SAFFAT SURESİ

121. Şüphe yok ki, biz, iyileri böylece mükâfatlandırırız.

121. İşte Allah Teâlâ şöyle de buyuruyor: (şüphe yok ki, biz iyileri böylece mükâfatlandırız.) O iki muhterem kardeş de hakikaten iyi ve üzerlerine düşen vazifeleri hakkıyla yapmaya çalışmış oldukları için öyle bir mükâfata, güzel bir meth ve övgüye sevgi ve saygıya kavuşmuşlardır.

122. Muhakkak ki, ikisi de bizim mümin kullarımızdandır.

122. (Muhakkak ki, ikisi de) Hem Musa hem de Harun Aleyhisselâm (bizim mümin kullarımızdandır.) binaenaleyh öyle mükâfatlara erişmişlerdir, Allah’ın lütfuna kavuşmuşlardır. Bu âyeti kerime ile işaret buyurulmuş oluyor ki: Güzel bir îman, en gerekli ve mukaddes bir vazifedir. O imân sebebiyle tecelli eden fazilet, nimet ve selâmet her türlü faziletlerin, nimetlerin, selâmetlerin üstündedir. Cenab-ı Hak, cümlemizi öyle bir îmandan mahrum bırakmasın. Amin.

123. Ve şüphe yok ki, İlyâs da gönderilmiş Peygamberlerdendir.

123. Bu mübârek âyetler de İlyas Aleyhisselâm’ın kıssasını bildiriyor. O muhterem Peygamberin kavmini Allah’ın birliği inancına dâvet ettiğini, O’nu yalanlayanların da azaba uğradıklarını beyan buyuruyor. Hz. İlyas’ın seçkin bir mümin olup selâma, güzelce anılmaya mazhar olduğunu ve mükâfata kavuştuğunu şöylece bildirmektedir. (Ve şüpheyok ki, İlyas da) Beni İsrail’i tevhid dinine davet için (gönderilmiş) Peygamber (lerdendir.)

124. O vakit, kavmine demişti ki: siz korkmaz mısınız?

124. (O vakit) O muhterem Peygamberin kavmine gönderildiği zaman, (kavmine) İsrailoğullarına (demişti ki: Siz korkmaz mısınız?.) Yüce Yaratıcının azabından endişe etmez misiniz ki, O’nun emirlerine uymuyorsunuz, yasakladığı şeyleri terk eylemiyorsunuz.

125. Ba’l e mi tapınırsınız? Ve yaratıcıların en güzeline ibadeti terk mi edersiniz?

125. Ey Kavmim!. siz (Ba’le mi tapınırsınız?.) öyle elinizle yapmış olduğunuz “Ba’l” adındaki puta mı ibadette bulunursunuz (ve yaratıcıların en güzeline) ibadeti (terk mi eylersiniz?.) Bu ne kadar cehalet!. Ne büyük sapıklık! “Haalık lafzı, icat eden, ortaya çıkaran, birşeyi yoktan var eden, yaratan manasına olduğu gibi takdir eden, tasvir eden ve terbiye eden mânâsında da kullanılmaktadır. Allah Teâlâ’dan başka yoktan yaratıcı manasına bir Yaratıcı mevcut olmadığı aklen ve naklen sabittir. Bütün insanların vesairenin varlıkları ve onların meydana getirdikleri şeyler, bütün Cenab-ı Hak’kın yaratmasıyle meydana gelmektedir. Yaratıklar, bir zerreyi bile yoktan var edemezler. Binaenaleyh bu âyeti kerimedeki “haalik” tâbirinden maksat en iyisini Allah bilir, takdir ve tasvir eden, demektir. Buyurulmuş oluyor ki: Siz bazı şeyleri takdir eden, tasvireden kimselere mi tapıyorsunuz?. Herhangi birşeyi en güzel takdir eden, tasvir buyuran bir Yüce Mabûd’a ibadeti terk ederek. Bu ne kadar cahilce bir hareket!. Diğer bir yoruma göre de buyurulmuş oluyorki: Ey müşrikler!. Siz bazı şeylere Yaratıcılık isnat ediyorsunuz. O şeyler sizin -iddianızcahâşâ bir Yaratıcısı bulunuyor. Fakat bir kere düşünunüz, o şeyleri de bütün kâinatı da en güzel surette yaratan Allah Teâlâ var iken O’na ibadeti bırakıp da idianızca Yaratıcı sandığınız âciz, mahlûkata ibadet etmeniz, onlardan bir faide beklemeniz nasıl uygun olabilir?. Siz bu cehaletinizin hiç farkında değil misiniz?.

126. Sizin de Rabbiniz ve evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allah’a ibadeti mi terk eylersiniz?

126. Evet. Hz. İdris, kavmine şöyle de ihtarda bulundu. (Sizin de Rab’biniz ve evvelki atalarınızın da Rabbi) Yaratıcısı, terbiyecisi, nimet vereni (olan Allah’a) ibadeti mi terkeylersiniz. Halbuki, O âlemlerin Rabbinden başka ibadete lâyık başka bir zat yoktur. İbadete lâyık olan ancak Allah Teâlâ Hazretleridir.

127. O vakit onu yalanladılar. Artık onlar da elbette ki, azaba götürülmüş kimselerdir.

127. İlyas Aleyhisselâm, onları böyle uyanmaya dâvet edip haklarında hayrı tavsiye ederken o müşrik kavmi (O vakit O’nu) Hz. İlyas’ı (yalanladılar) o mübârek zatın Allah’ın birliğinin lüzumuna, şirkin azabı gerektirici olduğuna dair olan beyanatını kabul etmediler (artık onlar da) o müşrik kavim de, bu yalanlamalarından dolayı (elbette ki,) azaba (götürülmüş kimselerdir) onlar nihayet cehenneme sevkedileceklerdir… O kötü sözlerin, işlerinin cezasına kavuşmuş olacaklardır.

128. Allah’ın ihlaslı kulları müstesnâ.

128. Fakat o mübârek Peygamberi tasdik eden (Allah’ın ihlaslı) tevhid dinî ile vasıflanmış olan (kulları müstesnâ) onlar elbette azaba değil, mükâfatlara kavuşacaklardır. Bu yüce beyan işaret ediyor ki, bu kavmin arasında imânaerişenler de bulunuyormuş.

129. Ve ona karşı sonrakiler arasında güzel bir nam bıraktık.

129. Allah Teâlâ da Hz. İlyas’ın bu hak yolundaki çalışmasının bir başka mükâfatını beyan için buyuruyor ki: (Ve O’na karşı) O yüce peygamberin o yüce mesaisine bir mükâfat olmak üzere (sonrakiler arasında) kendisine güzel bir nam, güzel bir övgu (bıraktık.) kıyamete kadar dünyaya gelen müminler o mübârek zatı yücelterek, hakkında övgü dolu sözler söyleyeceklerdir.

130. İlyâsın üzerine selâm olsun.

130. Cenab-ı Hak lütfen şöyle de buyuruyor: (İlyâs’ın üzerine) bizden (selâm olsun.) İlyas Aleyhisselâm’ın bir adı da “İlyasîn”dir. Yahut bundan maksat, Hz. İlyas ile O’na imân eden zatlardır, onunla beraber bir ilişkiden dolayı bir arada zikredilmişlerdir.

131. Muhakkak ki, biz iyileri işte böyle mükâfata kavuştururuz.

131. Hak Teâlâ Hazretleri, o ilâhî lütuflarının sebebine işaret için de buyuruyor ki: (Muhakkak ki, biz iyileri) îman ile vasıflanmış ilâhi hükümlere hakkıyla riayet eden kulları (mükâfata ulaştırırız) İlyâs Aleyhisselâm ile O’na tâbi olanlar da öyle iyi kimseler oldukları için ilâhi mükâfatlara aday bulunmuşlardı.

132. Şüphe yok ki, O, bizim mümin kullarımızdandır.

132. (Şüphe yok ki, O) İlyas Aleyhisselâm (bizim mümin kullarımızdandır) öyle bir kulluk şerefine sahip olan bir Peygamber, elbette ki, ihlaslılardan olup öyle yüce mükâfatlara lâyık bulunmuştur. Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

§ İlyâs Aleyhisselâm; Harun Aleyhisselâm’ın torunlarındandır. Kendisine “İlyasin” de denilmektedir. “Cebelisinâ”, “cebeli’sinin” tâbirleri gibi. Maamafih İlyasin tabiri; Aliyâsîn diye de kıraat olunmaktadır. Bazı zâtlara vebu cümleden olarak İmam-ı Ahmet Bin Hanbel’e göre, Hz. İlyas ile Hz. İdris bir zattan ibarettir. İlyas Aleyhisselâm, Şam havalisinde bulunan bir belde ahalisine Peygamber gönderilmişti. O ahali “Ba’l” adındaki putundan yapılmış bir büyük puta tapıyorlardı. O putun bulunduğu beldeye “Ba’lebek” adı verilmiştir. O ahali, Hz. İlyas’ın tebliğlerini kabul etmemişler, bilâkis onu beldelerinden çıkarmışlar. Bunu müteakip beldeleri feyz ve bereketten mahrum kalmış, yağmurlar yağmaz olmuş, açlıktan pek fena bir hale gelmişler. Nihayet arayıp İlyas Aleyhisselâm’ı bulmuşlar, O’nun nasihatını kabul ederek sıkıntısından kurtulmuşlar. Fakat bilahara o kavim, yine küfre, günaha, isyana müptela olmuş, Hz. İlyas da Allah’ın izni ile onların aralarından ayrılmış, başka bir tarafa çıkıp gitmiştir. O mübârek Peygamberin yerine “Hz. İlyesa” geçti ve peygamberliğe erişerek o kavmi ıslaha çalıştı. Fakat o kavim bilahara yine doğru yoldan çıkmış, Allah’ın kitabını terketmiş, birbirleriyle mülk ve memleket çekişmelerinde bulunup durmuşlardı. Nihayet üzerlerine Asuriyye devleti musallat olmuştur. İşte o asırda Yûnus Aleyhisselâm da Asuriye devletinin başkenti olan Ninova şehri ahalisine Peygamber gönderilmişti.

133. Ve muhakkak ki, Lût da elbette gönderilmiş Peygamberlerdendir.

133. Bu mübârek âyetler de Lût Aleyhisselâm’ın kıssasına işâret ediyor. O’nun ve kendisine muhalefet eden bir eşinden başka aile fertlerinin kurtuluşa erdirilmiş olduklarını, O’na muhalefet edenlerin ise helâke uğramış bulunduklarını bildiriyor. Öyle helâke uğramış kavimlerin daima görülmekte olan tarihi yurtlarından ibret alınması lüzumunu şöylece ihtar buyurmaktadır. (ve mubakkak ki, Lut) Aleyhisselâm (da) Şam tarafında “Sedum” adındaki belde ahalisine (elbette gönderilmiş) Babil tarafından, Şamyakasına geçmiş Peygamber (lerdendir) o belde ahalisi ise birnice çirkin, başka milletlerin yapmadıkları çirkin şeyleri işleyip duruyorlardı.

134. O vakit O’nu ve ailesini kurtardık.

134. Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekrem’ine emrediyor ki: Habibim!. Hatırlat o vakti ki, (O vakit O’nu) Lût Aleyhisselâm’ı (ve ailesini) bütün aile fertlerini (kurtuluşa erdirdik) onları o kavmin üzerine yönelmiş olan felâketlerden kurtardık.

135. Azap içinde kalanlar arasındaki bir kocakarı müstesnâ..

135. Ancak (Azap içinde kalanlar arasındaki bir kocakarı) O Yüce Peygamberin emirlerine muhalefet eden yaşlı başlı eşi (müstesnâ) O da kavim ile beraber helâke uğramış idi.

136. Sonra diğerlerini de helâk ediverdik.

136. Evet.. (Sonra diğerlerini) Hz. Lût ile O’na itaat eden aile fertlerinden başkalarını, kendi isyânları, çirkin hareketleri sebebiyle (helâk ediverdik) başlarına taşlar yağdırıldı, zelzeleler ile yurtlarının altı üstüne getirilmiş oldu, hepsi de lâyık oldukları cezaya kavuşmuş oldular. Onların harap yurtları birer ibret manzarası teşkil etmekte bulunuyor.

137. Ve şüphe yok ki, siz elbette onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız.

137. (Ve şüphe yok ki, siz) Ey Mekke-i Mükerremede bulunan Son Peygamber’e karşı muhalefete cür’et eden kimseler!. (elbette) Şam tarafına vakit vakit seyahat ettikçe (onların üzerlerine sabahleyin uğrarsınız) onların nasıl helâk olup gitmiş olduklarını anlarsınız.

138. Ve geceleyin de. Siz akıllıca düşünmeyecek misiniz?

138. (Ve geceleyin de) O taraflara uğrarsınız, onların o harap yurtlarını görürsünüz. Artık (siz akıllıca düşünmeyecek misiniz?.) okavimlerin dinsizlikleri, ahlâksız şeyleri işlemiş olmaları yüzünden nasıl felâketlere uğramış olduklarını dikkate alıp uyanmayacak mısınız?. Sizin başınıza da öyle felâketlerin gelmeyeceğinden nasıl emin olabilirsiniz?. İnsan biraz da tarihten ibret almalı değil midir?. Bu kıssa için Enbiya Sûresine de bakınız.

139. Ve şüphe yok ki, Yûnus de elbette gönderilmiş Peygamberlerdendir.

139. Bu mübârek âyetler de Yûnus Aleyhisselâm’ın kıssasını bildiriyor. O’nun fazlasıyla olan zikr ve tesbihi bereketiyle nasıl harikulâde bir felâketten kurtulmuş ve nasıl büyük bir cemaate Peygamber gönderilmiş ve onların imân ile vasıflanmalarını temine muvaffak olmuş olduğunu şöylece beyan buyurmaktadır. (ve şüphe yok ki, Yûnus) Bini Mettâ (da) elbette (gönderilmiş) Peygamber (lerdendir.) Ninova ahalisini Allah’ın dinine dâvet etmekle emrolunmuştu. Onlar putlara tapıyorlardı. O mübârek Peygamberlerinin sözlerini dinlemediler, onların başlarına bir azap geleceğini ihtar etti, onların muhalefetlerinden dolayı pek üzüldü. Daha ilâhi bir müsaade almadan bulunduğu beldeyi terk ederek, bir deniz sahiline vardı.

140. Vakta ki, O, dolu bir gemiye kaçmıştı.

140. Evet.. (Vakta ki, O) Yüce Peygamber öyle bir deniz kenarına varmış, yolcular ile (dolu bir gemiye kaçmıştı.) kendi yurdundan uzaklaşmak istiyordu. Fakat gemi, hareket etmez olmuştu. Gemide efendisinden firar etmiş bir kul var denilmiş, gemi ahalisi, aralarında bir kur’a çekmek istemişlerdi.

141. Derken kur’a çekmişte, mağlûp olanlardan olmuştu.

141. (Derken) O ahali (kur’a çekmişde) kur’a, Hz. Yûnus adına isâbet edince: “firar eden kul benim” diyerek (mağlup olanlardan olmuştu.)§ İbak; Kölenin efendisinden kaçması demektir.

§ Mudhazîn; de kur’a ile mağlûp olanlar manâsınadır.

§ Meşhûn; de memlu, dolu demektir.

§ Müsâheme” kur’a çekivermektir.

142. Artık o melâmet eder nefisini kınar bir hâlde iken O’nu balık yutuverdi.

142. (Artık O) Hz. Yûnus (kendini kınar) henüz ilâhi bir emir almadan kavmini bırakıp kaçtığından dolayı nefsini kınar. (bir hâlde) Kendisini denize attı, hemen O’nu bir (balık yuttu.) fakat Cenab-ı Hak’kın bir koruması olmak üzere o balığın karnında canlı olarak bir müddet kaldı.

143. Eğer o çokca tesbih edenlerden olmasa idi.

143. (Eğer O) Hz. Yûnus (vaktiyle çokça tesbih edenlerden) Allah Teâlâ’yı fazla zikredenlerden, namaz kılıp tesbih çekenlerden öyle ibadet eden takva sahibi kullardan (olmasa idi.) bu müthiş faciadan kurtulamazdı, canlı kalarak bir daha kurtuluş sahasına varamazdı.

144. Elbette ki, O’nun karnında tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı.

144. (Elbette ki, O’nun karnında) O balığın içinde (tekrar dirilecekleri güne kadar kalırdı.) kıyametten evvel canlı olarak bir daha dünya yüzüne gelemezdi. İşte O’nun zühd ve takvası, fazlaca zikr ile, tesbih ile meşguliyeti kendisi için bir kurtuluş vesilesi olmuştur. Bundan, başkaları da bir ibret dersi almalıdırlar.

145. Artık O’nu kendisi hasta olduğu hâlde bir açık yere atıverdik.

145. Allah Teâlâ buyuruyor ki: (Artık O’nu) Yûnus Aleyhisselâm’ı (kendisi hasta olduğu hâlde) mübârek vücudu süzülmüş gibi bir halegelmiş kavminin halinden ve henüz bir izin almaksızın beldesini terk ettiğinden dolayı üzüntülü, ruhen ızdırablı bulunmuş olduğu halde (bir açık yere atıverdik.) O’nu balığın karnından alarak bir kurtuluş sahasına kavuşturduk. Balığın karnında ne kadar kaldığına dâir kat’i bir bilgi yoktur. Pek az kaldığı veya üç gün veya yirmi veyahut bir ay veya kırk gün kaldığını söyleyenler vardır. § Ara; Hâli, boş mekân demektir.

146. Ve O’nun üzerine kabak nev’inden bir ağaç bitirdik.

146. (Ve O’nun üzerine) Yani: Hz. Yûnus’un etrafında (kabak nevinden) veya “mevz” denilen şam üzümünden (bir ağaç bitirdik.) onun gölgesinde oturuyor, meyvesinden yiyor, başka bir gıdaya muhtaç bulunmuyordu.

147. Ve O’nu yüzbin ve daha çok kişiye öyle bir kavme Peygamber gönderdik.

147. (Ve O’nu) O mübârek Peygamberi öyle kurtuluş alanına çıkıp tam sıhhat bulduktan sonra (yüzbin veya daha çok kişiye) O kendisinin Ninova’daki büyük kavmine tekrar Peygamber olarak (gönderdik.) onları tekrar gidip irşâda çalıştı, onlar da hâllerini ıslah ederek O mübârek zât’a tâbi oldular.

148. Nihayet imân ettiler, artık onları bir müddete kadar geçindirdik fâidelendirdik.

148. Evet. O kavim (Nihayet) gafletten uyandılar, putlarını terk ettiler, Cenab-ı Hak’ka (imân ettiler) o Peygamberlerinin tebliğ ettiği Allah’ın dinini kabul eylediler. (artık onları bir müddete kadar geçindirdik.) Onları ömürlerinin nihayetine kadar fâidelendirdik, kendilerini selâmet ve refah içinde yaşattık. İmânlarının dünyevî mükâfatlarına ermiş oldular, elbette ki, onların uhrevî mükâfatları daha pek büyüktür. İşte ilâhi dine sarılmanın pek muazzam fâidesi!.

149. Şimdi onlara sor, Rabbin için kızlar veonlar için ise oğullar mı var?

149. Bu mübârek âyetler de kendilerine, küfrleri yüzünden helake uğramış olan eski kavimlerin müthiş tarihi halleri bir uyanma vesilesi olmak üzere bildirilen asr-ı saadetteki müşrikleri kınamak için bir cevap vermeğe davet ediyor. Yüce Yaratıcı ile melekler ve cinler arasında bir soy birliği münasebeti bulunduğunu hiçbir delile dayanmayarak iddia eden o müşriklerin cehâletlerini gözlen önüne seriyor. O müşriklerin iddialarından Cenab-ı Hak’kın uzak olduğunu ve o müşriklerin cehenneme sevkedileceklerini, müminlerin ise cehennemden emin bulunacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, Yüce Peygamberine emr ediyor ki: Resûlüm!. (Şimdi) Sen (onlara) o müşrik kabilelere (sor) onların cehâletlerini göstermek, kendilerini kınamak ve utandırmak için onlardan bir cevap iste (Rabbin için kızlar ve onlar,) o müşrikler (için ise oğullar mı var?.) buna cevap verebilirler mi?. Elbette ki, veremezler, hangi bir delile dayanarak cevaba cür’et edebileceklerdir. Bu gibi Allah tarafından yapılan sorulara “istifham-ı inkâri” denilirki, sorguya çekilenleri susturmak, onların cehâletlerini teşhir etmek gibi bir hikmete dayanmaktadır. “Arap kabilelerinden Cüheyne, Huzaa, Beni Melih ve Beni Selm müşrikleri “Melekler Allah’ın kızlarıdır”, derler imiş. Halbuki, onlardan birinin bir kızı dünyaya gelince utanç duyar, kavminden kaçıp gizlenirmiş. Kendilerince kız evlâdı o kadar çirkin, utanç verici görüldüğü halde Yüce Yaratıcı’ya öyle kız evladı isnâdından geri durmazlar

150. Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık? Onlar da şahitler mi idiler?

150. Hak Teâlâ Hazretleri onların o cehaletlerini teşhir etmek ve kendilerini de kınamak için şöyle de buyuruyor: (Yoksa melekleri dişiler olarak mı yarattık?.)Meleklerin dişi olduklarını ve Allah’ın kızları bulunduklarını neye dayanarak iddia ediyorlar?. Yoksa o meleklerin yaradılışına (onlar da) o müşrikler de (şahitler mi idiler?.) o yaradılışı, bakıp ta müşahede mi etmişlerdi?. Neye dayanarak öyle boş bir iddiaya cür’et ediyorlar?.

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN