SAFFAT SURESİ

31. Artık hepimizin üzerine Rabbimizin sözü hak oldu. Şüphe yok ki, bizler, elbette azabı tadıcı kimseleriz.

31. Aralarında öyle cereyan edecek düşmanlık neticesi olarak o aldatıcı şahıslar diyeceklerdir ki: (Artık hepimizin üzerine Rabbimizin sözü hak oldu) O Yüce Yaratıcı, “cehennemi elbette ki, cinlerden ve insanlardan, hepsinden dolduracağız” diye buyurmuştu. İşte bu ilâhi beyan, bugün gerçekleşmektedir. Bizler bugün dünyadaki amellerimizin cezasına kavuşacağız. (Şüphe yok ki, bizler elbette) -Cehennem azabını- tadıcı kimseleriz. Öyle bir cezayı hak etmiş olduk, bu bizim kötü hareketimizin bir neticesidir.

32. Evet.. Biz sizi saptırdık, muhakkak ki, bizde sapıklığa düşmüş kimseler idik.

32. O bozguncu kimseler, reisler, şöyle de diyeceklerdir: (Evet.. Biz saptırdık) Sizi hidayet yolundan ayırmak istedik, bu uğurda çalıştık, sizi kendi yolumuza davet ettik (muhakkak ki, biz de) zaten (sapıklığa düşmüş kimseler idik.) istedik ki, siz de bizim gibi sapıklardan olasınız fakat size bir cebir ve tazyikte bulunmadık, siz kendi kötü iradenizle sapıklık yolunu tercih etmiş oldunuz.

33. Artık şüphesiz ki onlar o gün azapta ortak kimselerdir.

33. İlim Sahibi Yaratıcı ise onların ahiretteki vaziyetlerini beyan için buyuruyor ki: (Artık şüphesiz ki, onlar) O kendilerine uyulanlar ve onlara tâbi olanlar da (o gün) o kıyamet zamanı (azapta ortak kimselerdir.) onlar, sapıklıkta beraber oldukları gibi cehennem azabına mâruz kalmakta da beraber bulunacaklardır. Evet.. Tâbi olanlar akıllarını güzel kullanmayarak şeytani vesveselere, propagandalara aldanarak doğru yoldan çıkmış oldukları için azaba lâyık olmuşlardır. Onları yoldan çıkaran şeytan tabiatlı kimseler ise hem kendileri sapık oldukları için azabı hak etmişlerdir, hem de başkalarını sapıttırmış oldukları için o sebeple de ayrıca azaba lâyık bulunmuşlardır. Binaenaleyh onların azapları elbetteki, kat kat fazla olacaktır.

34. Biz muhakkak ki, günahkârlara böyle yaparız.

34. İşte o hikmet ve kudret sahibi olan Yüce Yaratıcı şöyle de buyuruyor: (Biz muhakkak ki, günahkârlara) O uyan ve uyulan günahkâr ve bozguncu kimselere (böyle yaparız) onları böyle azaplara mâruz bırakırız. Öyle küfr ve şirke düşmüş kimseler, böyle bir azaba lâyık olmuşlardır. Onların haklarındaki bu daimi azap, bir hikmet gereği bulunmuştur. İnanıyoruz.

35. Şüphe yok ki, onlara; Allah’tan başka ilâhyoktur, denildiği vakit kibirle direnirler.

35. Bu mübârek âyetler de Allah’ın birliğini tasdikten kaçınan ve Resûl-i Ekrem’e karşı hürmetsizliğe cür’et eden kibirli müşrikleri reddediyor. Onların müthiş âkibetlerini ve kendi amellerine göre ceza göreceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler, hem Allah’ın birliğini, hem de Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr ederler (Şüphe yok ki, onlara) o müşriklere (Allah’tan başka ilâh yoktur) ilahlık, mâbutluk yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. Öyle putlara vesâir mahlûklara ilâhlık ve mâbutluk isnadında bulunmayın. (denildiği vakit) Onlar (kibirle direnirler.) bu teklifi kabul etmezler, kendi haklarında o kadar iyiliksever olan bir hidayet rehberini takdir edemezler, bilakis onu da inkâra cür’et gösterirler.

36. Ve derler ki: Mecnun bir şair için kendi ilâhlarımızı mı terkedeceğiz?

36. (ve derler ki, mecnun bir şair için) Yani: Hz. Muhammed’in bu teklifi üzerine (kendi ilâhlarımızı mı terkedeceğiz?.) atalarımızdan bizlere miras kalan bir tapınmayı biz bırakır mıyız?. Elbetteki, o putlara tapınmaya devam edeceğiz.

37. Hayır.. O hak ile geldi ve Peygamberleri tasdik etti.

37. Allah Teâlâ da o müşrikleri yalanlayarak buyuruyor ki: (Hayır) Muhammed Aleyhisselâm, hâşâ, mecnun, şair değildir (o hak ile geldi) aklen sâbit olan çeşitli deliller ile desteklenen tevhid dinini insanlığa tebliğ etmekle emrolunmuştur. (ve) Hz. Muhammed, bütün önceki (Peygamberleri tasdik etti.) onların da tevhid dinini yaymakla emrolunmuş olduklarını bildirdi. Artık bütün Peygamberlerin insanlığa tebliğetmiş oldukları bir ilâhi dinî neşre çalışan bir yüce zat hiç cinnet ile, şairlikle vasıflanabilir mi?.

38. Şüphe yok ki, siz elbette o pek acıklı azabıtadıcılarsınız.

38. Artık ey inkârcılar!. (Süphe yok ki, siz) Bu inkârınızdan, bu kibirli harketinizden ve öyle yüce bir Peygambere karşı hürmetsizlik göstermekte olduğunuzdan dolayı (elbette o pek acıklı azabı tadıcılarsınız) cehennemin o şetli azabından asla kurtulamayacaksınızdır.

39. Ve siz cezalandırılmayacaksınız, ancak yaptığınız şeyler ile cezalandırılacaksınızdır.

39. (ve) Ey müşrikler, inkârcılar!. (siz cezalandırılmayacaksınız) Siz öyle haksız yere azap olacak değilsiniz (ancak yaptığınız şeyler ile) cezalandırılacaksınızdır. Sizin azaplar içinde kalmanız kendi küfr ve şirkinize karşı bir cezadan ibarettir. Yoksa Cenab-ı Hak, hâşâ bir kimseye yoktan yere azap etmez. Onun ilâhi adaleti buna müsaade etmez. Şüphesiz inandık.

40. Allah’ın hâlis kulları müstesnâ.

40. Bu mübârek âyetler de ahirette kâfirlerin hilafına olarak samimi müminlerin cennetlere dahil ve ne kadar çeşitli ve her türü düşüncenin üstünde nimetlere kavuşacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: inkârcılar, pek şiddetli bir günde azap göreceklerdir. Fakat (Allah’ın) lütuf ve keremiyle (hâlis kulları) hâlisâne bir şekilde kulluk vazifelerini yerine getirmeye muvaffak bulunmuş olan müminler (müstesna) onlar kat kat, mükâfatlara, nimetlere ulaşacaklardır.

41. Onlar var ya, onlar için bilinen bir rızk vardır.

41. (Onlar var ya!) Cenab-ı Hak’kın öyle samimi, seçkin, müstesna kulları (Onlar için belirli bir rızk vardır) olan, pek lezzetli, pek güzel kokulu pek ziyade mükemmel nimetler ile vakit vakit rızıklanacaklardır.

42. Her nevi meyveler vardır ve onlar ikram olunmuşlardır.

42. Evet.. Onlar için öyle lezzetli, her nevi(Meyvalar) vardır. (ve onlar) O cennete nâil olanlar orada (ikram olurmuşlardır) Cenab-ı Hak’kın lütf ve keremine nâil bulunmuşlardır.

43. Naim cennetlerinde.

43. Evet.. O seçkin kullar (Naîm cennetlerinde) öyle sıhhat, emniyet, zevk ve lezzet mahalli olan ve çeşitli meyveleri içeren ebedî bağlar ve bahçeler içerisinde rızıklanıp dururlar. Evet.. Onlar bir zahmete düşmemiş, bir maddî ihtiyaca düşkün olmamış oldukları halde sırf bir lezzet için, ilâhi bir ziyafete kavuşma şerefini elde etmeleri için öyle pek lezzetli, ferahlık veren meyveler ile ikram olunurlar, daha nice cennet nimetleriyle devamlı olarak rızıklanmış bulunurlar.

44. Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde.

44. Evet.. O mes’ut zatlar, o cennetlerde (Birbirleriyle karşı karşıya tahtlar üzerinde) otururlar. Birbirleriyle dostlukta, arkadaşlıkta bulunurlar.

45. Onların üzerlerine ırmaktan doldurulmuş bir bardak ile dolaşılır.

45. (Onların) O tahtların üzerinde oturan zâtların (üzerlerine) onlardan herbirinin zevk ve neşesini arttırmak için cereyan edip duran (ırmaktan bir bardak ile dolaşılır) onlardan herbirine bu suretle de ikram edilir.

§ Maîn; Yeryüzünde cereyan eden görünen bir ırmak demektir.

46. Bembeyaz içenler için lezzetli.

46. O bardaklar ile ikram edilecek leziz sular (Bembeyaz) gayet şeffaf, hoş bir manzara teşkil edecektir. İçlerindeki sular ise (içenler için lezzetli) bulunacaktır.

47. Kendisinde ne bir sersemletme vardır ve ne de onlar onda sarhoş olacaklardır.

47. O içilecek suyun (Kendisinde ne bir sersemletme vardır) ki, içenleri rahatsız etsin, onların akıllarına, fikirlerine bir zarar versin.(ve ne de onlar) Onu içenler (ondan sarhoş olacaklardır.) o cennet şurupları, dünyadaki şaraplara asla benzemez, onları içecek olanlar ruhani zevkler içinde kalacaklardır, hiçbir arızaya uğramayacaklardır.

§ Gavl; Baş ağrısı, akıl gidermek, içeriye ağrı vermek, helak etmek, günahkâr kılmak manasınadır.

§ Nezf; de zayıflık, sarhoşluk, su çekmek, delil kesilmiş olmak demektir.

48. Ve onların yanlarında irice gözlü, bakışlarını kendilerine tahsis etmiş eşler de vardır.

48. (Ve onların) Cennetlere kavuşan zatların (yanlarında irice gözlü) fazlaca güzel ve (bakışlarını) kendi kocalarına (tahsis etmiş) başkalarına bakmayan (eşler de vardır) bu eşler, o kendi kocalarının güzel çehrelerini tam bir zevk ile seyreder dururlar.

§ Kasıratüt’tarf; Gözlerini hapseden, başkalarına bakmayan kadınlar demektir.

§ Ayn; da gözleri iri olan, yani güzelce gözlü bulunan kadınlardan ibarettir.

49. Sanki onlar, kapalı yumurtalardır.

49. (Sanki onlar) O zevceler (kapalı) toz toprak dokunmamış, tertemiz, güzel bir renge sahip (yumurtalardır.) onlar o kadar bir güzelliğe, bir hoşluk ve temizliğe sahip bulunacaklardır.

§ Meknûn; Örtülü, kapalı, saklı, kendisine el dokunmamış, toz isabet etmemiş şey demektir.

50. Onların O cennetliklerin bazıları bazılarına karşı yönelerek soruşturmaya başlarlar.

50. Bu mübârek âyetler de cennet ehlinin birbiriyle sohbette bulunarak dünyadaki bazı arkadaşların hallerini birbirinden soruşturmada bulunacaklarını bildiriyor. Bunlardan bir zatı dünyada iken arkadaşınınnasıl sapıtmaya çalıştığını, ahiret hayatını nasıl inkâr eder bulunduğunu hikaye ediyor. Derken o zatın o arkadaşını cehennem içinde görerek ona uymadığından dolayı ne kadar kalben ferah olduğuna işaret buyuruyor. Ve cennet ehlinin bir daha ölüme uğramayacaklarını ve azap görmeyeceklerini ve bunun en büyük bir kurtuluş ve selâmet olduğunu ve böyle bir saadete ermek için çalışmanın lüzumunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Onların) O cennet nimetlerinden yararlanan zâtların (bazıları bazılarına karşı yönelerek) sohbette bulunurlar, bir nice marifetlere, faziletlere âit mevzuları ileri sürerler ve birbirlerinden (soruşturmaya başlarlar.) dünyada iken görmüş, geçirmiş oldukları bir takım işleri hatırlamış bulunurlar.

51. Onlardan bir söyleyici der ki: Benim dünyada iken muhakkak bir arkadaşım var idi.

51. (Onlardan) O cennet ehlinden (bir söyleyici) konuşmada bulunan bir zât (der ki: Benim,) dünyada iken (muhakkak bir arkadaşım var idi) bu ahiret hayatını tasik etiğim için beni kınardı, kendisi bu ebedî hayata asla inanmazdı.

52. Derdi ki: Sen de hakikaten tasdik edenlerden misin?

52. Benim inancımdan dolayı teaccüp ederek (Derdi ki: sen de hakikaten) ahiret hayatını (tasdik edenlerden misin?.) Sen de öyle olmayacak birşeye inanır mısın?

53. Biz öldüğümüz ve biz toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi, hakikaten biz mi tekrar hayat bulup cezalandırılanlar olacağız?

53. Evet.. (Biz öldüğümüz ve biz toprak ve kemikler olduğumuz vakit mi?.) Yeniden hayata kavuşacağız?. Ne garip iddia!. (Hakikaten biz mi tekrar hayat bulup cezalandırılanlar olacağız?.) Sen de buna inanıyor musun, bu nasıl olabilir?

54. Dedi ki: Siz onun halinden haberdar olmak isteyen kimseler misiniz?

54. O zât, cennetteki sohbet ettiği kimselere hitaben (Dedi ki: Siz) O ahireti inkâr eden arkadaşımın halinden (haberdar olmak isteyen kimseler misiniz?.) şimdi onun cehennemde nasıl azap gördüğünü öğrenip de kendi halimizden dolayı ne kadar fazla gönül rahatlığı içinde olmalıyız, Cenab-ı Hak’ka hamd ve şükr etmeliyiz ki, öyle aldatıcıların aldatmalarına kapılmadık da şimdi böyle muazzam ilâhi lütuflara kavuşmuş olduk.

55. Derken kendisi bakar, onu o arkadaşını cehennemin ortasında görür.

55. (Derken kendisi bakar) öyle cennette arkadaşlarına hitapta bulunan zât, cennetteki bazı pencerelerden bakar (onu) o dünyadaki arkadaşını (cehennemin ortasında görür.) onun ateşler içinde çırpınıp durduğunu müşahede eder. Cennet ehli, Allah’ın bir insanı olarak böyle bir görme kabiliyetine sahip bulunacaklardır, bulundukları yüce makamlardan bakıp cehennemleri seyredeceklerdir.

56. Der ki: Vallahi sen az kaldı elbette beni helâk edecek idin.

56. O bakan zât, o cehennemdeki arkadaşını kınamak için yemin ederek (Der ki, vallahi) Cenab-ı Hak’ka andolsun ki, (sen az kaldı elbette beni helâk edecek idin) eğer ben senin aldatmana kapılarak bu ahiret hayatını inkâr etmiş olsa idim, şimdi ben de senin gibi cehenneme atılmış, ebedî helâke uğramış olacaktım. İşte insanları doğru yoldan ayırmak isteyen o gibi şeytan tabiatlı zındıklara uyanların âkibetleri böyle bir helâkten başka birşey değildir.

57. Ve eğer Rabbimin nimeti olmasa idi, elbetteki, ben de bu ceheneme getirilenlerden olacak idim.

57. O zât, imânını muhafazaya muvaffak olmuş olduğundan dolayı fevkalâde üzüntüler içinde kalmış olarak diyecekdir ki: (ve eğer Rab’bimin nimeti) ihsanı ve beni ilâhi dinine kavuşturması, beni öyle şeytani vesveselerden koruması (olmasa idi, elbetteki, ben de) ey cehenneme atılmış arkadaş!. Şimdi bu cehennemde seninle beraber (hazır bulunmuşlardan olacak idim) Allah’a hamd olsun, senin bâtıl sözlerine kıymet vermedim, dinimi muhafazaya muvaffak oldum, böyle bir müthiş âkibetten emin bulundum. Bu zât ile o cehennemdeki şahsın kimler olduğu bizce belli değildir. Bizim için fâide, onların şahıslarını bilmekte değil, kıssalarını bilmektir. Mamafih deniliyor ki: Onlar iki arkadaş veya iki ortak imişler. Aralarındaki müşterek sekizbin lirayı taksim etmişler, o zât kendisine şit olan dörtbin lirayı hak yolunda tasaddukta bulunmuş, diğer şahıs da kendi hissesini düyevi işlere sarfetmiş, ahiret hayatını inkâr etmiş idi.

58. O cennetteki zât diyecektir ki değil mi biz artık ölüler olmayacağız?

58. O zât, o cehennemdeki şahsa karşı olan hitabına nihayet verince cennet ehlinden olan arkadaşlarına sözü yönelterek diyecektir ki, (Değil mi, biz artık ölüler olmayacağız?.) biz bu cennette ebedî kalacak, bir daha hayattan mahrum bulunmayacağız. Bu ne büyük bir ilâhi ihsan.

59. İlk ölümümüz müstesnâ ve biz azap görücüler de olmayacağız değil mi?

59. (İlk ölümümüz müstesnâ) Dünyada iken öldük, kabirde de geçici bir hayat bularak sorgulamadan sonra yine hayattan mahrum kaldık. Fakat şimdi bu ahiret hayatında ebedî hayata kavşutuk, artık bir daha ölmemiz düşünülmüş değil, bu bizim için bir büyük nimet. (ve biz azap görücüler de olmayacağız değil mi?) Bu da muhakkak. Artık ne ebedî birilâhi lütuf!.

60. Şüphe yok ki, bu, elbette en büyük bir kurtuluştur.

60. (Şüphe yok ki, bu) Cennet ehlinin nâil olacakları bu ebedî hayat, bu azaptan tamamen uzak bulunmuş (elbette en büyük kurtuluştur) en büyük bir kurtuluş ve saadettir.

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN