TAHA SURESİ

61. Musa onlara sihirbazlara dedi ki: Yazıklar olsun sizlere! Allah’a karşı yalan yere iftirada bulunmayın, sonra sizi azab ile helâk eder ve muhakkak ki, iftira eden hüsrana uğramıştır.

61. Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm’ın toplanan sihirbazlara karşı nasihat edici bir tarzda yapmış olduğu ihtarı bildiriyor. Buna karşı sihirbazların aralarında münakaşada bulunarak Hz. Musa ile Hz. Harun’u birer sihirbaz sanmış olduklarını ve onlara karşı topluca cephe almak istediklerini ve o günde galip olacak tarafın kurtuluşa ereceğini söylemiş bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Musa) Aleyhisselâm (onlara) o sihirbazlara ve diğer inkârcılara hitaben (dedi ki: Yazıklar olsun sizlere!.) kendinizi ilâhî azaba lâyık bir durumda bulunduruyorsunuz da bundan haberiniz yok. Artık uyanın (Allah’a karşı yalan yere iftirada bulunmayın) Cenab’ı Hak’ka başkalarını ortak koşmayın, benim elimde görülecek hârikaları birer sihir sanarak sapıklığınızda israr edip durmayın (sonra sizi azab ile helâk eder) sizi müthiş bir azab ile kökünüzden koparır atar. (Ve muhakkak ki) Allah Teâlâ’ya (iftira eden) o kendisine ortak edinmiştir diyen, onun vücude getirdiğimucizeleri birer sihir sanan kimse (hüsrana uğramıştır) Nitekim Firavun da ve emsali de nihayet helâk olmuş, ebedî felâketlere uğramış, gitmişlerdir.

62. Artık sihirbazlar aralarında işlerine dair münakaşada bulundular ve gizlice konuştular.

62. (Artık) sihirbazlar, Hz. Musa’nın bu ihtarı üzerine (aralarında işlerine dair) Hz. Musa’ya karşı nasıl bir vaziyet alıp ona nasıl galip gelebilecekleri hususunda (münakaşada bulundular) her biri bir başka görüş beyanında bulundu (ve gizlice konuştular) sözlerine Hz. Musa’nın vâkıf olmamasını istediler, onun galip gelmesi takdirinde ne yapacaklarını kendi aralarında sözkonusu ettiler.

63. Dediler ki: Bunlar herhalde iki sihirbaz, istiyorlar ki, sizi sihirleriyle yurdunuzdan çıkarıversinler ve sizin en faziletli olan dininizi gidersinler.

63. O sihirbazlar, Hz. Musa’dan korktular, münakaşaları neticesinde gizlice (dediler ki: Bunlar) Hz. Musa ile Hz. Harun (herhalde iki sihirbaz) bundan başka değil, (istiyorlar ki, sizi) Ey insanlar! Onlar (sihirleriyle yurdunuzdan çıkarıversînler) Mısırı ele geçirerek o dedelerinizden kalma yurdunuzdan sizi mahrum bıraksınlar. (Ve sizin en faziletli olan dininizi) mezhebinizi (gidersinler) Firavun’un kavmini kendi inançlarından, Firavun’a tapınmalarından geri bıraksınlar, kendi dinlerini, mezheblerini yaysınlar.

64. Artık bütün çarelerinizi toplayınız, sonra saf halinde geliniz. Şüphesiz ki, bugün galip gelen kurtuluşa ermiş olacaktır.

64. (Artık) iş böyle olunca, onlar öyle sizi yurdunuzdan çıkarmak isteyince siz de (bütün çarelerinizi toplayınız) yapacağınız sihirleri yapmaya çalışınız, elinizden gelen bir şeyi geri bırakmayınız, (sonra) Musa ile Harun’u karşı (saf halinde geliniz) çünkü böyle bir vaziyet, göreceklerin kalplerine korku düşürür.(Şüphesiz ki, bu gün galip gelen) bu muazzam toplantıda galibiyeti kazanan, (kurtuluş bulmuş olacaktır.) istediğine erecektir, Firavun’un sevgisini kazanacaktır. Ne cahilce bir arzu!.

§ Rivayete göre bu sihirbazlar, yetmiş bin kadardı, hepsinin de elinde âsâ ve ipler bulunuyordu. Diğer bir rivayete göre bunlar yetmiş iki sihirbazdı, bunların ikisi Kıpti taifesiden, kalanları da İsrail oğullarından idi. Diğer bir rivayete göre de dokuz yüz kişi idiler. Üç yüzü Fürs’den üç yüzü Rum’dan, üç yüzü de iskenderiye’den idi. Diğer rivayetler de vardır. Doğrusunu Allah daha iyi bilir.

65. Dediler ki: Ey Musa! Ya sen atıver, veyahut ilk atan biz olalım.

65. Bu mübarek âyetler, Hz. Musa ile sihirbazlar arasında müsabakaya ne şekilde başlanıldığını bildiriyor. Korkunç sihirbazca görüntülerden Hz. Musa’nın korkmaması için kendisine Allah tarafından teminat verilmiş olduğunu ve Hz. Musa’nın göstermeğe muvaffak olduğu mucizeler tesiriyle sihirbazların secdelere kapanarak ilâhî dinî kabul eylemiş olduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm ile sihirbazlar zinet günü denilen belirli günde toplandılar, sihirbazlar, Hz. Musa’ya karşı edebe riayet için ve onun gösterdiği metanete, yiğitliğe, yüksek görüşe hürmet için (dediler ki: Ey Musa!.) göstermek istediğin, meydana çıkarılmasını arzu ettiğin şeyi (ya sen) meydana (atıver) evvelâ sen bizimle münazaraya başlamış ol (veyahut ilk atan) münakaşaya başlayan (biz olalım) sen hangisini istersen onu tercih et, o yolda hareket edelim.

66. Dedi ki: Hayır siz atınız. Hemen onların ipleri ve sopaları sihirlerinden dolayı koşuyormuş gibi ona görünür oldu.

66. Hz. Musa da o sihirbazların bu nazikdavranışlarına güzelce karşılık vermek ve kendisinin metanetini göstermek ve hakkın parlak bir şekilde ortaya çıkmasına sebep olmak için (dedi ki: Hayır) ilk atan ben olmayacağım. Madem ki: Benimle münazada bulunmak istiyorsunuz. O halde (siz atınız) elinizden geleni yapınız. Hz. Musa’nın bu ifadesi, sihrin yapılması için bir müsaade mahiyetinde değildir. Bilakis sihirbazların aczlerini, hayalperestçe hallerini meydana çıkararak kendi sapıklıklarını teşhir, onları aydınlatarak ve ikaz ederek ilâhî dinî kabule sevketmek içindi. Sihirbazlar da Hz. Musa’nın bu müsaadesi üzerine, (hemen) ellerindeki âsaları, ipleri yere atıverdiler, (onların ipleri ve sopaları, sihirlerinden dolayı koşuyormuş gîbî ona) Hz. Musa’ya (görünür oldu) bütün o ipler, ve sopalar görünürde birer yılan gibi deprenir, hareket eder bir halde görünerek insanlık icabı Hz. Musa’nın kalbinde bir korku, bir endişe uyandırdı. Fakat bunlar birer görünüşten, birer hayalden ibaret idi, yoksa haddızatında yılan; çıyan mahiyetine asla dönüşmüş değildir.

67. Musa, içerisinde hemen bir korku hisseder oldu.

67. Evet.. (Musa) Aleyhisselâm, o sihirbazların gösterdikleri o korkunç yılanlar manzarasını görünce insanlık icabı (içerisinde hemen bir korku hisseder oldu) nitekim başlangıçta kendi âsasının da bir ejderha haline geldiğini görünce bir korku hissetmişti. Bununla birlikte bu korku, bir takım kimselerin o gösterilen hayalatı mucize kabilinden birer hakikat sanarak sihirbazlara tâbi, ilâhî dinî kabulden kaçınacaklarını düşünmekten neş’et etmiş de olabilir.

68. Dedik ki: Korkma, şüphe yok, üstün olan sensin, sen.

68. Allah Teâlâ Hazretleri ise buyuruyor ki: O zaman Hz. Musa’ya vahyederek (dedik ki:) Ya Musa!. (Korkma) o sihirbazların gösterdiklerişeylerden dolayı müteessir olma, o gösterilen şeyler, birer hayalden ibarettir, hepsi de yok olacak, hakikat meydana çıkacaktır, (şüphe yok ki, üstün olan) açıkça ve parlak bir şekilde galip gelecek (sensin, sen) o sihirbazlar değildirler.

69. Ve elinde olanı bırakıver, onların yaptıklarını yutuverir. Şüphe yok ki, onlar ne yaptılar ise bir sihirbaz hiylesinden ibarettir. Sihirbaz ise her nerede olsa felâha eremez.

69. (Ve) Hak Teâlâ Hazretleri, Musa Aleyhisselâm’a vahyederek buyurdu ki: (Elinde olanı bırakıver) elinde bulunan âsâyı yere at hakikaten bir ejderha kesilerek (onların) o sihirbazların (yaptıklarını) kendilerinin hayalî bir şekil verdikleri şeyleri (yutuverir) fevkalâde bir kuvvetle, bir süratle hepsini mahv ve yok eder durur, bir mucize olduğu tahakkuk etmiş olur. (Şüphe yok ki, onlar) o sihirbazlar taifesi (ne yaptılar ise) ne gibi hayalî suretler gösterdilerse hepsi de (bir sihirbaz hiylesinden ibarettir) onlar birer uydurmadır, birer gösterştir, hiçbirinin bir hakikatı, bir kalıcılığı yoktur. (Sihirbaz ise) bu cins taife ise (her nerede olsa) her ne tarafa yönelse asla (felâha eremez.) Aslâ muvaffakiyete nail olamazlar.

70. Nihayet sihirbazlar, secde eder oldukları halde yerlere atıldılar. Harun ile Musa’nın Rabbine imân ettik, dediler.

70. Musa Aleyhisselâm, aldığı ilâhî emir üzerine âsasını meydana atınca hakikaten bir büyük yılan kesilerek sihirbazların meydana çıkarmış oldukları şeyleri tamamen yutup mahvetti, hakikî bir mucize meydana gelmiş oldu. Bunun üzerine (sâhirler secde eder oldukları halde) yerlere (atıldılar) kulluk secdesine kapandılar, güzelce düşündükleri için hakikatı anlayarak (Harun ile Musa’nın Rabbine imân ettik dediler) ilâhî dinî kabul şerefine nail oldular. Meydana atmış oldukları şeyler tamamen mahvolup gitmiş olduğu içinbu hadisenin kuru bir gösteriş olmayıp hakikatın kendisi olduğunu anladılar.

§ Sihirbazlar; “âlemlerin Rabbine” İmân ettik dememişlerdi. Çünkü Firavun, “ben sizin en Yüce Rabbinizim” diyordu. Âlemlerin Rabbi denilse idi kendisine işaret olunduğunu sanabilirdi. Aynı şekilde “Musa’nın Rabbi” denilmekle de iktifa edilmemiştir. Zira Firavun, Hz. Musa’yı bir müddet sarayında beslemiş olduğu için onun Rabbi benim diyebilirdi. Binaenaleyh bu gibi zanlara meydan kalmaması için “Harun ile Musa’nın Rabbi” denilmiştir. Harun Aleyhisselâm’ın takdim edilmesi ise yaşça büyük olduğuna ve âyetlerin son harflerinin birliğine riayet edilmesine yönelik olmalıdır.

71. Firavun dedi ki: Ben size izin vermeden evvel siz ona imân ettiniz. O sizin büyüğünüzdür ki, size sihri öğretmiştir. Artık sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak elbette keseceğim ve elbetteki, sizi hurma dallarına asacağım ve elbetteki, bileceksinizdir ki, hangimiz azapca daha şiddetli ve daha devamlıdır.

71. Bu mübarek âyetler, Hz. Musa’ya imân eden sihirbazlara karşı Firavun’un yapmış olduğu tehdidi bildiriyor. O İmân şerefine nail olan zatların da dinî metanetlerini göstererek Firavun’a karşı nasıl reddiyede bulunmuş ve kâfirlerin uğrayacakları ebedî cezalar ile müminlere va’dolunan ebedî mükâfatları nasıl söylemiş olduklarını beyan buyurmaktadır Şöyle ki: Firavun, sihirbazların öyle Hz. Musa’yı tasdik ederek hak dinî kabul ettiklerini görünce (dedi ki: Ben size izin vermeden evvel) benim müsaadem olmaksızın siz (ona) Hz. Musa’ya (İmân ettiniz) ona tabaiyyette bulundunuz (o sizin büyüğünüzdür ki) hocanızdır ki, (size sihri öğretmiştir.) yani: Onun gösterdiği harika da sizin sihirleriniz kabilindendir. Siz ortaya çıkan bir hakka tâbi olmuş değilsinizdir, belki onunla ittifak etmiş,böyle bir hiylede bulunmuşsunuzdur. Kâfir Firavun, bu tür sözleriyle başkalarını saptırarak Hz. Musa’ya tâbi olmalarına meydan vermemek istemiştir. Ve o imân edenlere hitaben dedi ki: (Artık sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama olarak elbette keseceğim) yani: Andolsun ki, sizden her erkeğin sağ eliyle sol ayağını kesivereceğim. (Ve elbette ki, sizi hurma dallarına asacağım) sizin öldürülmenizi öylece teşhir edeceğim, tâki, başkalarının imân etmelerine bir korkunç engel teşkil etmiş olsun. (Ve elbette bileceksinizdir ki, hangimiz) ben mi, Musa veya Musa’nın Rabbi mi (azapca daha şiddetli ve daha devamlıdır) siz onun azabından, gösterdiği âsâ hârikasından korkarak ona tâbi oldunuz, bunun cezasını göreceksinizdir.

72. Dediler ki: Ellbette seni bize gelen âyetlere ve bizi yoktan var etmiş olana tercih edemeyiz. Artık sen, ne ile hüküm edecek isen hüküm et. Sen ancak bu dünya hayatında hükmedersin.

72. Firavunun bu saçmalamalarına karşı o imân eden zatlar da (dediler ki:) Ey Firavun!, (elbette seni, bize gelen âyetlere) Hz. Musa’nın lisaniyle, onun vasıtasiyle bize görünen hârikalara (ve bizi yoktan var etmiş olana) Kâinatın Yaratıcısı hazretlerine (tercih edemeyiz) öyle apaçık mucizeler meydanda iken, Allah’ın Rab oluşu anlaşılmış iken onlara muhalefet edip de ey Firavun!. Senin gibi haddızatında âciz, bir mahlûka nasıl tâbi, senin ilâh olduğuna nasıl inanabiliriz?. (Artık) ey Firavun!, (sen ne ile hükmedeceksen hükmet) eğer takdir edilmiş ise sen bizim maddî hayatımıza suikast etmiş olursun, bizi dünyevî bir hayattan mahrum bırakırsın. Artık böyle geçici bir ceza endişesiyle biz Kâinatın Yaratıcısı hazretlerinin dinine muhalif hareketlerde bulunarak kendimizi ebedî helâke, azaba mâruz bırakmak ister miyiz?. Ey Firavun!. (Sen ancak bu dünya hayatındahükmedersin) bizi geçici olan dünya yaşayışından mahrum etmiş olursun. Bunun ise ne ehemmiyeti vardır?. Evet.. Bir insan bu dünyada ne kadar zahmetlere, felâketlere uğrasa da bu geçicidir, asıl korkulacak şey, ahiret azabıdır. O azap, kâfirler hakkında ebedîdir, her türlü tasavvurların üstünde şiddetlidir. Artık hangi akıllı bir kimse, öyle geçici bir cezadan kurtulmak, geçici bir varlığa nail olmak için kendisini ebedî azaba, sonsuz mahrûmiyetlere mâruz bırmak ister?.

73. Muhakkak biz Rabbimize imân ettik ki, bizim için hatalarımızı ve bizi üzerine zorladığın sihirden dolayı yarlığasın. Ve Allah hayırlıdır ve ebedîdir.

73. Ve o muhterem zatlar dediler ki: (Muhakkak biz Rabbimize imân ettik) bize lütuf ve ihsanda bulunan, bizi hakikî bir dine kavuşturan mübudumuzu bilip birliğini tasdik eyledik, (ki, bizim için hatalarımızı) işlemiş olduğumuz küfrü, günahı (ve bizi üzerine zorladığın sihirden dolayı) Hz. Musa’ya cephe alarak ona sihirlerimizle karşı gelmeye sevkettiğinden dolayı günahlarımızı kusurlarımızı (yarlıgasın) af ve mağfiret buyursun, onlar ile bizi ahirette azaplandırmasın. (Ve Allah) haddizatında (hayırlıdır) veya onun sevabı sırf hayırdır ve o ezelî yaratıcı (ebedîdir) onun sevabı azabı da ebedîdir. Artık bizim üzerimize düşen vazifelerde: O Yüce Yaratıcının rızasına muvafık olna şeyleri yapmak, onun azabını gerektiren şeylerden kaçınmakır. Başka türlü kurtuluş imkânı yoktur.

74. Şüphe yok ki, her kim Rabbine inkârcı olarak gelirse elbetteki, onun için cehennem vardır. Orada ne ölür ve ne de dirilir.

74. (Şüphe yok ki her kim Rabbine inkârcı olarak gelirse) yani: Küfür ve isyan üzerine ölürse (elbette ki, onun için cehennem vardır) ahirette öyle daimî bir azap mahalline atılacaktır. (Orada ne ölür) ki, azabı sonbularak kurtulabilsin (ve ne de dirilir) ki, faideli bir hayata sahip bulunabilir ki, ondan istifade edebilsin, Artık öyle bir azab âlemini gözönüne almalı da ondan kurtulmaya sebep olan imana, güzelce amellere sarılmalıdır.

75. Her kim de güzel güzel ameller işlemiş olduğu halde ona mümin olarak gelirse işte onlar için en yüksek dereceler vardır.

75. (Her kim de güzel güzel ameller işlemiş) görevli olduğu dinî vazifelerini yerine getirmiş (olduğu halde ona) Yüce Mabud Hazretlerine (mümin olarak gelirse) öyle imân ile, güzel ameller ile vasıflanmış olduğu halde vefat edip ahiret âlemine giderse (onlar için) öyle güzel imân ve güzel ameller sahipleri için (en yüksek dereceler vardır) büyük mükâfatlar, yüce ikametgâhlar takdir sdilmiştir.

76. Adn cennetleri ki, altlarından ırmaklar akar, orada ebediyen kalıcılardır ve bu, temizlenmiş olan kimsenin mükâfatıdır.

76. Evet.. Onlar için (Adn cennetleri) takdir edilmiştir (ki,) onlar için cennetler sahası, o cennetlerde ikâmet nimeti va’dedilmiştir ki, o cennetlerin (altlarından ırmaklar akar) ikametgâhlar! önünden berrak berrak sular akıp gider ve o cennetlere nail olanlar artık (orada ebediyyen kalıcılardır) ebedî olarak cennette oturup yüce zevk ve sevinç içinde yaşayıp dururlar. (Ve bu) nimet, böyle bir fevz ve kurtuluşa ermek, yüksek derecelere ulaşmak (temizlenmiş olan) küfr ve isyan kirlerinden tertemiz bulunan (kimsenin mükâfatıdır.) ne yüce bir mazhariyet!.

§ Bu son üç âyet-i kerime de o imân eden sihirbazların beyanatını anlatmaktadır. Bununla beraber bu üç âyetin Allah tarafından ayrıca beyan buyurulmuş olması da düşünülebilir.

§ Bu imân eden zatlar hakkında Firavun’un tehdidin! yerine getirmiş olduğuna dair ne Kur’an-ı Kerim’de ne de tarihî haberlerde birkayıt yoktur. Allah bilir hepsi de selâmete kavuşmuşlardır.

77. Ve andolsun ki, Musa’ya şöyle vahyettik. Kullarım ile beraber geceleyin yürü ve onlara denizde kuru bir yol aç, yetişilmekten korkmazsın ve endişe de etme.

77. Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm’ın müminler ile beraber Mısır’dan ayrılmaları hakkındaki Allah’ın emrinin tecellisini bildiriyor. Ve müminlerin bir harika olarak denizde açılan yollardan geçip selâmet sahaline kavuşmuş olduklarını, kavmini sapıklığa düşürmüş olan Firavun ile ordusunun da denizde boğulduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, Musa Aleyhisselâm’a âyetleri, mucizeleri göstermiş, o Yüce Peygamber’e tâbi olanların sayısı çoğalmış idi. Geri kalan olayları da son derecedeki önemine işaret için, şöyle yemin ederek beyan buyuruyor. (Ve andolsun ki. Musa’ya) şöyle (vahyettik: Kullarım ile) Firavun’un zulmundan kurtulmaları takdir edilmiş olan müminler ile (beraber geceleyin) Mısırdan çıkarak (yürü) Kulzüm = Kızıl Deniz tarafına yola çık (ve onlara) o kurtarılmaları istenmiş olan müminlere (denizden kuru bir yol aç) yani: Âsanı denize vur, her sıbt = kabile için harikulâde bir yol açılsın, suları çekilsin, muazzam kupkuru birer yol haline gelmiş olsun. (Yetişilmekten korkmazsın) yani: Firavun’un ve onun ordusunun gelip size yetişmesinden korkmaz bir halde o yollardan sahile çıkmak için koş (ve korkar olma) boğulmaktan da endişede bulunma. Siz Allah’ın korumasına mazharsınız!. .

78. Derken Firavun ordusuyla onların arkasına düştü. Artık kendilerini Firavun ile ordusunu denizden saran sarıverdi.

78. Hz. Musa, aldığı ilâhî vahye dayanarak hemen gecenin evvelinden itibaren maiyetiyle beraber Mısırdan çıktı. (Derken Firavun) da oların bu hareketlerinden haberdar olarak(ordusuyla) beraber (onların arkasına düştü) onları takibe başladı, onlara deniz kenarında kavuştu. (Artık kendilerini) Firavun ile ordusunu (denizden saran sarıverdi) harikulâde bir olay meydana geldi, aklen düşünülemeyecek bir felâkete uğradılar, şöyle ki: Hz. Musa, maiyetiyle beraber denizden açılan yolları takibedip selâmet sahiline çıktılar. Onları takibetmek isteyen Firavun ile ordusu ise o yolların kapanması üzerine tamamen helâk olup gittiler.

§ Rivayete göre Musa Aleyhisselâm’ın beraberindeki zatlar, altıyüz yetmiş bin kimse imiş. Firavun’un ordusunun öncü birliklerinde ise yediyüz bin kişi var imiş. Denizde Hz. Musa’nın vurduğu âsâ ile oniki yol açılmış, müminler bu yollardan sağ salim sahile kavuşmuşlardır. Firavun ile ordusu bunları takip ederken tamamen boğulup gitmişlerdir.

79. Ve Firavun kavmini sapıklığa düşürdü ve onları doğru bir yola götüremedi.

79. (Ve Firavun kavmini) kendisine tapınmaya davet etmek suretiyle (sapıklığa düşürdü) onları hidayetten, ilâhî dine kavuşmaktan mahrum bıraktı. (Ve onları doğru bir yola götüremedi.) bilakis sapıklıktan sapıklığa düşürdü. Nihayet hepsenin de kâfirce bir halde sular içinde boğulup gitmelerine sebebiyet vermiş oldu, onları dünyada da, ahirette de hüsrana, azaba mâruz bıraktı.

§ Deniliyor ki: Firavun elbette deli değildi. O denizde açılan yollara ordusuyla beraber atılmaya nasıl cesaret etti?. Buna cevaben denilebilir ki: Firavun, İsrail oğullarının o yollardan selâmetle geçmekte olduğunu gördüğü için kendisinin de geçebileceğine kani olarak o yollara atılmıştır. Şu da düşünülebilir ki: Ordusundan bir kısmının o yollara atılıp yürüyüşlerine devam ettiğini gördüğü için Firavun’a da o yolları selâmetle takibedeceğine dair bir kanaat gelmiş idi. Bununla beraber şöyle de denilebilir ki:Firavun’un müminlere karşı fevkalâde düşmanlık ve ihtirası, kendisini tehlikeyi düşürme kabiliyetinden mahrum bırakmış olmalıdır ki, öyle bir tehlikeye atılmaya cür’et göstermiştir. İşte hakka karşı olan bir düşmanlık, inkârcı şekilde bir ihtiras, sahibini böyle felâketlere mâruz bırakır. Velhâsıl: Firavun, Allah’ın azabına lâyık olmuş, olduğu için kendi başına gelecek bir tehlikeyi düşünmek hassasından mahrum kalmış, lâyık olduğu cezaya kavuşmuştur. Demek oluyor ki, öyle dinsizce hareket ederek helâke, ilâhî azaba liyakat kazananlar, görünüşte ne kadar akıllı, uzak görüşlü görünseler de yine başlarına gelecek felâketten ne kendilerini, ne de kendilerine tâbi olanları kurtaramazlar. Binaenaleyh öyle helâkî, ilâhî azabı getirecek hallerden son derece kaçınmalıdır, başka türlü selâmet çaresi yoktur.

80. Ey İsrail oğulları! Sizi muhakkak ki, düşmanınızdan kurtardık ve size Tur’un sağ tarafını va’d ettik ve sizin üzerinize kudret helvasıyla bıldırcın indirdik.

80. Bu mübarek âyetler, Allah Teâlâ Hazretlerinin İsrail oğulları hakkındaki himayesini ve ilâhî lûtuflarını bildiriyor. Onların ne ile mükellef olduklarını ve ilâhî emre muhalefetin cezasını ihtar ediyor ve kimlerin Allah’ın mağfiretine nail olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey İsrail oğulları!.) Yani: Ey Musa Aleyhisselâm’ın maiyetinde bulunarak selâmet sahiline kavuşmuş olanlar, yahut onların torunları olup Hz. Peygamber’in zamanında bulunanlar (sizi) şahıslarınızı veya aranızda bir birlik bulunan aba ve ecdadınızı (muhakkak ki, düşmanınızdan kurtardık) Firavun’un zulüm ve işkencesinden kurtardık, (ve size Tur’un sağ tarafını va’d ettik) yani Mısır’dan Şam’a gidecek kimselere göre sağ tarafında bulunacak Tur mevkiini, Hz. Musa için bir dua mahalli ve Tevrat’ın ineceği bir yer olmak üzere tâyin eyledik. Bu ilâhî lutfunmenfaati, bütün İsrail oğullarına yönelik olduğu için bu va’d, hepsine izafe edilmiştir. (Ve sizin üzerinize) Ey İsrail oğulları!. Ecdadınızın yaşayabilmeleri için (kudret helvasiyle bıldırcın indirdik) Onlar Tih çölünde iken her gün şafaktan güneşin doğmasına kadar her insan için bir ölçek miktarı kudret helvası indirilmişti. Onlara güney tarafından da Selva denilen bıldırcınlar gönderilmişti. Herkes kendisine yetecek kadarını keser, ondan geçimini temin ederdi.

81. Size rızık olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyiniz ve onda aşırı gitmeyiniz, sonra üzerinize gazabım iner ve kimin üzerine gazabım inerse artık helâk olmuş olur.

81. Ve Cenab’ı Hak, kendilerine emretmişti ki: Ey İsrail oğulları!. (Size rızk olarak verdiğimiz şeylerin temizlerinden yiyiniz) onların helâl, lezzetli olanlarından istifade edeniz. (Ve onda aşırı gitmeyiniz) o rızık olarak verilen şeylerde haddi aşmayınız, onlardan lâyık olanlara verilecek miktarı veriniz, bundan geri durmayınız. (Sonra üzerinize gazabım iner) ceza vermem lâzım gelir, ilâhî azaba mâruz kalırsınız. (Ve kimin üzerine gazabım inerse artık helâk olmuş olur) öyle bir kimse, bedbahtlığa düşmüş, cehennemi hak etmiş olur. Binaenaleyh böyle mesuliyeti gerektiren hareketlerden son derece sakınmalıdır.

82. Ve şüphe yok ki, ben tövbe eden ve imân eyleyen ve güzel amelde bulunan, sonra da doğru yolda sebat gösteren kimse için çok yarlıgayıcıyım.

82. (Ve şüphe yok ki, ben) Yüce Yaratıcı (tövbe eden) küfür ve isyandan, haddi tecavüzden pişman olup hakka dönen (ve imân eyleyen) inanılıp tasdik edilmesi dînen icabeden şeylere inanan (ve güzel amelde bulunan) şer’an, aklen güzel, dosdoğru herhangi bir hareketi yapmış olan (sonra da doğru yolda sebat gösteren) hidayet yolundan ayrılmayan, dinî vazifelerine devam edip duran (kimse için çokyarlığayıcıyım.) öyle kimseler hakkında ilâhî mağfiretini ziyadesiyle tecelli eder, onların geçmiş günahlarını afeder ve örterim. Binaenaleyh her insan için lâzımdır ki, insanlık hali bir kusurda bulunmuş ise hemen tövbe ve stiğfar etsin, Cenab-ı Hak’kın affına ve mağfiretine sığınsın, ümitsizliğe düşerek tenbelce bir vaziyet almasın, üzerine düşen vazifeleri ifaya çalışsın, Hak Teâlâ hazretlerinden muvaffakiyetler niyaz eylesin. Çünkü Allah Teâlâ Hazretleri tövbekâr olan kullarını af edeceğini va’d buyurmaktadır.

83. Ya Musa! Seni kavminden ayırıp aceleye düşüren nedir?

83. Bu mübarek âyetler, Musa Aleyhisselâm’ın ilâhî vahyi almak için alelâcele Tur dağına gitmiş olduğunu ve tecelli eden ilâhî hitab verdiği cevabı bildiriyor. Hz. Musa’nın Tür’a hareketini müteakip İsrail oğullarının Samiriye uyarak buzağıya tapmış olduklarını ve daha sonra ileri sürmüş oldukları mâzeretleri beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm, ilâhî emre binaen Tür’a giderken İsrail oğullarından yetmiş zatı da beraberine almıştı. Sonra bu zatları geride bırakarak kendisi alelâcele Tür’a varmıştı. İşte bu sırada, kendisine ilâhî vahiy gelerek buyuruldu ki: (Ya Musa!. Senî kavminden) ayırıp (aceleye düşüren nedir?.) ne için onlardan evvel bu makama gelmiş bulunuyorsun?.

84. Dedi ki: Onlar da beni takibetmektedirler. Ve Rabbim ben senin için acele ettim ki, benden razı olasın.

84. Hz. Musa da (dedi ki:) Yarabbi!. (Onlar da) o seçilmiş olan zatlar da (beni takibetmektedirler) ben onlardan birkaç adım önde bu makama gelmiş bulunuyorum, onlardan tamamen ayrılmış değilim. (Ve Rabbim ben senin için) senin emrini çabucak yerine getirmek için (acele ettim ki,) benden (razı olasın) hakkımdaki ilâhî rıza artmış olsun. Çünkü ilâhî emri çabucak yerine getirmek, ilâhîrızânın tecellisine bir vesiledir.

§ Allah Teâlâ Hazretleri, kullarının bütün amel ve fiillerini bilicidir. Onun böyle bir suali, Hz. Musa hakkında büyük bir iltifattır ve o Yüce peygamberin yüksek amellerini, tavırlarını, yüce hitaplara, tecellilere mazhariyetini bütün insanlığa duyurmak gibi bir hikmete müstenittir.

85. Buyurdu ki: Biz senden sonra kavmini fitneye düşürdük ve onları samiri saptırdı.

85. Allah Teâlâ Hazretleri, Musa Aleyhisselâm’a vahyederek (buyurdu ki: Biz senden sonra) senin kavminden ayrılıp Tür’a geldiğini müteakip (kavmini) İsrail oğullarını (fitneye düşürdük) onları buzağıya tapmak cahilliğine mübtelâ kıldık (ve onları samiri saptırdı) buzağı heykelini yaptı, İsrail oğullarını ona ibadet etmeğe davet etti, bir çoklarını saptırarak öyle bir şirke düşürmüş oldu. Rivayete göre Hz. Musa’nın arkasında Harun Aleyhisselâm ile altı yüz bin kişi kalmıştı. Bunlardan ancak oniki bin kişi, buzağıya tapmamış, diğerleri tapmışlardı. Samiri ise münafık bir şahıs idi. İsrail oğullarından “Samire” denilen bir kabileye mensup idi veyahut sığıra tapan diğer bir kavmin fertlerinden bulunuyordu.

86. Artık Musa, kavminin yanına gazaplı bir halde mahzun olarak döndü. Dedi ki: Ey kavmim! Size Rabbiniz güzel bir va’d ile va’d etmiş değil mi idi? Yoksa üzerinize zaman mı uzadı? Yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazap inmesini mi arzu ettiniz ki, bana olan va’dinize muhalefette bulundunuz?

86. (Artık Musa) Aleyhisselâm, Tur’da kırk günü tamamlamış ve Tevrat kitabına nail olmuş olduktan sonra (kavminin yanına) yaptıkları hareketten dolayı (gazaplı bir halde mahzun olarak) döndü, onlara hitaben (dedi ki: Ey Kavmim!. Size Rabbiniz güzel bir va’d ileva’d etmiş değil mî idi?.) Size nuru, hidayeti kapsamış olan Tevrat kitabını bildirmemiş mi idi?. Sizin geçmiş hatalarınızı af edeceğini, sizi düşmanlarınıza galip kılacağım tebşir etmiş değil mi idi?. (Yoksa üzerinize zaman mı uzadı?.) size va’d olunan ilâhî lutfun zamanı tehire mi kaldı ki, böyle benden sonra hâlinizi değiştirdiniz, Allah’ın birliği inancına aykırı harekete cür’et gösterdiniz?. (Yoksa Rabbinizden üzerinize bir gazab inmesini mi arzu ettiniz, ki, bana olan va’dınıza muhalefette bulundunuz?.) Cenab-ı Hak’kın birliğini tasdikte, ilâhî emirlere riayette bulunacağınıza dair olan sözlerinizi neden bozmaya cür’et gösterdiniz?. Bunun ilâhî gazabı çekeceğini, ebedî azaba sebep olacağını elbette ki, bilir, itiraf ederdiniz.

87. Dediler ki: Biz sana olan va’de kendimize sahip olarak muhalefette bulunmuş olmadık. Velâkin biz kavmin ziynetinden bir takım ağırlıkları yüklenmiştik, onları ateşe atıverdik. İşte Samiri de öyle atı verdi.

87. Yaptıklarından pişman olan İsrail oğuları da mazeret ileri sürmek üzere (dediler ki:) Ey Musa Aleyhisselâm!. (Bîz sana olan va’dde kendimize sahip olarak muhalefette bulunmuş olmadık) biz yine va’dimizde sebat etmekteyiz. Biz aldatıcı bir muamelenin esiri olduk, (velâkin biz kavmin) Firavun’a tâbi olanların (ziynetinden bir takım ağırlıklar! yüklenmiştik) onlar emanet olarak yanımızda bulunmuşlardı (onları) o altın, gümüş kabilinden olan ziynet eşyasını ateşe (atıverdik işte samiri de) yanında bulunanı (öyle atıverdi) bunun neticesinde zuhura gelen hey kele tapınılmış oldu.

§ Rivayete göre o süs eşyası denilen şeyleri İsrail oğulları bir düğün veya bayram günü Kibt tâifesinden emanet olarak almışlardı, bunlar yanlarında bulunuyordu. Samiri bunları ateşe attırmış, eritmiş, bunlardan bir buzağı şekli vücude getirilmişti.

88. Derken onlara bir buzağı, böğürmesi olan bir ceset çıkardı. Dediler ki: Bu sizin ilahınızdır ve Musa’nın ilâhıdır, fakat unutmuş.

88. Bu mübarek âyetler, Samiri’nin İsrail oğullarını nasıl saptırmaya çalışmış olduğunu bildiriyor. Buzağıya tapanların ne kadar kınanma ve azarlanmaya lâyık olduklarnı gösteriyor. Hz. Harun’un ihtarını kabul etmeyenlerin sapıklıklarında ne kadar ısrar edip durmuş olduklarını beyan buyuruyor. Şöyle ki: Samiri elindekini ateşe attı, o atılan şeyler eridiler (derken) Samiri (onlara) İsrail oğullarına o eritilen ziynet maddelerinden içerisi boş, ruhsuz (bir buzağı) bir sığır yavrusu (böğürmesi olan bir ceset) meydana (çıkardı) bu cesedin aşağısından içerisine girip ağzından çıkan bir rüzgârın tesiriyle böğürüp ses verir olduğu İbni Abbas Hazretlerinden rivayet olunmaktadır. Samiri ile aldattığı kimseler, (dediler ki: Bu) buzağı, ey İsrail oğuları!. (sizin ilâhmızdır) sizin mabudunuz bundan ibarettir. Bu (Musa’nın da ilâhıdır) o da buna tapar. (Fakat unutmuş) yani: Musa, bunu kaybetmiş, şimdi gitmiş Tur’da aramaktadır. Yahut Samiri evvelce imân etmiş olduğu zatı unutmuş da şimdi böyle bir şirke düşmüştür.

89. Görmüyorlar mı idi ki, onlara ne bir söz iade edebiliyordu ve ne de onlar için bir zarara ve bir faideye sahip bulunuyordu.

89. Buzağıya tapanlar, ne kadar gaflet ve cehalet içinde bulunuyorlar!. Onlar (görmüyorlar mı idi ki,) bu taptıkları heykel (onlara ne bir söz iade edebiliyordu) onların duâlarına, temennilerine karşı, bir cevap vermeğe kâdir bulunuyordu. (Ve ne de onlar için bir zarara ve bir faideye sahip bulunuyordu) böyle cevap vermekten âciz zarar ve fâide vermeğe gücü yetmeyen bir şeyi artık ne diye ilâh edinmiş bulunuyorlardı?.

90. Ve muhakkak ki, Harun onlara daha evvel demişti ki: Ey kavmim! Siz bunun ile fitneyedüşürülmüş oldunuz ve şüphe yok ki, sizin Rabbiniz Rahmandır. Artık bana tâbi olunuz ve benim emrime itaat ediniz.

90. (Ve muhakkak ki. Harun) Aleyhisselâm (onlara) o buzağıya tapanlara (daha evvel) Musa Aleyhisselâm’ın Tur’dan dönmesinden önce (demişti ki: Ey Kavmim!. Siz bunu ile) böyle bir buzağıya tapınmakla (fitneye düşürülmüş oldunuz) bunun şekline, böğürmesine bakarak aldandınız, doğru olan inancınızı bırakarak böyle bir şirke düştünüz, Samiri sizi aldatmış ve saptırmış oldu (ve) ey kavmim!. Bilmeli değil misiniz (şüphe yok ki, sizin Rabbiniz rahmandır) lütuf ve ihsanı bütün mahlûkatına yönelik olan bir Yüce Yaratıcıdan başka değildir. (Artık) o şirkinizi bırakarak (bana tâbi olun) benimle beraber yalnız âlemlerin Rabbine kulluk arzında bulunun (ve benîm emrime itaat ediniz) size tebliğine memur olduğum ilâhî dinde sebat edip öyle müşrikce hareketlerden sakınınız.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN