderdik) bu zatlar, Hud, Salih, İbrahim, Lût ve Şuayb Aleyhimüsselâm gibi kıssaları Kur’an’ı Kerim’de anlatılan yüce peygamberlerdir. Bu muhterem Peygamberler (onlara) o kendi kavimlerine (beyyîneler ile) kendilerini doğruluklarını gösteren açık mucizeler ile (geldiler) bu kadar kuvvetli delillere, kanıtlara rağmen (onlar ise) o kavimler ise cahiliyet ehlinden olup (evvelce) daha kendilerine o mübârek Peygamberler gelmeden evvel (yalanlamış oldukları şeylere) dinî hakikatalara, ilâhî hükmlere yine (imân eder olmadılar) yine kendilerine tebliğ edilen o gibi hakları, esasları inkâra devam edip bâtıl ıtikatlarından ayrılmadılar, (işte) O kavimler gibi (haddi aşanların kalplerini) her zaman (böylece mühürleriz.) Evet.. Kendi kazançlarını, kabiliyetlerini kötüye kullanarak hakkı kabule yanaşmayanların kalbleri Allah’ın kudretiyle mühürlenir kasavet bağlar, imân nurunun aksettiği yer olamayarak dalâlet karanlıkları içinde kalır.

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki: insanların ihtiyarî fiilleri, kendi kesbleri ve Allah Teâlâ’nın kudreti ile meydana gelmektedir, bunda bir zorlama yoktur.

75. Sonra onların ardından Musa’yı ve Harun’u Firavun’u ve onun toplumuna mucîzelerimîzle gönderdik. Fakat böbürlendîler ve günahkârlar olan bir kavim oldular.

75. (Sonra onların ardından) Evvelce insanlığıhak dine davet etmekle emrolunan Peygamberleri müteakip (Musa’yı ve Harun’u Firavun’a ve onun) Firavun’un (cemaatine) kavminin ileri gelenlerine vesaireye (ayetlerimiz ile) A’raf sûresinde ayrıntılı olarak açıklanan mucizelerle, dokuz nevi harikulâde şeylerle (gönderdik) Firavun ile onun kavmi ise bunlaran istifade etmediler, kendi sapıklıklarını bırakmadılar (fakat böbürlendiler) kendilerini büyük gördüler, yani: Hak etmedikleri halde kibir = büyüklük iddiasında bulunmaya cür’et ettiler, imândan kaçındılar, (ve günahkârlar olan) pek büyük günah sahibi bulunan kâfirler takımından (bir kavim oldular) inkârlarında, cehaletlerinde sebat gösterdiler.

76. Vaktaki onlara bizim tarafımızdan hak geldi, şüphe yok ki: Bu elbette apaçık bir sihirdir dediler.

76. (Vaktaki, onlara) Yani: Firavun ile kavmine (bizim tarafımızdan) Allah katında (hak geldi) bir takım mucizeler ortaya çıktı, asâ gibi, yedi beyzâ gibi hârikalar görülmeğe başladı (şüphe yok ki, bu) meydana konulan harika, bu fevkalâde durum (elbette apaçık bir sihirdir dediler) o inkarcılar, öyle apaçık parlak mucizelerin o yüksek mahiyetlerini düşünmediler, onları hemen inkâra, onları sihir kabilinden şeyler sanmaya başladılar.

77. Musa dedi ki: Size geldiği zaman hak için bu sihirdir, der misiniz? Bu bir sihir midir? Halbuki, sihirbazlar kurtuluşa eremezler.

77. Bu mübârek âyetler, Hz. Musa’nın Firavun’a ve kavmine karşı onların sihir iddialarını red eylediğini bildirmektedir. Firavun ile kavminin de Hz. Musa ile Hz. Harun hakkındaki kötü zanlarını ve küfr üzere israr edeceklerini göstermektedir. Şöyle ki: Hz. Musa’nın ortaya koyduğu hârikaları sihir telâkki eden Firavun ile kavmini red için (Musa dedi ki:) Ey inkârcı topluluk!. (Size) Bizim doğruluğumuzu isbat (geldiği zaman hak için) açık bir harika, bir mucize için (bu sihirdir dermisiniz?.) Böyle cahilce bir iddiyaa nasıl cür’et gösterebilirsiniz?. (Bu bir sihir midir) hak, sahibini başarılara ulaştırır, sihir ise sürekli olmaz, mahiyeti meydana çıkar yok olur gider. (Halbuki, sihirbazlar felâh bulamazlar) kurtuluşa, başarıya kavuşamazlar. Nitekim daha sonra da sihirbazların sihirleri yok olarak mucize ile sihir arasındaki fark meydana çıkmıştır.

78. Dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz şeyden bizi çevresinde yeryüzünde ululuk ikinizin olsun diye mi bize geldin? Biz ikinize de inanacak değiliz.

78. Firavun ile kendisine tâbi olanlar, Hz. Musa’ya hitaben (Dediler ki:) Ya Musa!, (babalarımız” üzerinde bulduğumuz şeyden) putlara tapmaktan, onların dinlerinden (bizi çeviresin) döndüresin (de yerde) Mısır diyarında (ululuk) mülk ve saltanat (ikinize) seninle kardeşin Harun’a (olsun diye mi bize geldin?.) Sizin maksadınız bu mudur?. Halbuki, biz sizi tasdik etmeyiz (biz ikinize de inanacak değiliz) sizin getirdiklerinizi, bizlere tebliğ ettiğiniz şeyleri biz kabul etmeyiz.

79. Ve Firavun dedi ki: Bütün bilgin sihirbazları bana getiriniz.

79. Bu mübârek âyetler, Hz. Musa’ya karşı Firavun’un, aldığı vaziyeti bildirmektedir. Başına topladığı sihirbazların hezimete uğrayarak sihirlerinin ibtâl edildiğini, hakkında tecelli eylediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Firavun ile kavmi Hz. Musa’nın tebliğatını kabul etmediler. (Ve Firavun) kavmine (dedi ki: Bütün bilgin) sihir ilminde usta, maharetli olan (sihirbazlar! bana getiriniz) Musa’ya ve kardeşine karşı cephe alsınlar, onlar ile münazarada bulunsunlar, onları sustursunlar.

80. Vaktaki: Sihirbazlar geliverdiler. Onlara Musa: “Siz ne atacak iseniz atınız” dedi.

80. Firavun’un adamları hemen koştular, her taraftan sihirbazları toplayıp, meydanaçıkarmağa çalıştılar. (Vaktaki: Sihirbazlar geliverdiler) Hz. Musa’yı da kendileri gibi sihirbaz zannederek “Sen mi evvelâ atacaksın, biz mi atalım, maharetimizi meydana koyalım” dediler. (Onlara Musa) Aleyhisselâm (siz ne atacaksınız atınız) sihirlerinizi göstermek için ne gibi bir tedbir alacaksanız alınız (dedi) onlara karşı metanetini gösterdi. Hz. Musa’nın onlara böyle bir emîrde bulunması, onların âcizliklerini meydana çıkarmak, gösterecekleri sihirleri ibtâl etmek, meydana getirecekleri şeylerin fâsit birer şey olduğunu insanlara göstermek içindi. Yoksa onlara sihir yapmalarını teklif için değildi. Sihir haram olduğundan Yüce bir Peygamber onun yapılmasını emretmez.

81. Vaktaki onlar atıverdiler, Musa dedi ki: Sizin getirmiş olduğunuz şey, sihirdir. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ onu iptâl edecektir. Muhakkak ki. Allah Teâlâ bozguncuların işini düzeltmez.

81. (Vaktaki onlar) O sihirbazlar, ellerindeki iplerini, değneklerini meydana (atıverdiler) bunları hareket eder gibi bir surette göstererek insanları korkutmaya başladılar, büyük bir sihir meydana getirmiş oldular, o sihirbazlara (Musa) Aleyhisselâm (dedi ki: Sizin) meydana (getirmiş olduğunuz şey, sihirdir) o haram bir harekettir, yok olmaya mahkumdur, hakka galip gelecek bir kuvvete sahip değildir, (Allah Teâlâ onu ibtâl edecektir) Benim elimde göstereceği bir mucize ile onu mahvedecek ve izini silecektir. inkârcıların, müşriklerin ayıplarını meydana çıkaracaktır. (Muhakkak ki. Allah Teâlâ bozguncuların işini düzeltmez) binaenaleyh sihir gibi bozguncuların gösterecekleri şeyleri de mahvedecektir.

82. Ve Allah Teâlâ, Hakkı sözleriyle açığa çıkarır, isterse günahkârlar hoşlanmasınlar.

82. (Ve Allah Teâlâ, hakkı) ilâhî dinini,Peygamberlerinin galibiyetini (sözleri ile) kazası ve kaderi ile veya peygamberlerine yaptığı ilâhî vâdi ile (gösterir) isbat eyler, takviye buyurur, (isterse) bu hakkın böyle ortaya çıkmasını ve galibiyetini, sihir gibi vesaire gibi haram şeyler ile uğraşan (günahkârlar hoşlanmasınlar) onlara rağmen hak tecelli edecektir. Nitekim de etmiştir, sihirbazlar mağlûp olarak Hz. Musa’nın mucizesi tahakkuk eylemiştir.

83. Artık Musa’ya imân etmedi, ancak kavminden bir zürriyet kendilerinin Firavun’dan ve onların cemaatinden bir belâya uğrayacaklarından korkar oldukları halde imân etmiş oldular. Firavun ise muhakkak ki, o yerde ululuk taslayan (biri) idi ve şüphe yok ki, o haddi aşanlardan idi.

83. Bu mübârek âyetler, birçok muazzam mucizeler göstermiş olduğu halde Musa Aleyhisselâm’a pek az kimselerin imân etmiş olduklarını bildirmektedir. Bu suretle de Rasûlü Ekrem Efendimize teselli vermektedir. Musa Aleyhisselâm’ın o imân eden zatlara yapmış olduğu tavsiyeyi o zatlarında bu tavsiyeyi kabul ederek Cenâb-ı Hak’ka ne gibi niyazlarda bulunmuş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz, kavminden birçoklarının İslâmiyeti kabul etmeyip küfr üzere sebat ettiklerini gördükçe üzülüyor, hüzn ve keder içinde kalıyordu. Cenâb-ı Hak ise Rasûlü Ekrem’ine bu gibi âyetlerle teselli veriyor, Hz. Musa ile kavminin hallerini bildiriyor. Evet… Hz. Musa, o kadar mucizeler gösterdiği halde kavminden pek az kimse imân etmiş idi, diğerleri küfrlerinde devam edip durmuşlardı. Evet.. (artık Musa’ya) O Yüce Peygambere, hak dine davet ettiği kimseler (imân etmedi) dinsizliklerinde sebat ettiler (ancak kavminden) Hz. Musa’nın kavmi alan İsrail oğullarından (bir zürriyet) bir taife, bir takım gençler (kendilerinin Firavun’dan veonların cemaatinden) o Firavun ile onun kavminin ileri gelenleri tarafından (bir belâya) bir imtihana (uğrayacaklarından korkar oldukları halde) yine metanet göstererek (imân etmiş oldular) nice kimselerde bu korku sebebiyle imândan mahrum kalmışlardı. (Firavun ise muhakkak ki, o yerde) Mısır diyarında (ululuk taslayan biri idi) kendini beğenmiş bir diktatör idi. (Ve şüphe yok ki, o) lânete uğramış Firavun (haddi aşanlardan idi) ancak bir kul olduğu halde rablık iddiasında bulunuyordu. Beni İsrail’den nice kimseleri öldürmüş, yeryüzünde ne bozguncu hareketlerde bulunmuştu.

84. Musa da dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’a imân etmiş iseniz eğer O’na teslim olmuş iseniz artık O’na itimad ediniz.

84. (Musa) Aleyhisselâm (da) kavmine (dedî ki: Ey kavmim!. Eğer allah’a imân etmiş) Cenâb-ı Hak’ki ve onun âyetlerini tasdik eylemiş (iseniz) ve siz hakikaten (eğer teslim olmuş iseniz) yani: Cenâb-ı Hak’kın kazasına razı oImuş veya siz kalben imân etmiş görünürde de müslüman olduğumuzu söylemiş ve ıtirafta bulunmuş kimseler iseniz (artık ona itimad ediniz) o Yüce Yaratıcıya tevekkül edin, sığının başkalarından korkmayın, dininizi güzelce muhafazaya çalışın.

85. Onlar da dediler ki: Allah Teâlâ’ya itimat ettik. Ey Rabbimiz! Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma.

85. (Onlar da) O imân eden zatlar da Hz. Musa’ya cevap olarak (dediler ki) gvet biz (Allah Teâlâ’ya itimad ettik) ona tevvekkül edip boyun eğdik. Sonra da DU zatlar, Cenâb-ı Hak’ka dua ve niyâz ederek dediler ki: (Ey Rab’bimizî. Bizi o zalimler topluluğu için deneme konusu kılma) onları bize musallat etme ki, olzi bir belâya düşürmesinler, bizlere eza ve cefada bulunarak dinimizdeki sebatımıza mâni olamasınlar.

86. Ve rahmetin ile bizi o kâfirler olan kavimden kurtar.

86. (Ve) Hz. Musa’ya imân eden zatlar şöyle de bir duada bulundular. Ey Rabbimiz!, (rahmetinile bizi o kâfirler olan kavimden) O Firavun ile ona tâbi Dlan müşrik topluluktan (kurtar) onların esaretinden; meşakkatli işlerinden, zalimce l’ıâkimiyetlerinden bizi kurtar. Bu mü’min zatlar, samimi bir imâna nâil olmuşlardı Cenâb-ı Hak da dualarını kabul buyurdu. Düşmanları, olan Firavun ile yardakçılarını hıelâk etti, kendilerini ise kurtuluşa erdirerek düşmanlarının yurtlarına sahip ve hâkim kıldı. İşte samimi imânın ve duanın mükâfatı!.

87. Ve Musa ile kardeşine vahy ettik ki. Mısır’da kavminiz için evler hazırlayınız ve evlerinizi namaz kılınacak yerler yapınız ve namazı dosdoğru edâ ediniz ve mü’minleri müjdele.

87. Bu mübârek âyetler, mü’minlerin evlerini mescid edinmelerine dâir Hz. Musa ile kardeşine yönelmiş olan ilâhî vahyi ve mü’minlerin muvaffakiyetle müjdelendiklerini bildirmektedir. Ve Hz. Musa’nın inkârcı ve nankör olan kavminin aleyhindeki duasını ve bu duanın kabul edilmiş olduğunu, ifâde etmekte ve cahillerin yollarına tâbi olmayıp doğruluk üzere devam edilmesini emretmektedir. Şöyle ki: (Ve Musa ile kardeşine) Kendisine yardımcı olmak üzere peygamber olmasını niyâz etmiş olduğu Harun Aleyhisselâm’a (vahy ettik) emir eyledik (ki: Mısır’da kavminiz için) mü’min olan zatlar için (evler hazırlayınız) onlarda oturur, ibâdete devam edersiniz. (Ve evlerinizi) o yapacağınız hanelerinizi (namaz kılınacak yerler yapınız) birer namaz kılınacak yer, birer mescid edininiz, oralarda kıbleye, yani: Kâbe’i Muazzamaya yönelerek namazlarınızı kılmaya çalışınız (ve) yerine getirmekle mükellef olduğunuz (namazı dosdoğru) şartlarına verükunlarına uyarak (edâ ediniz.) Artık dışarda namaz kılarak düşmanların ezâ ve cefâsına, belâlarına mâruz kalmayınız (ve mü’minleri müjdele) Allah’ın dinini kabul edenleri dünyada zafer ile, âhirette de cennet ile müjdele. İşte bu muvaffakiyet, dindarlığın mükafâtıdır.

§ Rivâyete göre Hz. Musa ile ona tâbi olanlar, ilk zamanlarında kendi evlerinde kâfirlerden gizlice olarak namaz kılmakla mükellef bulunmuşlardı. Tâki: Kâfirler, onları öyle ibâdetle meşgul görerek kendilerine eza ve cefada bulunmasınlar. Nitekim müslümanlar da İslâm’ın başlangıcında Mekke’i Mükerreme’de böyle evlerinde namaz kılarlardı. Şöyle deniliyor ki: Musa Aleyhisselâm, Firavun’u dine dâvet etmekle emrolununca Firavunun emriyle Beni İsrail’e ait mescidler tahrip edilmişti, kendileri namazdan men olunmuşlardı. Bunun üzerine evlerinde kılmaları kendilerine Allah tarafından emredilmişti. Bir de deniliyor ki: Musa Aleyhisselâm’a karşı Firavun şiddetli bir düşmanlık gösterince Hak Teâlâ Musa Aleyhisselâm ile ona imân edenlere emretmiştir ki: Firavun gibi düşmanlara rağmen siz evlerinizi mescid edinerek oralarda namazlarınıza devam ediniz, Hak Teâlâya itimatda, tevekkülde bulununuz, o Yüce Mâbud sizi korur. Âkıbet zafer, muvaffakiyet, sizin için takdir edilmiştir. Ne büyük bir müjde.

88. Musa da dedi ki: Ey Rabbimiz! Şüphe yok ki, sen Firavun’a ve onun cemaatine dünya hayatında ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz! Senin yolundan saptırsınlar diye. Ey Rabbimiz! Onların mallarını mahvet ve kalplerinin üzerini şiddetle mühürle. Tâki: Onlar acıklı azâbı görünceye kadar imân etmesinler.

88. Firavun ile kavminin o küfr ve düşmanlıkta devamları sebebiyle (Musa da) Cenâb-ı Hak’ka niyâz ederek (dedi ki: Ey Rab’bimiz!. Şüphe yok ki, sen Firavun’a ve onun cemaatine) onunkavminin eşrâfına, ileri gelenlerine (dünya hayatında ziynet) süslenecekleri elbiseler, nakil vasıtaları vesaire verdin (ve mallar verdin) onları çeşitli servetlere sahip klıdın. Deniliyor ki: Mısır’daki eski bir beldeden Habese diyarına kadar dağlarda altın, gümüş, zebercet, yakut mâdenleri var idi. Firavun ile yardakçıları bunlardan istifade ederlerdi. Hz. Musa, onların bu nimetlerden istifâde etmelerindeki gayelerine işaret için diyordu ki: (Ey Rab’bimîz!.) Sen onlara bu nimetleri verdin (senin yolundan saptırsınlar diye) kendilerini de başkalarını da sapıklığa düşürsünler için. Bu, onların haklarında bir imtihandır, yavaş yavaş azâba yaklaştırmaktır, nimete karşı nankörlükte bulunarak ebedî azaplara uğramalarına bir sebeptir. (Ey Rab’bimiz!. Onların mallarını mahvet) Değiştir, başkalaştır ve helâk eyle (ve) onların (kalplerinin üzerini şiddetle mühürle) kasvete uğrasınlar, imân için açık bir halde bulunmasınlar. (Tâki, onlar acıklı; azâbı görünceye kadar imân etmesinler) O zamandaki bir imân ise bir ümitsizlik imânı olacağından kendilerine asla fâide vermeyecektir.

89. (Allah) Buyurdu ki, ikinizin de duası kabul olunmuştur. Artık doğruluğa devam ediniz ve bilmez olanların yoluna tâbi olmayınız.

89. Hz. Musa’nın bu duası ve niyâzı üzerine Allah Teâlâ da vahy ederek (buyurdu ki:) Ya Musa!. (Ikinizin de) Senin de, kardeşin Harunun da (duası kabul olunmuştur.) Hz. Musa, dua ederken Hz. Harun da âmin diyormuş, böyle âmin demek de bir duadır, yapılan duanın kabulünü niyâzdır. Maamafih Harun Aleyhisselâm da ayrıca dua etmiş olabilir. (Artık doğrulukta devam ediniz) insanları dine dâvet etme peygamberlik vazifesini yerine getirmesi, inkârcıları deliller ile susturma hususunda sebat eyleyiniz (ve bilmez olanların yoluna tâbi olmayınız) yani: Dine ibâdet ve itaate, ilâhî fiillerdeki hikmet vefaydaya akılları ermeyen, câhil kimseler gibi düşünmeyiniz. Bir takım cahiler vardır ki: Bir dua yapıldı mı onun hemen kabul edilip isteğin derhal karşılanacağını zanneder, karşılanmadı mı ümitsizliğe düşer. Böyle acele istemek ve ümitsizlik ancak cahillerden şudur eder. Halbuki: Bir duanın kabul edilmiş olası için istenilen şeyin hemen meydana gelmesi icabetmez. Onun hikmet gereği muayyen bir zamanı olabilir, o zaman gelmedikçe meydana gelmez. Bir de var ki, bazı istenilen şeylerin meydana gelmesi, hikmet ve faydaya aykırı olur. Artık onun herhalde meydana gelmesini istemek bir cehalet eseridir. Fakat meşru, hikmete uygun bir dua kabul edilir. Dua eden bunun meyvesini dünyada olmasa da âhirette görür. İşte Yüce Peygamberlerin duaları da vakitleri gelince kabul edilmiştir. Meselâ: Hz. Musa’nın duasiyle inkârcı olan kavmin servetleri yok olmuş, malları, ekinleri, mâdenleri, cevherleri taş kesilmiş, daha sonra Nil nehrinde boğularak dünya hayatları sona ermiş, uhrevî azaplara kavuşmuşlardır. İşte Kur’an’ı Kerim, onların bu akıbetlerini de beyan buyurmaktadır.

90. Ve İsrail oğullarını denizden geçirdik. Firavun ile askerleri ise zulümetmek ve saldırmak üzere onların arkalarına düşmüşlerdi. Nihayet ona boğulmak yetişince dedi ki: Ben İsrail oğullarının imân etmiş olduklarından başka ilâh olmadığına muhakkak ki, imân ettim ve ben de Müslümanlardanım.

90. Bu mübârek âyetler, Hz. Musa’nın dualarının kabul edilip kendisine tâbi olanlar ile beraber selâmet sahasına kavuşmuş olduğunu, onu inkâr eden Firavun ile ordusunun ise sular içinde boğulup gittiklerini bildirmektedir. Firavunun boğulacağı sırada Allah’ın birliğini tasdik etmiş ise de bu bir ümitsizlik imânı olduğundan kabul edilmeyerek kendisinin boğulduğunu ve başkalarına bir ibret olmak üzere cesedinin sahile atılmışolduğunu beyân etmektedir. Ve bu gibi Allah’ın kudretine şahitlik eden hârikalardan insanların çoğunun gafil bulunduklarını hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Firavun, Hz. Musa ile ona imân eden İsrail oğulları kabilelerine pek çok ezâ ve cefâya başlamıştı. Hz. Musa’nın duası kabul olundu, kendisiyle kardeşi Hz. Harun’un ve onlara tâbi olan İsrail oğullarının Mısırdan çıkıp gitmelerine Allah tarafından müsaade verildi. Bunun üzerine toplanarak ansızın Mısır’dan çıkıp gitmeğe başladılar. Bunların bu hareketlerinden haberdar olan Firavun’un, pek çok kuvvetli bir ordusu ile bunları takibe başladı, İsrail oğulları, Bahri Ahmer = Bahri Kulzüm denilen Süveyş denizi kenarına gelmişlerdi. Düşmanları ise kendilerini takib edip duruyorlardı. Korkunç bir vaziyet!. Fakat Hz. Musa, aldığı ilâhî bir vahiyden dolayı âsasını denize vurdu, bir harika olarak İsrail oğullarının oniki kabilesi için oniki yol açıldı, oralardan geçerek selâmet sahiline eriştiler. İşte Cenâb-ı Hak, bu hadiseyi bir ibret ve uyanma vesilesi olmak üzere şöylece beyân buyuruyor: (Ve İsrail oğullarını denizden geçirdik) onları koruyarak denizin sahiline çıkardık (Firavun ile askerleri ise) sırf küfrlerinden dolayı (zulmetmek ve saldırmak üzere) tecavüzde bulunmak için (onların) o Hz. Musa’ya tâbi olan İsrail oğullarının (arkalarına düşmüşlerdi) bu düşmanlar binlerce suvâri askerlerden ibâret idiler, denizdeki yolların açılmış olduğunu gördüler, öyle bir hârikanın hikmetini anlayamadılar, İsrail oğullarını tepelemek için hemen o açık yollara atıldılar, bir kudret ile, onları böyle bir felâkete sevketmişti, onlar ise bundan gafil bulunuyorlardı. Sular tekrar birleştiler, yolları kapadılar. Firavun ile ordusu sular içinde kaldı, (nihayet ona) Firavun’a (boğulmak yetişince) boğulup gideceğini anlayınca lisanı ile veya kalben (dedi ki: Ben, İsrail oğullarının imân etmiş olduklarından başka ilâh olmadığına muhakkak ki, imân ettim.) Artık kendisininküfrünü anlamış, kurtulabilmesi için İsrail oğullarının imân etmekte oldukları kâinatın ilâhına imândan başka çare olmadığına kanaat getirmiş idi. Fakat bu, bir ümitsizlik imânı idi, bu haldeki bir imân, muteber değildir. O vakte kadar görmüş olduğu birçok mucizelere rağmen küfründe israr edip durmuştu. Şimdi öyle bir azabın ortaya çıktığını anlayınca imân etmiş (ve ben de müslümanlardanım) yani: Nefsimi Cenâb-ı Hak’ka teslim eden İsrail oğulları gibi samimi mü’minlerdenim, demişti. Ne yazık ki: Artık vakti geçmişti. Böyle bir imân kabule lâyık değildi. Özellikle Allah Teâlâ’ya imân ettiğini söylemiş ise de Hz. Musa’nın Yüce bir Peygamber olduğunu yine itiraf etmemiş gibi bulunuyordu. Yüce Allah’ın herhangi bir Peygamberini tasdik etmemek ise Cenab’ı Hak’ka imân etmemek hükmündedir.

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN