İSRA SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu sûre-i celile yüz on bir âyeti kapsamaktadır. Tercih edilen görüşe göre bütün bu âyetler Mekke-i Mükerreme’de ınmiştir. Bazı zatlara göre yalnız (60, 76, 80) inci âyetler Medine-i Münevvere’de inmiştir. Bu mübarek sürede Resûl-i Ekrem Sallallahu Aleyhi Vesellem Efendimizin geceleyin miracı şerife ulaştığı beyan buyurulduğu için buna “İsrâ Sûresi” adı verilmiştir. Çünkü “İsrâ” kelimesi, geceleyin bir yerden diğer bir yere yaya veya süvari olarak gitmek ve gidilmek mânasınadır. Miraç ise yükseğe çıkmak demektir. Yüce Peygamber’in geceleyin götürülmesi, göklerin üstüne kadar çıkarılması ger-çekleştiğinden bu yolculuğa “Miraç” adı da verilmiştir. Bu mübarek isrâ sûresinin başlıca, içeriği şunlardır:

(l) Bundan evvelki Nahl sûresinde Hazreti İbrahim’in büyük bir Peygamber olduğu ve Cenab-ı Hakkın iyilik yapanlarla beraber bulunduğu bildirilmişti. Bu İsra Sûrei celilesinde de son peygamber Hz. Muhammed’in Miracı Şerife çıkması bildirilerek onun ne kadar seçkin yüce bir peygamber olduğuna ve ne kadar Allah’ın ihsânına mazhar, iyi ve saygın bir zat olduğuna işaret buyurulmaktadır.

(2) Hazreti Musa’ya ve İsrail oğullarının durumlarına ait açıklamalar

(3) Kur’an’ı Kerim’in nasıl bir hidayet rehberi olduğuna, Allah’ın kudretini gösteren yaratılış eserlerine, kulluk vazifelerini yerine getirmeyenlerin korkunç âkibetlerine ve nice kavimlerin bu yüzden helâk olmuş olduklarına dair bilgiler.

(4) insanların nelerle mükellef olduklarına, valideynin ve akrabalarınhaklarına riâyetin lüzumuna dair uyarılar.

(5) Diğer riayet edilecek ve kendilerinden kaçınılacak hususlara dair bilgiler ve bu konudaki hikmetli açıklamaları.

(6) Allah’ın birliğine şahitlik eden deliller, Kur’an’ı Kerim’e ve bir kısım hakikatlara karşı inkârcıların vaziyetleri, cahilce iddiaları.

(7) Hak Teâlâ’nın bu âlemdeki tasarrufları, inkârcıların haklarındaki helâk ve cezayı ve bazı hususlardan dolayı tecelli eden ilâhî imtihanı

(8) Meleklerin Hazreti Adem’e karşı secde ile mükellef iyetleri, şeytanın ise bu secdeden kaçınmış ve ebedî lânete hedef olmuş olduğu.

(9) İnsanlık hakkındaki çeşitli nimetler, bunlara karşı bir takım kimselerin nankörlükte bulunmakta oldukları âkibet, kimlerin selâmete erip kimlerin eremiyecekleri.

(10) Namazların kılınacağı vakitler, Kur’an-ı Kerim’in inişindeki faideler, hikmetler.

(11) Ruh hakkındaki suale cevap.

(12) Bütün insanlar ve cinlerin Kur’an-ı Kerim’e bir benzer meydana getiremiyecekleri ve kâfirlerin nasıl bir inatçı şekilde küfre düşmüş oldukları ve kendilerine verilen cevap.

(13) Hazreti Musa’ya verilen âyetler, hârikalar. Firavun’un iddiası ve felâkete uğrayışı.

(14) Kur’an’ın büyük bir hak ve hikmet üzere nazil olmuş olduğu, Cenab’ı Hak’ki İlim ve irfan ehlinin tevhid ve tesbihe devam edecekleri ve Hak Teâlânın değerli vasıfları.

1. Noksan sıfatlardan münezzehtir o kudret sahibi yaratıcı ki , kulunu bir gece Mescid i Haram’dan çevresini mübarek kıldığımız Mescid’i Aksâ’ya yürüttü. Tâ ki, ona âyetlerimizden bir kısmını gösterelim. Şüphe yok ki, ancak o ezelî yaratıcı dır her şeyi işiten gören.

1. Bu mübarek âyet, yaratıkların en şereflisi olan Yüce Peygamberimizin bir nice kudret ve azamet eserlerini görmesi için geceleyin Mescid-i Aksa’ya götürülmüş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Her tûlü mükerhmellikleri zatında toplamıştır ve bütünnoksanlardan (uzaktır o) Kudret sahibi Yaratıcı (ki kulunu) en şerefli bir kulu ve habibi olan Peygamberlerin efendisi, Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’ı (bir gece) az bir müddet içinde bir kudret hârikasının eseri olarak (Mescid-i Haram’dan) Kâbe-i Muazzama’dan, Kâbetullahın kuzey tarafındaki Hicrülkâbe, Hicri İsmail ve Hatimi Kâbe denilen mevkiden veya Hazreti Ali’nin kız kardeşi Ümmühânî Radiallahü anhanın Kâbe’nin çevresinde bulunan evinden aldırarak (çevresini mübarek kıldığımız) maddî ve manevî bereketlere, bolluklara mazhar kılmış bulunduğumuz (Mescid-i Aksa’ya) Beyti Mukaddese o zamana kadar ötesinde daha başka bir mescit bulunmayan ve geçmiş bir kısım Peygamberler için bir mabet, bir vahyin iniş yeri olan o kutsal mevkle (yürüttü) oraya bir harikulâde tarzda kavuşturdu, (ta ki ona) Hazreti Muhammed Aleyhisselâm’a (âyetlerimizden gösterelim) Yüce Yaratıcının kudret ve büyüklüğüne şahitlik eden birnice hârikaları, ruhlar ve melekler âleminin eşsizliklerini görmeye muvaffak olsun. O kadar uzak mesafeleri öyle az bir zaman içinde gidip birnice mübarek Peygamberlerin görünecek ruhaniyetleriyle temasta bulunsun. (Şüphe yok ki ancak, o) Yüce Yaratıcı ve Kerem sahibi, (dîr her şeyi) bütün mahlûkatının sözlerini, dualarını niyazlarını, (işiten) ve ancak o ezelî yaratıcıdır her şeyi (gören) her şeyden hakkıyla haberdar olan işte Yüce Resûlü olan Hazreti Muhammed’in de bütün yakarışlarını işiten, bütün ibadet ve itaatini görüp bilen o Yüce Yaratıcı, o muhterem habibini, Resûlünü öyle pek yüce bir seyahat şerefine kavuşturmuştur.

§ Resûl-i Ekrem Sallallahü Aleyhi vesellem Efendimizin “Miraç” denilen bu mübarek sayahati, en kuvvetli rivayetlere göre peygamberliğin onüçüncü senesinde hicretten altı ay önce recebi şerifin yirmi yedinci gecesinde meydana gelmiştir. Bu gecede yücePeygamberimiz, zaman ve mekânda münezzeh olan Yüce Allah’ın tecellilerine, ilâhî hitablarına kavşmuş, bir nice kutsî âyetleri, alâmetleri görmeye muvaffak olmuştur. Bütün müslümanlar, her sene Miraç gecesine tesadüf eden bu mübarek geceyi kutlamaya çalışırlar, bu gecede ibadet ve itaatte bulunmayı büyük bir nimet bilirler, günahlarından tövbe etmeyi, insaniyete hizmette bulunmayı mühim bir vazife kabul ederler.

§ Resûl-i Ekrem’in bu miracı, müslümanların çoğunluğuna göre uyanık bir halde ruh ve cesetle beraber vaki olmuştur. O Yüce Peygamber’in bir gece içinde Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmüş olduğu bu âyeti celile ile sabittir. Binaenaleyh inkâr eden kâfir olur, Mescid-i Aksâ’dan göklere, sidretülmüntehaya götürülmüş, orada Allah’ın tecellilerine kavuşmuş olduğu da meşhur hadisler ile sabittir. Binaenaleyh bunu inkâr edenler de bidat işlemiş ve sapıtmış olurlar. O Yüce peygamberin bu gecede arş ve kürsüyü, cennet ile cehennemi seyretmiş olduğu da ahâd hadis ile sabittir. Bunu inkâr edenler de hata etmiş sayılırlar.

§ Miracın vukuu icma ile sabittir, ruh ve cesetle beraber olduğu da müslümanların çoğunluğunca kabul edilmiştir. Bu seyahat, büyük bir harika kabilinden olarak pek az bir zamanda” vuku bulmuş, Resûl-i Ekrem’in öyle geceleyin Mekke-i Mükerreme’den ayrıldığını başkaları görmemiş oldukları için bu miracın yalnız ruh ile meydana geldiğini Hazreti Ayşe validemiz gibi bazıları kabul etmişlerse de bu, çoğunluğun kanaatine ve birçok hadisi şerifi açıklamalarına aykırı bulunmuştur.

§ Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hazreti Cibril’in getirmiş olduğu burak ile yani: Şimşek gibi son derece parlak ve süratli harekete sahip bir hayvan, bir nakil vasıtasiyle başlangıçta Beytülmukaddes’e varmış, orada iki rekât namaz kılmış, sonra Cibril-i Emin ile birincigöğe yükselmişler, gök kapıları açılmış, orada Hazreti Adem’ie görüşmüştün Sonra ikinci göğe çıkmışlar, orada da Yahya ve İsa Aleyhimesselâm ile görüşmüştür. Sonra da üçüncü semaya çıkmışlar, orada da Yusuf Aleyhisselâm ile karşılaşmıştır, Sonra da dördüncü semaya yükselmişlerdir. Orada da İdris Aleyhisselâm ile karşılaşmıştır. Badehu beşinci semaya yükseliıken Harun Aleyhisselâm ile görüşmüştür. Bunu müteakip de altıncı semaya yükselerek orada da Musa Aleyhisselâm ile sohbette bulunmuştur. Bundan sonra da yedinci semaya çıkarak İbrahim Aleyhisselâm ile görüşmüştür. Bütün bu mübarek Peygamberler, Resûl-i Ekrem Efendimize merhabalar diyerek hakkında dualarda bulunmuşlardır. Hazreti İbrahim, Beytülmamûr denilen yüce bir makama dayanmış bulunuyordu ki, buraya hergün yetmiş bin Melek geliyor, bir daha geri dönmüyorlardı.

§ Son Peygamber Hz. Muhammed, o yüce makamlardan sonra “Sidretülmüntehâ” denilen pek yüce bir makama ulaşmıştı. Orada Resûl-i Ekrem Hazretleri pek kutsî tecellilere mazhar olmuş ve o geceden itibaren beş vakit namaz farz kılınmıştır. Başlangıçta elli vakit farz kılınmıştı. Hazreti Musa’nın tavsiyeleri üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz bir kaç defa Cenab’ı Hak’ka dua ve yakanşta bulunmuş, ümmeti hakkında kolaylık gösterilmesini niyaz etmiş, nihayet elli vakit beş vakte indirilmiş, fakat bir vaktin edası için on misli sevap verileceği vâd buyurulmuş olduğundan beş vakit namaz, elli vakit namaz sevabını kazandırmıştır.

§ Sidretülmüntehâ; bütün meleklerin ilimleri ancak bu makama kadar vasıl olabileceği için bu makama bu ünvan verilmiştir. Diğer bir rivayete göre de Hak Teâlâ’nın yukarıdan inen ve aşağıdan yükselen emirleri bu makamda son bulduğu için buna “Sidretülmüntehâ” denilmiştir.

§ Yüce Yaratıcının kudret ve büyüklüğünü düşünen, bu içinde yaşadığımız dünyada bile nice kudret hârikalarının gözler önünde tecelli edip durduğunu gören aydın kimseler için Miraç harikasını inkâr etmek, imkânsız görmek asla mümkün değildir.

§ Evet.. Gök cisimlerinin varlığını, süratli hareketlerini görüp biliyoruz. Özellikle güneşin ne kadar süratle hareket ettiği ve ondan yayılan ışıkların birkaç dakika içinde yer yüzünü kapladığı görülüp durmaktadır. İnsanların bile bir takım maddî vasıtalar ile ne kadar yükseklere az bir zaman içinde uçup gittikleri görülmektedir. Bütün bunlar, Cenab’ı Hak’kın bu kâinata verdiği özellikler sayesinde meydana gelmektedir. Artık bu kadar muazzam kâinatı var eden bir Yüce Yaratıcı dilediği muhterem bir kulunu derhal dilediği makamlara yükselemez mi? Bunun aksini iddia, Allah’ın kudretini inkârdan başka birşey değildir.

§ Eğer Peygamberin miracı, yalnız mhanî olsa idi onu birçok kimselerin o zaman inkârına mahal kalmazdı, halbuki, o hem ruhî ve hem bedenî olduğu içindir ki. Allah’ın kudretini düşünme özelliğinden mahrum bulunanlar onu inkâra kalkışmışlardır. Resûl-i Ekrem, Kudus’ü şerifi asla görmemişti, Miraçtan sonra oraya dair bilgi verdiği gibi o esnada yolda tesadüf etmiş olduğu bazı kafilelere dair de bilgiler vermiş, ve onlar da öylece ortaya çıkarak Resûl-i Ekrem’in iddiasını kuvvetlendirmiştir. Göklere çıkmış bulunması ise daha büyük bir hâdise olduğundan bu âyeti kerime de Peygamberin yalnız Beytülmukaddese kadar olan yolculuğu açıklanmış, bir takım inkârcıların daha ileri inkâra gitmemeleri için göklere yükselme hususu bu âyette hikmet gereği izah edilmemiştir. Fakat her yönüyle güvenilir, doğru sözlü olan Yüce Peygamber göklere kadar olan yükselmesini de birçok hadisler ileümmetine haber vermiştir. Buna İman edilmesi de müminlerin imanlarındaki sağlamlığı, isabeti bir kat daha arttırmış bulunmaktadır. Kısacası: Peygamber efendimiz Miraç âleminde âdeta maddî alemle ilgili hususlardan sıyrılmış, ilâhî bir teyze kavuşmuş, mübarek gözleri önünde bir nice eşsiz kudret eserleri tecelli etmiştir.

Münevver eyledin sen pertev! veçhinle eflâki,

Seni tebcil-ü tebrik eyleriz ey mefharî âlem!..

2. Ve Musa’ya kitap verdik ve onu o kitabı İsrail oğullarına bir hidayet rehberi kıldık, benden başkasını vekil tutmayın diye.

2. Bu mübarek âyetler, Hazreti Musa’ya da ilâhî bir ikram olarak pek faideli bir kitap verilmiş olduğunu ve onun ümmeti olan İsrail oğullarına bir kısım emirlerin tebliğ edilmiş bulunduğunu bildirmektedir. O İsrail oğullarının ise kavuştukları nimetlerin kadrini bilmeyerek nasıl hareketlerde bulunacaklarının ve başlarına ne gibi fecî felâketlerin geleceğinin kendilerine evvelce ihtar buyurulmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Musa’ya kitap verdik) yani: O Yüce Peygamber’i de Tür’a davet ederek kendisine Tevrat kitabını ihsan buyurduk (ve onu) o mübarek kitabı (İsrail oğullarına bir hidayet rehberi kıldık) onun Allah’ın birliğine, dînî hükümlere ait içerdiği hususlar bir hidayet ve saadet vesilesi bulunuyordu. (Benden) bütün kâinatın Yaratıcısı, Mabudu olan yegâne zatımdan (başkasını vekil tutmayın) herhangi bir mahlûku Rab, mabut edinerek kendisine tapmayın, işlerinizi onlara havale etmeyin (diye) kendilerine emir ettik. Çünkü Allah’ın izni olmadıkça hiçbir mahlûk, diğer bir mahlûka bir iyilikte, bir hizmette bulunamaz. Bütün muvaffakiyetler Allah’ın takdirine bağlıdır.

3. Ey Nuh ile beraber gemiye yüklediğimiz kimselerin zürriyeti! Şüphe yok ki o çok şükredici bir kul idi.

3. Ey İsrail oğulları!. (Ey Nuh ile beraber)tufan felâketinden kurtulmaları için Nuh’un gemisine (yüklediğimiz kimselerin zürriyeti) hakkınızdaki bu ilâhî lütfu hatırlayınız, bunun şükrünü yerine getirmeye çalışınız. (Şüphe yok ki, o) Nuh Aleyhisselâm (çok şükredici bir kul idi) kavuştuğu nimetlerin kadrini bilen, bunları kendisine ihsan buyurmuş olan Kerem sahibi Yaratıcısına karşı fazlaca şükürde bulunan mübarek bir Allah kulu idi. Şükür ise selâmet sebebidir, nimetlerin artmasına bir vesiledir. O şükür sayesinde Hazreti Nuh selâmet sahasına ermiş, dünya tarihinde yüce bir ad bırakmış, bütün insanlık için uyulması gereken bir örnek olmuştur. Artık ey İsrail oğulları!. Siz de Hazreti Nuh’a imân ederek gemisine sığınmış, o sayede selâmete ermiş olan kimselerin zürriyetinden bulunuyorsunuz. Siz de Hazreti Musa gibi bir Peygambere, bir selâmet rehberine kavuşmanızdan dolayı şükretmeli, onun bütün emirlerine, yasaklarına uymalı değil misiniz?. Ne yazık ki, siz daima bunun tersine hareket etmiş ve etmekte bulunmaktasınızdır.

4. Ve İsrail oğullarına kitapta hükmettik ki, muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınızdır ve muhakkak ki, büyük bir yükselişle yükseleceksinizdir. Serkeşlik yapıp kabaracaksınız.

4. (Ve İsrail oğullarına kitapta) Tevrat’ta (hükmettik ki) yani: Yakup Aleyhisselâm’ın evlât ve torunlarından bulunan kimseler hakkında Hazreti Musa vasıtasiyle, vahiy yoluyla beyan buyurduk ki veya Levh-i Mahfuzda tesbit kılmış olduk ki, Ey İsrail oğulları!. (Muhakkak siz yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınızdır.) Evet.. And olsun ki, Şam diyarında, o mukaddes ülkede ve diğer bir görüşe göre Mısır diyarında iki defa Tevrat’ın hükümlerine muhalefet ede-ceksinizdir. Bunun birincisi: Şa’ya Aleyhisselâm’ı öldürmeleri ve kendilerini Allah’ın azabı ile uyaran Ermiya’yı hapisetmeleridir. İkincisi de: Zekeriya ve Yahya Aleyhisselâm’ı öldürmeleri ve İsa Aleyhisselâm’ın hayatına suikastte bulunmalarıdır. (Ve muhakkak ki,) Ey İsrail oğulları!. Siz (büyük bir yükselişle yükselecek” siniz) yani: Serkeşlik yapıp kabaracaksınızdır, hakka itaatten kaçınacaksınızdır, kibirli tarzda hareketlerde bulunarak dikbaşlılıkta, zulüm ve bozgunculukta devam edip duracaksınızdır.

5. İmdi o ikiden iki fesattan birinin vadesi vakti cezası gelince üzerinize bizim çok şiddetli kuvvet sahibi olan kullarımızdan göndereceğiz. Artık evlerin aralarını bile araştıracaklardır. Bu, bir yerine getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.

5. Ve şöyle buyumlmuştu ki; Ey İsrail oğulları!. (İmdi) siz bekleyiniz (o ikiden) o yapacağinız iki fesattan (birinin vadesi) vakdi, cezası (gelince) va’dedilen cezanın vakti yaklaşacak olunca sizin (üzerinize bizim çok şiddetli kuvvet sahibi olan kullarımızdan göndereceğiz) onlar savaşlarda büyük bir kuvvet ve kudret sahipleri bulunan guruplardır. Bunlar ya Ninova ahalisinden olan Sencarip ile ordusundan ibarettir veya Buhtunnasr’dır veyahut Câlût’tur. (Artık) o kuvvet sahipleri, İsrail oğullarına ait (evlerin aralarını bile araştıracaklardır) onları öldürmek için her tarafta dolaşıp duracaklardır. (Bu) şekilde ortaya çıkacak bir azap ve bir azaba uğrama (bir yerîne getirilmiş hükümden ibaret bulunmuştur.) Vukua gelmesi takdir edilen kesin bir ilâhî takdir gereğidir. Nitekim öylece de gerçekleşmiştir. Evet.. O kuvvet sahipleri, İsrail oğullarının âlimlerini öldürmüşler, Tevrat’ı yakmışlar, mescitlerini tahrip eylemişler, onlardan yetmişbin kişiyi esir almışlardı, İşte vaktiyle Peygamberlerine isyan eden, dinin hükümlerini kabul eylemeyip inkârcı ve kibirli bir tarzda harekette bulunan her kavim, böyle bir cezayı hak etmiştir. Ebussuut tefsirinde de denildiği gibi bir kısımzalimlere, diğer bir kısım zalimlerin musallat olmaları, bu dünyada cereyan eden ilâhî bir sünnettir.

6. Sonra da onlara karşı tekrar size bir kabiliyet verdik ve mallar ile ve oğullar ile gücünüzü artırdık ve sizi sayıca düşmanlarınızdan daha fazla kıldık.

6. Bu mübarek âyetler, günahlarından tövbe etmiş olan İsrail oğullarının tekrar nimetlere, varlıklara kavuşmuş olduklarını ve yapacakları iyilikler ile kötülüklerin kendi nefislerine ait olacağını bildiriyor. Tekrar isyan edip haklarındaki ikinci ilâhî tehdidin ortaya çıkması zamanında da nasıl bir felâket ve helâke uğrayacaklarını ihtar ediyor. Bu gibi felâketlerden ibret alarak hallerini düzeltmeye çalışanların Allah’ın merhametine kavuşacaklarını müjdeliyor. Küfür ve isyanda dönüp kalanların da tekrar felâkete uğratılacaklarını ve ebediyyen cehenneme atılacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey İsrail oğulları!. O mağlûbiyetinizden bir müddet (sonra onların) o sizi mağlûp etmiş olan kavimlerin (üzerine tekrar size bir galibiyet verdik) yeniden bir devlete, bir hâkimiyete kavuştunuz. Deniliyor ki: Bu, Hazreti Davud’un zamanına tesadüf etmektedir. Aradan yüz sene geçmişti, İsrail oğulları bozgunculuktan vaz geçmişler, tevbe edip af dileğinde bulunmuşlardı. Davut Aleyhisselâm, kendilerine hâkim olmuş, düşmanları olan Calût’u öldürmüştü. Diğer bir görüşe göre bu, Daniyal Aleyhisselâm’ın hâkimiyet zamanına rastlamaktadır. O zat Buhtunnasr’a tabi olanlara galip gelmiş, İsrail oğullarının esirleri, esirlikten kurtularak Şam’a dönmüşlerdi. (Ve) Cenab-ı Hak, İsrail oğullarına hitaben buyuruyor ki (size mallar ile ve oğullar ile yardım ettik) vaktiyle mallarınız yağma edilmiş, çocuklarınız öldürülmüş idi. Yeniden servete evlada kavuştunuz, düşmanlarınıza karşı savaşa muvaffakbulundunuz. (Ve sizî sayıca) düşmanlarınıza karşı cephe alacak kabilelerce düşmanlarınızdan (daha fazla kıldık) sizi böyle yükselttik. Artık bunun kadrini bilmeli değil miydiniz?.

7. Eğer iyilik etmiş olursanız kendi nefisleriniz için iyilik etmiş olursunuz ve eğer kötülük etmiş olursanız kendi nefisleriniz için etmiş olursunuz. Artık ikinci va’de gelince yüzlerinizi çirkinleştirsinler ve evvelce girdikleri gibi yine mescide girsinler ve ellerine geçirdikleri şeyleri tahrip eylesinler diye düşmanlarınızı yine size musallat ettik.

7. (Eğer iyilik etmiş olursanız) gerek nefsinize ve gerek başkaları hakkında güzel muamelerde, yardımlarda bulunur iseniz, bunları (kendi nefisleriniz için iyilik etmiş olursunuz) bu iyiliğin sevabı mükâfatı kendi şahıslarınıza aittir. (Ve eğer kötülük etmiş olursanız) bozgunculuğu ve haramları işlerseniz, bunu da (kendi nefisleriniz için etmiş olursunuz) onun günahı, cezası kendi şahıslarınıza yönelik olacaktır. Bunu düşününüz!. (Artık ikinci vade gelince) tekrar hak yoldan ayrılıp bozgunculuğa düştüğünüzden dolayı ikinci defa olarak intikama, cezaya uğrayacağınıza dair olan ilâhî tehdidin zamanı gelince de (yüzlerinizi çîrkînleştirsînler diye) üzerinize bir takım kuvvet sahiplerini gönderdik (ve evvelce girdikleri gibi yîne mescide girsinler diye) Mescid-i Aksa’yı tekrar tahrip eylesinler diye o kuvvet sahiplerini sizlerin üzerinize saldırdık (ve galebe ettikleri şeyleri) istilâ edip durdukları herhangi bir parçalanacak mahv ve yok olacak varlıklarınızı (helâk eylesinler diye) düşmanlarınızı yine size musallat ettik. Filhakika İsrail oğulları, yine isyana başlamışlar, Peygamberlerine muhalefette bulunmuşlar, Zekeriya ve Yahya Aleyhimesselâm’ı şehit eylemişlerdi. Bu ikinci isyanları yüzünden de üzerlerine “Hardun”veya “Cerdus” adındaki Babil hükümdarı musallat olmuş, o muhterem Peygamberlerin intikamını almış, İsrail oğullarının yurtlarını harap edip gitmiştir. Yahudilerden Konstantin adındaki Rum hükümdarının intikam almış olduğu da bilinmektedir.

8. Umulur ki, Rabbiniz size merhamet buyura ve eğer yine dönerseniz biz de döneriz. Ve biz cehennemi kâfirler için bir hisar bir zindan kılmışızdır.

8. Ve Ey İsrail oğulları!. Bu ikinci felâkete de uğradıktan sonra tevbe eder, işlemiş olduğunuz günahlardan kaçınırsanız (umulur ki. Rabbiniz size merhamet buyurur) evvelki fesat ve isyanınızdan dolayı sizi sürekli olarak felâketler içinde yaşatmaz. (Ve eğer yine dönerseniz) tekrar bozgunculuğa başlar iseniz (biz de) af f imizdan (döneriz) sizden tekrar intikam alır, sizi dünyada yeniden cezalara uğratırız. Gerçekten de onlar yine doğru yoldan ayrılmış, Tevrat hükümlerine muhalefet etmiş, İncil’i inkâr eylemiş, Hazreti İsa’nın hayatına kastetmek istemiş ve özellikle Kur’an-ı Kerim ile Son Peygamberi de yalanlamışlardır. Binaenaleyh Yahudi kabileleri öteden beri birçok milletler ve hükümetler tarafından çeşit çeşit cezalara uğratılmışlardır. Hayber gazvesi neticesindeki mahv ve perişan olmaları da bu cümledendir. (Ve biz cehennemi kâfirler için bir hisar) bir hapishane, içinden ebediyen çıkamayacaklar! bir zindan (kılmışızdır) kâfir olanlar, yalnız dünyada görecekleri felâketler ile kalmıyacaklardır. Onların bazıları bu dünyada hikmet gereği bir felâkete uğramayabilir. Fakat onlar asıl ahiret âleminde hak ettikleri ebedî azaplara herhalde çarpılacaklardır. Kur’an’ı Kerim’in bu beyanları, bütün insanlık için bir ibret dersi mahiyetinde bulunmaktadır.

9. Şüphe yok ki bu Kur’an, en doğru olan yola iletir ve salih amellerde bulunan müminlere müjde verir ki, onlar için muhakkak bir büyükmükâfat vardır.

9. Bu mübarek âyetler, Kur’an’ı Kerim’in nasıl yüce bir rehber ve salih müminler hakkında ne kadar güzel bir müjdeci olduğunu bildiriyor. Buna rağmen dinden ayrılan kimselerin de fecî âkibetlerini ihtar ediyor. Ve nice insanların hayırdan uzak, dînî hükümlere aykırı şeyleri aceleyle temennide bulunur olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki; Ey İsrail oğulları!. Ve ey diğer kitap ehli!. Kur’an-ı Kerim’in ne kadar yüce bir ilâhî kitab olduğunu güzelce düşündükce pek güzel anlayabilirsiniz. Artık öyle kutsî, insanlığın maddî ve manevî hayatını mükemmelce tanzim edecek hükümler taşıyan bu apaçık kitabı tasdik etmeniz icabetmez mi?. (Şüphe yok ki, bu Kur’an) bütün insanlığa hitabeder, bunun hükümleri, bütün insanlığa yöneliktir, yalnız bir kavmi, bir milleti değil, bütün milletleri İslâm dinine davet eder, bütün insanlık âleminin manevî nurlar içinde kalmasına vesile olacak ahlâkî, ictimâî hükümleri içermektedir. Kendisine imân edip hükümlerine uyanları (en doğru yola iletir) onları İslâm dinine, şeriatına kavuşturur (ve) takva gibi, adalet ve ihsan gibi, akraba haklarına riayet gibi (salih salih amellerde) devam edip durmakta (bulunan müminlere müjde verir ki: Onlar için muhakkak bir büyük mükâfat vardır) o da cennete kavuşmaktır, Allah’ın cemalini görme şerefine ulaşmaktır.

10. Ve o kimseler ki, ahrete imân etmezler, muhakkak ki, onlar için de pek açıkla bir azap hazırlamışızdır.

10. (Ve o kimseler ki) Kur’an-ı Kerim’in insanlığı bu kadar aydınlatma lûtfunda bulunduğuna rağmen onun nûrlarından istifadeye çalışmaz, onun pek kesin deliller ile beyan etmekte olduğu (ahirete) haşır ve neşre, cennet ve cehenneme o apaçık kitabın tarif edip açıklandığı şekilde (İman etmezler) inkârcı bir halde ölür giderler (onlar için de pek acıklı bir azap hazırlamışızdır) ki, o daebedî şekilde olan cehennem azabından ibaretir. Din düşmanlarının böyle fecî bir âkibete uğrayacaklarını beyan da müminler için ayrıca bir müjde mahiyetindedir.

11. Ve insan hayrı istediği gibi şerri de ister. Ve insan pek aceleci olmuştur.

11. (Ve) İnsanlık, Kur’an-ı Kerim gibi bir hidayet rehberine kavuşmuş olduğu halde yine birçok (İnsan, hayra dua ettiği gibi) o Kur’an’ın beyanlarına, irşadlarına hayır ve iyilikleri tavsiyesine aykırı olarak (şerre de duada bulunur) meselâ: Bazı kâfirler, İslâm dinini inkâr ederler ve bu inkârlarındaki ısrarı göstermek için “Yarabbi! eğer İslâmiyet bir hak din ise bizim üzerimize gökten taş yağdır veya elem verici bir azap getir” diye duada bulunurlar. Bazı insanlar da, nefislerine, ailelerine veya mallarına ârız olan bazı facialardan dolayı pek müteessir olurlar, bir gün evvel ölmelerini, mahv olup gitmelerini temennide bulunurlar. Böyle bir dua ise elbette muvafık değildir. (Ve insan) cinsi (pek aceleci olmuştur.) Her hatırına gelene acele gösterir, onun âkıbetini hiç nazarı tefekküre almaz. Halbuki, insan her işte mütefekkirane hareket etmelidir, sonra pişmanlık fâide vermez.

Nitekim bir hadisi şerifte: Acele etmek, bir şeyi vaktinden evvel istemek şeytanın vesvesesinden ileri gelir. Acele etmeyip teenni ile hareket etmekte bir tevfiki ilâhî eseridir. “TİRMİZİ”

12. Ve geceyi ve gündüzü iki alâmet kıldık, sonra gece alametini mahvettik. Gündüz alametini ise aydınlatıcı kıldık, ta ki, Rabbinizden bir fadl ve kerem isteyesiniz. Ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz ve herşeyi ayrıntılı olarak açıklamışızdır.

12. Bu mübarek âyetler, insanların kavuştukları dünyevî nimetlere hayatlarını düzenleyecek vasıtalara işaret ediyor. Artık insanların bir mazeret ileri sürmelerine mahal kalmayıp herbirinin kendi yazılmış amellerinden sorumlu olacağını ihtar buyuruyor ve herkesin kendi doğru veya yanlış hareketine göre mükâfat ve ceza göreceğini ve kendilerine Peygamber gönderilmiş olmadıkça insanlığın azap görme-yeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar!. Size Kur’an’ı Kerim gibi pek büyük dînî bir nimet ihsan edilmiş olduğu gibi dünyevî nimetler de ihsan buyurulmuştur. (Ve) Kısacası sizin için (geceyi ve gündüzü iki alâmet kıldık) bunlar Allah’ın kudretine işaret eden iki açık görünen delildir, bunlar ile istifade edilmektedir. (Sonra gece alametini) yüce kudretimizle (mahvettik) onun nurunu giderdik, onu karanlık bir hale getirdik, ta ki onda sakin olup istirahete dalabilesiniz (gündüz alametini ise gösterici kıldık) onu ışıklı yarattık, onunla çevrenizi aydınlattık (ta ki Rabbinizden bir fadl) ve kerem (isteyesiniz) faaliyet sahasına atılarak rızkınızı elde edesiniz, muhtaç olduğunuz şeyleri tedarik etmeye muvaffak olasınız. (Ve senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz) senelerin miktarını tayin edesiniz, ayların, haftaların, günlerin vakitlerini, saatlerini anlayıp onlara göre muamelelerinizi düzenleyesiniz. (Ve her şeyi) dünyevî ve uhrevî muhtaç olduğunuz meseleleri Kur’an’ı Kerim’de edebî bir şekilde (ayrıntılı olarak beyan etmişizdir.) Artık onlardan istifadeye çalışmalı değil misiniz?.

13. Ve her insanın amelini boynuna dolayıverdik ve kıyamet günü onun için bir kitap çıkarırız ki, onu açılmış olduğu halde karşılar.

13. (Ve her) mükellef (insanın amelini) takdir edilen ve kendisinin iradesiyle meydana gelenhayır ve şerre ait hareketini (boynuna dolayıverik) yani o hareket, ona fazlasiyle bağlıdır, ondan her halde görülecektir, ona göre mükâfat veya ceza görecektir. Araplar bir fal bakmak için kuşların hareketlerini gözetlerlerdi, onların muhtelif hareketlerini hayır ve şer olarak yommlarlardı. Çünkü kuşlar, ya kendi arzulariyle veya başkalarının tahriki ile uçmaya başlarlar, havalara yükselirler, aşağılara inerler, sağa sola doğru koşarlar, İşte bundan kinaye olarak insanların hayır ve şerrine “tair = kuş” denilmiştir. (Ve kıyamet günü onun için bir kitap çıkarırız ki) onda bütün amelleri yazılmış bulunur (onu) o kitabı insan (açılmış olduğu halde karşılar) o amel defterinde bütün iyilikleri ve kötülükleri hafaze melekleri vasıtasiyle tesbit edilmiş bulunmaktadır.

14. Kitabını oku, bugün senin nefisin senin üzerine hesap sorucu olarak yeter.

14. Ve öyle mükellef her insana cezâ gününde denilecektir ki, Ey insan!. (Kitabını oku) dünyada iken neler yapmış olduğunu hatırla (bugün senin nefsin senin üzerine hesap sorucu olarak yeter) çünki mahşer gününde her insan kendine verilecek bir kudret ile amel defterlerindeki yazıları tamamen okuyup anlayacaktır, hiç birini inkâr edemeyecektir. Şayet diliyle inkâr edecek olsa diğer bütün organları aleyhinde şahitlikte bulunacaklardır. Allah’ın kudretiyle bunlar mutlaka vaki olacaktır. Bir demir parçası içinde senelerce insanın konuşmaları korunuyor, o demir parçası, bu konuşmaları istenilen zaman aynı şekilde aksettirip duruyor. Artık ilâhî kudret ile bu sorgulamaların meydana geleceğini hangi bir akıl sahibi inkâr edebilir veya imkânsız görebilir?.

15. Kim doğru yola giderse ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur ve her kim sapıtırsa ancak kendi aleyhine olarak sapıtmış bulunur. Ve bir günâhkâr kimse başkasının günahınıyüklenmez ve biz bir Resûl gönderinceye kadar azap ediciler olmadık.

15. Artık herkes, kendi istikbalini düşünmeli değil midir?. (Kim) bu dünyada (doğru yola giderse) hidayet yolunu takibederse (kendi için doğru yola gitmiş olur) kendisi hidayete erer, selâmete kavuşur, bu doğru hareketinin sevabı, mükâfatı kendisine aittir. (Ve) bilakis (herkim sapıtırsa) hidayete eriştirecek yoldan ayrılırsa (ancak kendi aleyhine olarak sapıtmış bulunur) kendi ihtiyarım kötüye kullanmış, sapıklığa düşmüş, bu dinen yasak hareketinin cezası yalnız kendisine yönelmiş olur. (Ve bir günahkâr kimse, başkasının günahını yüklenmez) herkes kendi günahının cezasına ve sebebiyet verdiği herhangi bir günahın cezasına maruz kalır. Başkasının günahı haksız yere kendisine yükletilmez ve hiçbir kimse, başkasına gelecek olan cezayı üzerine alarak o kimseyi o cezadan kurtaramaz, haklarında ilâhî adalete aykırı bir muamele yapılmaz, herkesin hayrı ve şerri kendi boynuna bağlanmış olacaktır. Ve Cenab-ı Hak’kın inâyeti Rabbaniyesine bakınız ki, şöyle buyuruyor: (Ve biz) insanlara (bir Resûl gönderinceye kadar) onlara (azap ediciler olmadık) yani: Hiçbir kavime vaktiyle bir Peygamber göndermiş olmayınca onları küfürlerinden dolayı dünyada köklerini kazımak suretiyle azap etmedik, onları büsbütün mahv edip cezalandırmadık. Nuh Aleyhisselâm’ın kavmi gibi.

§ Bilinmektedir ki: Vaktiyle her ümmete bir Peygamber gönderilmiş, bilahara bütün ümmetlere de Son Peygamber Hz. Muhammed gönderilmiştir. Onun dînî kıyamete kadar bakidir, onun dininin bütün hükümleri doğu ve batıda yayılmıştır, onlara dair binlerce kitaplar yazılmıştır. Artık hiçbir millet, İslâmiyetten haberdar olamadık diye kendisini mazur sayamaz. Ancak fetret (ara) döneminde yaşamış, meselâ: Hazreti İsa ile Peygamberefendimiz arasında, öyle Peygambersiz geçmiş olan bir zamanda bulunmuş insanlar, ve yerkürenin medeniyetten mahrum yerlerinde yaşayıp İslâm dininin yayılmasından habersiz bulunan kimseler hakkında Eş’ariyye imamları ile Maturidiyye imamları arasında ihtilâf vardır. Şöyle ki: Eş’ariyye imamlarına göre onlar hiçbir şey ile mükellef değildirler, onlar İman etmemelerinden dolayı mesul olmazlar. Fakat Maturidiye imamlarına göre onlar, namaz, omç gibi ibadetlerle mükellef olmazlarsa da Allah’ın bir olduğunu bilip tasdik etmekle mükellef bulunurlar. Çünkü Allah Teâlâ’nın varlığına imân, yaratılışın gereğidir. Bunu idrâk için insanların sahip oldukları akılları kâfidir, her insanın temiz yaratılışı Allah’ın varlığına şahitlik eder. Bir insan nerede bulunursa bulunsun gözleri önünde parlayıp duran binlerce eşsiz eserler, bir Yüce Yaratıcının varlığını isbata yeter. Tefsiri Kebirde yazılı olduğu üzere insanlara kâinatın Yaratıcısının varlığını telkin etmek ve anlatmak bakımından akıl da bir nevi elçi demektir. Gerçekte akıl, bir ilâhî delildir, Peygamberlerin nübüvvet ve risaletini tasdik için de bu akla ihtiyaç vardır. Eğer akıl bu hususta yeterli olmasa idi, gösterdikleri mucizelere rağmen Peygamberleri de insanların tasdik ile mükellef olmamaları lâzım gelirdi. Velhâsıl: (Vema kurma muazzibin) âyeti kerimesiyle kaldırılan azaptan maksat, dünya azabıdır, veyahut bu azap etmeme hususu, aklen idrak edilmesi mümkün olmayan dinî hükümlerin uygulanmaması haline mahsustur. Yoksa aklen idrakî mümkün olan Allah’ı tanıma hususunda hiçbir kimse mazur değildir.

§ Maamafih bazı bilginlere göre fıtrat ehli denilen kimseler üç kısımdır: Birincisi fetret devrinde yaşadıkları halde akıl ve düşünceleriyle Allah’ın birliğini idrak edip tasdik edenlerdir. Bunlar cennet ehlidir. “Kus bin Saide” gibi. Ikincisi: Cenab-ı Hak’ka ortak koşanlardır. Bunlar cehennem ehlidirler. “AmrBin Lühay” gibi. Bunlar bir mabuda ihtiyaç olduğunu demek ki, akıllariyle hissetmiş oluyorlar da, o halde öyle kendileri gibi mahlûk, âciz putların, kimselerin mabudluk şerefine sahip olamayacağını anlamalı değil midirler?. Bunlar bütün mahlûkatın üstünde varlık sahibi bulunan bir Yüce Yaratıcının varlığına aklen delil getirmekle mükelleftirler. Böyle bir delili getirmedikleri için elbetteki, ahirette azap göreceklerdir. Üçüncüsü de: Fetret zamanında gaflet üzere yaşayıp ilahlık fikrinden kopmuş olan hiçbir şeyi mabut kabul etmeyen kimselerdir. İşte ihtilâf bu kısım hakkındadır.

16. Ve biz bir beldeyi helâk etmek isteyince onun zengin elebaşlarına hakka itaat etmelerini emir ederiz. Onlar ise orada kötülük işlemiş olurlar. Artık onun üzerine söz helâkları hakkındaki hüküm hak olmuş olur. İmdi onu o beldeyi tamamen helâk ile helâk etmiş oluruz.

16. Bu mübarek âyetler, Hak Teâlâ Hazretlerinin bir takım ülkeleri, sapık olan ahalisi yüzünden ve bir kısım kavimleri de günahları sebebiyle nasıl helâk etmiş ve edecek olduğunu bildirmektedir. Yalnız dünyayı aceleyle isteyen kâfirlerin müthiş âki-betlerine, ahiret âlemini kazanmaya çalışan müminlerin de övülen istikballerine işaret buyuruyor. Ve Cenab-ı Hak’kın dilediği kullarına dilediğini vereceğine ve onların bir kısmını diğer bir kısmı üzerine nasıl üstün kıldığına ve uhrevî derecelerin ise pek büyük bulunduğuna nazarı dikkati çekmektedir. Şöyle ki: Hak Teâlâ Hazretleri, ilâhî dine muhalefet edenlerin azap göreceklerini beyan buyurmuştur. (Ve) bunun sebeplerine işaret için de buyuruyor ki: (Biz bir beldeyi helâk etmek istediğimizde) o beldenin helâki için takdir edilen vakit yaklaşınca (onun) o beldenin (devlet) servet, hâkimiyet (sahiplerine) hayırda, hakka itaatdebulunmalarını Yüce Peygamberler vasıtasiyle (emir ederiz) onlara, o belde halkına selâmet ve saadet vesilesi olan şeyleri bildirmiş oluruz, (onlar ise orada günahta) ve kötülükte (bulunmuş olurlar) Cenab’ı Hak’ka ve Resûlüne itaatden kaçınırlar, dikbaşlı bir halde yaşamak isterler (artık onun üzerine) o beldeye yönelik olarak (söz) helâkleri hakkındaki hüküm, Peygamberlerinin kendilerine yapmış oldukları ihtar (hak olmuş olur) sabit olarak gerçekleşmiş bulunur, (İmdi onu) o beldeyi tahrip ve halkını yerle bir etmek suretiyle (tamamen helâk ile helâk etmiş oluruz) bunlar tarihte birer ibret nümunesi teşkil etmiş olurlar. Fakat Hak Tealâ’nın emirlerine riayet eden, Peygamberlerine tabi olan kavimler ise güzel bir hayata kavuşmuş, temiz bir şekilde yaşamış dünyalar! da, âhiretleri de güven içinde bulunmuştur. Bunun hilâfına hareket edenler de elbetteki, Allah’ın kahrını hak etmişlerdir.

17. Ve Nuh’tan sonra nice nesilleri helâk ettik ve kullarının günahlarına Rabbin haberdar ve görücü olması kifayet eder.

17. Helâk olan milletler için pek çok örnekler vardır. (Ve) Kısacası (Nuh’tan sonra nice nesillerden) küfr ve isyana düşmüş Âd ve Semud kavimleri gibi birçok toplulukları o kötü halleri sebebiyle (helâk ettik) onları lâyık oldukları cezalara kavuşturduk. (Ve kullarının günahlarına Rabbin haberdar ve görücü olması kifayet eder) onları itikatlarına, niyetlerine, amellerine göre mükâfat ve cezaya uğratır. Hiçbir şey yüce zatına karşı meçhul kalamaz. Bir şahıs, yaptığı bir cinayeti başkalarından saklayabilir, kanunî cezadan kurtulabilir. Fakat kendisini Allah’ın azabından kurtaramaz. Artık ey son ümmet!. Siz de o geçmiş ümmetlerin hallerinden, tarihen sabit felâketlerinden birer ibret dersi alınız.

Evet.. Ben komşularımın gözlerinden saklanabilirim. Fakat Allah Teâlâ benim gizlice yaptıklarımı da, açıkça yaptıklarımı da şüphe yok ki bilir.

18. Her kim bu çabuk geçeni bu dünya varlığını dilerse onun için burada dilediğimiz miktarı çarçabuk veririz, dilediğimize. Sonra ona cehennemi tahsis kılmış oluruz. Oraya kınanmış, kovulmuş bir halde girer.

18. (Herkim bu çabuk geçeni) yalnız bu süratlice yok olan dünya varlığını (dilerse onun için burada) bu dünyada (dilediğimiz miktarı çarçabuk veririz.) Evet.. Onlardan (dilediğimize) veririz, onları böyle yalnız dünyevî bir varlığa sahip kılarız. (Sonra ona cehennemi tahsis kılmış oluruz) ona orada azap ederiz (oraya kınanmış) ayıplanmış (kovulmuş) Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılmış (bir halde girer) o ateşli yerlerde azap görür durur.

19. Ve her kim mümin olduğu halde ahireti diler ve onun için gerektiği şekilde bir çaba çalışırsa işte o gibi kimselerin çalışmaları kabul edilmiştir. 19. (Ve) bilakis (herkim mümin olduğu halde ahireti ister) ahiret nimetlerini kavuşmak için güzel amellerde bulunur (ve onun için) gerektiği şekilde (bir çaba ile çalışırsa) öyle putları ve diğer mahlûkları mabud edinerek onlardan yardım isteğinde bulunmazsa (işte o gibî) samimi mümin (kimselerin çalışmaları) ibadet ve itaatları Allah katında makbul (Şükre lâyık bulunur) ahiret âleminde nimetlere kavuşacak olanlar işte bu gibi hakîki mümin olan zatlardır.

20. Hepsine, onlara da ve ötekilerine de Rabbin ihsanından veririz. Ve Rabbin ihsanı men’edilmiş değildir.

20. Evet.. Bu dünyada her gurup rızıklandırılır, birçok fânî nimetlere kavuşabilir. (Hepsine, onlara da) yalnız dünyayı isteyenlere de (ve ötekilerine de) ahireti talep eyleyenlere de (Rabbin ihsanından) onun pek geniş olan nimetlerinden vermekle (veririz) hepsini de bu dünyada hikmetin gereğine göre servete, geçim sebeplerine kavuştururuz. (ve Rabbin ihsanı) dünyevî olsun, uhrevî olsun (menedilmiş değildir) Yeter ki, insanlar, bunun kadrini bilsinler. Varlığında tek olan Allah, kulları hakkında böyle pek geniş bir lûtf ve ihsan sahibidir.

21. Bak! Onların bazısını bazısı üzerine nasıl üstün kılmışızdır. Ve elbette ki ahiret, dereceler itibariyle daha büyüktür ve üstünlük itibariyle de daha büyüktür.

21. Yüce Allah’ın kulları hakkındaki tasarruflanın bir kere dikkate almalıdır. (Bak) Ey insan!. Veya Ey Yüce Peygamber!, (onların) o insan topluluklarının (bazısını bazısı üzerine nasıl üstün kılmışızdır) Evet.. Müminlerden bir kısmı bolca nimet ve servete kavuştukları halde bir kısmı bunlara kavuşamamaktadır. Aynı şekilde kâfirlerin de bir gumbu pek bolca varlıklar elde etmiş oldukları halde diğer gurubu, bu kadar bir varlık sahibi değildir. Bu farklı rızıklar, tamamen hikmet ve menfaat gereğidir.

Nitekim Enam Sûresinde de

Bu kiminizi kiminizden derecelerle üstün kıldı (En’âm, 6/165) buyurulmuştur,

(ve elbetteki, ahiret, dereceler itibariyle daha büyüktür) dünyevî derecelerden, varlıklardan daha fazladır (ve üstünlük itibariyle de dahabüyüktür) dünyevî mertebelerin pek çok üstündedir. Çünkü o ebedîdir, sonsuzdur, her yönüyle yücedir, mümin kullar için va’dedilmiştir. İşte insan, asıl böyle ebedî derecelere, nimetlere kavuşmak için çalışıp durmalıdır. Buna kavuşmanın en birinci şartı ise Allah’ın birliğine inanmak, dînî hükümlere riayette bulunmaktır.

22. Allah ile beraber başka ilâh edinme. Sonra kınanmış ve rezil olmuş bir halde kalırsın.

22. Bu mübarek âyetler, İmanın alâmetlerini göstererek insanlığı Allah’ın birliğine ve yalnız o yüce varlığa ibadete davet ve aksine hareketin korkunçluğuna işaret ediyor. Anne-baba hakkında da ne kadar riayet ve dua edileceğini gösteriyor, Âlemlerin Rabbi’nin ilminin genişliğini beyan ile insanlığı salih amellere teşvik buyuruyor. Şöyle ki: Ey mükellef olan herhangi bir insan!. (Allah ile beraber başka ilâh edinme) ondan başka ilahlık, mabudluk, yaratıcılık sıfatlarına sahip bir zat yoktur, şayet ondan başka ilâh, mabut edinirsen (sonra) dünyada da, ahirette de (kınanmış) müminlerin, meleklerin kınamasını, azarlanmasını hak etmiş (ve) Allah’ın yanında (rezil olmuş) yanlızlığa terkedilmiş (bir halde kalırsın) çünki şirk ve küfr, en kötü bir inanç eseridir, sahibi her yönüyle hakarete, cezaya lâyıktır. İman ise sahibi hakkında övgüye, zafere, kurtuluş ve saadete vesiledir.

23. Ve Rabbin emretmiştir ki, kendisinden başkasına ibadet etmeyesiniz ve ana ile babaya ihsanda bulunun. Senin yanında onlardan biri veya ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse sakın onlara öf bile deme ve onları menetme azarlama lâkırdılarını kesme ve onlara güzel hitapta bulun.

23. (Ve) Ey insan!. Kullarına daima lûtuf ve ihsanda bulunan (Rabbin emir etmiştir ki) siz insanlar (kendisinden) o kerem sahibi mabudun ilâhî zatından (başkasına ibadet etmeyesiniz) çünkü ibadet, saygının en büyükmertebesidir. Böyle bir saygıya ise Cenab ı Hak’tan başkası lâyık olamaz. Gayet yüceliği ve son derece inam ve ihsana sahip olan ancak o kerim mabuttur. (ve) o Hikmet sahibi Yaratıcı şöyle de emrediyor ki: Ey insanlar!. (Ana ile babaya ihsanda bulunun) onlara da hürmet edin, haklarında güzelce muamelede bulunun durun. Çünkü onların size hizmetleri şefkatler! pek fazladır, sizin vücude gelmenize vasıta olmuş, büyüyüp gelişrnenize hizmette bulunmuşlardır. Özellikle siz!. Ey müslüman çocukları!. Onların vasıtalariyle dünyaya gelmiş, Cenab-ı Hak’ki bilip tasdik etmiş, o sayede ebedî bir hayata, bir saadete aday bulunmuşsunuzdur. Binaenaleyh bunun bir şükrü olmak üzere onlara hürmet ve sevgi gösteriniz, onlara karşı öyle güzelce hareket etmek İslâm ahlâkının gereklerindendir, (senin yanında onlardan biri veya ikisi de ihtiyarlık çağına gelirse) kendilerine fazlaca hizmet ve riayet et, onlardan usanarak veya bazı sözlerinden, hareketlerinden gücenerek (sakın onlara öf) bile (deme) böyle hoş olmayan, üzücü bir lâf sarfetme, onlardan dolay, üzüntülü olduğunu gösterme (ve onları men etme) onlara engel olma ve yasaklamada bulunma, hoşuna gitmeyen bir hareketlerinden dolayı onları azarlama; onların lâkırdılarını kesme, onlara karşı yumuşakça muameleden ayrılma (ve onlara güzelce hitapta bulun) onlar ile güzelce ve edeplice bir tarzda konuşmaya devamet, yüzlerine hiddetle, nezâkete aykırı bir şekilde bakıp durma.

24. Ve ikisi için merhametten tevazu kanadını indir ve de ki:Yarabbi! İkisine de merhamet buyur. Nasıl ki, onlar beni çocuk iken besleyiverdiler.

24. (Ve ikisi için) gerek annen ve gerek baban hakkında (merhametten tevazu kanadını indir) onlara karşı sırf bir merhamet,, bir hürmet sevkiyle pek alçak gönüllü bir vaziyet al, (ve) haklarında Kerem sahibi Yaratıcıya dua ederek(de ki: Ey Rabbim!. Ikisine de merhamet buyur) anamı da, babamı da lûtf ve ke remine kavuştur (nasıl ki, onlar beni çocuk iken besleyîverdiler) hakkımda şefkatle muamelede bulundular. Bunun bir mükâfatı olarak onları da sen merhametine kavuştur. Böyle bir dua mümin olan ana ve baba hakkında yapılır. Kâfir oldukları takdirde hayatta iseler onların hidayeti yani: Din değiştirerek İslâm dinine kavuşmak suretiyle Allah’ın merhametine muvaffak olmaları temenni olunur. Fakat küfr üzere ölüp gitmişler ise artık onların haklarında rahmet ile dua edilemez. Onların haklarında mağfiret talebi:

Müşrikler için af dilemek ne peygambere ne de inananlara yaraşır (Tevbe, 9/113) âyeti celilesiyle yasaklanmıştır.

25. Rabbiniz sizin nef işlerinizde olanı çok iyi bilir. Eğer siz salih kimseler oldunuz ise artık şüphe yok ki, o, hakka dönenler için son derece bağışlayıcı bulunmaktadır.

25.’Ve ey insanlar!. (Rabbiniz) sizi besleyen, size lûtf ve ihsanda bulunan Kerim Yaratıcımız (sizin nefislerinizde olana) bütün kalbî düşuncelerinizi .’e özellikle ana ve babalarınızâ karşı nasıl bir merhamet ve hürmet duygusu beslemekte olduğunuzu (çok iyi bilir) Artık pek samimane hareket etmelisiniz, ebeveynin haklarına da tam bir samimiyetle riayette bulunmalısınız, gösteriş için, samimi olmayan hareketlerden kaçınmalısınız (Eğer siz salih kimseler oldunuz ise) haddızatında takva sahibi, iyilik eden hukuka saygılı iseniz (artık) emin olunuz. (Şüphe yok ki, o) Kerem sahibi Yaratıcı (hakkadöneenler için) insanlik icabı kendilerinden meydana gelmiş kusurlardan dönerek vakit vakit hayra, güzel muamelelere çalışanlar için (son derece bağışlayıcı bulunmaktadır) binaenaleyh ebeveyn hakkında yapılmış bir kusur var ise bundan vazgeçmeli, onların rızalarını, dualarını kazanmaya çalışmalı, haklarında lâzım şek’n hizmeti, yardımı yapmaktan geri durmamalıdır, İslâm terbiyesi, bunu icabetmektedir.

“Kıymetü kadri hayati pederî bilmeyene”

“Bildirir sonra zamane ne imiş kıymeti eb”

Esat Muhlis Paşa

26. Ve akrabaya hakkını ver, düşküne de, parasız kalmış yolcuya da ver. Ve saçıp savurma.

26. Bu mübarek âyetler de ihsanın, hayırlı amellerin sahasını genişletmektedir. Maamafih israftan men ederek onun şeytanî bir hareket olacağına işaret ediyor. Muhtaç olanlara ihsanda bulunamıyacak bir durumda bulunanların da onlara karşı nazikçe bir mazerette bulunmalarını tavsiye ediyor. Mallarının harcanması hususunda cimriliğin de, müsrif ce hareketin de kınandığını ve kötü necticesini hatırlatıyor. Zenginliğin de, fakirliğin de bir hikmet gereği olduğuna işaret ederek insanlığı uyanmaya davet buyurmuş oluyor. Şöyle ki: (Ve) Ey gücü yeten olan müslüman zat! (akrabalara da hakkını ver) baba ve ana tarafından akrabalığı olan kimseye muhtaç olduğu takdirde nafakasını temin et, “sıla-i rahın” gibi, güzelce geçinme gibi, dostluk ve ziyaret gibi haklarına riayette bulun, bunlardan başka (düşküne de) hakkını ver, her ne kadar akraba olmasa da insaniyet adına, İslâmiyet adına merhamette bulunarak onun da zekât ile, sadaka ile ihtiyacını gidermeğe çalış, ve yolda (parasız kalmış) yurdundan ayrılmış olan herhangi bir (yolcuya da) haakkını ver, öyle misafir bir kimseye deinsaniyet adına hakkı olan iyilikte bulun. Muhtaç olduğu şeyi imkân ölçüsünde temine gayret et. İnsanlık merhameti, din kardeşliği bunu gerektirir. (Ve) maamafih malını sarfetme hususunda (saçıp savurma) uygun olmayan şeylere servetini sarfetme, israfta bulunma, ifrat ile tefritden kaçın. Servet, bir ilâhî bağıştır, onu kötüye kullanmak, bir nankörlük alâmetidir ki, pek kötüdür.

27. Şüphe yok ki, saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir. Şeytan ise Rabbine karşı çok nânkördür.

27. (Şüphe yok ki) mallarını (saçıp savuranlar) servetlerinin kadrini bilmeyip lüzumsuz yere sarfedip duranlar, başkalarına gösteriş için faidesiz yere harcamada bulunanlar, millî ahlâka aykırı modalar, hareketler uğrunda paralarını elden çıkaranlar (şeytanların kardeşleridir.) Çünkü onlar, şeytanların yolunda yürümüş, şeytanların aldatmalarına kapılmış kimselerdir. (Şeytan ise Rabbine karşı çok nânkördür) çünkü şeytan, Cenabı Hak’kın kendisine verdiği kuvvetleri, kudretleri yaratılış gayesinin dışında sarfetmiştir. Yüce Yaratıcının emrine muhalefet ederek Hazreti Adem’e karşı secdeden kaçınmıştır. Gücü yetse bütün insanlığı saptırmak için bütün açık olan delilleri, görünen nimetleri gizlemek ister durur. Arık insanlara yakışır mı ki, şeytanın Öyle kendi hayatını da ebedî felâkete düşürmüş olan o kadar nankör, pis bir mahlukun vesveselerine kapılsınlar, onun gösterdiği helâk edici bir yola giderek onunla bir kardeşlik kurmuş olsunlar!. Bu ne kadar cehalet!.

§ Deniliyor ki: Vaktiyle Arap kabileleri, düşmanlarının mallarını yağma eder o malları kibirlenmek ve övünmek için lüzumsuz yere ona buna dağılırlardı. Kureyş müşrikleri ile başkaları da insanları İslâmiyetten menetmek için ve müslümanları korkutup düşmanlarına yardım için mallarını sarfeder dururlardı, İştebu âyeti celile, onların o çirkin hareketlerine işareti ve müslümanlar hakkında uyarıyı taşıyarak indirilmiştir.

28. Ve eğer Rabbinden umduğun bir rahmeti aramak için onlardan o kendilerine yardım edilecek kimselerden yüz çevirecek isen o halde onlara bir yumuşak söz söyle.

28. (Ve eğer) Ey Yüce Peygamber! (Rabbinden umduğun bir rahmeti) fakirlere dağıtacağın bir rızkı (aramak için onlardan) o fakirlerden, o kendilerinde yardım edilecek kimselerden (yüz çevirecek isen) onlardan utanarak kendilerine görünmek istemiyecek bir halde isen (onlara bir yumuşak söz söyle) güzelce va’dde bulun, kendilerine rızık verilmesi için dua et, bu suretle onların kalplerinin ferahlanmasına ümitlerinin artmasına yardım etmiş olursun.

§ Rivayete göre ashabı kiramdan Mehca’, Suheyb, Salim, Habbâb, Bilâli Habeşi gibi ihtiyaç sahipleri, bazı vakitlerde Resûl-i Ekrem e müracaat ederek muhtaç oldukları şeyleri arzederlerdi. Peygamber efendimiz ise onların ihtiyaçlarını derhal gideremiyeceği için kendilerinden hayâ eder, ihtiyaçlarının giderilmesini Cenab-ı Hak’tan rica ederek kendilerine görünmekten çekinirdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuştur. Artık Yüce Resûlümüz. onlara verecek bir şey bulamayınca onlara tam bir yumuşaklıkla cevap verir:

(Allah Tealâ bizi de sizi de lütfundan rızıklandırsın) diye dua buyururdu.

29. Ve elini boynuna bağlanmış kılma ve onu büsbütün de açma. Sonra fazlaca kınanmış, hasret içinde kalmış bir halde oturup durursun.

29. (Ve) Allah Teâlâ, Resûl-i Ekrem’ine ne suretle infakta bulunacağını tarif ve tenbih içinbuyurdu ki: (Elini boynuna bağlanmış kılma) yani: Muhtaç olanlara infak hususunda cimrilik göstererek onlara hiçbir şey veremiyecek bir vaziyet alma (ve onu) infak için elini (büsbütün de açma) elinde bulunan bütün malını fakirlere dağıtarak eli boş kalma. Şüphe yok ki, her şeyde ifrat ve tefrit kötüdür. Ahlâkî fazilet ise ortaya yola uymakla tecelli eder. Şayet bütün mallarını öyle dağıtır isen (sonra) Allah katında, insanlar yanında (fazlaca levme) kınama ve azarlamaya (maruz kalmış) olursun. Çünkü kendisinden men edilmiş olan bir hareketi tercih eylemiş bulunursun ve (hasret içinde kalmış bir halde oturup durursun) bütün geçim kaynağını elden çıkarmış, caymış ve pişman bir vaziyette kalmış olursun. Bütün bu hatırlatmalar, Yüce Peygamber vasıtasiyle ümmetin fertlerine yöneliktir.

30. Şüphe yok ki, Rabbin dilediğine rızkı bol verir ve dilediğine darlaştırır. Muhakkak ki, o, kullarından fazlasiyle haberdardır ve onları çok iyi görür.

30. Ey Yüce Resûli. (Şüphe yok ki. Rabbin dilediğine bol verir) onu fazlasiyle bir servete, bir yaşantıya sahip kılar (ve) dilediğine de rızkını (darlaştırır) onu ihtiyaç içinde bırakır. Veren de, alan da ancak Allah Teâlâ’dır. Dilediği kullarını geniş bir yaşayışa kavuuşturur, dlıcdiklerini de dar bir yaşantı içinde bırakır. Bütün bunlar birer fayda ve hikmet gereğidir. Zenginler şükretmelidirler. Fakirler de sabrederek manevî mükâfata ermelidirler. İnsanlığın vazifesi, meşru geçim vasıtalarına baş vurmaktır. Artık bu husustaki muvaffakiyet, ilâhî takdire dayanmaktadır. (Muhakkak ki o) Yüce Yaratıcı (kullarından fazlasiyle haberdar) dır. Hepsinin de gizli ve açık hallerini, vaziyetierini, varlıklarını tamamiyle bilir. (Ve) o kullarının bütün vasıflarını; muamelelerini (çok iyi görür) binaenaleyh onların haklarında hikmetin gereğine göre ilâhî irade tecelli etmişbulunmaktadır. Bütün göklerin, yerlerin hazineleri, o Kerem sahibi Yaratıcının kudret elindedir. Bazı kullarını ihtiyaç içinde bırakması, elbetteki, bir hikmet ve menfaata dayanmaktadır. Nice zenginler bilâhare fakir düşerler, nice fakirler de sonradan zengin olmaktadırlar. Ne maddî bir varlığa mağrur olmalıdır, ne de bir ihtiyaçtan dolayı ümitsizliğe düşmelidir. Bütün bunlar birer hikmet gereğidir. Bizim vazifemiz ise Allah’ın takdirine razı olmaktır.

“Mülkünde hak tasarruf eder keyfemayeşâ”

“İsterse kevni yok eder, isterse var eder”

Ziya Paşa

Lütfen Paylaşın!
1Shares

One Response

  1. Mehmet Ağustos 28, 2023 Reply

BİR CEVAP YAZIN