TAHA SURESİ

121. Artık ikisi de ondan yediler, hemen ikisi için avret mahalleri açılıverdi. Üzerlerine cennetin yaprağından yapıştırmağa başladılar. Ve Âdem Rabbine âsi oldu da şaşırdı kaldı.

121. (Artık) şeytanın bu vesvesesi üzerine (ikisi de) Hz. Adem de, Havva da (ondan) o ağacın meyvesinden (yediler) o husustaki ilâhî yasağı unutmuş, şeytanın aldatmalarına kapılmış oldular. (Hemen ikisi için avret mahalleri açılıverdi) üzerlerindeki nuranî elbiseler yok olarak örtülmeleri edep gereği olan organları açıkta kalmış oldu. Artık o organlarının (üzerlerine cennetin yaprağından) rivayete göre incir ağacının yapraklarından (yapıştırmaya başladılar) bu suretle o organları örtmeğe çalıştılar. (Ve Adem) o ağcın meyvesinden yemekle (Rabbine âsi oldu da şaşırdı kaldı) muradına eremedi, cennette ebedî şekilde kalmak gayesinden geçici olarak mahrum oldu.

§ Gerçek şu ki, Adem Aleyhisselâm, kasden isyanda bulunmuş değildi. Yasaklanan şeyi bir unutma neticesinde yapmış idi. Fakat makamının yüceliğine göre böyle unutmak da onun hakkında bir isyan sayılmıştır. Bununla beraber bu, geçici, dalgınlıktan kaynaklanan bir isyan olduğundan Hz. Adem’e “âsi” denilemez. O haddızatında mâsumdur, bu unutma da tövbe ettiği için af olunmuştur. Âsi ise isyanında devam eden kimselerdir.

122. Sonra onu Rabbi seçkin kıldı, tövbesini kabul etti ve onu doğru yola muvaffak buyurdu.

122. Evet.. (sonra onu) Adem Aleyhisselâm’ı (Rabbi) kerem ve merhamet sahibi olan Yüce Yaratıcısı (seçkin kıldı) onu seçti ve manevî yakınlığına mazhar buyurdu, (tövbesini) de (kabul etti) onu tövbeye muvaffak kıldı, tövbesini kabul ederek kendisini af ve mağfirete nail buyurmuş oldu. (ve onu doğruyola muvaffak buyurdu) onu pişmanlık ve istiğfara ve tövbesinde sebata nail etti, onu masumluk yolunu takibe muvaffak kılmış oldu.

123. Buyurdu ki: Bazınız, bazınıza düşman olarak hepiniz oradan ininiz ne vakit size benden bir hidayet gelir de kim hidayete tâbi olursa artık sapıklığa düşmez ve bedbahtlığa uğramaz.

123. Allah Teâlâ Hazretleri Adem Aleyhisselâm’ın tövbesini kabul ve onu hidayete kavuşturduktan sonra ona ve eşi Havva’ya vahyederek (buyurdu ki: Bazınız, bazınıza düşman olarak) yani: İnsanlar arasında ve insanlar ile şeytanlar arasında dünyevî geçimler, idareler ve dinî, ahlâkî hareketler hususunda bir muhalefet, bir düşmanlık bulunmak üzere (hepiniz oradan) o cennetten yeryüzüne (ininiz) takdir edilen müddete kadar orada yaşayıp durunuz (ne vakit size benden bir hidayet gelir de) bir kitab, bir resûl gönderilmiş bulunur da (kim hidayetime) o Yüce Katımdan gönderilen kitaba, peygambere (tâbi olursa artık) dünyada (dalâlete) sapıklığa düşmez. (Ve) ahirette de (bedbahtlığa uğramaz) binaenaleyh umum insanlık için yegâne selâmet ve hidayet vesilesi, en mukaddes bir ilâhî kitap olan Kur’an’ı Kerim ile Peygamberlerin en üstünü olan Hz. Muhammed Aleyhisselâtü vesselâmdır. Artık hakikî bir selâmet ve saadete kavuşmak isteyen her insan için onların hareket rehberi edinmekten başka çareleri yoktur.

§ Hz. Adem için Bakara sûresindeki (35) inci âyetin izahına bakınız!.

124. Ve her kim benim zikrimden kaçınırsa artık şüphe yok ki, onun için pek dar bir geçim vardır ve onu kıyamet gününde kör olarak haşrederiz.

124. Bu mübarek âyetler de Hak Teâlâ’nın zikrinden yüz çevirenlerin ilâhî âyetlereinanmayıp da müşrikce hareketlerde bulunanların ne kadar mahrûmiyetlere uğrayacaklarını ve kör olarka haşrolunacaklarını ihtar ediyor, geçmiş kavimlerin başlarına gelen ve akıl sahipleri içinbirer uyanma vesilesi bulunan felâketlerden ibret alınması gereğine işaret buyuruyor. Eğer azaba uğramaları için takdir edilmiş bir zaman bulunmamış olsa idi sonraki isyankâr kavimlerin de hemen azaba uğramış olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve her kim benim zikrimden kaçınırsa) yani: Herhangi bir insan, kendisini ilâhî dine davet eden Kur’an’ı Kerim gibi bir saadet rehberine tâbi olmaktan yüz çevirirse (artık şüphe yok ki, onun için) dünyada veya kabirde veyahut ahiret âleminde (pek dar bir geçim vardır) şiddetli bir vaziyette kalacak, büyük bir azaba tutulacaktır. (Ve onu kıyamet günüde kör olarak haşrederiz) Kabrinden görür bir halde çıkarılacak, sonra mahşere kör bir halde sevkedilecektir.

125. Der ki: Yarabbi!Ne için beni kör olarak haşrettin ve halbuki, ben görücü idim.

125. Öyle bir azab hak etmiş olan şahıs dedi ki: Yani muhakkak (derki: Yarabbi!. Ne için beni kör olarak haşrettin?.) Beni bugün ne için görmekten mahrum bıraktın? (Ve halbuki, ben) dünyada iken veya kabrimden kalkarken (görüyordum.) Şimdi ne için göremez bir hale getirilmiş bulunmaktayım.

126. Allah Teâlâ da buyuruyor ki: Öyledir. Sana ayetlerimiz geldi, sen hemen onları unutuverdin. Bugün de sen öylece unutulursun.

126. Allah Teâlâ da ona (buyurur ki,) ilâhî hitap şöylece yönelmiş olacaktır ki: (Öyledir,) sen o gibi harekette bulunmuştun. Şöyle ki: (Sana ayetlerimiz geldi) açık, parlak kanıtlar, deliller gösterildi (sen hemen onları unutuverdîn) âdeta körleştin, onlara bakmadın, hepsini de terk eyledin, İşte(bugünde sen öylece unutulursun) o âyetleri terkettiğin gibi terkedilir, korunmaktan mahrum kalır, azaba mâruz bir halde bırakılırsın. Bu kendi kötü amelinin bir cezasıdır.

127. Ve israf eden ve Rabbi nin âyetlerine imân etmeyen kimseyi böylece cezalandırırız ve ahiretin azabı ise elbette ki, daha şiddetlidir ve daha kalıcıdır.

127. (Ve israf eden) şehvetine kapılan, kötü isteklerine uyan, Yüce Mabudunun emirlerine boyun eğmeyen (ve Rabbinin âyetlerine imân etmeyen) Yüce Yaratıcının âyetlerini tasdik etmeyip onları inkâr eyleyen dinsiz (kimseyi böylece cezalandırırız.) onu o cinayetinden dolayı böylece cezaya uğratırız (ve ahiretin azabı ise) dünyadaki ve kabirdeki azaplara göre (elbetteki, daha şiddetlidir ve daha kalıcıdır) Ahirette o dinsizlerin gözleri tekrar açılacak, kulakları tekrar işitecek, dilleri tekrar söz söyleyebilecektir. Tâki, kıyametin korkunç felâketlerini görüp işitebilsenler, cehennemdeki yerlerini görüp mâruz kalacakları azapları anlasınlar, yapacakları temennilerinin kabul edilmiyeceğini anlayarak kat kat azap çeker olsunlar, bu da kendileri için azap üzerine azap oluversin.

128. Onlar için hidayet vesilesi olmadımı ki, onlardan evvel nice asırlar ahalisini helâk ettik. Onların yurtlarında yürüyorlar. Şüphe yok ki, bunda güzel akıl sahipleri için büyük ibretler vardır.

128. (Onlar için) saadet asrındaki inkârcılara karşı bir (vesilei hidayet olmadımı” ki) yani: Onları gafletten uyandırmaya, kendilerine birer ibret dersi olmaya bir sebep teşkil etmiş bulunmadı mı ki, (onlardan evvel nice asırlar ahalisini helâk ettik) o kavimleri dinsizlikleri, Peygamberlerini inkâr eylemeleri yüzünden herbirini bir şekilde helâke mâruz bırakmıştık. Nuh, Ad, Semud, Lût kavminin ve diğerlerinin tarihî halleri haber verilmiş bulunmaktadır.Artık daha sonra dünyaya gelmiş olan kavimler onlardan birer ibret dersi almalı değil midirler?. Şimdi bunlar (onların) o eski kavimlerin (yurtlarında yürüyorlar) Şam tarafına vesaireye sefer ettikçe onların helâk kalıntılarını görmüş oluyorlar. (Şüphe yok ki, bunda) o eski kavimlere gelmiş olan musibetlerde, felâketlerde (güzel akıl sahipleri için büyük ibretler vardır.) onların o müthiş tarihî hallerini göz önüne almalı, onların takib etmiş oldukları kâfirce yollardan sakınmalı ilâhî dinin gösterdiği selâmet ve saadet yolundan asla ayrılmamalıdır. Bundan başka kurtuluş ve hidayet yolu yoktur.

129. Ve eğer Rabbinden önceden verilmiş bir söz ve tâyin edilmiş bir müddet olmasa idi elbette büyük bir azap lâzım gelirdi.

129. (Ve eğer Rabbinden önceden verilmiş bir söz) olmasa idi, ezelî alemde tecelli -etmiş bir ilâhî takdir bulunmasa idi (ve tâyin edilmiş bir müddet olmasa idi) onların ölmeleri, helâke uğramaları için belirli bir vakit takdir edilmiş bulunmasa idi (elbette büyük bir azab lâzım gelirdi) onları daha dünyadalarken hemen en dehşetli bir felâket yakalardı, onlar da eski kavimler gibi derhal helâk olup gitmiş olurlardı. Fakat bir ilâhî rahmet eseridir ki, şimdiki birçok inkarcılar, günahkârlara bir uyanma müddeti verilmiş oluyor. Bunları Cenab-ı Hak hemen kahrederek azap etmiyor. Artık bunlar düşünmeli, daha fırsat elde iken uyanıp hakka dönmelidirler. Kulluk vazifesini ifaya çalışarak maddî ve manevî helâkten korunulmalarını Hak Teâlâ’dan niyaz eylemelidirler. Bu gibi inkârcıların hali elbetteki müminleri müteessir etmektedir. Cenab-ı Hak güzel sabır ihsan buyursun.

130. Artık onların dediklerine sabret ve güneşin doğmasından evvel ve batmasından evvel Rabbine hamd ile tesbihte bulun. Ve gece saatlerinde de tesbih et ve gündüzün etrafında da. Tâki sen hoşnut olasın.

130. Bu mübarek âyetler, Resûl-i Ekrem’in sabır ile ve belirli vakitlerde namaz kılmakla ve kendi ehli beytine de namaz ile emretmekle mükellef bulunduğunu bildiriyor. Ve bir takım kâfirlerin bir imtihan için geçici olarak elde etmiş oldukları dünya varlıklarına iltifat edilmemesini ihtar, İmân ve takva sahibi için va’dedilen rızkın ve âkıbetin ise temenniye değer olduğuna işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Artık) Yüce Resûlüm!, (onların) o inkârcıların (dediklerine sabret) onların inkârcı, alaycı lakırdılarından dolayı üzülme, onlar mutlaka cezalandırılacaklardır. Bu ilâhî emir Resûl-i Ekrem hakkında bir teselli etme mahiyetinde ve kolayca sabretmesini sağlayıcıdır. (Ve) Ey Yüce Peygamber!. (Güneşin doğmasından evvel ve batmasından evvel Rabbine hamd ile tesbihte bulun) yani: Bu vakitlerde Cenab-ı Hak’ka hamdederek sabah, öğle ve ikindi namazlarını kıl (ve gece saatlerinde de tesbih et) yani: Akşam ile yatsı namazlarını da eda et. (Ve) özellikle (gündüzün etrafında da) öyle nefsin istirahate meyilli olduğu vakitlerde de nefsine hâkim olup öyle pek büyük meziyeti, fazileti içine alan sabah ve akşam namazlarını edâya devam eyle (tâki,) Ey Yüce Sevgili. (Sen hoşnut olasın) öyle bir ibadete muvaffakiyetle bir kalbî istirahata eresin, nefsin için razı olacağın tecellilere Allah katında kavuşasın. Hz. Peygamber hakkında ne büyük bir müjde, bir ilâhî iltifat!.

§ Bir yoruma göre gecenin saatleriyle gündüzün etrafındaki tabirler ile nafile namazlara ait vakitlere işaret olunmuştur. Bu takdirde beyan buyurulan namazlardan maksat, beş vakit farz namazlar ile nafile namazlardan ibarettir.

131. Ve gözlerini uzatma, o şeye ki: Onunla kâfirlerden bazı zümreleri dünya hayatının bir ziyneti olmak üzere faidelendirmişizdir, onları o şeyde imtihana tâbi tutmak için ve Rabbinrızkı ise hayırlıdır ve daha devamlıdır.

131. (Ve) Ey Kâinatın iftiharı!. (Gözlerini uzatma) yani: İltifat etme, bir kıymet verme, bir meyil ve rağbet gösterme (o şeye ki,) o dünyevî gösterişe ki, (onunla kâfirlerden bazı zümreleri) bir takım sınıfları, taifeleri (dünya hayatının bir ziyneti) bir süsü (olmak üzere faidelendirmişizdir) bunların haddızatında ise onlar için bir ciddî menfaati yoktur. (Onları o şeyde) o elde etmiş oldukları süs ve servet hakkında (imtihana tâbi tutmak için) kendilerine o ziynetler verilmiştir. Onlar, bu nimetleri kendilerine vermiş olan Yüce Yaratıcı Hazretlerini bilmez, onun varlığını, birliğini, kudretini tasdik etmezlerse, onlar bu nimetlerin şükrünü ifada bulunmazlarsa elbette ki, bu yüzden ahirette azaba uğratılacaklardır. Çok kere bu nimetler de daha dünyadalarken ellerinden çıkar. (Ve Rabbin rızık ise) yani: Ey Yüce Resûl!. Cenab’ı Hak’kın sana verdiği peygamberlik ve hidayet ise veya sana ahirette vereceği nimetler ise haddızatında (hayırlıdır) öyle bir takım inkârcılara dünyada iken verilmiş olan fâni şeyler gibi değildir, (ve) sana ihsan buyurulan nimetler (daha devamlıdır) onlar asla zeval bulmayacaktır. O dünyevî varlıklar, ziynetler ise birgün son bulup elden çıkacaktır.

132. Ailene namazı emret ve sen de onun üzerine sabret, biz senden bir rızk istemiyoruz, seni biz rızıklandırırız. Akibet ise takva içindir.

132. Ve Ey Yüce Peygamber!. (Ailene namaz ile emret) yani: Ehlibeytine veya sana tâbi olan ümmetine namaz kılmalarını emreyle, onlar da namaz ile mükelleftirler. Onlar da namaza devam etsinler (ve sen de onnu üzerine sabret) namaza devam eyle, geçim işleri ile meşgul olmak gibi şeyler namaza mâni olmasın. (Biz senden bir rızk istemiyoruz) yani: Nefsine veya çoluk çocuğuna rızık vermekle seni mükellef tutmuyoruz, onlarınrızkını sen verecek değilsin. Veya biz senin namazından istifade edecek değiliz, ondan faydalanacak olan yine sensin, (seni bîz rızıklandırırız) evet.. Seni de, aile fertlerini de, başkalarını da rızıklandıran sizlerin kerem sahibi olan Yaratıcınızdır. (âkibet ise) güzel, temenniye değer bir gelecek ise (takva içindir) yani: Takva sahibi zatlar için takdir edilmiştir, akvâ sahibi mümin, herhalde hamd-u senaya lâyık bir âkibete, ebedî bir varlığa kavuşacaktır. Hak Teâlâ onların geleceğini güvenli kılmıştır. Ne büyük bir muvaffakiyet!.

§ Rivayete göre bu âyet-i kerime nâzil olduktan sonra Peygamber efendimiz her sabah muhterem kızı olan Hz. Fatma ile damadı Hz. Ali’nin bulunduğu yere gider, “Namaz” diye buyururdu. Binaenaleyh her müslüman için de lâzımdır ki: Kendi çoluk çocuğunu, akrabasını namaza teşvik ve özendirmede bulunsun. Ve yine rivayet olunuyor ki: Resûl-i Ekrem Efendimiz, ehlibeytine bir zarar sabet etse onlara namaz ile emreder ve bu âyet-i kerimeyi okurmuş.

133. Ve dediler ki: Rabbinden bize bir âyet getirmeli değil mi idi? Onlara evvelki sahifelerde olanın beyanı gelmiş değil midir?

133. Bu mübarek âyetler, kendilerine bir âyet bir mucize geldiğini söyleyen inkârcılara verilen ilâhî cevabı bildiriyor. Bize bir peygamber gelmedi diye mazeret ileri sürememeleri için kendilerine Resulûllah’ın gönderildiğini, artık imân edenler ile etmeyenlerin âkibetlerini beklemelerini ve ileride hangi zümrenin doğru yolu takibetmiş olduğunun görüleceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Asrı saadetteki bir takım inkarcılar inkârlarına devamettiler (ve dediler ki:) Muhammed -Aleyhisselâm- (Rabbinden bize) peygamberlik iddiasına dalâlet eden (bir âyet) bir mucize, bir hârika (getirmeli değil mi idî?.) İşte onların bu gibi gerçek dışı iddalarına karşıCenab’ı Hak, Resûl-i Ekrem’ine sabretmesini emretmiş olduğu gibi o inkârcıları red içinde buyuruyor ki: (Onlara evvelki sahifelerde olanın beyanı gelmiş değilmidir?.) Elbette ki, gelmiştir. Bütün bunlar, Hz. Muhammed’in peygamberliğini gösteren birer âyettir. Artık ne için bir âyet gelmedi diye iddiada bulunuyorlar? Evet.. Tevrat, İncil gibi semavî kitaplarda Son Peygamber Hazretlerinin vasıfları yazıl idi. Sonra Kur’an’ı Kerim’de de o kitaplarda var olan geçmiş miletlere ait kıssalar ve daha nice hikmetli nasihatlar, hakikatlar mevcut bulunmaktadır. Halbuki, Peygamber Efendimiz, kırk yaşına kadar asla okumamış, yazmamış, kimseden bu mevzulara dair bir şey işitip zapteylememişti. Onun böyle ümmi olduğunu bütün kavmi biliyordu. Artık böyle bir zat: Kur’an’ı Kerim gibi bir ebedî mucizeyi tebliğe muvaffak olursa, bu, onun peygamberliği için, pek büyük bir âyet, bir delil teşkil etmiş olmaz mı?. Neden bunu düşünmüyorlardı. Bu âyet-i kerimede şuna da işaret vardır ki: O inkârcı kimseler, Tevrat, İncilgibi kitapları okumuşlardır. Vaktiyle Peygamberlerini İkâr eden kavimlerin başlarına ne felâketler gelmiş olduğunu o kitaplar bildirmektedir. artık kendilerinin başlarına da böyle bir felâketin gelebileceğini hiç düşünmezler mi?. Nedir o kadar gaflet, cehalet!.

134. Ve eğer biz onları ondan evvel bir azab ile helâk etmiş olsa idik, elbette diyeceklerdi ki: Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki, bir zillete ve rüsvaylığa düşmeden evvel senin âyetlerine tâbi olsa idik?

134. Hayır.. Bu inkârcılara da açık delil, mucize gelmiş bulunuyor, bunu inkâra hakları yoktur. (Ve eğer biz onları) o inkârcıları bu küfür ve isyanları sebebiyle (ondan evvel) bir açık delil bir mucize göstermekten veya Hz. Muhammed’i Peygamber göndermekten önce (bir azap ilehelâk etmiş olsa idik) yani: Onları dünyada köklerinden koparıp atarak gibi bir şekilde cezalandırsa idik (elbette) kıyamet günü (diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!. Bize) bir kitap ile beraber (bir Peygamber göndermeli değil mi idin ki,) biz şimdi böyle bir azap ile (bir zillete ve) cehalet sebebiyle yapmış olduğumuz isyanlardan dolayı (rüsvaylığa düşmeden evvel senin) bize gönderilmiş olan (âyetlerine tâbi olsa idik) de o sayede kurtuluşa ermiş, böyle bir azaba uğramaktan kurtulmuş bulunsa idik?. Fakat onlara Hz. Muhammed, Peygamber olarak gönderildi, Kur’an’ı Kerim gibi nice âyetleri içeren bir kitap ihsan edildi, onlar ise bunu takdir edemediler, daha sonra ahirette bunu tasdike mecbur olacaklar “evet.. Bize uyarıcı geldi, biz ise onu yalanladık” diye itirafta bulunacaklardır. Ne yazık ki, artık bu itirâfın kendilerine bir faidesi olmayacaktır. Artık zamanı geçmiştir.

135. De ki: Hepsi gözlemektedir. Artık siz de gözleyiniz. Yakında bileceksinizdir ki, doğru yol sahipleri kimlerdir ve hidayete ermiş olanlar kimlerdir.

135. Yüce Resûlüm!. O inkârcılara (de ki: Hepsi gözlemektedir) bizden ve sizden herkes, beklemektedir. Bakalım, bizimle sizin durumlarımızın sonu ne olacaktır, (artık siz de gözleyiniz) durunuz, cahilce bir bekleyişte bulunun. (Yakında) yani ölünce veya kıyamet gününde (bileceksinizdir ki, doğru yol sahipleri kimlerdir, hidayete ermiş olanlar kimlerdir) yani: Sapıklıktan uzak bulunmuş, kendilerine faydalı olan şeylere kavuşmuş, zararlı olan şeylerden kaçınmış, selâmete ermiş olan zatların kimler olduğu yakında meydana çıkacaktır. Evet.. Bütün inkarcılar, ahirette inananların ne kadar doğru bir yol takibetmiş, ne kadar hidayete, saadete kavuşmuş olduklarını anlayacaklardır. Kendilerinin de ne büyük sapıklıklar içinde yaşamış olduklarını anlayarak cismanî ve ruhanî azaplar içindekalacaklardır. Bununla birlikte birçok inkârcılara karşı Resûl-i Ekrem’in ve eshabı kiramının yüksek mahiyetleri, faziletleri dünyada iken de tecelli etmiş, ehlî İslâmın az bir müddet içinde ne kadar fütûhât, başarılar elde etmiş oldukları görülmüştür. Güzel bir âkibet, pek nuranî bir gelecek ehli İmân için takdir edilmiştir. Cenab-ı Hak cümlemizi İmân şerefinden mahrum buyurmasın Amin.. Hamd, âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN