SAFFAT SURESİ

61. İşte çalışanlar, böylesi bir kurtuluş için çalışıversinler.

61. (İşte çalışanlar) Dünyada iken iş yapan ve gayrette bulunanlar (böylesi bir kurtuluş için çalışıversinler.) böyle cennet ehline mahsus kurtuluş ve saadet için, böyle ebedî saadete nâiliyet için ibadet ve itaatta bulunsunlar, asıl hayatın gayesi budur. Yoksa çabucak geçen, bir kısım elem ve kederlerin bulunduğu dünyevî zevkler uğrunda kıymetli hayatı fedâ etmek uygun değildir. Bu yüce nasihat ya o cennet ehlinin bir beyanından ibarettir, yahut Allah tarafından söylenen müstâkil bir sözdür.

62. Nasıl bu mu bir ziyafet nimeti olarak hayırlı, yoksa zakkum ağacı mı?

62. Bu mübârek âyetler de, cehennem ehlinin yiyecekleri, içecekleri ve içinde bulunacakları şeyler itibariyle ne müthiş bir cezaya maruz kalacaklarını ihtar ediyor. Onların dinsiz atalarını nasıl cahilce bir şekilde taklit ederek onlarm izlerinde koşup durmuş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (nasıl bu mu) Cennet ehli için kavuşacakları bildirilen bu rızk mı (bir ziyafet nimeti olarak hayırlı) bulunmaktadır (yoksa) cehennem ehli için hazırlanmış olan (zakkum ağacı mı) daha hayırlıdır?. Bunların arasındaki fark malûm değil mi?. Artık ne için öyle helâk edici olan bir ağacın meyvelerine kavuşmak isteniliyor?. Bu ilâhi beyan kâfirlere karşı bir nevi eğlenme ve olan kabilindendir. Bu, Kur’an-ı Kerim’de çokcazikredilen bir beyân üslubudur, insanları uyandırmaya bir vesiledir.

§ Nüzül; Misafirler vesâire için hazırlanmış olan yiyecek ve içecek şey demektir.

§ Zakkum: da yaprakları küçük; kokusu pek kötü olan bir ağaçtır. Tihame denilen yerde bulunurmuş.

63. Şüphe yok ki, biz onu o ağacı zalimler için bir fitne kıldık.

63. Cenab-ı Hak, o ağacı şöyle vasfediyor. (şüphe yok ki, biz onu) O zakkum ağacını (zalimler için) kâfir kimselere mahsus (bir fitne) bir nevî azap (kıldık) o kâfirler, cehennemde o ağacın pek acı, pek yürek yakıcı meyvelerinden yiyerek fazlaca azap göreceklerdir. O ağaç, bir nevi’de imtihan vesilesidir. Dünyada bulunan bazı inkârcılar “cehennem gibi ateşli bir mahalde bir ağaç nasıl bulunup meyve verebilir” diye buna dâir de olan ilâhi haberi inkâra, bununla alay etmeye cür’et gösterirler, bu pek cahilce iddiaları yüzünden de cehennem azabına hak kazanmış bulunurlar. Bazı hayvanların ateşler içinde yaşayıp durdukları sâbittir. Böyle hayvanları yaratmaya kâdir olan bir Yüce Yaratıcı, âteşler içinde bir ağacı da yaşatamaz mı?. Bunu inkâr, büyük bir imtihan neticesi demektir ki: Sahibinin ebedî felâketine sebeb olur.

64. Muhakkak o bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda meydana çıkar.

64. (Muhakkak o) zakkum ağacı (bir ağaçtır ki, cehennemin çukurunda) biter, meydana (çıkar) onun dalları cehennemin katlarına yükselir, her tarafında yüz gösterir. Bütün cehennem ehli, onun meyvelerinden yemek mecburiyetinde kalırlar.

65. Onun meyvesi sanki şeytanların başlarıdır.

65. (Onun meyvesi) O zakkum ağacını meyvesi, tomurcukları (sanki şeytanlarınbaşlarıdır.) onlar o kadar çirkin, o derece korkunç ve pek kötüdür. Bu, bir nevi benzetmedir. En çirkin olan şeyler, şeytanların yüzlerine benzetilir, şunun yüzü sanki şeytan yüzüdür, denilir. Nitekim bilakis güzel bir yüz, bir suret de meleklere benzetilir, bu melekler kadar güzel denilir. Bununla beraber deniliyor ki: Yemen’de “Esten” veya “Sevm” denilen bir ağaç var imiş ki, pek ziyâde çirkin bir şekilde bulunurmuş, adı “Rüu’susşeyatin” imiş. Binaenaleyh cehennem ehlinin yüzleri misâl yoluyla bu çirkin manzaralı ağaça benzetilmiştir. Tal’; Meyve demektir ve çiçek kılıfı manâsınadır ki, çiçek onun içinde bulunur.

66. Artık şüphe yok ki, onlar, ondan elbette yerler ve ondan karınlarını doldururlar.

66. (Artık şüphe yok ki, onlar) O cehenneme atılacak olan kâfirler (ondan) o zakkum ağacından veya onun meyvesinden (elbette yerler) açlık sebebiyle ondan bir fâide bekleyerek öyle zehirli birşeyden yemek mecburiyetini hissedeceklerdir. (ve ondan karınlarını doldururlar.) Fazla bir açlık veya başka bir zorlama ve tazyik, kendilerini öyle pek zararlı bir harekete sevketmiş olacaktır. İşte onların yiyecekleri böyle pek çirkin, pek zararlı bulunacaktır.

67. Sonra muhakkak ki, onlar için onun üzerine elbette pek kaynamış bir su da vardır.

67. (Sonra) O kâfirlerin cehennemde içecekleri suya gelince (mubakkak ki, onlar için) o kâfirlere mahsus (onun üzerine) o zakkum ağacının meyvelerinden yiyip karınlarını zehirlemeleri neticesinde meydana gelen pek şiddetli bir harareti gidermek için (elbette pek kaynamış bir su da vardır.) onu da içmek mecburiyetinde kalacaklardır. Bunun tesiriyle de yüzlerinin derileri soyulacak, bağırsakları parçalanacaktır.Şevb; Halt = karıştırmak demektir.

§ Hamim; de harareti şiddetli olan su manasınadır.

68. Şüphe yok ki, nihayet onların dönüp gidecekleri yer cehennemdir.

68. Maamafih onlar, böyle pek zararlı, sıcak şeyleri yemekle, içmekle kalmayacaklardır. (şüphe yok ki, nihayet onların dönüp gidecekleri yer, cehennemdir) orada ebediyen kalacaklar, yanıp yakılacaklardır.

69. Muhakkak ki, onlar atalarını sapık kimseler buldular.

69. Onlar, öyle pek müthiş ve daimi bir azabı hak etmişlerdir. Zira (Muhakkak ki, onlar, atalarını sapık kimseler buldular) onların babaları, dedeleri Allah’ın dininden mahrum, kâfirce bir halde yaşamış kimseler idi, kendileri de körükürüne onlara tâbi oldular, onları kendilerine bir rehber edindiler. Onlar öyle cahilce bir taklitte bulunmalı mı idiler?. Halbuki, onlar, dünyaya ait, adi bir menfaate dair, hususlarda çok kere büyüklerine muhalefet ederek kendi küçük, geçici faidelerini temin etmek isterler. Büyüklerinin kanaatlerine kıymet vermeyip kendilerini daha yüksek düşünceli sanırlar. o halde din hususunda hemen bir delile, bir bilgiye dayanmaksızın körukörüne atalarına tâbi olmaları uygun olabilir mi?. Bundan dolayı mazeretli sayılabilirler mi?.

70. İmdi onlar, atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar.

70. Halbuki, asıl araştırmaya bağlı ve hakiki istikbâli temine sebep olan bir meselede öyle bir varlık göstermiş olamıyorlar, bir esasa, mâkul bir kanaate dayanmaksızın taklide devam ediyorlar. (İmdi onlar) öyle kâfir atalarını taklide çalışanlar (atalarının izleri üzerine koşturuluyorlar) kendileri pek yanlış, müthiş felâketlere sebep olacak bir yolasevkediliyorlar da onun hiç farkında bulunamıyorlar. Onlar kendi akıllarını, asıl yaratılışlarını güzelce muhafaza ederek tâkibettikleri yolun doğru mu, eğri mi olduğunu anlamaya çalışmalı değil mi idiler?. Bâhusus insanlık muhitine Allah’ın dinî yayılmış o hususa dâir milyonlarca eser meydana gelmiş, bütün bunlar medeniyet âlemine yayılmıştır. Bunların nazar-ı dikkate alınmaları icabetmez mi?. Dünyevi bir gaye uğrunda seyahatlarda bulunyorlar, birnice eserleri tetkike çalışıyorlar. O halde ebedî hayatlarını temin edecek bir gaye için daha ziyâde öyle medeniyet âleminde yaşayanlar, kendi cehaletlerini nasıl mâzeret makamında ileri sürebilirler?. Binaenaleyh o gibi kimseler, elbette ki, Allah’ın dininden mahrum olarak ölüp gidince kendilerini ahiret azabından asla kurtaramayacaklardır.

§ Elfev; Buldular demektir.

§ Yühreûn; da şiddetli bir surette koşuverirler manâsınadır.

71. Andolsun ki, onlardan önce evvelkilerin çoğu da sapıtmış idi.

71. Bu mübârek âyetler de âsr-ı saadetteki kâfirlerden evvel de bir takım kavimlerin sapıklık içinde kalmış, kendilerine gönderilmiş Peygamberlerin korkutmalarına iltifat etmeyerek helâke uğramış olduklarını bildiriyor. Hz. Nuh’un kıssasına işaret ederek ona tâbi olanların kurtuluşa erdiklerini, inkârcıların da mahvolup gittiklerini ihtar buyuruyor. Güzel imân sahiplerinin ise Allah’ın koruması altında olduklarını ve mükâfatlara nâil bulunacaklarını müjdelemekle Resûl-i Ekrem Efendimiz teselli edilmiş bulunmaktadır.. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin sonuncusu!. (And olsun ki, onlardan) O senin kavmin olan Kureyş kabilesinden (önce, evvelkilerin) eski kavimlerin (çoğu da sapıtmış idi.) İbrahim, Hud, Sâlih Aleyhisselâm gibi Peygamberlerin kavimleri de sapıklık içindekalmış, o Peygamberlere itaatta bulunmamışlardı.

72. Yemin olsun ki, onların içinde uyarıcılar göndermiş idik.

72. (Yemln olsun ki, onların içinde) O eski kavimlerin arasında kendilerini Allah’ın azabı ile (uyarıcılar göndermiş idik.) onlar ise o kendilerini irşada çalışan Peygamberlerine itaatte bulunmamışlardı. Yine onlara muhalefete devam edip durmuşlardı. Bu hal, yalnız Ey Son Peygamber!. Senin zamanına mahsus değil, sen fazla müteessir olma.

73. Artık bak, o uyarılmış olanların âkibetleri nasıl oluverdi.

73. (Artık bak, o uyarılmış olanların) O Peygamberlerini inkâr eden dinsizlerin (âkibetleri nasıl oluverdi) onlar, ne müthiş felâketlere uğradılar, onların o müthiş tarihi hâllerini şimdiki inkârcılar bir nazarı dikkate almalı değil midirler.

74. Allah’ın ihlâslı kulları müstesnâ.

74. (Allah’ın ihlaslı olan) Tam bir samimiyetle Allah’ın birliğini kabul, Peygamberlerini tasdik etmiş bulunan (kuları müstesna.) Onlar kurtuluşa ermiş, uhrevî mükâfatlara aday bulunmuşlardır. İşte bütün insanlar, böyle bir selâmet ve saadete kavuşmak için Allah’ın dinine sarılmalı değil midirler?.

75. Andolsun Nuh bize nidâ etmişti. Artık biz de duayı ne güzel kabul ederiz.

75. İşte o kavimlerinin korkutmakla emrolunan muhterem Peygamberlere dair bir misâl: (Andolsun, Nuh nidâ etmişti) Kavminin kendisine karşı olan düşmanlıklarından; suikastlerinden kurtulması için Allah’ın himayesine sığınmıştı. (artık biz de duayı ne güzel kabul edenler) olduk. O’nun duasını kabul ettik, onu düşmalarının hücumundan, suikastından kurtardık.

76. Ve onu ve ailesini o pek büyük felâkettenkurtardık.

76. Evet.. O Yüce Peygamber’in duasını kabul ettik. (Ve onu ve ailesini o pek büyük felâketten kurtardık.) Onları tufan hadisesinden muhafaza ettik, kendilerini selâmet alanına kavuşturduk, kavminin eziyetlerinden vesaireden koruduk.

77. Ve onun zürriyyetini, evet onları kalıcı kıldık.

77. (Ve onun zürriyetini) Nuh Aleyhisselâm’ın kendisine imân edip gemisine sığınmış bulunan Şam, Ham ve Yâfes adındaki oğullarını ve onların evlât ve torunlarını yaşattık (evet.. Onları kalıcı kıldık.) Suda boğulma felâketinden kurtarıp kıyamete kadar nesillerinin devamını takdir buyurmuş olduk. Tarihçiler arasında meşhur olduğuna göre Şam, Arapların, Fars’ların ve Rum’ların babasıdır. Ham, Sudan kavminin babasıdır, Yâfes’te Türklerin babasıdır.

78. Ve onun üzerine sonra gelenler arasında iyi bir nam bıraktık.

78. (Ve onun üzerine) Hz. Nuh hakkında (sonra gelenler arasında) bilâhara dünyaya gelmiş Peygamberler vesâir ümmetler arasmda güzel bir nam (bıraktık) o mübârek Nuh Aleyhisselâm, daima insanlığın güzel meth-ü senasına mazhar bulunmaktadır.

79. Selâm Nuh’a, bütün âlemler içinde.

79. Evet.. Daimâ (Selâm) iki cihanın selâmeti, ebedî saadet (Nuh’a) o muhterem Peygambere olsun. (bütün âlemler içinde) gerek melekler arasında ve gerek insanlar ile cinler arasında o seçkin Peygamber devamlı olarak selâm ile hatırlansın.

80. İşte şüphe yok ki, biz iyileri böylece mükâfata nâil kılarız.

80. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (İşte şüphe yok ki, biz) Ben Yüce Yaratıcı (iyi olanları) öyle Nuh Aleyhisselâm gibi tam bir iyilikle vasıflanmış,Allah’ın dinini yaymaya hizmet eden, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirmeye devam eden seçkin kulları (böylece mükâfata nâil kılarız) onları birnice felâketlerden kurtarır, selâmete erdirir, yaratıklar arasında iyilikle hatırlanmaya ve güzelce anılmaya nâil kılarız.

81. Muhakkak ki, o, bizim müminler olan kullarımızdan idi.

81. (Muhakkak ki o,) Nuh Aleyhisselâm (bizim müminler olan kullarımızdan idi) öyle güzel bir vasfa sahip, hak yolunda pek fazla fedakar bir Yüce Peygamber idi. Onun içindir ki, öyle bir ilâhi himayeye kavuşmuş ebedî bir selâmete, güzelce anılmaya muvaffak bulunmuştur. İşte bu, imânın, samimiyetin ve hak yolunda fedakarlığın bir mükâfatı.

82. Sonra ötekilerini suda boğduk.

82. (Sonra ötekilerini) Nuh Aleyhisselâm’ın kavminden olup kendisine muhalefette bulunan, Allah’ın dinini kabulden kaçınan kâfirleri de (boğduk) tufanın dalgaları arasında mahvolup gittiler, kendi kötü hareketlerinin cezasına kavuşmuş oldular.

83. Ve şüphe yok ki, İbrahim de onun izinden gidenlerdendir.

83. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’in kıssasını bildiriyor. Babası ve kavmini ne suretle ilâhi dine davet etmiş ve yıldızlara bakarak hasta bulunduğunu söylemiş olduğunu hikâye buyuruyor. Kavminin kendisinden ayrılmaları üzerine putlarına gidip onları nasıl parçalamış bulunduğunu, bundan haberdar olan kavminin de koşarak yanına gelmiş olduklarını şöylece beyan buyurmaktadır: (Ve şüphe yok ki, İbrahim) Aleyhisselâm (da O’nun) Nuh Aleyhisselâm’ın (izinden gidenlerdendir) yani: Hz. İbrahim de Allah’ın birliğini, vesair itikadi esaslar hususunda aynı yolu tâkibetmekte idi. Belki bütün şer’i hükümler itibariyle aralarında bir ittifak mevcut idi.Deniliyor ki: Hz. İbrahim ile Hz. Nuh arasında ikibin altıyüz kırk sene vardır. Bu nüddet esnasında yalnız Hz. Hud ile Hz. Salih Peygamber bulunmuştur. Aleyhimüsselâm…

§ Şia’; Bir zatın dinî, yolu üzerine yürüyen kimse demektir.

84. Çünki o, Rabbine tertemiz bir yürekle geldi.

84. (Çünkü O) Hz. İbrahim dahi Hz. Nuh gibi (Rab’bine tertemiz bir yürekle geldi) temiz bir ruha, samimi bir kalbe sahip idi. Bütün kusurlardan uzak ve bütün varlığiyle yüce mabûduna yönelmiş bulunuyordu.

85. O vakit babasına ve kavmine dedi ki: Siz nelere ibadet eder siniz?

85. İbrahim Aleyhisselâm (O vakit) temiz bir kalp ile (babasına ve kavmine) gelip (dedi ki: Siz nelere ibadet edersiniz?.) onların putlara tapmalarını azarlamak ve kınamak için öyle bir sualde bulunmuştu. Aklı başında olan bir kimsenin öyle putlara tapınmayacağına işaret buyurmuştu.

86. Bir iftira olarak mı Allah’tan başka ilâhlar diliyorsunuz?

86. Siz yoksa (Bir iftira olarak mı) akli ve nakli bir delile dayanmaksızın sizin sadece yalan yere mi (Allah’tan başka ilâhlar diliyorsunuz?.) Bu nasıl düşünülebilir?. Öyle âciz, mahlûk şeylere ne için ibadet edip duruyorsunuz?. Bu ne kadar bâtıl bir kanaat!.

87. İmdi âlemlerin Rabbi hakkındaki görüşünüz neden ibarettir?

87. (İmdi) Söyleyiniz bakalım, (âlemlerin Rab’bi hakkındaki görüşünüz neden ibârettir?.) Bütün âlemlerin Rabbi olan bir Yüce Yaratıcı’ya ibadeti tahsis etmeyip de O’na o taptıklarınız adi mahlûkları ortak koşmanıza sebeb nedir?. Öyle âciz, fenâya maruz şeylerden ne beklersiniz?. Yoksa siz Yüce yaratıcıyı da bunlar gibi âciz bir mahlûk muzannediverdiniz? Nedir sizdeki bu kadar cahilce hareket!.

88. Derken yıldızlara bir bakışla baktı.

88. (Derken) İbrahim Aleyhisselâm babasına ve kavmine böyle bir hitapta bulunurken mübârek başını kaldırıp (yıldızlara bir bakışla baktı) rivâyete göre kendisinde belirli saatlerde sıtma hastalığı ortaya çıkıyormuş. O saatin gelip gelmediğini anlamak için yıldızlara bakmıştır. Diğer bir yoruma göre de, “yıldızlara bakmak” tâbiri, uzunca bir tefekküre dalmaktan kinayedır. Arap’lar, uzun uzadıya düşünceye dalan bir zât hakkında (yıldızlara bakıyor) derlermiş. Bir de, deniliyor ki: “yıldızlardan maksat” dağınık lâkırdılar demektir. Hz. İbrahim de onların öyle dağınık sözlerini dinlemiş olduğu için bu tâbiri kullanmıştır.

89. Sonra dedi ki: Şüphe yok, ben hastayım.

89. Hz. İbrahim, o bakışından (Sonra) muhataplarına hitaben (dedi ki: şüphe yok ben hastayım) yani: Bende bedeni bir arıza var, onun meydana geleceği saat yaklaşmış, artık ben sizin ile beraber bulunamıyacağım. Rivâyete göre kavminin bir bayram vakti bulunuyormuş. Hz. İbrahim, bu hastalığını sebep göstererek onların o bayramlarına iştirak edemiyeceğine işâret buyurmuştur. Maamafih bu hastahğından maksat öyle babasının, kavminin putlara taptıklarından ve kendisine karşı hasmâne bir vaziyet almış olduklarından dolayı kalben pek üzüntülü, pek kederli ve mânevi bir hastalığa mübtela bulunmuş olduğuna işaret de olabilir. Çünki bütün insanlık hakkında fevkalâde merhamet ve şefkat besleyen bir Yüce Peygamber, elbette ki, onların öyle müşrikçe hâllerinden dolayı kalbi yaralı bulunurdu. Binaenaleyh İbrahim Aleyhisselâm’ın bu beyanında bir yalan söylemek ihtimali yoktur.

90. Hemen ondan arkalarını çevirmişler olarakuzaklaştılar.

90. İbrahim Aleyhisselâm’ın bu beyanatı üzerine o muhatapları (Hemen ondan) Hz. İbrahim’in yanından ona karşı (arkalarını çevirmişler olarak) ondan (uzaklaştılar) ya kendi bayram yerlerine koşup gittiler veyahut Hz. İbrahim’in hastalığı kendilerine geçmesin diye böyle bir kaçırmaya lüzum gördüler.

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN