İSRA SURESİ

31. Ve fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyiniz, biz onları da rızıklandırırız, sizi de. Muhakkak ki, onları öldürmek büyük bir cinayettir.

31. Bu mubarek âyetler insanları bir takım cinayetlerden ve başkalarının hukukuna tecavüüzlerden ahkoyuyor. Ve yapılan anılaşmalara, sözleşmelere riayet edilmesini emir ve tenbih buyuruyor. Şöyle ki: (Ve) ey insanlar!, (fakirlik korkusu ile çocuklarınızı öldürmeyiniz) bir takım kimseler, dünyaya gelen çocuklarını besleyemiyecekleri endişesiyle öldürmeğe kalkışırlar. Bir takım kimseler de böyle bir endişe ile ceninleri düşürmeye cüret gösterirler. Özellikle cahiliye zamanında kızların. kazançtan âciz olduklarını ve onları evlendirecekleri zaman para harcamaya lüzum görüleceğini ve onların kendileriyle denk olmayan kimseler ile evlendikleri takdirde aileleri için utanç vereceklerini dikkate alarak o masum kız yavrularını öldürürlerdi, İslâm dînî bu gibi cahilce, vahşice hareketlerden insanlığı men etmektedir. Evet.. Buyuruluyor ki: Ey aile reisleri!. (Biz onları da) o çocukları da (rızıklandınrız, sizi de) rızıklandınrız, öyle ihtiyaç endişesiyle vesaire ile onları öldürmeknasıl uygun olabilir? (Muhakkak ki, onları öldürmek büyük bir) günahtır, müthiş bir (cinayettir) bunun mesuliyeti pek fazladır. Artık buna katiyyen cüret etmeyiniz. Anaya, babaya riayet lâzım olduğu gibi çocukların haklarında da riayet etmek lâzımdır. Onlar da birer kudret eseridir, insanlığın devamı, çocuk silsilesinin devamına bağlıdır. Onları öldürmek, büyük bir katı kalplilik eseridir, güzel ahlâktan, insanlık zevkinden, şefkat duygusundan mahrumiyet işaretidir. Cenab-ı Hak’ka tevekkülden mahrumiyetin de en büyük nişanesidir. Binaenaleyh böyle büyük bir cinayetten son derece kaçınmak lâzımdır.

32. Ve zinaya yaklaşmayınız, şüphe yok ki, o pek çirkin bir şeydir ve ne kötü bir yoldur.

32. (Ve) Ey insanlar!, (zinaya yaklaşmayınız) değil bilfiil zinada bulunmak, zinaya sebebiyet verecek, yol açacak şeylere de girişimde bulunmayınız,, namahremlere şehvetli bakışlarla bakmayınız (şüphe yok ki, o) zina cinayeti (pek çirkin bir şeydir) insaniyet için pek büyük bir lekedir, pek açık bir rezalettir, pek fazla utanmayı ve alçaklığı gerektirir, (ve) o hayvanî muamele (ne kötü bir yoldur) o yola sapanlar, ahlâkın çöküşüne neseblerin bozulmasına, karışmasına, vakit vakit bir takım f adaların ortaya çıkmasına meydan vermiş olurlar. Zinâkâr olan bir kadın, insanlık şerefinden mahrum kalır, kendisinden her temiz yaratılış sahibi nefret eder, onunla sair hayvanlar arasında bir fark kalmaz.

§ Bir kadın ile evlenmekten asıl maksat, sırf şehveti tatmin etmek değildir belki meşru surette bir aile hayatı yaşıyarak evlât sahibi olmaktır, evinin işleri ile uğraşarak kocasının hayat ortağı, namusunun şeref ve şanının koruyucusu bulunmaktır. Zina cinayeti ise bütün bu gayelere aykırıdır, içtimaî hayat için kesin bir zehirden başka birşey değildir.

33. Ve Allah’ın haram kılmış olduğu nefisi öldürmeyin, haklı bir sebep olmadıkça. Ve kimzulümen öldürülürse onun velisine bir tasallut selahiyeti vermişizdir. Artık o da öldürmede aşırı gitmesin. Şüphe yok ki o öldürülen veya velisi alacağını almıştır.

33. (Ve) Ey müslümanlar!. (Allah’ın haram kılmış olduğu nefsi öldürmeyin) Müslüman olan veya müslümanların ahd ve zimmetine dahil herhangi bir insanın hayatına suikastte bulunmayın, onlar hayat hakkına sahiptirler, (haklı bir sebep olmadıkça) meşru bir haktan dolayı öldürmek ise câizdir. Şöyle ki: Mâsum bir kimseyi haksız yere öldürmüş olan bir şahıs, kısasen öldürülebilir. Maamafih bunun usulen affı da caizdir. Kezalik: Mümin olduktan sonra İslâm dininden çıkarak Allah’ın dinine karşı muhalefette bulunan ve kendisine verilen nasihatları, tavsiyeleri kabul etmeyen bir mürtet de (İslâm’dan çıkan) -suikastinden İslâm âlemini korumak için-selâhiyetli olan makam tarafından usulü dairesinde öldürülür. Bir de ihsandan sonra, yani: Vaktiyle meşru şekilde evlenmiş, günahsız bulunmuş olduğu halde zinada bulunan bir şahısta usulü dairesinde sabit olacak olan bu zina cinayetinden dolayı selâhiyetli makamca öldürülebilir. Fakat bu hususta öldürme şartları, pek mühim olduğundan bu şartlara hakkiyle riayet edilmesi lâzımdır. Böyle olmadıkça herhangi bir şahsın hayatına kastedilmesi, caiz ve menfaata uygun olamaz. (Ve kim zulmen) haksız olarak (öldürülürse) katlini gerektirecek, öldürülmesini mübah kılacak bir sebep olmadığı halde öldürülürse (onun) o zulmen öldürülenin (velîsine) onun mirasçılarına veya mirasçısı olmadığı takdirde onun işlerini üzerine almış olan hükümdara (bir tesallut) öldürme konusunda bir yetki (vermişizdir) o veli veya hükümdar, dilerse kısası tercih eder dilerse diyet denilen tazminatı almakla yetinir, (artık o da) o kısasa yetki verilen kimse de (katilde israf etmesin) meşru sınırı aşmasın. Meselâ: Kâtil öldürülürken vücudunu parçalamak caizdeğildir, veya kâtil yerine onun yakınlarından birini öldürmek de caiz değildir. Ve bir maktulün yerine, kâtil ile beraber başkasını da öldürmek caiz değildir, bunlar israftan ibarettir, haddi aşmaktır. Adalete, eşitliğe aykırıdır. (Şüphe yok ki, o) maktul veya velisi (yardım olunmuştur.) Allah Teâlâ, ona yardım etmeleri için hakimlere emir vermiştir. Onun için kısas yapılmasına veya diyet alınmasına müsaade bulunmuştur. Ve mümin olan bir şahsın haksız olarak öldürülmesi, bir kısım hataları için ahirette bir keffaret teşkil eder, onu haksız olarak öldüren ise cehennem ateşini haketmiş olur. Artık öldürülenin velisi de bunları dikkate alarak öldürenden daha fazla intikam almaya kalkışmamalıdır. Öyle bir hareket caiz olamaz. Sırf adalet olan İslâmiyet eşitliğe aykırı hareketlere cevaz vermez.

34. Ve yetimin malına erginlik çağına yetişinceye kadar yaklaşmayınız, ancak en güzel bir niyetle yaklaşın. Ve verdiğiniz sözü de yerine getirin. Çünkü verilen söz sorumluluğu gerektirir.

34. (Ve) Ey müslümanlar!, (yetimin malına) da (erginlik çağına yetişinceye kadar) bülûğa erip malında tasarrufa güç yetirinceye kadar (yaklaşmayınız) onun malına asla tecavüzde bulunmayınız (ancak en güzel bir niyetle yaklaşın) o malı meşru şekilde korumak ve arttırmak için olsun veya velisi o maldan kendisi için nafaka almak mecburiyetinde bulunsun. Bu takdirde veli, o malda tasarruf edebilir. İbni Abbas hazretlerinden rivayet edildiğine göre veli bilâhare zengin olursa o kendisi için aldığı malı yetime iade eder, zengin olmazsa iadesi lâzım gelmez. Velinin yetim üzerindeki velayeti baki kalır. “Essiracülmünir” (Ve) Ey müslümanlar!. (sözü) de (yerîne getiriniz) gerek Cenab-ı Hak’ka karşı yapılması gereken emirler ve yasaklar ve gerek insanlar arasında cereyan eden muameleler, sözleşmeler hususundakiantlaşmalara riayete kusur etmeyiniz, (şüphe yok ki, sözden dolayı mes’uliyet vardır) o sözün sahibi ondan mesul olacaktır. Veyahut o söz riayet gerekir. O sözü zayetmeyip onu yerine getirmiş olması söz verenden talep olunacaktır. Binaenaleyh her insan, dini ve dünyevî üzerine almış olduğu vazifelerine hakkıyla riayetkâr olmalıdır. Dînî, ictimâî fazilet, güven, yükselme ancak bu sayede gelişir. Sözlerinde durmayan, yaptıkları sözleşmelere riayet etmeyen kimseler, insanlık şerefini kaybetmiş, medenî topluluklardan sayılmak özelliğinden mahrum kalmış olurlar, uhrevî mesuliyet ise pek korkunçtur.

35. Ve ölçtüğünüz zaman ölçüye tam riayette bulunun ve dosdoğru terazi ile tartınız. Bu hayırlıdır ve akibeti daha güzeldir.

35. Bu mübarek âyetler de insanlara aiış-verişlerinde doğruluktan ayrılmamalırmı, bilgi sahibi olmadıkları meselelere karışmamalarını yeryüzünde kibirli bir tarzda yürümemelerini ve kendi mesuliyetlerini düşünerek öyle çirkin şeyleri tercih etmemelerini hatırlatmaktadır. Şöyle ki: (Ve) bir şeyi başkalarına satıp da (ölçtüğünüz zaman ölçüye tam riayette bulunun) noksan bir şeyi tam göstermeyin, başkalarının hakkına tecavüz etmeyin ve tartılacak bir şeyi tartınca da (dosdoğru terazi ile tartınız) insanların zararına harekette bulunmayın. (Bu) yolda hareket, böyle ölçüye ve teraziye dikkat, sizin için dünyada da, ahirette de (hayırlıdır) insan bu sebeple dünyada kötü bir ad almaktan kurtulur, ahirette de azaba uğramaz (ve) bunun (akibeti daha güzeldir) çünki böyle doğrulukla hareket eden bir kimse, dünyada güzelce tanınır, kendisine kalpler yönelir, ekonomi alanında başarılı olur, ahirette de bu doğruluğunnu sevabına kavuşur..

36. Ve senin için hakkında bilgi olmayan bir şeyin arkasına düşme. Şüphe yok ki, kulak, göz, gönül, hepsinden sahibi sorulmuşolacaktır.

36. (Ve) Ey insan!, (senin için hakkında) söz ve fiille (bilgi olmayan bir şeyin arkasına düşme) meselâ: Görüp bilmediğin bir hâdise hakkında şahitlikte bulunma, gücünün dışında olan mevzular hakkında mütaalâlara girişme, itikad amel ve ahlâkî konulara dair bilgi sahibi olmadığın meseleler hakkında şahsî hükümlerde, tasdiklerde, tenkitlerde bulunma. Kısacası: Bir insan, bilmediği herhangi birşey hakkında isterse tahmini bir delile, bir alâmete dayalı olmaksızın kesin şekilde hüküm vermeğe cür’et etmemelidir. Böyle laubali şekilde hareket eden bir şahıs, konunun ehemmiyetini önemsememiş, başkalarının hukukuna tecavüz eylemiş, kendisini mesuliyete maruz bırakmış olur. (Şüphe yok ki, kulak, göz, gönül, hepsinden) sahibi (sorulmuş olacaktır) Evet.. Bir kimse, kulağı ile işitmemiş olduğu bir sözü işitmiş olduğunu iddia eder, o hususta şahitlikle bulunursa bundan dolayı Allah katında sorumlu olur. Aynı şekilde bir kimse, bir hadiseyi gözü ile görmediği halde görmüş olduğunu iddia etse veya gözünü bakması caiz olmayan şeylere kasden çevirerek baksa bundan dolayı da ahirette mesul olur. Aynı şekilde kalbini yüce ve meşru şeyleri sevmekten onlara eğilim göstermekten mahrum bırakarak basit ve gayrı meşru şeyler ile ilgilenen bir şahıs da böyle çirkin bir kalp özelliğinden dolayı mesul olacaktır.

37. Ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.

37. (Ve) Ey insan!, alçakgönüllü ol, âkibetini düşün (yeryüzünde kibirli bir halde yürüme) lüzumsuz bir zevk ve sevinç ile kibirli bir vaziyet alarak gezip durma (şüphe yok ki, sen ne yeri yarabilirsin) öyle bir kuvvete sahip değilsin (ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin) sen her taraftan sınırlı bir varlığa sahip, birçok ihtiyaçlarla karşı karşıyaolan fani bir mahlûktan ibaretsin. Artık o kadar büyüklük taslamak sana yakışır mı?.

38. Bütün bunların kötü olanı yasaklanmış bulunanı Rabbin katında çirkin bulunmuştur.

38. Ey insanlar!. (Bütün bunların) bu Kur’an’ı Kerim ile açıklanan muamelelere dair şeylerin (kötü olanı) yasaklanmış bulunanı, yapılmaması istenilen herhangi biri (Rabbin katında çirkin) kötü ve mesuuliyeti gerektirici (bulunmuştur.) Artık akıllı olan bir insan, kendi yaratıcısının, varlığının terbiyecisi olan kerem sahibi mabudunun çirkin gördüğü, yapılmasını yasakladığı bir şeyi nasıl tercih ederek yapabilir?. Hiç bunun mesuliyetini düşünmez mi?. Cenab’ı Hak cümlemizi gafletten uyandırsın Amin.

§ Allah Teâlâ Hazretleri, bu sûrei celilenin (22) inci âyeti kerimesinden itibaren (38) inci âyeti celilesine kadar yirmişbeş özellik hakkında bizlere malûmat vermek lûtfunda bulunmuştur. Bunların onüçü ile emir olunmuştur ki, bunlar övülmüştür, bunlara riayet bizim için bir selâmet ve saadet vesilesidir. Bunların on ikisinden de yasaklanmıştır ki, bunlar da kötülenmiştir. Bunları işlemek sorumluluğu ve azabı gerektirir. Binaenaleyh bunlardan sakınmalıdır. Bu emir ve yasakları özet olarak kaydedelim: Emredilenler:

(1): Yalnız Allah Teâlâya ibadet etmek.

(2): Anaya, babaya ihsanda bulunmak.

(3): Onlara güzel söz ile hitab etmek.

(4): Onlara karşı son derece tevazu göstermek.

(5): Onların haklarında rahmet talebinde bulunmak

(6): Akrabaların haklarına riayet etmek.

(7): Muhtaçlara yardım eylemek.

(8): Aciz yolculara da yardımda bulunmak.

(9): Muhtaçlara yardım edilemeyecek ise yumuşak söz söylemek.

(10): Haksızlıkla öldürüîenlerin velilerine ceza hakkı vermek.

(11): Verilen sözü tutmak.

(12): Ölçülere riayette bulunmak.

(13): Tartıları doğru teraziler ile yapmak.

Şunlar da yasaklananlardır:

(1): AllahTeâlâ’dan başkasını ilâh edinmemek

(2): Cenab-ı Hak’tan başkasına ibadette bulunmamak.

(3): Anaya, babaya öf bile dememek.

(4): Onları men etmemek ve koymamak.

(5): Malları israfta bulunmamak.

(6): Cimrilikte de bulunmamak.

(7): Elleri bütün bütün açarak lüzumsuz harcamada da bulunmamak. (8): Evlâtları öldürmemek. (9): Günahsız kimseleri öldürmemek.

(10): Öldürme hususunda israf etmemek.

(11): Bilgi sahibi olmayanların işe karışmamaları.

(12): Yeryüzünde kibirli bir vaziyet alınmaması..

39. İşte bunlar, Rabbin sana hikmetten vahyetmiş olduğu şeylerdendir. Ve Allah ile beraber başka Tanrı edinme, sonra kınanmış ve uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.

39. Bu mübarek âyetler, yukarıdan beri tebliğ buyurulan emirlerin, yasakların vahyedilmiş birer hikmetten ibaret olduklarını bildiriyor. Yüce Allah’ın ortaktan ve evlât edinmekten münezzeh olduğunu ve bu hakikatı aydınlatan ve tesbit eden delillerin, düşünülmesi için çeşitli şekilde zikredildiğini beyan ediyor. Ve o Yüce Yaratıcının ortak ve benzerden uzak ve her yönüyle yüceliğe sahip olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûl!. (İşte bunlar) evvelce bildirilen emirlere ve yasaklara ait hükümler (Rabbin sana hikmetten vahy etmiş olduğu şeylerdendir) bu hükümler, birer hikmeti, hak ve hakikata ait birer marifeti, birer dînî vazifeyi içermektedir (ve) ey mükellef olan her insan!. (Allah ile beraber başka tanrı edinme) Allah Teâlâ eş ve ortaktan uzaktır. Şayet onunla beraber başka tanrı da edinirsen (sonra) ahirette gerek nefsin ve gerek başkaları tarafından (kınanmış) cezaya, başa kakmaya maruz kalmış ve Allah’ın rahmetinden (kovulmuş olarak cehenneme atılırsın.)

§ Bu âyeti kerime gösteriyor ki, Kur’an’ı Kerim’in kapsadığı hükümler, hikmetin ta kendisidir ve hidayet vesilesidir. Hikmettenmaksat, bizzat hakkı bilmektir, hak için hayırlı amelde bulunmaktır. Hikmet, İlim ile amelin birleşmesinden meydana gelen bir yüce sıfattır. Akaide, edeb ve ahlâka, öğütlere ait edebî, kısa fıkralar da birer hikmettir. İşte yukarıdaki âyetlerdeki emirler, yasaklar böyle hikmetlerden ibarettir. Onlara riayet edenler, en güzel bir inanca sahip bulunmuş olurlar, en güzel kulluk vazifelerini yerine getirmeyi başarmış bulunurlar, aile hayatında pek güzel bir yaşayış meydana gelir, bütün insanlar arasında en güzel ahlâk ortaya çıkar. Sosyal hayatta büyük bir nizam ve intizam görülür, bir dayanışma meydana gelmiş olur. İnsanlık sahasında şahsî ihtiraslardan, düşmanca vaziyetlerden vahşîce çarpışmalardan eser kalmaz. Artık İslâmiyet’in ne kadar yüce hükümleri topladığı anlamalıdır. Hakikî bir medeniyetin, mutlu bir cemiyet hayatının ancak bu pek mühim hükümlere hakkıyla riayet sayesinde meydana geleceğini elbette ki her insaflı ve düşünen zat, itiraf eder.

40. Ya Rabbiniz erkek çocukları sizin için ayırdı da kendisine meleklerden kız çocuklar mı edindi? Şüphe yok ki, siz pek büyük bir söz söylüyorsunuz.

40. Ey Yüce Yaratıcının büyüklüğünü, onun insanî şüphelerden uzak olduğunu idrâk etmeyen, melekleri Allah Teâlâ’nın kızları sanan cahil topluluk!. (Ya Rabbiniz erkek çocukları sizin için ayırdı) evlâdın efdali olan oğulları size tahsis buyurdu da (kendisine meleklerden dişileri mi) kız mı (edindi?) Siz Allah’ın kulları olan meleklere dişilik ünvanı veriyorsunuz, onların değerini düşürmeye çalışıyorsunuz, sonra da öyle Allah’ın mahlûku olan şeyleri Allah’ın kız evlâdı telâkki etmek cehaletinde bulunuyorsunuz (şüphe yok ki, siz) kendi batıl görüşünüzün gereği olarak (pek büyük bir söz söylüyorsunuz) akla aykırı, en büyük mes’uliyeti gerektiren, Allah’ın şanına zıt bir kanaatte bulunmuş oluyorsunuz.Haşa.. Kâinatın Yaratıcısı, sizin bu iddianızdan uzaktır, yücedir. Evlât sahibi olmak, evlenmeye ihtiyaç gösterir, en boy ve parçalardan meydana gelmeyi, ve aynı mahiyette birçok kimselerin varlığını gerektirir. Hak Teâlâ ise bu gibi insanî ihtiyaçlardan, kusurlardan uzaktır, yücedir, buna inancımız tamdır.

41. And olsun ki, biz Kur’an’da bu uyarıyı güzelce düşünsünler diye çeşitli şekilde beyan ettik. Halbuki, bu onlar için nefretten başka bir şey arttırmıyor.

41. (Andolsun ki, biz Kur’an’da bu uyarıyı) bu mânâyı, bu Allah’ın birliği inancını insanlar (güzelce düşünsünler diye) çeşitli şekilde (beyan ettik) Yani: emir ve yasak suretiyle vaad ve tehdit yoluyla, misaller ve ibretler yoliyle bildirdik, bazı âyetler de böyle bir menfaata, hikmete binaen aynen veya mânâ olarak tekrar tekrar inmiş oldu. (halbuki, bu) hayrı tavsiye eden beyan (onlar için nefretten başka bir şey arttırmıyor) onlar yine haktan kaçınıyorlar, kendi batıl inançlarında sebat edip duruyorlar. Artık haklarında Allah’ın delili tamam olmuştur, ahirette bir mazeret ileri süremeyeceklerdir.

42. De ki: Eğer onunla beraber dedikleri gibi Tanrılar olacak olsa idi, o takdirde arşın sahibine elbette galip gelmek için bir yol ararlardı.

42. Resûlüm!. Diğer bir delil olmak üzere o müşriklere (de ki, eğer onunla beraber) o kâinatın Yaratıcısından başka (dedikleri gibi) öyle batıl iddiaları doğrultusunda (tanrılar olacak olsaydı o takdirde) o tanrılar (arşın sahibine) mutlak mânâda herşeyin sahibi ve Rabbi olan kâinatın Yaratıcısına (elbette) galip gelmek, onun hakimiyetini kendisinden almak için (bir yol ararlardı) olanca kuvvetleri ile böyle bir yol elde etmeğe çalışırlardı. Nitekim dünya hükümdarları arasında bu ihtiras cereyan etmektedir. Allah’ın şanı ise bu gibifelâketlere maruz kalmaktan uzaktır, yücedir. Şüphesiz inandık.. Kelâm ilminde de beyan olunduğu üzere birden fazla ilahın mevcudiyeti, Tevâmd ve Temânü delili ile de sabittir. Meselâ: Bu âlemde iki ilahın mevcudiyeti farzedilse bunlar bu âlemin yaradılışında birbirine muhâlefete ya kâdir olurlar veya olamazlar. Kâdir oldukları takdirde ikisinin de yaratıcılığı hâkimiyeti sınırlı olmuş olur. Kâdir olmadıkları takdirde ise ikisi de âciz bulunmuş olurlar. Böyle bir sinirlilik ve acizlik ise Allah’ın şanına aykırıdır. Aynı şekilde iki ilâhtan biri bir şey yaratmak, diğeri de o şeyi yaratmamak istese her ikisinin dilediği olamaz. Çünkü iki zıtlığın yani yokluk ile varlığın birleşmesi lâzım gelir. Birinin istediği meydana gelse diğerinin âciz bulunmuş olması lâzım gelir. Her ikisinin de istediği meydana gelmese ikisi de âciz, yaratıcılık vasfından mahrum bulunmuş olur. Kısacası kâinatın yaratıcısı birdir, ortaktan uzaktır. Tam bir kudret ve yüceliğe sahiptir. İnandık.

43. O Yüce Allah onların dediklerinden çok münezzehtir, uludur. Ve son derece yücedir, büyüktür.

43. Evet.. (o) Yüce Allah (onların) o müşriklerin (dediklerinden çok uzaktır.) onun ortak ve benzeri yoktur, melekler onun kızları değil, birer mahlûkudur, birer kullarıdır. O ezelî yaratıcı öyle noksan sıfatlardan tamamen beridir (yücedir) ona denk bir şey düşünülmüş değildir (ve) o varlığı zorunlu olan Allah (son derece yücedir, büyüktür) kıdem, bekâ, azamet ve kibriya (Varlığının ezelî, ebedî, büyük ve yüce olması) sıfatlariyle vasıflanmıştır. Eş ve benzerden uzaktır. Şüphesiz inanıyoruz.

44. Onu yedi gök ve yer ve onlarda bulunanlar tesbih ederler ve hiç bir şey yoktur ki, illâ onu hamd ile tesbihle bulunur. Fakat siz onların tesbihlerini anlayamazsınız. Şüphe yok ki, o halimdir, bağışlayıcıdır.

44. Bu mübarek âyetler, bütün kâinatın Cenab-ı Hak’ki hamd ve tesbihle bulunduklarını bildiriyor. Kur’an’ı Kerim’e ve Yüce Peygamber’e karşı inkârcıların iddialarını, düşmanca tavırlarını beyan ediyor ve onların nasıl bir sapıklık içinde yaşadıklarını gözler önüne seriyor. Şöyle ki: (Ona) o Yüce Yaratıcıyı (yedi gök ve yer, ve onlarda olanlar) bütün akıl ve irfan sahipleri (tesbihte bulunurlar) onun yüceliğini kabul eder, eş ve ortaktan uzak olduğunu itiraf ederler (ve hiçbir şey yoktur ki) gerek hayat sahiplerinden ve gerek bitki ve cansız varlıklardan (illâ onu) o Kerem sahibi Mabudu (hamd ile tesbihle bulunurlar) onun lûtuf ve ihsânına hamd ve şükr eder, onun yüce zatını lâyık olmayan şeylerden tenzihte bulunur dururlar. (fakat siz) Ey Müşrikler!. Ey Gafiller!, (onların tesbihlerini anlayamazsınız) onlar kendilerine mahsus bir lisan ile, bir doğal kabiliyette, bir kulluk vaziyetiyle o tesbihe devam ederler, (şüphe yok ki, o) Yüce Mabud (halimdir, gafurdur) bunun içindir ki, müşrikleri, inkârcıları derhal cezaya uğratmıyor, onlara mühlet veriyor ve onlardan tövbe edecek olanları da affedecek ve bağışlayacaktır. Ne büyük bir izin ve kerem!.

§ Bilinmektedir ki, mahlûkatın en çoğunu teşkil eden melekler ve mümin olan insanlar ile cinler: “Subhanallahü ve bihamdihi” demek suretiyle Allah Teâlâ’yı hamd ve tesbihte bulunurlar. Diğer hayat sahibi mahlûkat ile ağaçlar, bitkiler, cansız varlıklar dahi bizim bilmediğimiz bir kabiliyete, yeteneğe sahip olup onlar da Hak Teâlâ Hazretlerini kendilerine mahsus bir şekilde tevhit ve tesbihle ve ona hamd ve senada bulunurlar. Bununla beraber bütün bu mahlûkatın varlıkları, kendilerinde görülen çeşitli, eşsiz kabiliyetler, özellikler, vaziyetler de birer lisanı hâl ile Kâinatın Yaratıcısının varlığına, birliğine şahitlik ederek hamd ve tesbihte bulunmaktadırlar. Binaenaleyh müşriklerin,inkârcıların varlığı da, hayata kavuşmaları da kendilerini yaratan, besleyen bir Yüce Yaratıcının varlığına, birliğine, eş ve ortaktan münezzeh olduğuna lisanı hâl ile şahitlik eder. Fakat o cahiller, gaflet ve sapıklık içinde yaşadıkları için bu şahitliği idrâk edemezler. Birliği açık olan o Yüce Yaratıcıya bir takım mahlûkatı ortak kabul etmek veya onun o kutsî varlığını tamamen inkâr eylemek cehaletinde, alçaklığında bulunurlar. Bütün bu varlıklar, kendilerini yalanlar da onların bundan haberleri olamaz.

Evet.. Dağlar, denizler, ağaçlar bütün tesbih ile meşguldurlar. Fakat bu sırlan öyle her işiten kimseler anlayamazlar. Bunun farkına varamazlar.

45. Ve Kur’an’ı okuduğun zaman seninle ahirete imân etmeyenler arasına örtecek bir perde çekeriz.

45. (Ve) Yüce Resûlüm!. Tevhit ve tesbihi zikreden, tesirli öğütleri içeren (Kur’an’ı okuduğun zaman seninle ahirete imân etmeyenler arasına) ilâhî kudretimle (örtecek bir perde çekeriz) artık o kutsal kitabın açıklamalarını görüp anlayamaz olurlar, bunun içindir ki, Hz. Muhammed’in Peygamberliğini inkâr eder öyle küfür ve şirk içinde yaşar dururlar. Bu hâl, onların yaratılışlarını bozmuş, iradelerini kötüye kullanmış olmalarının bir cezasıdır, İşte gözleri önünde bir takım hakikat nurları parlayıp durduğu halde onlarıidrâk edemiyenler, böyle bir perde ile görmek nimetinden mahrum kalmış kimseler demektir.

46. Ve onların kalpleri üzerine, onu iyice anlayamamaları için perdeler ve kulakları içine de bir ağırlık kıldık ve Kur’an’da Rabbi nin birliğini andığın zaman nefret ederek arkalarını dönüp giderler.

46. (Ve onların) o müşriklerin, inkârcıların (kalpleri üzerine onu) o Kur’an’ı Kerim’i, (iyice anlayamamaları için perdeler) meydana getirdik (ve kulakları içine de bir ağırlık kıldık) Gerektiıği şekilde işitmelerine mâni olacak bir sağırlık düşürdük (ve Kur’an’da Rabbini bir olarak andığın zaman) kelimei tevhidi okuyarak Cenab’ı Hak’tan başka ilâh olmadığını, putların bâtıl şeylerden ibaret bulunduğunu gösterdiğin vakit o müşrikler (nefret ederek arkalarını dönüp giderler) Allah Teâlâ’nın birliğini işitmek istemezler, şirk içinde yaşamayı tercih ederler.

47. Biz pek iyi biliriz, seni dinleyecekleri zaman, onların neyi dinleyeceklerini. Onlar o zaman bir güruhturlar, o zaman o zalimler derler ki; Başka değil, büyülenmiş bir erkeğe tâbi oluyorsunuz.

47. Yüce Resûlüm!. (Biz pek iyi biliriz) Kur’an’ı Kerim’i dinleyenlerin ne gibi guruplara ayrıldıklarını ben, Yüce Mabud, herkesten daha iyi bilmekteyim. (Seni dinleyecekleri) okuduğun Kur’an-ı işittikleri (zaman onların neyi dinleyeceklerini) o Kur’an’ın beyanlarını nasıl karşılayacaklarını ben bilmekteyim. (Onlar o zaman) o Kur’an’ın okunduğu vakit (bir güruhturlar) birbirine bakar, dinlemekten kaçınır, alaycı bir vaziyet alır dururlar. (O zaman o zalimler derler ki:) ey bu Peygamberlik iddiasında bulunana tabi olanlar!, (başka değil büyülenmiş) sihir ile aklını şaşırıp aldatılmış (bir erkeğe tabi olursunuz) yani: Buna tâbi olduğnuuz takdirde sihre uğrayıp cinnenmiş bir kimseye uymuş olursunuz. O cahiller, Yüce Resûlün akıl vefaziletinin ne kadar yüksek, ne kadar parlak olduğunun görüp anlayamıyorlardı, gözleri kamaşıyor, kör kesiliyordu da öyle pek büyük bir zata bir takım boş isnatlarda bulunmaya cür’et gösteriyorlardı.

48. Bak senin için nasıl misaller getirdiler, artık onlar sapıtmış oldular, artık onlar doğru bir yola gitmeğe güç yetiremezler.

48. Ey değeri yüce Peygamber!. (Bak) o müşrikler o cahil kimseler (senin için nasıl misaller getirdiler) onlar sana şair, sihirbaz sihre uğramış, mecnun, öğretilmiş de dediler, öyle senin yüce şanına lâyık olmayan vasıfları sana isnada cür’et gösterdiler, (artık onlar) haktan, hakikatı görüp kabulden (sapıtmış oldular) sapıklığa düştüler (artık onlar doğru bir yola) gitmeğe, öyle doğru bir yolu takibe (güç yîtîremezler.) Veya Habibim!. Seni aleyhinde yerme ve ayıplamaya asla imkân bulamaz, daima zarar ve ziyana uğrar kalırlar. Bu âyeti celile, Resûl-i Ekrem hakkında teselliyi, inkarcılar hakkında da bir vaid ve tehdidi içermektedir.

“Ey mehri nübüvvet! Seni kabil midir inkâr!”

“Pür şaşaadır feyzin ile enfüs-ü âfâk!.”

49. Ve dediler ki: Biz kemikler ve kokuşmuş bir toprak olduğumuz zaman mı, biz mi yeni bir yaradılmış olarak elbette diriltileceğiz.

49. Bu mübarek âyetler de ilâhiyyat, Peygamberlik hususunda sapıklığa düşmüş olanların haşır ve neşri, kıyameti inkâr hususundaki inkârlarını, cahilce iddialarını, vaziyetlerini de tasvir ediyor, onları ilk evvel yaratan yüce Allah’ın tekrar dirilteceğini ve onların kabirlerinde az bir müddet kalmış olduklarını zannedeceklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: O müşrikler, Allah’ın birliğini, Peygamberliği, uhrevî hayatı inkâr eder oldular (ve) inkâr edici bir soru yoluyla (dediler ki: biz kemikler ve kokuşmuş toprak olduğumuz zaman mı?.) yani. Biz ölüp debütün vücudumuz değişikliğe uğradıktan, toz ve toprak kesildikten sonra mı?. Evet.. (Biz mi?) Öyle bir değişime uğradığımız vakit (yeni bir yaratılmış olarak elbette diriltileceğiz?.) Bu mümkün mü?. Bu inkarcılar, insanların öldükten sonra bütün beden organlarının darmadağın olacağını, başka şeyler ile karışık bir hale geleceğini düşündükleri için insanların tekrar vücude getirileceğini imkânsız görmektedirler. Böyle bir düşünce ise sırf cehaletten, Allah’ın kudretini takdir edememekten doğar. Kâinatta bir zerrenin bile büsbütün mahv olmadığı bugün fennen de sabittir. Cenab-ı Hak’kın ilmi, kudreti ise sonsuzdur. O Yüce Yaratıcı, binlerce parçalara, şekillere dönüşen insan cüzlerini yeniden toplayıp ona evvelki şekil ve mahiyetini vermeğe de şüphe yok ki fazlasiyle kadirdir.

50. De ki: Siz faraza taş veya demir olunuz.

50. İşte o Yüce Yaratıcı, o inkârcılara cevap veriyor, onların yanlış düşüncelerini kınıyor, Kur’an lisanı ile diyor ki: Resûlüm o inkârcılara (de ki) Ey cahiller!, (siz) değil kemik ve döküntü olmak, faraza (taş veya demir olunuz) onlar gibi dayanıklı, şiddetli bir mahiyete dönüşünüz, Cenab-ı Hak, sizi iadeye yine kadirdir. Onu hiçbir şey âciz bırakamaz.

51. Veya göğüslerinizde büyütülenden herhangi bir yaratık olunuz, herhalde diriltileceksinizdir. Diyeceklerdir ki: O halde bizi kim geri getirecektir? De ki: Sizi ilk defa yaratmış olan zat geri getirecektir. Artık sana başlarını sallayacaklar ve diyeceklerdir ki: O ne zaman? De ki: Yakın olsa gerek!

51.. Ey inkarcılar!, (veya) siz (göğüslerinizde büyültülen) kendi vicdanî kanaatinize göre hayatı kabul etmiyecek derecede büyük kuvvetli şeyler (den herhangi bir yaratık) olunuz, isterse, sırf ölüm kesilin, siz yine herhalde diriltileceksinizdir. Çünkü Allah Teâlâ onu diriltmeğe, ona da hayatı iade etmeye kadirdir. O inkarcılar, inkâr ve alay etmeyedevam ederek (diyeceklerdir ki: O halde) öyle başka bir mahiyet kazanınca (bizi kim geri getirecektir?.) bize eski vaziyetimizi kim verecektir?. Yüce Resûlüm!. Onların bu sualine cevaben de (de ki: Sizi ilk defa yaratmış olan zat) geri getirecektir, size o geçmiş vaziyetinizi verecektir. Şüphe yok ki, sizi öyle başlangıçta yoktan yaratmış olan Yüce Yaratıcı, sizi öldürdükten sonra iadeye de, size yeniden hayat vermeğe de elbette ki, kadirdir. (Artık) o inkarcılar, bu cevap üzerine de (sana) bir hayret ve alay sebebiyle (başlarını sallıyacaklar ve) alay ederek (diyeceklerdir ki) öyle ise (o) yeniden diriltmek, o kıyâmet hadisesi (ne zaman?.) Sen de onlara (de ki:) onun (yakın olması gerek) aslında kıyametin vukuu muhakkaktır. Fakat onun kopma vakti, Allah’ın ilmine aittir. Fakat bir takım alâmetlere, hadiselere bakarak geçmişe nisbetle kıyametin yakın bir zamanda vukuu düşünülebilir.

52. O gün ki, sizi çağıracaktır, siz de hemen onun emrine saygıyla uyacaksınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kalmış olduğunuzu sanacaksınızdır.

52. Evet.. Kıyamet (o gün) vuku bulacaktır (ki) Cenab-ı Hak (sizi) kabirlerinizden kaldırıp mahşer alanında toplamak için israfil aleyhisselâm vasıtasiyle, son sura üfürtmek suretiyle (çağıracaktır) işte bunun umulur ki, vuku bulma zamanı yakındır, (siz de) o gün (hemen onun emrine saygıyla) tam bir itaat ve bağlılık ile (icabet edeceksiniz ve) göreceğiniz musibetlerin ve şiddetli kıyamet felâketlerinin tesiriyle kabirlerinizde veya dünyada (pek az bir müddet kalmış olduğunuzu sanacaksınızdır) Evet.. O inkarcılar, ahiret âleminin ebediyetini, akla hayale gelmeyen şiddetlerini görünce o zamana kadar geçirmiş oldukları vakitlerin pek cüz’i pek ehemmiyetsiz bir mahiyette bulunmuş olduğuna inanacaklardır.

“Göz yum cihanda aç gözünü kendi haline”

“Sen göz yumup açınca bu âlem gelir gider”

İbni Kemâl

53. Ve kullarıma de ki: En güzel olanı söylesinler. Şüphe yok ki, şeytan aralarını bozmaya çalışır. Muhakkak ki, şeytan, insan için pek açık bir düşmandır.

53. Bu mübarek âyetler, Resûl-i Ekrem’in vazifesini, inkarcılar ile yapılacak konuşmaların tartışmaların bir felâkete sebebiyet vermemesi için ne kadar yumuşak, hikmetli bir şekilde yapılmasını gösteriyor. Cenab-ı Hak’kın kulları hakkında dilediği gibi tasarruf larda bulunacağını bütün kâinatın durumunu en iyi bilen zat olduğunu bildiriyor. Peygamberlerinden bazılarını da bazıları üzerine üstün kılmış olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) Resûlüm Ya Muhammed!. Aleyhisselâm Mümin (kullarıma de ki:) müşrikler ile, inkârcılarla tartışmada bulundukları zaman onlara karşı (en güzel olanı söylesinler) onlara karşı şiddet, sertlik göstermesinler: Nefret etmelerine sebep olacak tarzda konuşmada bulunmasınlar, onların hidayete, rahmete ulaşabilmeleri için duada bulunsunlar, onları en güzel bir üslup ile irşada çalışsınlar. (Şüphe yok ki, şeytan) onların (aralarını bozmaya çalışır) onların aralarında münakaşalar, mücadeleler meydana gelsin diye onlara kötü vesveselerde bulunur. (Muhakkak ki şeytan) öteden beri (insan için) düşmanlığı (pek açık bir düşmandır) artık onun o haince vesveselerine meydan vermemek için konuşmalarınızda ihtiyatlı hareketten ayrılmayınız. Nazikçe, hikmetlice sözler ruhlar üzerinde güzel tesir yapar, dürüstçe lakırdılar da insanları aydınlatır. Bu, ictimâî bir hayat için ne güzel bir düsturdur!.

54. Rabbiniz sizi en iyi bilendir. Dilerse size merhamet buyurur ve dilerse size azap eder ve seni onların üzerine bir vekil olarakgöndermedik.

54. Ey insanlar!. Şüphe yok ki, (Rabbiniz sizi en iyi bilendir) sizin kabiliyetinizi, maksatlarınızı, lâyık olduğunuz şeyleri hakkıyla bilendir. O Kerem sahibi Rab (dilerse size merhamet buyurur) sizi hidayete erdirir (ve dilerse size) kusurlarınızdan dolayı (azap eder) artık ey müminler!. Başkalarını da hakir görmeyiniz, olabilir ki, o hakir görülen kimseler, hallerini düzelterek güzel bir sona kavuşurlar. Binaenaleyh onlar ile güzelce tartışmada bulunmalıdır ki, hakkı kabul etmelerine sebep olabilsin. (Ve) Resûlüm!, (seni onların) o inkârcıların (üzerine bir vekîl olarak göndermedik) onları korumaya, onları zorla Allah’ın rızasını kazanmaya sevketmekle emrolunmuş değilsin. Sen ancak bir müjdeci ve uyarıcısın. Artık sen ve sana tabi olanlar, muhalifleri en güzel bir yolla irşada çalışmalısınız. “Deniliyor ki: Bu ilâhî emir, cihad hakkındaki âyetin inişinden evvele aittir. Bununla beraber birçok hususlarda en güzel yolu tercih ederek o şekilde halkı irşada devam etmek icabeder.”

55. Ve Rabbin göklerde ve yerde olanları en iyi bilendir. And olsun ki, Peygamberlerin bazılarını bazılarından üstün kıldık ve Davuda bir Zebur verdik.

55. (Ve) Ey Yüce Resûl!. Senin (Rabbin) sana ihsanda bulunan seni mahlhukatın en mükemmeli kılan Kerem sahibi Yaratıcın (göklerde ve yerde olanı en iyi bilendir) onun ilmi yalnız insanlığa ait değildir, bütün varlıkları ve yoklukları kuşatmıştır, artık sizlerin de ihtilâflarınızı, ahlâk ve tavırlarınızı hakkıyla bilmektedir, ona hiçbir şey gizli kalamaz, ve o Kerem Sahibi Mabut, ilâhî lütuflarına lâyık olanları da yüce mertebelere kavuşturur. (And olsun ki. Peygamberlerin bazılarını da bazılarından üstün kıldık.) onlar öyle dünyevî varlıklar bakımından değil, zatî faziletleri itibariyle, bedenî ilişkilerden arınmayönüyle üstünlüklere sahip olmuşlardı. (Ve Davud’a da bir Zebur) kitabı (verdik) onun değerini de o Zebur kitabı ile yüceltik. O kitabın yüce varlığı yanında dünya varlığının ne kıymeti olabilir?, İşte Hazreti Davut, büyük bir dünya saltanatına da kavuşmuş olduğu halde onun üstünlüğünü gösteren, o saltanat değil, o kavuştuğu ilâhî kitaptır. Bu âyeti kerime, bir takım müşriklerin iddialarını da reddetmektedir. Onlar diyor-lardıki: Bir takım Kureyş Lideri dururken Ebu Talib’in yetimi nasıl Peygamber olabilir?. Bir takım aç, çıplak kimseler onun ashabını nasıl oluşturabilir? Yahudiler de Tevrattan başka kitap tanımıyorlardı, Musa’dan sonra nebi bulunduğuna inanmıyorlardı. Bu âyeti celile ise onları reddediyor. Buyurulmuş oluyor ki: Cenab-ı Hak dilediği zatları lütuf ve keremine kavuşturur, ve kimlerin bu nimetlere lâyık olduklarını hakkıyla bilir. İşte Hazreti Davud’u Zebur gibi bir kitaba, bir peygamberliğe mazhar buyurmuş olduğu gibi Hazreti Muhammed’e de Kur’an’ı Kerim’i vermiş, bütün insanlığa peygamber olarak göndermiştir. Bunu kimin imkânsız görmeye selahiyeti olabilir?. Özellikle Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ın vasıfları o Zebur kitabının içinde de bulunmaktadır.

56. De ki: Allah’ı bırakıp ileri sürdüklerinize dua ediniz. İmdi onlar sizden ne sıkıntıyı açmaya kadir olurlar, ne de değiştirmeğe.

56. Bu mübarek âyetler, müşriklere mabut edindikleri bir takım mahlûkların bir fâide veremiyeceklerini bildiriyor. O mahlûkların da Cenab’ı Hak’ka manevî olarak yaklaşmak için ibadet ve itaatda bulunup Allah’ın rahmetini niyaz, edip ilâhî azaptan korkar olduklarını beyan buyuruyor. Ve dünyada olanların kıyametten evvel ya helâke veya şiddetli azaplara uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm!. O müşriklere (de ki: Ondan) Allah Teâlâ’dan (başka) melekler,cinler gibi veya Üzeyr, İsa Aleyhimesselâm gibi tenrı (iddia etmiş olduğunuza) öyle mahlûklara (dua ediniz) sizin yardımınıza koşsunlar, bu mümkün mü? (İmdi onlar sizden ne) hastalık gibi, kıtlık ve pahalılık gibi bir (sıkıntıyı açmaya kâdir olurlar ne de) o musibetleri başkalarına yönelterek mahallini (değiştirmeğe) kâdir olabilirler. Çünkü onlar da haddızatında birer mahluktur, icat ve imha kudretini haiz değildirler, kendi kendilerine hiçbir şeyi yaratıp meydana getiremezler.

57. O kendilerine taptıkları da Rablerine hangisi daha yakın olsun diye vesile ararlar ve onun rahmetini umarlar ve onun azabından korkarlar. Şüphe yok ki, Rabbin azabı sakınılmaya pek lâyıktır.

57. Evet.. Müşriklerin (o kendilerine taptıkları) melekler ve diğer hayat sahipleri (de rablerine) kendilerinden (hangisi daha yakın) Allah katında daha faziletli (olsun diye) yarışmada bulunurcasına (vesile ararlar) manevî yakınlığa kavuşmak için ibadet ve itaatle meşgul olurlar, onlar da Cenab-ı Hak’ka ihtiyaçlarını arz ederek Allah’ın lütfuna sığınırlar (ve onun) o Kerem sahibi Yaratıcının (rahmetini umarlar) ilâhî korumaya ulaşmalarını rica ederler, (ve onun azabından korkarlar) onlar da diğer kullar gibi Allah’ın azabını düşünerek titrer dururlar. Gerçekten de (şüphe yok ki. Rabbin azabı sakınılmaya pek lâyıktır) melekler de, Peygamberler de Cenabı Hak’kın azabından korkarlar, onun ne müthiş olduğunu bilir, titrerler. Artık onlara nasıl ilahlık, mâbutluk derecesi verilebilir.

58. Ve hiçbir ülke yoktur ki, illâ onu kıyamet gününden evvel biz ya helâk ederiz veya onu şiddetli bir azap ile azaplandırırız. Bu, kitapta yazılmış bulunmaktadır.

58. Ey gafil insanlar!. Öyle mahlûklara tapmakla ilâhî azaptan kurtulacağınızı mı zannediyorsunuz?. Ne cehalet!. Elbette herkes lâyık olduğu âkibete erişecektir. (ve hiçbir ülke yoktur ki) bu dünyada (illâ onu) o ülkeyi, onun ahalisini (kıyamet gününden evvel biz ya helâk ederiz) yani: onun ahalisini ölüm ile, kökünü kazımak suretiyle dünyevî hayattan mahrum bırakırız (veya onu) o ülkeyi, ahalisini (şiddetli bir azap ile azaplandırırız) onları öldürmek gibi, esirlik gibi vesair çeşitli belâlar gibi şiddetli şeyler ile azaba uğratırız. (Bu) bildirilen helâk ve azap (kitapta) lâvhi mahfuzda (yazılmış bulunmaktadır) herhalde meydana gelecektir. Nitekim vakit vakit yeryüzünde nice olaylar, hareketler, patlamalar vücude gelmektedir. Artık insan, bu gibi müthiş âkibetleri düşünmelidir, halini islaha çalışmalıdır, mahlukata değil, yalnız Allah Teâlâya kullukta bulunarak ondan selâmet ve saadet, güzel ölüm niyazında bulunmalıdır.

“Ya ölür ya ayrılır ya terkeder”

“Herki haktan gayrı yar oldu sana”

59. Ve bizi âyetler ile Peygamber göndermekten bir şey alıkoymuş değildir. Ancak onları eski kavimler yalanlamışlardır. Ve Semud’a gözleri göre göre o dişi deveyi verdik, onlar ise onunla zulümettiler ve biz âyetleri göndermeyiz, ancak korkutmak için göndeririz.

59. Bu mübarek âyetler, Resûl-i Ekrem’den mucizeler göstermesini isteyen müşriklerinde eski inkârcı kavimler gibi o gösterilecek mucizeleri inkâr edeceklerine işaret ediyor. Mucizelerin ne gibi faydalardan dolayı gösterildiğini, Resûl-i Ekrem’in kavuştuğu görüntü ile Kur’an’ı Kerim’de zikredilen nefrete uğramış ağacın nasıl bir imtihan için ifade buyurulmuş olduğunu, o müşriklerin ise bu gibi şeylerden yararlan-madıklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm!. Bilinmektedir ki, bizim kudreti-miz sonsuzdur (ve bizi âyetler ile) istenilen mucizeler ile (Peygamber gön-dermekten birşey men etmiş değildir) benim yüce kudretim her türlümucizeleri, hârikaları meydana getirmeğe fazlasiyle kâfidir, bunları yaratmama hiç bir şey engel olamaz. (Ancak onları) o meydana getirilen mucizeleri (eski kavimler) gördükleri halde (yalanlamışlardır.) Bunun ‘.’azası olarak da derhal mahv ve yok olmuşlardır. (Ve) Kısacası (Semııd’a gözleri göre göre) açık, parlak bir mucize olarak (o dişi deveyi verdik) o hârikayı görünce Peygamberlerini tasdik etmeli değil mi idiler?, (onlar ise onunla) o deveyi öldürmeke, Peygamberlerini tasdik etmeli değil mi idiler?, (onlar ise onunla) o jeveyi öldürmekle, Peygamberlerini inkâr etmekle kendi nefislerine (zulm ettiler) lâyık oldukları azaplara derhal kavuştular. Şimdiki kâfirlerin istedikleri mucizeler de hemen gösterilse bunlar da o mucizeleri inkâr ederek derhal Allah’ın kahrına uğrarlar. (Ve biz âyetleri göndermeyiz, ancak korkutmak için göndeririz) ta ki korkup da hakkı düşünmeye, hallerini ıslaha çalışarak hidayete ersinler. Aksi takdirde köklerinin kazınması suretiyle hemen helâk olur giderler. Şimdiki inkârcılara ise Allah’ın merhametinin bir eseri olarak bir mühlet verilmiş oluyor, düşünüp inançlarını düzeltebilmeleri için imkân bulunuyor, bu hikmetten dolayı istediği hârikalar birden meydana getirilmiyor. Ta ki, hemen inkâr edip de mahv ve yok olmasınlar.

§ Rivayete göre Arap müşrikleri, Resûl-i Ekrem’den birçok mucizeler istemişlerdi. Kimisi yerlerden suların, gözelerin çıkarılıp fışkırtılmasını istemişti. Kimisi de bir takım ölülerin diriltilmesini istemişti. Kimisi de rüzgârların kendilerinin emrine verilmesini veya safa dağının altın kesilmesini, veya dağların ova kesilip ziraate elverişli bir hale gelmesini teklif etmişti. İşte bu gibi mucizeler gösterildiği takdirde yine inkâra cür’et edince hepsinin birden helâk olması lâzım gelirdi

60. Ve sana demişti ki: Senin Rabbin şüphesiz bütün insanları kuşatmıştır ve sana göstermişolduğumuz görüntüleri ve Kur’ân’daki lânet edilmiş olan ağacı da insanları ancak bir imtihan için meydana getirdik ve onları korkutuyoruz. Halbuki onlara pek büyük bir taşkınlıktan başka bir şey arttırmış olmuyor.

60. (Ve) Yüce Resûl! Hatırla ki (sana demiştik ki, senin Rabbin) senin ve ümmetin hakkında merhamet ve ihsanını bollaştıran kerim mabûdun (şüphesiz bütün insanları) ilmen, kudreten (kuşatmıştır) hepsi de onun kudret elinde bulunmaktadırlar, onların fiil ve amellerinden hiçbir şey o Yüce Yaratıcıya gizli kalamaz. (Ve sana göstermiş olduğumuz görüntüleri) senin için nasip olan fevkalâde. bir görüntüyü, bir görüşü, bir müşahedeyi (ve Kur’ân’daki lânet edilmiş olan ağacı da) yani: Cehennemde mevcut olup kendisinden, ancak lânetlenmiş kâfirlerin yiyecekleri zakkum ağacını da (insanlara bir imtihan için kılmıştık) bunlar insanlar için hikmet gereği bir tecrübe durumunda bulunmuştur. Bu suretle kendi kabiliyetleri kendilerine gösterilmiş olacaktır. (Ve onları) bu gibi imtihan vesileleri ile vesaire ile (korkutuyoruz) ta ki, korksunlar da hakkı düşünsünler, inkârı, ihtirasları bırakarak hidayete ersinler. (Halbuki,) bu hârikalar, bu tecrübe vesileleri (onlara) o inkârcılara (pek büyük bir taşkınlıktan başka bir şey arttırmış olmuyor) onlar yine haddi aşarlar, cehaletlerinde, inkârlarında devam gösterir dururlar. İşte Resûl-i Ekrem’in kavuştuğu (görüntüyü) ve Kur’an-ı Kerim’deki zikredilen ağacı inkârları da bu cümledendir.

§ Bu âyeti kerimedeki rüyadan maksat, ya Miraç gecesindeki temaşadan, sema-lardaki, yerlerdeki acaip kudreti seyretmekten ibarettir. Bu harika geceleyin meydana geldiği için rüya diye beyan buyurulmuştur. Maamafih rüya lafzı, temaşa etmek yerinde de kullanılmaktadır. Veyahut buna rüya denilmesi hakikaten maydana gelen temaşayı kâfirlerin inkâr etmelerinden dolayıdır ki, onlar buharikanın rüya âleminde bile görülmüş olmasını imkânsız kalbul etmişlerdi. Bununla beraber bu rüyadan maksat, bir kısım müfessirlere göre de Resûl-i Ekrem’in Mekke müşrikleri hakkında gördüğü rüyâdır ki: Onların Bedir muharebesinde syenilip, kahr olacaklarını, onlardan bir kısmının nerelerde öldürülüp toprağa gömüleceğini daha Mekke’de iken rüyasında görmüş, bilahara bu hâdise meydana gelmiştir.

§ Zakkum da kırlardaki bir bitkidir ki, zehirli bulunur. Ve içinde hurma ve kaymak bulunan bir yiyeceğe de Zakkum denilir. İşte Ebu Cehl gibi kâfirler, bu görmeyi, bu Zakkum ağacını inkâr etmişler, cehennem gibi bir ateşli mahalde bir ağaç nasıl bulunabilir demişler, Kur’an’ın beyanlarına karşı inkârcı ve alaycı bir vaziyet almışlardı. Onlar Allah’ın kudreti ile nice hârikaların meydana gelmiş ve gelmekte olduğunu düşünmemiş, dünyada bile ateşler içinde, denizler dibinde nice hayvanların yaşayıp ta yanmadıklarını, boğulmadıklarını hiç nazarı ibrete almamışlardır. Artık bütün bu gibi ilâhî açıklamalar, onların haklarında bir sınama, bir imtihan mahiyetinde bulunmuştur. Onlar nihayet lâyık oldukları ebedî cezalara kavuşacaklardır.

Lütfen Paylaşın!

1Shares

One Response

  1. Mehmet Ağustos 28, 2023 Reply

BİR CEVAP YAZIN