ENBİYA SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübarek sûre, Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur. Yüz on iki âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bir kısım Muhterem Peygamberlerin kıssalarını içine aldığı için kendisine bu ünvan verilmiştir. Bu mübarek sûre, kendisinden evvelki, Tâ, Hâ sûresinin sonunda beyan buyurulan ve gelmesinin beklenilmesi emrolunan kıyamet vaktinin yaklaşmış olduğunu ihtar buyuruyor, inkârcıların ne kadar gafilce, alay eder bir vaziyette bulunduklarını ve böyle kimselerin pek fecî âkibetlerini bildiriyor, ehli İmanın da selâmet ve saadete nâil olacaklarını müjdeliyor. Bütün insanlığa birer uyanma vesilesi olmak üzere Cenab’ı Hak’kın kudret eserlerine işarette bulunuyor, Allah Teâlâ’nın birliğini, yüceliğini, çoluk çocuğa ihtiyaçtan münezzeh olduğunu beyan ve ilâhî dinî insanlığa telkin etmiş olan bir kısım mübarek Peygamberlerin kıssalarını nazarı dikkatlere sunuyor ki, bunlar on kıssadan ibarettir. Bu kutsal sûre sonunda da Son Peygamber Hazretlerinin bütün insanlık için bir ilâhî rahmet olduğunu ilân ve yer yüzüne sonunda mümin, iyi kulların vâris olacaklarını müjdelemektedir.

1. İnsanlara hesapları yaklaştı. Halbuki, onlar gaflet içinde yüz çeviren kimselerdir.

1. Bu mübarek âyetler, hesap gününün yaklaştığını, buna rağmen inkârcıların gaflet ve sapıklık içinde yaşadıklarını bildiriyor. Hz. Peygamberin değerinin yüceliğini takdir edemeyip gösterdiği mucizeleri sihir sandıklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki:(insanlara) bütün insanlara veya müşriklere (hesapları yaklatı) yani: Hesaba tâbi olacakları kıyamet günü yaklaştı (halbuki, onlar) o hesaba tâbi olacak kimseler (gaflet içinde) o günü, o hesabı düşünmekten mahrum bir halde kendilerine verilen nasihatlardan, okunan âyetlerden (yüz çevirir kimselerdir.) kendi geleceklerini düşünmezler, nefislerinin arzusuna tâbi olarak gafilce bir halde yaşar dururlar.

§ Evet… Bu içinde yaşadığımız dünya âlemi, kimbilir ne kadar milyonlarca sene evvel yaradılmıştır. Fakat bu âlem kalıcı değildir. Birgün mahvolacaktır, insanlık, yeniden hayata kavuşacak başka bir âleme sevkedilecektir ki, o âleme, ahiret âlemi denilir. İşte bu ahiret âlemine insanlığın sevki binlerce sene sonra vâki olacak olsa da geçmiş zamanlara göre bu pek az bir süre mesabesinde bulunmuş olur. Nitekim milyonlarca bir paraya göre binlerce para azbir şey sayılır. Bununla beraber milyonlarca seneler de ezelî ve ebedî olan Allah Teâlâ’ya göre pek az bir zamandan başka değildir. Binaenaleyh hesap günü, yani ahiret günü, bu bakımdan da pek yakın bulunmaktadır.

2. Onlara Rablerinden yeni bir ihtar gelmez ki, illâ onu alaycı bir halde dönerler.

2. (Onlara) o gaflet içinde yaşayan kimselere (Rablerinden yeni bir ihtar gelmez ki,) yani: kendilerini gafletten, cehaletten uyandıracak bir ilâhî vahiy, bir peygamber tebliğ gelmez ki (illâ onu alaycı bir halde dinlerler) fevkalâde bir gaflet, bir cehalet içinde yaşadıkları için öyle kendilerini irşada, hidayete kavuşturmaya vesile olan şeyler ile alayda bulunurlar, onlardan pek ziyade kaçınırlar, âkibetlerini hiç düşünmezler.

3. Kalpleri gaflet içinde olarak dinlemiş olurlar ve zulümetmiş olanlar, pek gizlice fısıltıda bulunurlar da derler ki bu sizin gibi bir insandan başka değil, artık siz görür kimselerolduğunuz halde sihire mi geleceksiniz?

3. O inkârcıların (kalpleri gaflet içinde olarak) dinlemiş olurlar, verilen öğütleri, tebliğ edilen hükümleri dinlemekten kaçınırlar, onları gafletle, inkârcı bir hâletle dinler, onların doğruluğunu, yüceliğini anlamayıp inkârına devam ederler. (Ve zulmetmiş olanlar) inkârları yüzünden nefislerini helâke mâruz bırakmış olan o inkarcılar, kendi aralarında (gizlice fısıltıda bulunurlar da) derler ki: (Bu) Peygamberlik iddiasında bulunan zat da (sizin gîbî bir insandan başka değil) o da sizin gibi yiyip içiyor, aynı yaratılışta bulunuyor. (Artık siz) onun bir insan olduğunu (görür kimseler olduğunuz halde sihire mi geleceksiniz?) onun sihrine mi aldanarak ona tâbi olacaksınız?

§ Bu inkarcılar, zannediyorlardı ki: insanlara gönderilecek Peygamberlerin melek olmaları lâzımdır, kendileri gibi insanlık vasfına sahip olan kimselerin Peygamber olamıyacaklarına inanıyorlardı, kendilerini, ileri görüşlü, aydın sanıyorlardı. Biçare cahiller! Bir kere düşünmüyorlardı ki, Cenab’ı Hak, mülkünde dilediği gibi tasarrufa kadirdir, mâliktir ve onun her emri, her fiili bir hikmet ve faydaya dayanmaktadır. İnsanlar içinde yaratılıştan pek seçkin zatlar vardır ki, onlar melekler kadar ve belki daha ziyade yüce bir yaratılışa sahiptirler, işte Rasûlullah’da tecelli eden ahlâkî olgunluklar ve göserdiği mucizeler buna parlak bir delil bulunuyordu, o yüce peygamberin bütün teklifleri de insanlığın selâmetine, saadetine ait şeyler idi. Artık hakikaten görür, düşünür olan kimseler, o kadri yüce Peygamberin risaletini tasdik etmezler mi? Artık insanlığa yine beşer cinsinden bir zatın, bir mürşit, bir hidayet rehberi olmak üzere gelmiş olmasını, bir hikmet gereği, bir ilâhî lütuf telâkki edip ona tâbi olmazlar mı? Ne yazık ki: Birçok kimseler, kendi cehâletlerini, yanlış düşüncelerini görmezler de karanlıklar içinde yaşadıklarıhalde kendilerini aydın, gerçekleri gören sanırlar da kendilerini hakikî bir aydınlığa, bir fazilet nuruna kavuşturmak isteyen zatları inkâra cüret gösterirler, birnice hârikaları, mucizeleri, büyü sanar dururlar. Ne büyük bir cehalet!

4. Dedi ki: Rabbim, gökteki ve yerdeki söyleneni bilir ve o, her şeyi tamamen işiticidir, bilicidir.

4. Bu mübarek âyetler, fısıltılarda bulunan inkârcı şahıslara karşı Resûl-i Ekrem’in yaptığı ihtarı anlatıyor. O gafillerin yüce Peygamber hakkındaki boş yakıştırmalarını ve ondan bir mucize talebinde bulunduklarını naklediyor. Bu inkârcıların da helâke uğramış olan eski kavimler gibi İmân nimetlerinden mahrum kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Yüce Peygamber, o inkârcılara hitaben (dedi ki: Rabbim) beni besleyip yaşatan bana ihsan buyuran yaratıcım (gökteki ve yerdeki söyleneni bilir) gizli ve açık hiçbir söz yoktur ki, onu Cenab’ı Hak bilmesin (ve o) Kainatın Yaratıcısı Hazretleri (her şeyi tamamen işiticidir, bilicidir) ona karşı hiçbir şey gizli kalamaz. Binaenaleyh ey inkarcılar! Sizin, sözlerinizi de, içerinizdeki kuruntuları da, kötü fiilleriniz ile kanaatlerinizi de O Yüce Yaratıcı tamamen görüp bilmektedir, sizi o sözlerinizden işlerinizden dolayı muhasebeye tâbi tutacak, cezaya uğratacaktır.

5. Hayır, dediler: Karışık rüyâlardır, hayır, onu iftira etmiştir, o belki bir şairdir. İmdi bize evvelkilerin gönderilmiş oldukları gibi bir âyet getiriversin.

5. O inkarcılar, Resûl-i Ekrem’in göstermeye muvaffak olduğu mucizeleri, kendilerine tebliğ buyurmuş olduğu âyetleri inkâra devam ettiler, (Hayır… Dediler:) o Kur’an (karışık rûyâlardır) yani: Yorumu bulunmayan yalan, karışık, muntazam olmayan rüyâlardan ibarettir. Yine hepsi veya bazıları dediler ki: (Hayır, onu iftira etmiştir) o Kur’an’ınâyetlerini kendisi tanzim edip Allah’a isnad eylemiştir. Şunu da dediler ki: (O belki bir şairdir) tebliğ ettiği şeyler, kendisinin hayal ettiği manzu-melerden, şairane sözlerden ibarettir. Bu cahil inkarcılar, Kur’ân-ı Kerîm’in, benzerini getirmek imkânsız olan bir söz mucizesi olduğunu ve Rasûlullahta tecelli eden bir nice hârikaları, fevkalâde üstünlükleri, tebliğatındaki hikmet ve yüceliği takdir edemeyip de şöyle demişlerdi: (İmdi bize evvelkilerin) eski Peygamberlerin Allah tarafından (gönderilmiş oldukları) âyetler, mucizeler (gibi bir âyet getiriversîn) âsâ gibi, Beyaz el gibi, dağların tesbih etmeleri, rüzgârların emre verilmiş olmaları, ölülerin diriltilmeleri gibi bir harika vücude getirsin.

6. Bunlardan evvel helâk ettiğimiz hiçbir belde ahalisi imân etmemişti, şimdi bunlar mı imân edecekler?

6. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Bunlardan evvel) bu asr-ı saadetteki inkârcılardan, böyle hârikaların vücude getirilmesini isteyen çağdaş dinsizlerden önce (helâk ettiğimiz hiçbir belde) ahalisi, kendilerine getirilen hârikalara, mucizelere rağmen yine (İmân etmemişti) küfürlerinde ısrar ederek hemen helâke mâruz kalmışlardı, (şimdi bunlar mı İmân edecekler?) Ne gezer! Bunlar da istedikleri hârikalar vücude getirilecek olsa yine imân etmeyeceklerdir. Bunlar da aslî yaratılışlarını o kadar zâyetmiş kimselerdir. Binaenaleyh bunlar da derhal helâki hak etmiş olurlar. Ancak Yüce Mabud Hazretleri son Peygambere ait bir imtiyaz, bir lütuf olmak üzere onu inkâr edenlere bir mühlet veriyor, onları uyanabilecekleri kadar bir müddet yaşatıyor, onları küfürlerinden dolayı hemen köklerini kazacak azap ile mahvı perişan etmiyor. Eğer istedikleri hârikalar meydana getirilse yine inkâr edecekleri için hemen helâk olup gideceklerdi. İşte böyle bir helâke hemen mâruz kalmamaları için her istedikleriharika vücude getirilmemiş oluyor. Fakat böyle inkârlarında devam ettikleri takdirde ergeç lâyık oldukları azaplara kavuşacaklardır.

7. Ve senden evvel de göndermedik, ancak kendilerine vahyeder olduğumuz bir takım erkekler gönderdik. Eğer siz bilmez kimseler oldunuz ise artık bilgin zatlardan sorunuz.

7. Bu mübarek âyetler, Peygamber Efendimizden evvelki peygamberlerin de insanoğullarından olup onların da diğer insanlar gibi yaşayıp hayatî terk etmiş olduklarını bildiriyor. O peygamberler ile bir kısım zatların selâmet ve kurtuluşa nail olduklarını, dinsizlerin de helâke uğrayıp cezalarına kavuştuklarını haber veriyor. Bu ümmet için şeref ve selâmete vesile olan Kur’ân’ı Kerîme sarılmanın gereğine işaret buyuruyor. Şöyle ki: Hak Teâlâ Hazretleri, “Bu da bizim gibi bir insandır” diye Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr eden müşriklere cevap olmak üzere buyuruyor ki: Ey Yüce Resûlüm ! (Ve senden evvel de göndermedik) hiçbir zaman insanla melekleri peygamber olarak göndermiş olmadık (ancak kendilerine vahyeden olduğumuz bir takım erkekler gönderdik) bütün çeşitli kavimlere gönderile peygamberler, kendi cinslerinden olan erkek insanlardan ibaret bulunmuştur. Bu hakikatı inkâr edenlere de ki: (eğer siz) Ey inkarcılar, müşrikler! (Bilmez kimseler oldunuz ise) kendi yaratılışınıza aykırı hareket ederek bu hakikatı anlamak kabîliyetinden mahrum kaldınız ise (artık bilgin) Peygamberlerin hallerini bilen (zatlardan sorunuz) dünya tarihini bilen, dinî kitapları okumuş, Peygamberlerin hallerinden haberdar olan her İlim sahibi, Peygamberlerin insan nev’inden olduğunu bilir, itiraf eder. Artık nasıl olur da siz ey inkarcılar! Hz. Muhammed’in bir insan olduğu için Peygamber olamıyacağını iddia edebilirsiniz?

8. Ve onları yemek yemez birer ceset kılmadıkve onlar ebedî kalan kimseler de olmadılar.

8. Evet… Peygamberler de insan idi, onlar da insan tabiatında yaratılmışlar idi. Onlar melek değildiler (ve onları) o Peygamberleri melekler gibi (yemek yemez) yemekten; içmekten müstağni (birer ceset kılmadık) bilakis onlar da insan olduk ları için yiyip içmek ve bir takım beşerî ihiyaçlar hususunda sair insanlar gibi idiler (ve onlar) o Peygamberler, cesetleri itibariyle (ebedî kalan kimseler de olmadılar) onlar bu dünyada ebedî kalan veya fevkalâde ziyade yaşayan zatlar da değildiler. Onlar da sair insanlar gibi vefat edip ruhları cesetlerinden ayrılmıştır.

9. Sonra onlara olan va’di gerçekleştirdik de onları ve dilediğimiz kimseleri kurtardık ve müsrif olanları da helâk ettik.

9. (Sonra onlara) o mübarek Peygamberlere (olan va’di) düşmanlarını helâk edip kendilerini selâmet sahasına erdireceğimize dair olan teminat (gerçekleştirdik de) meydana getirdik de (onları) o Peygamberleri (ve dilediğimiz kimseleri) müminlerden vesaireden olup kurtuluşa erdirilmeleri hikmet gereği bulunan bir kısım insanları (kurtardık) onları kurtuluşa erdirdik (ve müsrif olanları da) müşrikleri de, küfür ve isyanlar hususunda haddi tecavüz edenleri de (helâk ettik) Artık çağdaş inkarcılar da o gibi müthiş tarihî olaylardan birer ibret dersi almalı değil midirler?

10. Yemin olsun ki, size bir kitap indirdik ki, sizin şerefiniz ondadır. Hâlâ akıllıca düşünmez misiniz?

10. (Yemin olsun ki) mukaddes zatım hakkı için ki, Ey Kureyş cemaati! (size bir kitap indirdik ki) sizi irşat ve yüceltmek için Kur’an’ı Kerîm gibi yüce bir kitap ihsan eyledik ki, (sizin şeref iniz ondadır) sizin kadrinizi, adınızı yükseltecek hükümler onda yazılıdır, sizin dinî ve dünyevî muhtaç olduğunuz işlere dair malûmat onda anlatılmıştır. Bütün insanlık içinlâzım olan güzel ahlâka ait öğütler o ilâhî kitapta beyan buyurulmuştur. Artık bu kutsî kitabı size tebliğ eden Yüce Peygamber Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a tâbi olmayacak mısınız? (Hâlâ) o Peygamberin dînindeki yüceliği (akıllıca düşünmez misiniz?) onun muhterem bir insan olmasının Peygamberliğine mâni olmayacağını güzelce düşünerek onun gösterdiği hidayet yolunu takibedip durmalı değil misiniz? Siz hiç inkârcı olan kavimlerin başlarına gelen felâketlerden haberdar bulunmuyor musunuz? İşte sizlere ihsan buyurulmuş olan o mukaddes kitap, o eski kavimlerin o müthiş tarihî hallerini sizlerin dikkat nazarlarına sunmak lütfunda bulunuyor. Artık uyanınız!

11. Ve halbuki, biz nice zulmeden beldeyi helâk ettik ve onlardan sonra başka başka birer kavim vücuda getirdik.

11. Bu mübarek âyetler, dinsizliklerinden dolayı nice ülkeler ahalisinin mahvı perişan edilmiş olduğunu bildiriyor. Başlarına gelen felâketlerden dolayı zulümkâr olduklarını itiraf ederek nasıl bir vaziyet almış olduklarını, artık pişmanlıklarının kendilerine bir fâide vermiş olmadığını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Çağdaş kâfirler, inkarcılar, bir kere tarihten ibret almalı değil midirler? (Ve halbuki, birnice zulmeden beldeyi) şehirler ahalisini, o zulümleri, inkârları yüzünden (helâk ettik) onları parça parça kırıp attık. Onları o kötü hareketlerinin cezasına kavuşturduk (ve onlardan sonra) yerlerine kendileriyle din ve soy bakımından alâkaları olmayan (başka başka birer kavim vücude getirdik) nitekim vaktiyle Yemen’de, Kudüs havalisinde böyle olmuştur. Artık böyle müthiş inkılaplar, sonraki kavimler için birer uyanma vesilesi olmalı değil midir?

12. Ne zaman ki, onlar bizim azabımızı hissettiler, onlar hemen oralardan süratle kaçınmaya başladılar.

12. (Vaktaki, onlar) o helâk olan ahali (bizim azabımızı hissettiler) başlarına gelecek olan şiddetli cezanın başlangıcını görüp anladılar (onlar hemen oralardan) o bulundukları beldelerden (süratle kaçınmaya başladılar) binmiş oldukları hayvanları dizginleyerek kaçıp kurtulmak ümidine düştüler.

13. Kaçmayınız ve içinde nimetlendiğiniz yere ve meskenlerinize geri dönünüz. Umulur ki siz, sual olunacaksınızdır.

13. Bu firara başlayan sapıklara bir lisanı hal ile veya meleklerin lisaniyle denildi ki: (Kaçmayınız) nereye gidiyorsunuz? Durunuz (ve içinde nimetlendiğiniz yere ve meskenlerinize geri dönünüz) Öyle kendileriyle iftihar edip durduğunuz varlıkları şimdi nasıl terk ediyorsunuz? (Umulur ki, siz sual olunacaksınızdır.) size müracaat edenler, sizinle istişarede bulunmak isteyenler olacaktır veya yurtlarınıza gelecek yolcular, sizin nereye gitmiş olduğunuzu sorup duracaklardır. Sizler ki, onlara bir gösteriş için mallarınızdan harcamada bulunur idiniz! Artık kaçmayın, yerlerinize dönünüz, başınıza gelenleri soracak olanlara bile bile anlatınız! Bu beyanat, onların haklarında bir alay etmek ve kınamak içindir. Onlar kendi Peygamberlerini yurtlarından uzak düşürmek isterlerken kendileri daha sonra böyle bir olay karşısında kalacaklardır.

14. Dediler ki: Vay halimize! Muhakkak ki, biz zalimler olmuş idik.

14. O inkarcılar, vaktaki kurtuluş ümidini yitirdiler, azaba tutulacaklarını yakinen bildiler, büyük bir üzüntü ile (dediler ki: Vay halimize!) Ey helâkımız neredesin, gel bize (muhakkak ki, biz zalimler olmuş idik.) Peygamberleri yalanlamış, rabbimizin emirlerine muhalefette bulunmuştuk. Binaenaleyh böyle bir azabı hak etmiş bulunuyoruz. Bu onların cinayetlerini bir itiraf demektir. Ne yazık ki, artık pişmanlığın zamanıgeçmiştir, böyle gözleri önündeki azabı görür dururlarken yapacakları bir itiraf, bir pişmanlık kendilerine bir fâide vermez.

15. Artık onların bütün çağırmaları, bundan başka olmadı. Tâki: Onları biçilmiş, sönmüş kimseler kıldık.

15. (Artık onların bütün çağırmalar!) kendi aleyhlerinde dua edip durmaları (bundan) böyle vay halimize diyip başlarına helâki davet etmelerinden (başka olmadı) onlar böyle çağırmaya devam ettiler (tâki, onları biçilmiş, sönmüş kimseler kıldık) kılıçlar ile vesaire ile parçalanmış, ölüp gitmiş bir hale getirdik. İşte küfürün, Allah’ın eserlerini görüp de Cenab-ı Hak’kın varlığını, birliğini, kudret ve azametini tasdik etmemenin müthiş neticesi!

16. Ve göğü ve yeri ve bunların aralarında olanları, oyuncular olarak yaratmadık.

16. Bu mübarek âyetler, Yüce Yaratıcı Hazretlerinin bütün âlemleri boş yere yaratmamış olduğunu bildiriyor, bütün yaratılış eserlerinin birer hikmet ve menfaate dayanmış olduğunu, bunun aksine inananların azaba layık bulunduklarını ihtar ediyor. Göklerde ve yerde olanların Allah’ın birer mahlûku olduğunu, meleklerin de daima o Yüce Mabudu tesbih ile meşgul bulunduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Kâinatın yaratıcısı Hazretlerinin bütün eserleri, bütün hükümleri birer hikmet ve menfaate dayanmıştır (ve) o Yüce Yaratıcı buyuruyor ki: (Göğü ve yeri ve bunların aralarında olanları) sonsuz yüksek, geniş, çeşit çeşit tabakaları, san’at hârikalarını, muhtelif hayat sahiplerini (oyuncular olarak yaratmadık) Allah’ın zatı, abes yere bir şey vücude getirmekten münezzehtir, onun her yarattığı şey bir hikmete, bir faydaya dayanmaktadır, ve o Yüce Yaratıcının varlığına, şahitlik eden bir kudret eseridir. O halde insanların da abes yere yaratılmış oldukları elbetteki, iddia edilemez.Onların yaradılışı, o Yüce Yaratıcıyı bilip ona kulluk arzında bulunmak, onun hükümlerine tâbi olmak içindir. Bunun mükâfatı olarak da ebedî bir âlemde mutlu bir şekilde yaşamaktır. Bu kulluk vazifelerini ifadan kaçınanlar da elbetteki, azaba tutulacaklardır ki, bu da hikmet gereğidir.

17. Eğer biz bir eğlence edinmek istese idik elbette onu kendi tarafımızdan edinirdik. Eğer yapacaklar olsa idik.

17. O hikmet sahibi Yaratıcı buyuruyor ki: (Eğer biz bir eğlence edinmek istese idik) eğlence ve oyun türünden bir şey yapsaydık onu öyle dünyada görülen eğlenceler türünden değil (elbette onu kendi tarafımızdan) ilahlık şanına lâyık bir şekilde (edinirdik) onu öyle cisim ve maddelerden değil, mücerred şeylerden, insanlığın düşünemiyeceği yüce şeylerden edinirdik. Evet… (Eğer yapacaklar olsa idi) öyle harikulâde, insan düşüncelerinin üstünde bir surette yapar idik. Fakat oyun ve eğlence etmek Allah’ın şanına aykırı olduğundan bunlar asla edinilmemiş ve gerekli görülmemiştir. Artık bu gördüğünüz kainat da şüphe yok ki, bir oyuncak, boş bir şey kabilinden değildir. Bilakis bütün bunlar, birer hikmet ve menfaat gereğidir.

§ Bazı zatlara göre buradaki Lehüvden maksat, Yemen lûgatince çocuk demektir veya eşdîr. Şüphe yok ki, Cenab-ı Hak kendisine evlât ve eş edinmekten de yücedir. Nitekim Kur’an’ın birçok âyeti bunu açıkça söylemektedir.

18. Hayır. Biz hakkı bâtılın üzerine atarız da onu parçalar da derhal yok olup gitmiş bulunur ve şiddetli azap olsun size o tavsif ettiğiniz şeylerden dolayı.

18. Evet… Yüce Yaratıcı Hazretleri, oyun ve eğlenceden uzak olduğunu beyan için buyuruyor ki: (Hayır) biz oyun ve eğlence gibiabes, bâtıl şeyleri yapmayız. Bilakis (hakkı bâtılın üzerine atarız da) hikmet ve menfaate uygun şeyi, İmân ve itaati, oyun ve eğlenceyi, küfür ve isyanın üzerine saldırırız da (onu) o oyun ve eğlenceyi o imana aykırı şeyleri (parçalar da) o şeyler (derhal yok olup gitmiş bulunur) nitekim asırlarca küfür içinde yaşamış olan eski ülkeler ahalisi böyle parçalanıp mahvolmaya mahkûm bulunmuşlardır. (Ve) Ey dinsiz kimseler! (şiddetli azap olsun size) cehennem azabından asla kurtulamıyacaksınızdır. (O vasıflandırdığınız şeylerden dolayı) yani: Ey dinsizler, inkarcılar! Cenab-ı Hakka çocuk ve eş isnat ettiğinizden, onun fiilinin oyun ve eğlence olduğuna inanmış bulunduğunuzdan dolayı ebedî helâke mâruz kalınız. Bütün insanlar, melekler vesaire kâinatın yaratıcısının hikmeti gereği yaratmış olduğu şeylerden başka değildir.

19. Ve göklerde ve yerde kim varsa onun içindir ve onun huzurundakiler, ona ibadette bulunmaktan asla kibirlenmezler ve yorgunluk da duymazlar.

19. (Ve göklerde ve yerde kim varsa onun içindir) o Yüce Yaratıcının yaratma ve mülk bakımından birer mülkü, birer kudret eseridirler. (ve onun huzûrundakiler) yani: Şeref ve rütbe bakımından o ezeli mâbuda mânen yakın olan melekler (ona) o kâinatın yaratıcısına (ibadette bulunmaktan asla kibirlenmezler.) kendilerini büyük sanarak böbürlenirce bir vaziyet almazlar, ibadet ve itaatte bulunmaktan bir an hâli olmazlar, kulluk arzında bulunup durmayı kendileri için pek büyük bir şeref sayarlar. (Ve) o melekler yaptıkları sürekli ibadet ve itaatdan dolayı (yorgunluk da duymazlar.) bilakis tam bir şevk ile ibadetlerine devam eder dururlar.

20. Gece ve gündüz tesbihle bulunurlar, asla fitur getirmezler.

20. Evet… O mübarek melekler (gece ve gündüz tesbihle bulunurlar) bütün vakitlerdeCenab’ı Hak’ki takdis ve tenzih ile meşgul olurlar, pek büyük bir manevî zevk içinde yaşarlar. (Asla fitur getirmezler.) hiç bir vakit usanmazlar, yorulmazlar, zayıf düşmezler, tesbih ve tehlilden asla geri durmazlar. Artık insanlar için nasıl uygun olabilir ki: Üzerlerine düşen kulluk vazifesini ifaya çalışmasınlar,o sayede mânevî bir yakınlığa kavuşmak arzusunda bulunmasınlar!..

21. Yoksa onlar yerden bir takım tanrılar mı edindiler ki, onlar ölüleri dirilteceklerdir?

21. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ’nın birliğini bildiriyor. Birçok ilâhların varlığı takdirinde kâinatın fesada mâruz kalmış olacağını ve birçok ilâha dair bir delil getirilemeyeceğini ihtar ediyor. Bütün semavî kitapların Allah’ın birliğini söylediklerini, bütün Peygamberlerin de Allah Teâlâ’nın birliğine dair ilâhî vahye mazhar olup yalnız ona ibadetle mükellef bulunmuş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ müşriklerin cehaletini kınamak ve teşhir etmek için buyuruyor ki: (Yoksa onlar) o putlara tapan kâfirler (yerden bir takım tanrılar mı edindiler ki,) yani: Yeryüzünde bulunup cansız maddeler türünden olan bir kısım heykelleri, sûretleri kendilerine mâbud edindiler. Bu ne kadar cehalet!.. O tapındıkları şeylerden ne beklenebilir, onların neye kudretleri vardır? o müşrikler sanıyorlar mı ki: (Onlar) o bâtıl tanrılar! (ölüleri dirîlteceklerdir.) Ne gezer! Onların kendileri hayattan mahrum, mahv olmaya mahkûm bulunuyor, artık başkalarını diriltmeye nasıl kâdir olabilirler? Allah Teâlâ O yüce zattır ki: Dilediğini vücude getirir ve dilediğini öldürür ve dilerse öldürdüğünü tekrar hayata kavuşturur. Böyle bir kudrete sahip olmayan şeyler ise artık ilahlık, mâbudluk ile nasıl vasıflanmış olabilir?

22. Eğer o ikisinde gökler ile yerde Allah’tan başka ilâhlar olsa idi elbette ikisi de fesadauğramış olurdu. Binaenaleyh arşın Rabbi olan Allah Teâlâ, onların vasf ettikleri şeylerden yücedir.

22. O müşrikler, Allah’ın birliği hakkındaki şu burhanı “temânü” denilen kesin delili bir kere düşünmeli değil midirler? (eğer o ikisinde) yani: Gökler ile yerin yönetimi hususunda, onların idaresi, devamının sağlanması hakkında (Allah’tan başka ilâhlar olsa idî) birçok yaratıcılar bulunsa idi (elbette ikisi de) bütün gökler de, yer de, bunlardan olan şeyler de (fesada uğramış olurdu) kâinatta hiçbir nizam ve intizam bulunamazdı. (Binaenaleyh arşın) genişliği ile büyüklüğü ile diğer bütün mahlûkatın üstünde bulunan öyle yüce bir varlığın (Rabbi olan) Allah Teâlâ, (onların) o müşriklerin (vasfettîkleri şeylerden) ona ortak ve benzer isnat etmelerinden, ondan başka ilâhların mevcut olmasından (münezzehtir) ilahlık, yaratıcılık, yalnız o ezeli Rabbe mahsustur, ondan başka bu sıfatlara sahip başka bir zat yoktur. Buna inanmışızdır. “Evet… Birçok ilâhların varlığı, aklen ve naklen imkânsızdır. İşte şu deliller de bu cümledendir.

1 – Diyelim ki iki ilâh bulunsa da bunlardan biri bu âlemleri yaratmış olsa, diğerinin varlığı fazla, yaratıcılığı sabit olmamış olur. Bunlardan biri bu âlemlerin bir kısmını, diğer biri de diğer bir kısımını yaratmış bulunsa her ikisinin de yaratıcılığı sınırlı, bir kısım şeyleri yaratmaya kâdir olamamış veya onu yaratmadan men’e mâruz bulunmuş olur. Böyle bir hal ise acizliği gösterir, yaratıcılığa aykırıdır.

2 – İki ilâhtan biri bu kâinatı yarattıktan sonra diğeri de bu kâinatı tekrar yaratmış olamaz. Çünkü bu, elde olanı yeniden elde etmek türünen olacağı için imkânsızdır.

3 – İki ilâhtan herbiri diğerinin yaratmasına mâni olabilirse veya olamazsa her ikisi de âciz bulunmuş olur. Âciz olan ise elbette ki: İlahlık, yaratıcılık vasfını taşıyamaz.

4 – İki ilâhtan her biri diğerini dilediği zaman mahvedebilirse ikisi de âciz bulunmuş olur. Biri mahvedebilip diğeri edemezse diğeri acîz bulunur. Âciz olan ise ilâh olamaz.

5 – İki ilâhtan biri bu âlemi yok etmek istediği halde diğeri bunun bekasını dilese bu iki durum birden gerçekleşemez. Çünkü bunlar, birbirinin zıddıdır. İki zıddın bir araya gelmesi ise mümkün değildir. Bu iki halden yalnız biri vâki olursa bunu istemeyenin acizliği ortaya çıkar ve yaratıcılığı olmadığı anlaşılır.

6 – İki ilâhtan herbiri diğerinin varlığına, kuvvetinden istifadeye muhtaç olursa ikisi de âciz demektir. Biri muhtaç olup da diğeri muhtaç olmazsa artık muhtaç olan ilahlık ve yaratıcılık vasfına nasıl sahip olabilir?

7 – Malumdur ki, bir idare, bağımsız iki hükümdarın hâkimiyeti altında bulunamaz. Çünkü bunlardan her biri, gerçek başkanlığın kendisine ait olduğunu iddia eder, bütün muamelelerin kendi emriyle, kendi yönlendirmesiyle yapılmasını gerekli görür. Bunun neticesinde ise idare bozulur, bütün işler bozulur, intizam ve sükûnet adına bir şey kalmaz.

8 – Bütün bu deliller gösteriyor ki: Hangi takdirde olursa olsun birden çok ilâh inancı bâtıldır. Bir çok ilâhların varlığı, kâinatın bozulmasını gerektirir ve haddızatında imkânsızdır. Her zerresinde bir fayda ve hikmet tecelli edip durduğunu görmekte olduğumuz bu kâinatın böyle bir intizam dairesinde, pek güzel ve eşsiz bir şekilde vücude gelmiş, fesada uğramamış olduğu, onu yaratan zatın yaratıcılığında, ilâhlığında tek olduğunu açık bir şekilde isbat etmektedir.

“Varlığın bilme ne hâcet kürei âlem ile”

“Yeter ısbatına halk ettiği bir zerre bîle”

“Göremez zatını mahlûkunun âdî nazarı”

“Hisseder nurunu amma ki, basiret basarî”

Şinâsi

23. Allah Teâlâ yapacağından sual olunmaz, onlar ise sual olunurlar.

23 – Evet… (Allah Teâlâ yapacağından sual olunmaz) o, kâinatın yaratıcısıdır, kuvvet ve azamet sahibidir, bağımsız hâkimiyete mâliktir, o yaptığı şeylerden dolayı asla mes’ul değildir, (onlar) kullar (ise sual olunurlar) çünki onlar birer mahluktur, kullukla, kul olmakla vasıflıdırlar, yaptıkları şeylerden mesuldurlar. Artık böyle bir durumda bulunanlar, hiç Cenab’ı Hak’ka denk olabilirler mi? O kâinatın yaratıcısının ortağı olarak ilahlık vasfına sahip bulunabilirler mi? Binaenaleyh müşrikler de o pek bozuk kanaatlerinden dolayı sorumlu olacaklardır. Bu âyeti kerime, onların haklarında mühim bir korkutma ve tehdidi içermektedir.

24. Yoksa ondan başka ilâhlar mı edindiler? De ki: Delillerinizi getiriniz. İşte bu benimle beraber olanların kitabı ve benden evvelkilerin kitabı. Hayır… Onların çoğu hakkı bilmezler de onun için onlar yüz döndürücülerdir.

24. O müşrikler, ne yapıyorlar, ne kadar yanlış düşünüyorlar! (Yoksa) onlar (ondan) o kâinatın yaratıcısı Hazretlerinden (başka ilâhlar mı edindiler?) buna nasıl cüret edebiliyorlar? Resûlüm ! Onlara (de ki:) bu iddianıza ait (delillerinizi getiriniz) bu iddianıza ait aklî ve naklî bir deliliniz var mı? Ne yazık ki yok! Buna imkân mı var! Artık delile dayanmayan dinî bir iddia, özellikle birden çok ilâh inancı hiç doğru olabilir mi? Elbette ki, olamaz, (işte bu) Kur’an’ı Kerîm, (benimle beraber olanların) İslâmiyet’i kabul eden zatların (kitabı) dır, onlar için bir öğüttür, bir şeref ve saadet vesilesidir, (ve benden evvelkilerin kitabı) da vardır ki, Tevrat, Zebur, İncil o cümledendir. Bir kere bakınız, bu kitaplarda Allah’ın birliğinin aksine bir delil var mıdır? Bu kitapların hepsi de Cenab’ı Hak’kın ortak ve benzerden yüce olduğunu bildirmektedeğil midir? Evet… Bütün bu semavî kitaplar da Allah Teâlâ’nın birliğini söylemektedir, şirkin batıl olduğunu bildirmektedir. Bu böyle iken maalesef o müşrikler, bu kesin delillere bakmazlar, kendi iddiaları ise hiçbir makul delile dayanmış değildir. (hayır onların) tevhid dinine kabule davet edilen müşrilerin (çoğu hakkı bilmezler.) yani: Hak ile bâtılın arasını ayırıp seçemezler, onların ekserisi tam cahil kimselerdir (de onun için) o cehaletlerinden dolayı Allah’ı birlemekten, Peygamberlere tâbi olmaktan (yüz döndürücülerdir) Onlar, o cehaletlerinin etkisiyledir ki tevhid dinini Kabulden kaçınır dururlar.

25. Ve senden evvel hiçbir Peygamber göndermedik ki, illâ ona şöyle vahyetmiştik. Muhakkak ki, benden başka ilâh yoktur, artık bana ibadet ediniz.

25. (Ve) Ey son peygamber! (Senden evvel) eski kavimlere (hiç bir Peygamber göndermedik ki, illâ ona) o Peygambere ilâhî katımdan (şöyle vahy etmiştik) bütün Peygamberlere vahy ile, semavî kitaplar vasıtasiyle şöyle bildirmiştik: (muhakkak ki, benden başka ilâh yoktur) bütün mahlûkatın yaratıcısı, mabudu ancak mukaddes zatımdır. (Artık) Ey kullarım! (bana ibadet ediniz.) sizi yaratan, yaşatan, ortak ve benzerden münezzeh olan mâbudunuzu böylece tevhit ve takdis ederek ondan başkasına ilahlık, mâbutluk isnat etmeyiniz, başkalarına tapınarak küfr ve şirke düşmeyiniz. İşte şanı yüce Allah, bütün insanlığı böylece bir tevhid dinine davet buyurmaktadır.

26. Ve dediler ki: Rahman evlât edindi. O, bundan münezzehtir. Hayır… onlar ikram olunmuş kullardır.

26. Bu mübarek âyetler, Cenab’ı Hak’kın kendisine evlât edinmekten münezzeh olduğunu bildiriyor. Allah’ın hâşâ oğlu veya kızları sanılan zatların ise ancak birer değerli kullardan ibaret bulunmuş olduklarını ve AllahTeâlâ’nın izni olmadıkça onların kimseye şefaat edemiyeceklerini ihtar ediyor. Kendisine ilahlık isnat edecek olan herhangi mahlukun ise cehennem azabına mâruz kalacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Bir takım müşrikler de Allah’ın şanına layık olmayan isnatlarda bulundular (ve dediler ki. Rahman) bütün mahlûkatını besleyen, nimetlerinden faydalandıran yücee yaratıcı (evlâd edindi) nitekim bir kısım Yahudiler Hazreti Uzeyre, Hıristiyanlar da Hz. İsa’ya Allah’ın oğlu demektedirler. Bir kısım Arap kabileleri de melekler Allah’ın kızlarıdır demişlerdir. Halbuki, (O) Yüce Yaratıcı (bundan uzaktır) çünki baba ile evlât arasında bir ihtiyaç, bir cins birliği vardır, hepsi de aynı mahiyette bulunmak lâzımdır. Cenab’ı Hak ise bütün mahlûkatın yaratıcısı olduğundan onlara ihtiyaçtan uzaktır, onlar ile aynı cinsten olmaktan yücedir. Bir gerçek nimet verici olan bir ezeli yaratıcı için nimetinin birer eseri olan, hayatı terk etmeye maruz bulunan sonradan yaratılmış mahlûkatı hiç evlât olabilir mi? (Hayır…) Onlar, o kendilerine Allah’ın çocukları denilen melekler, Peygamberler (ikram olunmuş kullardır) Peygamberlik ve meleklik payesine sahip, günahsızlıkla vasıflanmış, kul olmakla övünen zatlardır. Kul olmak ise Allah’a çocuk olmaya aykırıdır.

27. Onlar, söz ile onun önüne geçmezler ve onlar onun emriyle amelde bulunurlar.

27. (Onlar) o muhterem kullar, Cenab’ı Hak’ka ibadette bulunurlar, onun emirlerine, yasaklarına itaat ve boyun eğmekten asla ayrılmazlar ve (söz ile ona) Hak Teâlâ’ya (tekaddüm etmezler.) yani: Hak Teâlâ Hazretlerinin buyurmadığı bir şeyi kendiliklerinden söylemezler, hakkında ilâhî müsaade bulunmayan bir fiili işlemezler (ve onlar) o muhterem zatlar (onun) Hak Teâlâ’nın (emriyle amelde bulunurlar) onlar sözlerinde olduğu gibi fiillerinde de ilâhî emre tammanasıyla riayetkârdırlar. İşte onlar, böyle itaatkâr, değerli birer kuldurlar, yoksa hâşâ Yüce Allah’ın oğulları, kızları değildirler. Hak Teâlâ bundan yücedir, Buna inanmışızdır.

28. Onların ilerilerindekini de gerilerindekini de bilir ve razı olduğundan başkasına şefaat de edemezler ve onlar onun mehabetinden tam bir itina ile korkar kimselerdir.

28. Evet. Allah Teâlâ o muhterem kullarının bütün söz ve fillerini bilicidir. (Onların ilerilerındekini de) vaktiyle işlemiş oldukları şeyleri de (gerilerindekini de) daha sonra işleyecekleri amelleri de (bilir) o Bilen Yaratıcıya o kullarının önceki ve sonraki amellerinden hiçbiri gizli kalmış olamaz. Ve o muhterem kulları, Cenabı Hak’kın (razı olduğundan başkasına) ne dünyda ve ne de ahirette (şefaat de edemezler) Allah Teâlâ’nın haklarında şefaat edilmesine razı olduğu kimseler ise ehli İmandan başkası değildir. Binaenaleyh ey müşrikler! o kendilerine tapındığınız, Allah Teâlâ’nın evlâdı saydığınız zatlardan bir şefaat beklemeyiniz, öyle bir ümit ile yaptığınız tapınmalar, sizin için ebedî azaba sebep olacaktır. (Ve onlar) o değerli kullar (onun) Hak Teâlâ’nın (mehabetinden kemâli itina ile korkar kimselerdir.) artık o zatlar, ilâhî iradeye aykırı bir harekette, Allah’ın izni olmadıkça hiçbir kimse hakkında şefâtte bulunamazlar.

29. Ve onlardan her kim: Şüphe yok ki, ben ondan başka bir ilâhım derse onu cehennem ile cezalandırırız. İşte zâlimleri böylece cezalandıracağızdır.

29. (Ve onlardan) bütün mahlûkattan, hattâ birer muhterem kul olan meleklerden ve Peygamberlerden (herkim) faraza ilahlık iddiasına cüret edip de (şüphe yok ki, ben ondan) Allah Teâlâdan (başka bir ilâhım derse) yakasını Allah’ın azabundan kurtaramaz. (Onu cehennem ile cezalandırırız) onu öyle müşrikce, zalimce iddiasının azabınakavuştururuz. (İşte zâlimleri) müşrikleri (böylece) cehenneme atmak suretiyle (cezalandıracağızdır.) onlar böyle şiddetli, ebedî bir azaba mâruz kalacaklardır. İşte Allah’ın şanına aykırı iddialarda bulunanların müthiş âkibetleri!

30. O kâfir olanlar bilmediler mi ki, muhakkak gökler ve yer bitişik bir halde iken biz onları birbirinden yarıp ayırdık ve her diri şeyi sudan yarattık, hâlâ imân etmezler mi?

30. Bu mübarek âyetler, inkârcıları uyandırmak için Yüce Yaratıcı Hazretlerinin gökleri, yeri, dağlar ile yolları, geceler ile gündüzleri, güneş ile ayı nasıl harikulâde ve birer faydaya dayalı bir şekilde yaratmış olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (O kâfir olanlar) Cenab-ı Hak’kın varlığını, birliğini inkâr edenler (bilmediler mi ki,) âdeta göz ile görülecek derecede açık olan şu hakikatı anlamadılar mı ki, (muhakkak gökler ve yer bitişik bir halde iken) ilk yaratıldıklarında birbirinden ayrılmamış bulunurlarken (biz) yani: Ben Yüce Yaratıcı (onları) kudret ve irademle (birbirinden yarıp ayırdık) semalar ile yerin aralarını hava ile açtık, rivayete göre gökler birbirine bitişik bir tabaka halinde iken daha sora yedi tabakaya ayrılmıştır. Yer de bir tabaka iken o da sonra yedi tabakaya bölünmüştür. Bunlar, bir Yüce Yaratıcının varlığına, kudret ve azametine ait birinci nevi delillerdendir. (ve her diri şeyi sudan yarattık) hayat sahiplerini ve gelişip büyüyen bitkileri ve diğer şeyleri Hak Teâlâ Hazretleri başlangıçta sudan yaratmıştır, bunların bekalarına, devamlarına da suyu bir sebep, bir vasıta kılmıştır. Bu da ikinci nevi delillerdendir. (Hâlâ İmân etmezler mi?) o kâfirler, bu açık delilleri düşünüp de bunları yaratan Yüce Yaratıcının varlığını, birliğini tasdikte bulunmazlar mı? Nedir o kadar gaflet ve cehalet!

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN