MÜDDESSİR SURESİ

15. Sonra da arttırayım diye umuyor.

15. Halbuki: O ihtiraslı nankör şahıs (sonra da arttırayım diye tamahkâr bulunuyor.) mallarının ve çocuklarının daha fazla artmasını pek hırslı bir hâlde arzu ediyor. Nâil olduğu o kadar nîmetlerinin kadrini bilmiyor, şükrünü yerine getirmeye çalışmıyor. Ne kadar büyük bir ihtiras, ne derece çirkin bir nankörlük?. Hattâ diyormuş ki: “Eğer Muhammed -Aleyhisselâm- sâdık oldu ise artık Cennet ancak benim için yaratılmıştır, yâni: Eğer hakikaten Cennet var ise o nîmete de nâil olacak olan ancak benim.” Ne büyük bir bencillik.

“Rivâyete göre Resûl-i Ekrem Sallâlâh-ü Aleyhivessellem Efendimiz bir gün Mescid-i saadetinde, namaz kılıyor ve “El-Mü’mîn” sûresinin ilk âyetlerini okuyormuş, Velid İbnil’mugiyre” de orada bulunup Resûlallâh’ın Kur’an okumasını dinlemiş, sonra Velid, kavmi olan Ben-i Mahzun’un yanlarına giderek demiş ki: Vallâhi ben Muhammed -Aleyhisselâm- dan bir söz işittim ki: O, ne insanların, ne de cinlerin sözleri değildir. Vallâhi onda bir tatlılık, bir güzellik var, yukarısı pek yemiş verici, aşağısı da pek hoş, şüphe yok ki: O yükselir, onun üzerine yükselinemez.”

Velid bu sözlerini müteâkip evine gitmiş onun bu sözlerini işiten Kureyş tâifesi demişler ki: Vallâhi Velîd, kendi dinini terk etmiş, müslüman olmuş, artık bütün Kureyş kavmi de ona bakarak dinlerini terkedecekler. Kardeşi Ebû Cehil ise demiş ki: Sizin için ben ona yeterim, sonra Velîd’in yanına gitmiş, pek üzüntülü bir vaziyette görünmüş,

Velîd bunu görünce: Sana ne oldu, ne için üzüntülü bulunuyorsun demiş, Ebû Cehil de,
demiş ki: Nasıl üzülmeyeyim ki: Kureyş senin ihtiyarlığına bakarak sana nafaka tedarik etmek için toplanmışlar, sanıyorlar ki: Sen “Muhammed -Aleyhisselâm- in sözünü kabul etmişsin, İbn-i Ebi Kebşe’nin ve İbn-i Ebi Kuhafe’nin yanlarına giderek’ onların yemeklerinin fazlasından yemek istiyormuşsun.

Bu sözü işiten Velîd, gazaba gelmiş, Kureyş bilir ki, ben malca ve evlâtça onların en büyüğü bulunuyorum, Muhammed -Aleyhisselâm- ve Ashab-ı yemekten doymuşlar mıdır ki: Onun fazla yemeği bulunsun demiş sonra Velîd, Ebû Cehil ile beraber, kavminin meclisine gitmiş, onlara demiş ki: Siz Muhammed -Aleyhisselâmın mecnun olduğunu zanneder misiniz?

Hiç onun boğulur olduğunu gördünüz mü? Onlar da demişler ki: Allah için hayır. Onu mecnun zannetmeyiniz. Velîd yine demiş ki: Onu şair olduğunu sanır mısın?. Onun şiir söylediğini gördünüz mü?. Onlar da Allah için hayır.. Görmedik demişler, Velîd yine sormuş ki: Siz onun yalancı olduğunu zanneder misiniz?. Onun yalan söylediğini hiç tecrübe ettiniz mi? Onlar da dediler ki: Allah için yok, onun yalan söylediğini görmedik.

Zâten, Hz. Peygamber’e tam bir doğruluk ve sadâkatinden dolayı öteden beri “Muhammedül’emîn” deniliyordu, nihâyet müşrikler, dediler ki: Artık o nedir? Velîd de biraz düşündükten sonra dedi ki: O bir sihirbazdan başka bir şey değildir. Görmüyor musunuz ki: O, bir kişi ile ailesinin, evlâdının ve kölelerinin arasını ayırıyor, onun söylediği de bir sihirdir, onu “Müseylimeden” ve Ehl-i Bâbil’den naklediyor.

Velîd’in bu sözü o müşriklerin hoşuna gitmiş, hayret etmelerine sebep olmuştu. Velîd, ya Bedr gazvesinde katledilmiştir veya Necaşi’nin sarayında yaptığı bir hıyanetten dolayı Necaşi tarafından idam olunmuştur. Kâfir olarak öldüğünde ittifâk var gibidir.
Velîd’in on oğlu var idi, onlardan yalnız Hâlit, Hişam ve İmare adındaki üç oğlunun müslüman olmuş olduğu rivâyet olunmaktadır.

İşte bu sûredeki âyetlerin bir kısmı bu Velîd hakkında nâzil olmuştur. “En doğrusu Allah bilir.” “Tefsir-i Kebir, Ruhul’meani.”

16. Hayır.. Şüphe yok ki: O bizim âyetlerimiz için bir inatçı oldu.

16. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in risâletini tasdîk etmeyen velîd gibi bir inkârcının pek inatçı ve Allah’ın azabına aday bir şahıs olduğunu bildiriyor. O Yüce Peygamber hakkında o inkârcının ne yanlış kuruntularda bulunmuş olduğunu teşhîr ediyor. Nefsine pek kibirli olan o şahsın Resûl-i Ekrem’e sihirbaz ve Kur’an-ı Kerim’e bir insan sözü demek gibi câhilce bir cür’ette bulunmuş olduğunu kınıyor.

Artık o inkârcı şahsın çok yakıcı olan ve on dokuz bekçisi bulunan müthiş cehenneme atılacağını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Cenab-ı Hak buyuruyor: (Hayır) O inkârcının, aç gözlünün arzusu yerine getirilmeyecektir, onun mal ve çocukları arttırılmayacaktır. Çünkü (o, bizim âyetlerimiz için bir inatçı oldu) kendisini o nîmetlere eriştirmiş olan Yaratıcısının Kur’an-ı Kerim’ini inkâr etti, Resûl-i Ekrem’in doğruluğunu, Peygamberliğini kalben anlamış olduğu hâlde sırf inadından dolayı lisanen inkâra cür’et gösterdi. Ne büyük bir sapıklık!.

Müfessir Mütâkil demiştir ki: Bu âyet-i Kerime’nin inmesinden sonra, Velîd’in servetinde, çocuklarında noksanlık görülmüştür.

17. Onu yüklenmesi pek meşakkatli bir şey ile mükellef kılacağım.

17. (Onu) O inkârcı şahsı (yüklenmesi pek meşakkatli bir şey ile mükellef kılacağım.) Yâni: Ona müşkül bir şey yükleyeceğim, onu tâkatini kesen bir azaba atacağım, böyle bir musîbete, bir nevi meşakkate uğratmak, çıkılması pek zor olan bir dağa çıkmakla mükellef olmaya benzetilmiştir.

“İrhak” Zorluk yükletilmek, çetin bir şey ile mükellef tutmak demektir.
“Saud” da inişli ve yokuşlu yer ve Akâbe’ yâni: Yokuş ve dağ içindeki yol mânâsınadır.

18. Şüphe yok ki: O, düşündü ve ölçtü biçti.

18. (Şüphe yok ki: O) İnatçı şahıs (düşündü) Kur’an’ın hakkında ne diyeceğini kalben kuruntu etti (ve ölçtü biçti) düşünüp taşındı, tefekküre daldı, Kur’an-ı Kerim hakkında inkârcıları
memnun edecek bir söz tâyin etmek istedi.

19. Artık kahrolası, nasıl ölçtü biçti.

19. (Artık kahrolası) Herif, ne kadar taaccübe lâyık câhilce bir cür’et… (nasıl ölçtü biçti?.) Nasıl fenâ bir takdir ve tâyinde bulundu.

20. Sonra kahrolası, nasıl ölçtü biçti.

20. (Sonra kahrolası) İnatçı, lânete ve azaba lâyık şahıs (nasıl ölçtü biçti?.) Kur’an-ı Kerim hakkında ne kadar hakikate muhalif söz söylemeye cesaret etti.

21. Sonra bakıverdi.

21. (Sonra) O câhil, inkârcı şahıs (bakıverdi.) Kur’an-ı Kerim hakkında düşünmeye daldı, etrafındaki inkârcıları memnun edecek bir isnatta bulunmak istedi.

22. Sonra kaşını çattı, suratını astı.

22. (Sonra kaşını çattı) Ne diyeceğini düşünerek üzüntü içinde kaldı, (suratını astı.) hamlık gösterdi, alel’acele yanlış bir hükm vermek istedi.
“Abese” yüzünü buruşturdu, iki gözünün arasındakini karıştırdı, topladı mânâsınadır.
“Besere” de yüzünü ekşitti, katı yüzlü oldu ve istekte bulundu demektir.

23. Sonra gerisine döndü ve böbürlendi.

23. (Sonra) O inatçı şahıs (gerisine döndü ve böbürlendi.) yüzünü Haktan çevirdi, kanaatine muhalefette bulundu, kibirli bir vaziyet alarak hakkı kabulden, ikrardan kaçındı, sırf bir inat neticesi olarak Hz. Muhammed’in Peygamberliğini Kur’an-ı Kerim’in ilâhî bir kitap olduğunu inkâra cür’et etti.

24. Artık dedi ki: Bu, nakloluna gelen, bir sihirden başka değildir.

24. (Artık) O inatçı şahıs (dedi ki, bu) Kuran kitabı (nakloluna gelen) rivâyet edilip öğretilen (bir sihirden başka değildir.) onu Muhammed -Aleyhisselâm-, başkalarından nakletmektedir.

25. Bu başka değil, ancak insan lakırdısıdır.

25. Ve o çok inatçı, insafsız şahıs, sözlerini tekit için şöyle de dedi: (Bu) Kur’an (başka değil,
ancak insan lâkırdısıdır.) Allah’ın kelâmı değildir, başkalarının sözlerinden düşürülmüştür. Halbuki, o şahıs Kur’an’ın bir söz hârikası olup insan ve cin sözü olmadığını evvelce kavmi arasında itiraf etmişti. Sonra o herif, kavmini memnun etmek için sözünü değiştirerek Kur’an-ı Kerim hakkında aslâ lâyık olmayan isnadlarda bulunmuş, kendisini ilâhî azaba lâyık bulundurmuştur.

26. Onu Cehenneme sokacağım.

26. İşte Allâh-ü Teâlâ buyuruyor ki: (Onu) O inkârcı, kararsız herifi (Cehenneme yaslayacağım) onu Cehenneme atacağım, vücudunu Cehennem azabı kaplayacaktır.
“İslâ” ateşte kızdırmak, ateşte yakmak mânâsınadır.

27. Sana ne bildirdi. Cehennem nedir?

27. Ey insan: (Sana ne bildirdi?.) Hangi şey, sana ayrıntısıyla anlattı?. (Cehennem nedir?.) O ne kadar büyük, müthiş bir azap yurdudur. Sen bütün vasıflarını hakkîle bilir misin?

28. Ne bırakır ve ne de terk eder.

28. O cehennem (Ne bırakır ve ne de terk eder) yâni: İçine atılan hiç bir et parçasını bırakmaz, hepsini de yakar, yandırır ve o yakıp durduğu kimseleri artık terk etmez. Onlar öyle helâk olup mahvolmuş bir hâlde de kalmazlar, onlar yine Allah’ın kudreti ile yaşarlar, azapları devam eder. Cehennem onların takdir edilen azaplarını görmeleri için yakalarını tutar onları serbest bırakmaz.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN