SAFFAT SURESİ

151. Dikkat edin, şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki:

151. (Dikkat et) Haberdar bulun, o müşriklerin o kadar cahilce iddialarına dikkat et. (şüphe yok ki, onlar iftiralarından dolayı elbette derler ki:) kendi bâtıl iddialarında ısrar ederek söylenirler ki:

152. Allah doğurdu! Ve şüphe yok ki, onlar elbette yalancı kimselerdir.

152. O melekleri, (Allah doğurdu) işte onlar, böyle bir cehâlette, ahmaklıkta bulunmuş olurlar. Hiçbir delile dayanmaksızın böyle bir iddiaya cür’et gösterirler. (ve şüphe yok ki, onlar) O müşrikler (elbette yalancı kimselerdir.) bu iddiaları hiç şüphe yok ki, apaçık bir yalandan ibarettir.

153. Kızları oğullar üzerine tercih mi etmiş?

153. Ne bâtıl bir iddia!. Allah Teâlâ (Kızları oğullar üzerine tercih mi etmiş!.) ne için kızları seçmiş, tercih etmiş de, oğulları terk eylemiş?. Bütün örf ve âdet, ruhi eğilimler sağlam akıl, bunun hilafına değil midir?.

154. Size ne oluyor? Nasıl hükmediyorsunuz?

154. Ey müşrikler!. Ey böyle boş bir iddiaya cür’et edenler!. (Size ne oluyor?.) Neden böyle cahilce bir isnatta bulunuyorsunuz? Siz (nasıl hükmediyorsunuz?.) böyle bozuk bir hükme neden lüzum görüyorsunuz?. Her sağlam akıl, bu iddianın bâtıl olduğunu göstermeğe kâfidir.

155. Hiç düşünüvermez misiniz?

155. Artık ey müşrikler!. Siz (Hiçdüşünüvermez misiniz?.) sizin aklınız yok mu? Bu bâtıl inancınızın ne kadar akla, nakle muhalif olduğunu takdir edemiyor musunuz?.

156. Yoksa sizin için apaçık bir delil mi var?

156. (Yoksa) Ey cahiller!. (sizin için) Bu iddianızı isbat edecek (apaçık bir delil mi var?.) Allah Teâlâ’nın evlat sahibi olduğuna dair ilâhi bir vahiy, nakli bir delil mi mevcuttur. Öyle birşey var ise gösteriniz görelim.

157. Haydi, eğer siz sadıklar iseniz kitabınızı getiriveriniz.

157. (Haydi) Ey müşrikler!. (eğer siz) Bu iddianizda (doğru sözlülerden iseniz) bunu isbat edecek olan (kitabınızı getiriveriniz!.) Heyhât!. Ne mümkün!. Siz bu iddianızı isbat edecek bir belgeye asla sahip değilsinizdir.

158. Ve bir de Allah ile cinler arasında bir neseb iddiasında bulundular. And olsun ki, cinler bilmişlerdir ki, elbette onlar cehenneme götürülmüş kimselerdir.

158. Yüce Yaratıcı, o müşriklerin hitab imkânına ve cevaba kâdir olmadıklarına işaret için onların diğer bir bâtıl iddialarını da şöyle gaip sigasiyle gözler önüne seriyor: (Ve bir de O’nunla) O ezeli Yaratıcı ile (cinler arasında bir neseb) iddiasında (bulundular) ne kadar bâtıl bir iddia!. Halbuki, cinler dahi onların bu iddiasını reddederler. Cinler dahi bilirler ki: (elbette onlar) Böyle müşrikce bir iddiada bulunanlar cehenneme götürülmüş kimselerdir.) onlar ergeç cehenneme atılacaklardır. Bu cinlerden maksat, bazı zatlara göre, meleklerden ibarettir. Fakat melekler ile Cenab-ı Allah arasında böyle bir neseb iddiasında bulunmuş oldukları beyan buyurulduğu için artık tekrar bu neseb iddiasını beyan fazla olmuş olur. Fahri Râzi’nin de tercih ettiğine göre bu cinlerden maksat, melekler değildir. Belki bunlardan maksat, cintâifesinden olan şeytanlar vesâiredir. Bir kısım zındıklara göre hâşâ Allah Teâlâ ile şeytan iki kardeştir. Allah, hayırlı, kerim kardeştir, şeytan ise şerli, kovulmuş bir kardeştir. Nitekim Mecusîler de Cenab-ı Hak’ka “yezdan”, şeytana da “ehremen” diyerek aralarında bir neseb münasebeti olduğunu söylemişlerdir.

159. Allah Teâlâ, onların vasıflandırdıklarından uzaktır.

159. Allah’ın şânı ise, o gibi iddialardan uzaktır, mukaddestir. Evet. (Allah Teâlâ, onların) O müşriklerin, o cahillerin (vasıflandırdıklarından) Allah’ın kızları vardır, Allah ile cinler arasında bir soy münasebeti vardır demelerinden, o Yüce Yaratıcı’yı böyle gerçek dışı Allah’ın şânına lâyık olmayan şeyler ile vasıflandırmakta olduklarından (münezzehtir.) İnandık.

160. Allah’ın ihlâsa erdirilmiş olduğu kulları müstesnâ. Onlar böyle bir vasıflandırmada bulunmazlar

160. (Allah’ın ihlâsa nâil buyurmuş olduğu) Mümin (kulları müstesnâ) onlar, Cenab-ı Hak’kı o gibi lâyık olmayan vasıflardan tenzih ederler, o Yüce Yaratıcının ortak ve benzerden, çoluk ve çocuktan uzak olduğunu bilirler, tam bir samimiyetle Allah’ın birliğini tasdik eder ve kutsarlar.

161. Artık şüphe yok ki, siz ve ibadet ettiğiniz şeyler…

161. Bu mübârek âyetler de o müşriklerin dinsizliğe kabiliyetli ve cehennem ehlinden olmaları, Allah tarafından takdir edilmiş olanlardan başkasını sapıklığa düşüremiyeceklerini bildiriyor. Meleklerin de kulluklarını itiraf ettiklerini beyan ile o müşriklerin iddialarındaki bozukluğu teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, o müşriklerin bâtıl itikatlarını red ve onların samimi kullara bir zarar veremiyeceklerini kuvvetlendirmek için şöyle buyuruyor. (Artıkşüphe yok ki, siz) Ey müşrikler!. Ey ilâhi dine karşı cephe almış olan inkârcılar!. (siz ve) Kendilerine (ibadet ettiğiniz şeyler) kendilerinden bir fâide beklediğiniz, şeytanlar, bâtıl mâbutlar, öyle âciz mahlûklar.

162. O’na karşı kimseyi fitneye düşürücüler değilsinizdir.

162. (O’na karşı) Allah Teâlâ’nın kuvvet ve azametine aykırı olarak bir kimseyi, O’nun kullarından herhangi bir şahsi (fitneye düşürücüler değilsinizdir.) siz kendi kuvvetlerinizle insanları saptırarak onları Allah’ın birliği inancından mahrum bırakamazsınız.

163. Ancak cehenneme girecek olan müstesnâ.

163. (Ancak) Kendisi (cehenneme saldıran) kendi iradesini kötüye kullanan temiz yaratılışını zayi eyleyen, o cihetle hakkında Allah’ın azabı takdir edilmiş bulunan (kimse müstesna) öyle bir kimseyi ey dinsizler, siz sapıttırabilirsiniz, yoksa aklını güzelce kullanan hâlis kulları Allah’ın dininden mahrum bırakamazsınız, o kullar, Allah’ın korumasına erişmişlerdir.

164. Ve bizden ise bir kimse yoktur ki, illâ O’nun için bir bilinen makam vardır…

164. (ve) İşte öyle muhterem kullardan olan melekler de Cenab-ı Hak’ka kullukla iftihar etmektedirler. Ve onlar derler ki: (bizden ise bir kimse yoktur ki, illa onun için bir bilinen makam vardır.) O kendisine mahsus bir semâ’da, bir makamda bulunur, kendisine mahsus bir mertebe vardır. Onu aşamaz. Kulluk vazifemiz belirlenmiştir, ona muhalefette bulunamayız.

165. Ve şüphe yok ki, bizleriz, elbette bizleriz, o sıra sıra duranlar…

165. (Ve şüphe yok ki bizleriz, evet elbette bizleriz) Biz melekler zümresiyiz (o sıra sıra duranlar) namaz için, niyâz için saf saf olarakkullukta devam edenler.

166. Ve muhakkak ki, bizleriz, elbette bizleriz, o tesbîh ediciler..

166. (Ve muhakkak ki, bizleriz, elbette bizleriz, o tesbih ediciler) Cenab-ı Hak’kın yüce zatını lâyık olmayan şeylerden tenzih eyleyenler. Evet.. Hepimiz de O Yüce Yaratıcının kullarıyız, hepimiz de O’nun lütfuna muhtacız, O’nun ortak ve benzerden, çoluk ve çocuğa ihtiyaçtan uzak olduğunu bilip itiraf etmekteyiz. Bizler, haşâ O Yüce Yaratıcının evlâdı olmak iddiasında bulunamayız, böyle bir iddia, en büyük bir cehâlet, bir sapıklık eseridir.

167. Ve elbette ki, kâfirler, evvelce diyorlardı ki:

167. İşte melekler de böyle Allah’ın birliğini tasdik eden, kendi kulluklarını ve Cenab-ı Hak’kın korumasına muhtaç olduklarını itiraf ettikleri halde birtakım müşrikler, bunun hilâfını iddia etmekte bulunmuşlardır. (Ve elbette ki,) öyle kâfirler, Mekke’deki müşrikler, evvelce, Hz. Muhammed’in peygamberliğinden önce (diyorlardı ki:) biz bir Peygambere, bir kitaba kavuşmuş değiliz.

168. Eğer bizim yanımızda evvelkilerden bir kitap bulunmuş olsa idi.

168. (Eğer bizim yanımızda evvelkilerden) Geçmiş milletlere âit, Tevrat ve İncil gibi kitaplardan (bir kitap bulunmuş olsa idi..) bize ilâhi emirleri, nehyleri bildirecek bulunsa idi..

169. Elbette ki, biz Allah’ın ihlâsa kavuşmuş kullarından olur idik. 169. (Elbette ki, biz Allah’ın ihlâsa kavuşmuş kullarından olmuş olur idik.) Allah Tealâ’ya samimi olarak ibadet ve itaata bulunurduk, başka milletlerden daha ziyâde doğru yolu takibe muvaffak olurduk. Öyle bir kitaba kavuşmaktan mahrum oluşumuz, bizi cehâlet içinde bırakmış oldu.

170. Fakat şimdi O’nu inkâr ettiler. Artık ileride bileceklerdir.

170. Halbuki, onlara bilâhara Son Peygamber Hz. Muhammed geldi, kendilerine semavi kitapların sonuncusu ve en faziletlesi olan Kur’an-ı Kerim’in hükümlerini tebliğ etti, onları irşada ve aydınlatmaya çalıştı. (Fakat şimdi) O kâfirler, sözlerinde durmadılar (O’nu) onlara tebliğ buyurulan o ilâhi kitabı o mukaddes öğütleri (inkâr ettiler) sözlerinde durmadılar, şirk ve isyan içinde yaşamaktan ayrılmadılar. (artık) Onlar (ileride bileceklerdir.) O küfrlerinin ne müthiş bir cezasına kavuşacaklardır, nankörlüklerinin, Allah’ın dinine karşı cephe almalarının kat kat cezasını göreceklerdir. Ne büyük bir ilâhi tehdit!. Artık o gibi sapık insanlar, böyle pek müthiş bir âkibeti, bir ebedî azabı düşünerek o pek zararlı, kötü kanaatlerini, hareketlerini terk etmeli

171. Andolsun ki, Peygamber gönderilmiş kullarım için bizim bir sözümüz geçmiştir.

171. Bu mübârek âyetler de, müşrikleri tehdit eden âyetleri müteakip Resûl-i Ekrem Hazretlerine tesellide bulunuyor, müslümanların Allah’ın yardımına kavuşacaklarını müjdeliyor. O Yüce Peygamberin yakında cezalandırılacak olan müşriklere bakıp da üzülmemesini emrediyor. Ve Yüce Allah’ın lâyık olmayan vasıflardan uzak bulunduğunu ve Yüce Peygamberlerin Allah’ın selâmına mazhar bulunduklarını, asıl hamd övgünün de âlemlerin Rabbine mahsus bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, Yüce Peygamberin kalbini takviye ve ilâhi va’dinin ehemmiyetine işaret için buyuruyor ki: (Andolsun ki) Muhakkaktır ki, insanlığı Allah’ın dinine davetle emrolunmuş olarak (Peygamber gönderilmiş kullarım için) onların yardıma, zafere, fetihlere kavuşacaklarına dâir (bizim bir sözümüz geçmiştir.) bir ilâhi va’dimiz vuk’u bulmuştur, oherhalde gerçekleşecektir.

172. Şüphe yok ki, onlar elbette zafere ulaşacaklar, onlardır.

172. Evet.. (Şüphe yok ki, onlar) O Peygamberler, evet.. (zafere kavuşmuş olanlar) dünyada düşmanlarına galip gelerek Allah’ın dinini yaymaya muvaffak bulunanlar (onlardır) o mübârek Peygamberlerden ibârettir.

173. Ve muhakkak ki, bizim ordumuz, elbette üstün gelecektir.

173. (Ve muhakkak ki, bizim ordumuz) müminler zümresi, İslâm mücahitleri (elbette galip olanlar) düşmanları üzerine dünyada ve ahirette üstün gelmiş bulunanlar (onlardır.) o İslâm erleridir, o müminler zümresidir. Çünki işin neticesi, zafer ve ilâhi lütuflara erişmek, onlara mahsustur. Evet.. Şüphe yok ki, Allah’ın dinî, aklen ve nâklen bütün bâtıl dinlerin, mesleklerin üstündedir, hepsine galiptir. Bâhusus Hz. Peygamber, büyük bir muvaffakiyete ulaşmış, milyonlarca insan, İslâm dinini kabul ederek İslâmiyet’i doğu ve batıda yaymaya muvaffak bulunmuşlardır. Aslında bazı mağlubiyetler yüz göstermiş ise de bu geçicidir, bir hikmete dayanmaktadır, bazı kusurların dünyevî bir cezasıdır, bir uyanmaya vesiledir. Fakat şu da muhakkaktır ki, Allah’ın dinî, ebediyyen ilâhi koruma altındadır. Ve asıl ebedî hayat sahası olan ahirette de zafere erişecek ve ilâhi lütfa kavuşacak zümre, ancak müminlerdir. İşte asıl temenni etmeye lâyık olan zafer, de böyle ebedî ve mutlu şekilde bir âkibete kavuşmaktır.

174. Artık sen, onlardan o muhaliflerden bir zamana kadar yüz çevir.

174. (Artık) Ey Son Peygamber!. (sen onlardan) O Mekke-i Mükerreme’deki muhaliflerden, İslâmiyet’e karşı düşmanlık gösterenlerden (bir zamana kadar yüz çevir.)onları hâllerine bakıp üzülme. O zamandan maksat, Allah Resûlünün cihat ile emrolunacağı zamandır veya Bedr gazvesi veya Mekke-i Mükerreme’nin fethi günüdür.

175. Ve onlara bak! Elbette ki, yakında göreceklerdir.

175. (ve onlara bak) Onların başlarına gelecek azaba nazaret, onların âkibetlerini gözet. (elbette ki, yakında göreceklerdir.) Kendileri nasıl Allah’ın kahrına ve yenilgiye uğrayacaklar, İslâmiyet ise nasıl muzaffer olup her tarafa yayılacaktır, bütün bunları birgün görmüş bulunacaklardır. Nitekim de biraz sonra görmuşlerdir, kendi yurtları müslümanların ellerine geçmiş, kendileri İslâm hâkimiyeti altında kalmaya mecbur olmuşlardır.

176. Ya bizim azabımızı mı aceleyle istiyorlar?

176. (Ve) O düşmanlar, o inkârcıları (bizim azabımızı mı aceleyle istiyorlar?.) kendilerine ihtar edilen kötü âkibetlerine imkân düşünmeyerek alaycı bir edâ ile: O “azap bize ne zaman gelecektir” diye söylenmekte bulunmuşlardı.

177. Fakat azap onların sahasına indiği vakit artık korkutulmuş olanların sabahı ne kadar fenâdır.

177. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Fakat) O azap onların (sahasına indiği) onların yurtlarını kapladığı (vakit) onlar öyle bir azaba tutuldukları zaman (artık korkutulmuş olanların) böyle bir azaba uğrayacakları vaktiyle kendilerine bildirilmiş bulunan o inkârcıların (sabahı ne kadar fenadır.) onlar, nasıl müthiş bir değişikliğe uğramış olacaklardır, nasıl felâket getiren bir güne kavuşmuş bulunacaklardır, bunu hiç düşünmüyorlar mı?. Nitekim asr-ı saadetteki bir takım müşrikler azsonra birnice felâketlere uğramışlardır. Bu cümleden olarak Bedr gazvesindeki ve Mekke-i Mükerreme’nin fethi gününde büyük maşlubiyetlere maruzkalmışlardır.

178. Ve onlardan bir zamana kadar yüz çevir.

178. (Ve) Ey Peygamberlerin efendisi! Sen teselli bul, sen (onlardan bir zamana kadar yüz çevir) onların sözlerinden, inkârlarından dolayı üzülüp durma.

179. Ve gör, onlar da yakında göreceklerdir.

179. Evet.. Ey Yüce Peygamber!. Sen sabr et, (ve gör) bak, (onlar da) o inkârcı düşmanlar da (yakında göreceklerdir.) başlarına gelecek olan felâketleri görüp anlayacaklardır. Onlar, dünyada mağlûbiyetlere uğrayacakları gibi asil ahirette de nasıl bir azap içinde kalacaklarını görüp bilmiş olacaklardır.

180. Rabbin, o izzet sahibi, onların isnad ettikleri vasıflardan münezzehtir.

180. Evet.. O dinsizler, Allah Teâlâ’ya o ortak koşanlar, öyle pek fena bir âkibete lâyık olmuşlardır. Zira onları, Allah’ın şânına aykırı şeyleri Cenab-ı Hak’ka isnât etmişlerdir. (Rab’bin) Seni yaratan, besleyen, olgunluğa eriştiren kerim mâbudun (o izzet sahibi) olan ve kudreti, azameti herşeyin üstünde bulunan ezeli yaratıcının (onların) o müşriklerin (vasıflandırdıklarından münezzehtir.) onlar, yüce zata evlât isnat ediyorlar, Cenab-ı Hak ile bazı mahlûkatı arasında bir nesep münasebeti bulunduğunu iddiaya cür’et gösteriyorlar. Ve daha nice yanlış inançlarda bulunuyorlar. Halbuki, o Yüce Yaratıcı, o gibi şeylerden tamamen münezzehtir, uzaktır. İnandık.

181. Ve selâm Peygamberlerin üzerinedir.

181. (Ve selâm) Dünyevi ve uhrevî selâmet ve saadet (Peygamberlerin üzerinedir.) onları, Allah’ın dinini insanlığa tebliğe çalışmış, ilâhi rahmete ulaşmış ve ilâhi korumaya mazhar bulunmuşlardır.

182. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.

182. (Ve hamd) Medh, övgü ve şükür (âlemlerin Rab’bi olan) bütün melekleri, insanları vesâir mahlûkatı yoktan var eden, besleyen olgunluğa eriştiren ve açık, gizli nimetleri âlemi kapsayan (Allah) yüce ve mukaddes olan varlık (içindir.) O’nun yüce zatına mahsustur. İşte müminler için en kutsî bir vazifedir ki, Allah Teâlâ Hazretlerini daima böyle tesbih ve hamd ile zikr ederek kalplerini imân nuru ile aydınlatmaya devam etsinler. Bu âyeti kerime’nin fâzileti pek çoktur. Okunan Kur’an’ların, ibâdetlerin, duâların sonunda çoğu defa bu âyeti celîle okunur. İmam Ali Radiallâhü Anh’dan rivâyet olunuyor ki: Her kim büyük bir ölçü ile mükâfata ermek ister ise, meclisinden ayrılırken son sözü bu âyeti kerime’yi okumaktan ibâret olsun. Allah Teâlâ, cümlemizi tesbihe tevhide, hamd-ü senâ’ya ve selâtü selâma devam eden kullarından eylesin. Amin… Hamd, âlemlerin Rabbi Allah içindir.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN