ZÜMER SURESİ

31. Sonra muhakkak ki, sizler kıyamet günü Rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız.

31. Fakat insanlar, ölmekle kurtulmuş olamayacaklardır. Birgün Allah’ın kudreti ile yeniden hayata ereceklerdir. (Sonra muhakkak ki, sizler) Ey insan nev’i (Kıyamet günü Rabbinizin huzurunda) O’nun sevk edeceği muhasebe ve muhakeme sahasında (davalaşacaksınız) Sen Ey Yüce Resûl!. Onlara ilâhi dinî tebliğ ettiğini söyleyecek bunu isbat eyleyeceksinizdir. O inkârcılar da bir takım bâtıl iddialarda mâzeretlerde bulunarak kendilerini müdafaada bulunmakisteyeceklerdir. Kendilerini saptırmış olan reislerine, şeytanlarına karşı cephe alacaklardır. Fakat hepsi de lâyık oldukları cezalara kavuşmuş bulunacaklardır. Artık Ey Müminler!. Siz sabr ediniz, teselli bulunuz, emin bir istikbale kavuşmak, sizin için takdir edilmiştir. İşte hakiki îmanın ebedî mükâfatı!.

32. Artık daha zalim kimdir, o kimseden ki Allah’a karşı yalan söylemiş, kendisine gerçek geldiği zaman yalanlamıştır. Kâfirler için cehennemde bir duracak yer yok mudur?

32. Bu mübârek âyetler de kâfirlerin diğer kötü hâllerini, inkârlarını açıklıyor, onların cehenneme sevkedileceklerini ihtar buyuruyor. Resûl-i Ekrem’in tebliğlerini tasdik eden zâtların da takva sahiplerinden, iyilik edenlerden ibaret olup nasıl ilâhi affa ve büyük mükâfatlara kavuşacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: (Artık daha zalim kimdir?.) Yani: Daha zalim bir fert yoktur (o kimseden ki, Allah’a karşı yalan söylemiş) O Ezeli Yaratıcıya hâşâ evlât ve ortaklar isnat etmiştir. (sıdkı) da yani: Resûl-i Ekrem’in gerçeğin ta kendisi olan tebliğlerini de, insanları Allah’ın birliğine dâvetini de, ahirete ait verdiği haberleri de hemen (geldiği) kendisine haber verildiği (zaman) durup düşünmeksizin (yalanlamıştır) artık böyle bir inkârcı, en zalim bir şahıs bulunmuş olmaz mı?. Artık öyle (kâfirler için cehennemde bir duracak yer yok mudur?.) elbete ki, vardır. Öyle inkârcıların ebedî ikametgâhları cehennemden başka olmayacaktır.

33. O zât ki, doğruyu getirdi ve onu tasdik ettiler, işte kötülükten sakınanlar, onlardırlar.

33. Fakat (O zât ki,) o Peygamberlerin efendisi olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm ki, (doğruyu getirdi) Allah’ın dinini insanlara tebliğ etti (ve) bir seçkin topluluk da (onu tasdik ettiler) o Yüce Peygamber’in izinden yürüdüler (işte takva sahibi olanlar, onlardırlar) onlar, Allah’ın birliğini tasdik ettiler, kendilerine teklif edilendinî vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar, dinen yasak olan şeylerden kaçındılar. Binaenaleyh hakkıyla takva ile vasıflanmış zatlardan bulundular.

34. Onlar için Rab’lerinin katında diledikleri vardır. Bu ise iyilik edenlerin mükâfatıdır.

34. Artık (Onlar için) o hidayet yoluna giren takva sahibi zâtlar için (Rab’lerinin katında diledikleri vardır) onlar için her nevi keramete ilâhi lütuflara ve cennetlerdeki en yüce makamlara kavuşma, takdir edilmiştir. (bu ise) Böyle diledikleri yüksek nimetlere kavuşmak ise (iyilik yapanların) yani: Amellerini güzelce yapanların, tam bir samimiyetle ibadet ve itaatte bulunanların (mükâfatıdır.) haklarındaki ilâhi lütufların bir tecellisidir.

35. Tâki, Allah onlardan yapmış oldukları en kötü şeyleri affetsin ve örtsün ve onları yaptıklarının en güzeliyle mükâfatlandırsın.

35. Evet.. Kerem Sahibi Yaratıcı, o takva sahibi, iyilik eden kullarına öyle her dilediklerini ihsan buyuracaktır. (Tâki, Allah onlardan) insanlık icabı (yapmış oldukları en kötü şeyleri affetsin ve örtsün) onları bu yüzden hesaba çekmesin. Yani: O takva sahibi zatlar, takvalarının mükemmelliğinden dolayı bir küçük günahı bile büyük bir günah gibi sayacaklarından bu günahları tamamen af edilmiş olacaktır. Yâhut onların imândan önce içinde bulunmuş oldukları inkârcı durumları, imânları sayesinde bağışlanacak, o yüzden sevapları noksan olmayacaktır. (ve onları yaptıklarının) İbadet ve itaatlerinin (en güzeli ile mükâfata eriştirsin) diye Cenab-ı Hak onlara öyle lütf ve ihsanda bulunacaktır. Yani: O takva sahibi kullarına güzel amellerinin mükâfatını kat kat ihsan buyuracak, onları güzel ihlâslarının sevaplarına devamlı olarak fazlasiyle kavuşturacaktır. Mü’minler hakkında ne büyük bir ilâhi lütuf!.

36. Allah Kuluna kâfi değil midir? Ve seniondan başkalarıyla korkutuyorlar. Ve Allah kimi sapıklığa düşürürse artık onun için bir hidayet rehberi yoktur.

36. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in Allah’ın himayesine kavuşup başkalarından asla korkmayacağını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın hidayete erdirmediği kimselere başkalarının hidayet edemeyeceğini ve hidayete erdirdiği zâtları da kimsenin sapıtamıyacağını beyan buyuruyor. Müşriklerin sözleriyle fiilleri arasındaki tenakuza işaret ederek onların tapındıkları putlardan bir fâide beklenilemeyeceğini ve o putların hiçbir şeye güç yetiremiyeceğini haber veriyor ve kâfirlerin pek korkunç bir âkibete uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Allah kuluna kâfi değil midir?.) Elbette kâfidir. Buna inanıyoruz O Yüce Yaratıcı, dilediği kulunu ve özellikle Hz. Peygamber’i daima himaye eden, düşmanlarının şerrinden muhafaza buyurur, bunu hiçbir kimse inkâr edemez. (ve) Ey Yüce Peygamber!. O kâfirler (seni ondan başkalarıyla) Allah Teâlâ’dan başka mabud edinmiş oldukları putlariyle (korkutuyorlar) öyle cahilce bir cür’ette bulunuyorlar. Halbuki, o putların, ne fâide ve ne de zarar vermeğe kudretleri yoktur. Kureyş müşrikleri ise diyorlarmış ki: Ey Muhammed!. Aleyhisselâm: Putlarımıza sövme, onların aleyhinde bulunma, sonra onların tarafından sana bir zarar, bir cinnet ârız olur. Cenab-ı Hak ise onların o boş iddialarını bu âyeti celîlesiyle red etmiştir. (ve Allah kimi sapıklığa düşürürse) Doğru yoldan uzak bırakarak dinsizliğe, ahlâksızlığa mübtelâ kılarsa (artık onun için) öyle sapıklığa düşürülmüş şahıs için (bir hidayet rehberi yoktur) onu hiçbir kimse doğru bir yola sevkedemez, o sâpıklıktan kurtaramaz. O şahıs, kendi kötü iradesinin bu helâk edici neticesine tutulmuş olur.

37. Ve kime ki, Allah hidayet ederse artık onuniçin bir sapıtıcı yoktur. Allah, herşeye galip, intikam sahibi değil midir?

37. (Ve kime ki, Allah hidayet ederse) Yani: Temiz yaratılışını koruyarak nefsini tezkiyeye ve fiillerini tanzime çalışmak isteyen herhangi bir kulunu da selâmet ve saadete muvaffak buyurursa (artık onun için) o hidayete eren kul için (bir sapıtıcı yoktur.) onu o tâkibettiği doğru yoldan kimse men’e kâdir olamaz. Çünkü Cenab-ı Hak’kın iradesine, takdirine hiçbir kimse muhalif olamaz, karşı gelemez. Binaenaleyh daima Allah Tealâ’ya sığınılmalıdır. (Allah herşeye galip) Her irade buyurduğu şeyi vücude getirmeğe kâdir ve (intikam sahibi değil midir?) Mü’minlere karşı yanlış telkinlerde, hareketlerde bulunan din düşmanlarını lâyık oldukları cezalara kavuşturmak hakkına sahip değil midir?. Elbette ki, sahiptir, herşeye kâdirdir. Elbette ki, birgün o düşmanları kendi kötü hareketlerinin cezasına kavuşturacaktır.

38. Andolsun ki, onlara soracak olsan ki, gökleri ve yeri kim yarattı? Elbette diyeceklerdir ki: Allah. Deki: O hâlde gördünüz mü? Bana haber veriniz Allah’tan başka kendilerine ibadet ettiğiniz şeyleri, eğer Allah bana bir zarar verirse onlar, onun zararını açabilecek kimseler midir? Veya bana bir rahmet dilese onlar onun rahmetini tutabilir kimseler midir? De ki: Allah buna kâfidir. Tevekkül edenler, ona tevekkülde bulunurlar.

38. Evet.. O müşrikler, o dinsizler, gaflet içinde, cehalet içinde yaşıyorlar, sözleriyle fiilleri birbirine uymamaktadır. (Andolsun ki) Muhakkak bir keyfiyettir ki, (onlardan soracak olsan ki, gökleri ve yeri kim yarattı?.) bunların yaratıcısı kimdir?. (elbette diyeceklerdir ki, Allah) Yarattı. Çünkü bütün bu yaratılış eserleri, bir hikmet sahibi Yaratıcının varlığına açıkca şahitlik etmektedir. Bunu o müşrikler de itirafa mecbur olmaktadırlar. Buna rağmen o kudret sahibi Yaratıcının birer yaratılış eseriolan putlara da mabutluk sıfatını isnât etmekte, onlara da ibadette bulunmaktadırlar. Bu suretle de tenakuza düşmüş oluyorlar, aklın gereğine muhalif hareketlerde buunuyorlar, o âciz şeylerden bir fâide bekliyorlar. Ne kadar akla, irfana muhalif bir hareket!. İşte Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: Ey Resûlüm!. O müşriklere (de ki: O halde gördünuz mü?) hatalarınızı anladınız mı?. (bana haber veriniz: Allah’tan başka kendilerine ibadet ettiğiniz şeyleri, eğer Allah bana bir zarar verirse onlar) O putlar (onun zararını açabilecek kimseler midir?.) siz böyle bir iddiada bulunabilir misiniz?. Hiç onlar, böyle birşeye kâdir olabilirler mi?. (veya) Allah Teâlâ (bana bir rahınet dilese) hakkımda bir hayri takdir buyurmuş olsa (onlar O’nun rahmetini tutabilir kimseler midir?.) o putlar, o rahmetin ortaya çıkmasına mâni olabilecek bir kuvvete bir selâhiyete sahip midirler?. Elbette ki, değildirler. Artık öyle âciz şeylere nasıl mâbudluk isnât edilerek kendilerine tapınmak, kendilerinden bir fâide beklemek uygun olabilir?. Ey Yüce Peygamber!. Sana cevap vermekten âciz olan o müşriklere (de ki: Allah bana kâfidir.) ben öyle âciz putlardan bir fâide, bir şefaat beklemek cehaletinde bulunamam, (tevekkül edenler) yalnız (O’na) O Eşsiz Yaratıcıya (tevekkülde bulunurlar.) O’ndan başka olan mahlûklar, haddizatında âciz, kendileri muhtaç şeylerdir. Onlara itimat olunamaz. Çünkü onların hepsi de Cenab-ı Hak’kın kudret ve saltanatı altında bulunmaktadırlar.

“Allah’a tevekkül edenin yâveri haktır”

“Nâşad gönül, birgün olur şâd olacaktır”

39. De ki: Ey kavmim! Siz kendi iktidarınız üzerine çalışınız, şüphe yok ki, ben de çalışıcıyım. Elbette yakında bileceksiniz.

39. Ey Peygamberlerin Sonuncusu!. (De ki: Ey kavinim!.) Ey benim tebliğlerimi kabul etmeyen inkârcılar!. (Siz kendi iktidarınız üzerineçalışınız) bulunduğunuz cahilce halde devam ediniz. Siz kendinizi büyük bir kuvvete, şiddete sahip sanıyorsunuz. Bunun nasıl bir hayal olduğunu bilâhara anlayacaksınızdır. Ne büyük bir ilâhi tehdid!. (Şüphe yok ki, ben de çalışıcıyım.) İslâm dinini yaymaya, insanlığı uyandırmaya gayret edip durmaktayım. (elbette yakında bilirsiniz.) hakikat tecelli etmiş olacaktır.

40. Kim imiş o kimse ki, ona kendisini rezil edecek bir azap gelecek ve üzerine devamlı bir azap inecek.

40. Artık tamamen anlamış olacaksınızdır ki: (kim imiş o kimse ki, ona kendisini rezil edecek bir azap gelecek) Bir mağlûbiyete, bir kahra uğrayacak (ve üzerine devamlı bir azap inecek) fakat artık ona o zaman yapacağı pişmanlık bir fâide vermeyecektir. Evet.. Bu ilâhi tehdit de tahakkuk etmiştir. O müşrikler, Bedr gazvesinde büyük bir mağlûbiyete uğramışlardı. Bilâhara ölüp ebedî bir azaba da mâruz kalmışlardır. İşte küfrün ebedî cezası!.

41. Şüphe yok ki, biz, senin üzerine insanlar için kitabı hak ile indirdik. Artık kim hidayete ererse kendi nefisi içindir ve kini sapıklığa düşerse artık şüphesiz ki, kendi nefisi aleyhine dalâlete düşmüş olur. Ve sen onların üzerine bir vekil değilsin.

41. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in Resûl-i Ekrem’e indirilmiş bir ilâhi kitab olduğunu, artık onu kabul edip hidayete erenlerin kendi nefisleri lehine ve bilâkis kabul etmeyip sapıklığa düşenlerinde kendi nefisleri aleyhine hareket etmiş olacaklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın ruhları kat’iyyen veya uyku halinde geçici olarak tutmakta olduğunu bunda ise düşünen kimseler için alâmetler bulunduğunu ihtar buyuruyor. Putlardan şefaat umanları utandırıp Allah’ın izni olmadıkça kimsenin şefaat edemiyeceğini ve bütün insanların kâinlata sahip olan Allah Teâlâ’nın huzuruna kıyamet günündeçıkarılacağını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin en şereflisi (şüphe yok ki, biz senin üzerine insanlar için) Onlara dünyevî ve uhrevî vazifelerini bildirmek faydasından dolayı (kitabı) Hikmet beyan eden Kur’an’ı (hak ile) bir hakikatlerin mucizesi beyan olmak üzere (indirdik) kendilerini böyle bir kurtuluş rehberine, bir hidayet vesilesine nâil kıldık (artık kim) o kutsî kitabın beyanatı doğrultusunda amel ederek (hidayete ererse kendi nefsi içindir) kendisinin ebedî menfaatine hizmet etmiş olur (ve) bilâkis (kim) o ilâhi kitabın gereği ile amelde bulunmazda (sapıklığa düşerse artık şüphe yok ki, kendi nefsi aleyhine sapıklığa düşmüş olur.) bütün mes’uliyet kendisine ait bulunur. (ve sen) Ey Yüce Peygamber!. (onların üzerine bir vekil değilsin) Onların bütün hareketlerini gözetmekle, kendilerini hidayete zorla sevk etmekle emrolunmuş değilsin. Senin vazifen dinî hükümleri tebliğden ibarettir. Bunu kabul etmeyenlerin artık başlarına gelecek felâketi, ilâhi azabı kendileri düşünsünler!.

42. Allah, nefisleri öldükleri zaman ve ölmeyenleri de uykularında öldürüverir. Artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir ve diğerini de tâyin edilmiş vakte kadar salıverir. Şüphe yok ki, bunda elbette alâmetler vardır, iyi düşünecek bir kavim için.

42. Bir kere Allah Teâlâ’nın bu âlemde tecelli edip duran kudret eserleri dikkate alınmalı değil midir?. Kısacası (Allah) O Hikmet sahibi Yaratıcıdır ki, (nefisleri öldükleri zaman) ecelleri nihayet bulduğu zaman ruhlarını alır onların cesetlerle olan alâkalarını kesmiş olur. (ve ölmeyenlerin de) henüz ecelleri tamam olmamış bulunanları da (uykularında) geçici olarak bir nevi (öldürüverir) onların ruhlarını cesetlerinde tasarruftan alıkor (artık üzerine ölüm ile hükmettiğini tutuverir) onun ruhunu cesedine reddetmez. (ve diğerini de) uykuya dalmış olan kimsenin ruhunu da (tâyin edilmişvakte kadar) takdir edilen ölüm zamanına değin (salıverir) sahibinin cesedine uyandıkça tekrar faaliyete kavuşturmuş olur. (şüphe yok ki, bunda) Ruhların cesetler ile geçici alâkalarında (elbette alâmetler vardır) Allah Teâlâ’nın kudretinin mükemmelliğine, rahmetinin genişliğine işaret eden enteresan ibretler vardır. Bu hal, batmaya başlamış olan güneşin tekrar doğacağı gibi bir örneğe sahiptir. Ahiret hayatının vuk’u bulacağına dair bir misâl teşkil etmektedir (düşünen bir kavim için) evet.. Mütefekkir zatlar, bütün bu nevi hadiselerden birer ibret dersi alırlar, Allah’ın kudreti ile ahiret hayatının da meydana geleceğine inanmış bulunurlar.

43. Yoksa Allah’tan başkasını şefaatçiler mi edindiler? De ki: Eğer hiçbir şeye sahip olmamış ve akıl erdiremez bulunmuş iseler de mi?

43. (Yoksa) O putperest müşrikler (Allah’tan başkasını şefaatciler mi edindiler?.) Evet.. Onlar, o putlardan şefaat bekliyorlar. Bu ne kadar cehâlet!. Putlardan nasıl şefaat umulabilir?. Resûlüm!. O gafillere (de ki:) öyle taptıklarınız şeyler (eğer hiçbir şeye sahip olmamış) bir fayda ve zarara güç yetirememiş (ve akıl erdiremez bulunmuş) sizin kendilerine taptıklarınızdan bihaber olup durmuş (iseler de mi?) onlara öyle tapar durursunuz?. Halbuki, onların öyle bilgiden, fâideden mahrum şeyler oldukları açık, artık ne diye onlara tapıyor, onlardan bir fâide bekliyorsunuz? Bu ne kadar ahmaklık!.

44. De ki: Bütün şefaat. Allah içindir. Göklerin ve yerin mülkü O’nun içindir. Sonra O’na döndürüleceksinizdir.

44. Yüce Resûlüm!. O cahilleri uyandırmak için (De ki: Bütün şefaat Allah içindir) Cenab-ı Hak’kın müsaadesi, hâkimiyeti altındadır. O Kerem Sahibi Yaratıcı razı olmadıkça hiçbir kimse başkasına şefaat edemez (göklerin ve yerin mülkü O’nun içindir) bütün mahlûkat, oâlemin Yaratıcısının sahipliği, tasarrufu, hâkimiyeti altında bulunmaktadır. O putlar da o Yüce Yaratıcının birer mahlûkudur, onlar şefaat kabiliyetinden mahrum şeylerdir. Artık yalnız o kâinatın sahibi olan eşsiz Yaratıcı’ya ibadeti tahsis etmek icabetmez mi? Nedir o âciz, mahlûklara, yaratıklara öyle bir tapınmada bulunmak? (sonra) Düşününüz ki, Ey insanlar!. Hepiniz de (O’na) o Yüce Yaratıcının mânevî huzuruna kıyamet gününde (döndürüleceksinizdir) bir muhasebe ve muhakemeye tâbi tutulacaksınızdır. Ne büyük bir ilâhi tehdit! Binaenaleyh o günü düşünün, ona göre hayatınızı tanzim ediniz, öyle âciz, fâni mahlûklara değil, bütün kâinata hâkim olan, ezeli ve ebedî bulunan Yüce Yaratıcıya ibadetinizi tahsis eyleyiniz. Sizin için kulluk vazifesi bundan ibarettir. Sizin için bundan başka kurtuluş çaresi, düşünülmuş değildir.

45. Ve Allah tek olarak anıldığı vakit ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker nefret duyar. Ve Allah’tan başkası anıldığı zaman ise onlar o vakit ferahlanırlar, yüzleri güler.

45. Bu mübârek âyetler, Allah’ın birliğini tasdikten kaçınan müşriklerin ne kadar ahmaklık içinde yaşadıklarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem’in kâinatın Yaratıcısı’nı anmak, birlemek ve kutsamakla mükellef bulunduğunu beyan buyuruyor. O Yüce Yaratıcının birliğini inkâr edenlerin de ne büyük bir azaba tutulacaklarını, kendilerini kurtarabilmeleri için bir çare bulamayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Allah bir olarak anıldığı vakit) Cenab-ı Hak’tan başka bir Yaratıcı, bir mâbud bulunmadığı zikredildiği zaman (ahirete imân etmeyenlerin kalpleri ürker) nefret duyar, üzüntüler içinde kalır (ve Allah’tan başkaları anıldığı zaman ise) bir takım putlar, kendi heveslerine hizmet eden şeytan tabiatlı, aldatıcı kimseler anıldıkları vakit ise o cahil, zâlim şahıslar (ferahlanırlar) yüzleri güler, içerileri bir ferahlık içinde kalır.İşte o gibi kimseler nur’dan değil karanlıktan, ilmden değil, cehaletten, güzel ahlaktan değil, çirkin ahlâktan zevk alırlar. Onların ruhi halleri böyledir. Öyle kimselere karşı hak ve hakikat söylenince, hürmete lâyık zatlar anılınca ondan üzüntü duyarlar, yüz çevirirler. Fakat bâtıl şehvâni ahlâksız şeyler, aldatıcı kimseler söylenildiği zaman ise çok neşeli olurlar, yüzlerinde bir sevinç eseri parlamaya başlar. Ne zaman temiz yaratılışa aykırı bir hareket!. İbni Abbas Hazretleri demiştir ki: Ebu Cehl Bin Hişam, Velid Bin Utbe, Safvan ve Übey Bini Helf nâmında dört şahıs bu cümledendir.

§ İşmi’zaz; Böbürlenmek, kalbin gam ile, nefret ile, kin ile dolup ile sıkılmış olması demektir.

§ İstibşar; da kalbin sevinç ile dolması, ferahlık eserinin yüzde parlamaya başlaması demektir.

46. De ki: Ey gökleri ve yeri yaratan ve gizli ve âşikâre olanı bilen Allah’ım! Sen kullarının arasında kendisine ihtilâf ettikleri şeyler hakkında hükmedersin.

46. Allah Teâlâ, Resûl-i Ekrem’ine emrediyor ki: Ey Yüce Peygamber! O kâfirlerin, o cahillerin hâllerinden dolayı üzüntü ve keder içinde kalma, sen yüce mâbuda sığın, O’nu birlemeye ve kutsamaya devam eyle (De ki: Ey gökleri ve yer yaratan) bunları yokluktan varlığa getirmiş olan (ve gizli ve âşikâre olanı bilen Allah’ım!) sana sığınırım, seni birleme ve yüceltmeyi en mukaddes bir vazife bilirim. (Sen kullarının arasında kendisinde ihtilâf ettikleri şeyler) dinî emrler ve konular (hakkıda hükmedersin) o inkârcılara da kendi cehâletlerini, kendilerinin pek büyük bir felâkete aday bulunmuş olduklarını anlayacaklardır.

47. Eğer zulüm etmiş olanlar için yerde olanların hepsi ve onunla beraber onun bir misli de olacak olsa elbette ki, kıyametgününde azabın fenalığından dolayı kurtuluş için onu mutlaka fedâ ederlerdi ve onlar için Allah tarafından hiç de hesaba kalmamış oldukları şeyler meydana gelmiş olacaktır.

47. Evet.. O inkârcılar, müşrikler pek korkunç bir vaziyette bulunacaklardır. (Eğer) öyle dinsizlikleri yüzünden kendi nefislerine (zulm etmiş olanlar için) ahiret günü faraza (yerde olanların) bütün dünyevî servetlerin, varlıkların (hepsi) olacak olsa (ve onunla beraber onun) o varlıkların (bir misli de olacak olsa elbette ki, kıyamet gününde azabın fenâlığından dolayı) kurtulmak için (onu) o varlıkları kabul edecek bulunsa (mutlâka fedâ ederlerdi) Heyhat ki, bu ne mümkün!. (ve onlar için Allah tarafından hiç de hesaba katmamış) düşünmemiş (oldukları şeyler) çeşitli azaplar da (ortaya çıkmış olacaktır) ve bu yüzden çeşit çeşit azaplara mâruz kalacaklardır. İşte küfrün pek korkunç âkibeti!.

48. Ve onlar için kazanmış oldukları şeylerin kötülükleri açığa çıkmış olacaktır ve kendisiyle alay etmiş oldukları şey, kendilerine kavuşmuş bulunacaktır.

48. (Ve onlar için) O inkârcılar, müşrikler hakkında (kazanmış oldukları şeylerin fenâlıkları) dünyadaki bâtıl inançlarının, gayrımeşru hareketlerinin cezaları (ortaya çıkmış) tamamen görünmüş (olacaktır) dünyada iken sevap, doğru gördükleri şeylerin ne kadar yanlış, ne kadar bâtıl ve felâkete sebep olduğunu anlayacaklardır. (ve kendisiyle alay ettikleri şey) vaktiyle kendisiyle alay ettikleri, bir geri kalma eseri sandıkları, medeniyete muhalif gördükleri şeyin cezası, o yanlış kanaatlerinin mes’uliyeti (kendilerine kavuşmuş bulunacaktır.) Artık o bâtıl itikatlarının ebedî cezası kendilerini yakalamış olacaktır. İşte müminlere karşı yapılan, kötü muamelerin müthiş karşılığı!.

49. Fakat insana bir zarar dokunduğu vakit bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan birnimet verdiğimiz vakit de: Bana o, şüphe yok ki, bir bilgi üzerine verilmiştir, der. Belki o, bir imtihandır. Fakat onların birçokları bilmezler.

49. Bu mübârek âyetler de müşriklerin diğer bir bozuk iddialarını teşhir ediyor. Onların kendilerine yanlış yere güvenir olmalarının fenâlığına uğrayacaklarını, elde ettikleri şeylerin bir imtihan vesilesi olup kendilerini ihtiyaçtan kurtaramıyacağını ihtar ediyor. Bir takım kimselerin zengin veya fakir olmalarının bir ilâhi takdir, eseri olduğunu, bu halin müminler için bir ibret teşkil ettiğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ şirk ve gaflet içinde yaşayan insanların hâllerini kınıyor, onların Allah’ı zikrinden kaçındıkları hâlde putları anıldıkça sevindiklerini bildiriyor ve buyuruyor ki: (fakat) öyle bir (insana bir zarar dokunduğu) meselâ: Fakir veya hasta olduğu (vakit) putlarını unutur, onlardan bir fâide göremeyeceğini anlar, yalnız (bize dua eder) o ârızanın bertaraf edilmesi için yalnız Allah Tealâ’ya duada, niyâzda bulunmaya başlar. (Sonra ona) O insana (tarafımızdan) ihsan olarak (bir nimet verdiğimiz vakit de) onu o ârızadan kurtadığımız, o korkunç hâlini değiştirdiğimiz zamanda yaptığı duayı unutur, kendisini o belâdan kurtaran Kerem Sahibi Yaratıcısına teşekkürde bulunmaz. Bilâkis (bana o) nimet (şüphe yok ki, bir bilgi üzerine verilmiştir, der) kendisinin bilgisine ve bir takım âdi sebeplere, ilâçlara teşebbüsünden dolayı o nimete nâil olduğunu iddiaya başlar, o nimete bir ilâhi lütuf olarak kavuştuğunu düşünmez. Bu hususta teşebbüs ettiği şeylerin de birer ilâhi ihsan olduğunu hesaba katmaz. Zavallı bilmez ki, (belki o,) kendisine verilen nimet, sıhhat ve servet gibi bir varlık (bir imtihandır) bir denemedir. O nimeti kendisine veren Kerem Sahibi Yaratıcı kullukta, şükürde bulunup bulunmamasının meydana çıkması için bir vesiledir. (fakat onların) O insanların (birçokları bilmezler.) bunun bir imtihan ve yavaş yavaş azaba yaklaştırmakiçin olduğunu takdir edemezler, yanlış kanaatler içinde yaşarlar.

50. Muhakkak ki, onu, bunlardan evvelkiler de söylemiştir. Fakat kazandıkları şey, onları ihtiyaçtan kurtaramamıştır.

50. (Muhakkak ki, onu) Bu insanların öyle kendi bilgilerine, kendi çalışmalarına güvenerek nâil oldukları nimetlerin kendi bilgileri eseri olduğunu (bunlardan evvelkiler de söylemiştir) eski müşrik kavimler de böyle bir iddiada bulunmuşlardır. Karun gibi büyük bir servet sahibi olan kâfirler de böyle bir iddiada bulunmnuşlardı. (fakat kazandıkları şey) Dünyevi varlıklar, maddî servetler vesâire (onları ihtiyaçtan kurtaramamıştır.) onlar, kendilerine küfrlerinin cezası yönelince her varlıktan mahrum kalmışlar, Allah’ın kahrına uğramışlardır. O güvendikleri varlıkları kendilerini o lâyık oldukları elem verici azaptan kurtaramamıştır.

51. Bunun için yaptıkları kötülüklerin vebali onları yakaladı. Ve bunlardan o kimseler ki, zulüm etmişlerdir, yakında kendilerine kazanmış oldukları şeylerin kötülükleri yetişecektir ve bunlar da Allah’ı âciz bırakıcı değildirler.

51. (ve bunlardan) Yani: Peygamber zamanındaki insanlardan (o kimseler ki, zulm etmişlerdir) küfre düşmüş, kendi nefislerine azabı hak ettirmişlerdir (yakında kendilerine kazanmış oldukları şeylerin) günâhların, kâfirce iddiaları (kötülükleri yetişecektir) günâhların cezalarına kavuşacaklardır. (ve bunlar da) Böyle kötü hareketlerde, kanaatlerde bulunan bu insanlar da kendilerine yönelecek olan azabı (bertaraf ediciler değildirler.) kendilerine o kötü durumlarının cezası birgün dünyada da gelir kavuşur, dünyada gelmese de ahirette herhalde gelip kendilerini yakalayacaktır.

52. Bilmediler mi ki, muhakkak Allah; rızkıdilediğine bol bol verir ve darlaştırır. Şüphe yok ki, bunda imân edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.

52. Evet.. Kendilerine güvenen gâfil, inkârcı insanlar (Bilmediler mi ki, muhakkak Allah rızkı dilediğine bol verir) dilediğine (darlaştırır) bir kulunu dilerse zengin ve dilerse fakir eder. Ve bir kulunu bir zaman zengin eder, bir zaman da fakir düşürür ve nice kimseleri büyük varlıklar içinde zevk ile yaşatır, nice kimseleri de yokluklar, üzüntüler içinde bırakır. Bütün bunlar bir hikmet ve menfaat gereğidir, ilâhi takdirin birer tecellisidir. Artık insan, kendi bilgisine, varlığına güvenmemelidir, elinden gelen uygun işleri yapmalıdır, sonra muvaffakiyeti Cenab-ı Hak’tan beklemelidir. O mesaiye kabiliyeti yine bir ilâhi lütuf bilmelidir. İnsan, bir nimete kavuşunca şükrünü yerine getirmeye çalışmalıdır. Bir yokluğa uğrarsa sabretmelidir, onun bir hikmet gereği olduğunu düşünüp teselli bulmalıdır. Cenab-ı Hak’kın nimetinden ümidini yine kesmeyip elinden gelen sebeplere sarılmalıdır, muvaffakiyyeti Allah Teâlâ’dan niyâz etmelidir. İnsanlara lâyık olan hareket, bundan ibârettir. (şüphe yok ki, bunda) Cenab-ı Hak’kın bu ilâhi beyanında (îman edecek) îman etme şerefini elde etmeye kabiliyetli ohan (bir kavim için elbette ibretler vardır.) îman nuruna ulaşan her insan bilir, takdir eder ki, bütün insanları yaratan, yaşatan, onları nimetlere kavuşturan, onların üzerinde dilediği tasarrufatta bulunan ancak Allah Teâlâ’dır. Binaenaleyh kabiliyetli olan insanları, uyandırmaya, aydınlatmaya, hidayet yoluna sevk eylemeye ilâhi beyanlar kâfidir. Buna inancımız tamdır.

53. De ki: Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz. Şüphe yok ki, Allah bütün günâhları bağışlar. Muhakkak ki, O evet.. O, çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir.

53. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’nınmüminler hakkındaki rahmetinin genişliğini, ilâhi mağfiretinin büyüklüğünü bildiriyor. İnsanları daha fırsat elde iken hak’ka dönerek hayatlarını tanzime ve teslimiyete teşvik buyuruyor. Azaba lâyık olanlara bilâhara yapacakları pişmanlıkların, temennilerin bir faide veremiyeceğini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. Mümin kullara (De ki:) Allah Teâlâ sizi müjdelemek için buyuruyor ki: (ey nefisleri üzerine israfta bulunmuş) Bir takım günahları işlemiş olan (kullarım!. Allah’ın rahmetinden) sizi mağfiretine kavuşturmasından (ümitsizliğe düşmeyin) ümidinizi kesmeyiniz (şüphe yok ki, Allah) şirkten kaçınan kullarına âit (günahları) dilerse (hepsini bağışlar) onları örter, onlar ile hesaba çekmez. (Muhakkak ki, O) Evet.. (O) Kerem Sahibi Yaratıcı, şirkten başkasını (çok bağışlayıcıdır, çok esirgeyicidir) sizleri de af eder, rahmetine ulaştırır O’nun sonsuz olan rahmetinden ümidini kesmek, doğru değildir. Elverir ki, tevbe edip, af dileyip o Kerem Sahibi Mâbudun af ve bağışına sığınsın. “İbni Cerir, İbni Abbas Hazretlerinden şöyle rivâyet etmektedir: “Mekke-i Mükerreme’deki müşrikler demişler ki: “Muhammed -Aleyhisselâm- zannediyor ki: Putlara tapanlar ve Allah ile beraber başka tanrıların da bulunduğunu iddia edenler ve Allah’ın haram kıldığı bir nefsi öldürenler için af yoktur. Artık biz nasıl hicret edip, müslüman olabiliriz ki, bir takım putlara ibadet etmekte ve nefisleri öldürmüş ve şirke düşmüş bulunmaktayız. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuş, Cenab-ı Hak’kın rahmetinden ümidi keserek şirk içinde yaşamaya devam etmenin doğru olamayacağını bildirmiştir. Binaenaleyh kendi kusurunu bilip de tevbe eden ve af dileyen herhangi bir kulunu, Allah Teâlâ dilerse af eder vaktiyle olan küfr ve isyanından dolayı azap etmez. Evet.. Yüce zatına sığınan herhangi bir kulunu dilerse af ve mağfiret buyurur. İsterse, vaktiyle olan günahlarıdenizin köpüğü kadar çok olsun.

54. Ve Rabbinize dönün ve O’na teslim olun, size azap gelmeden evvel. Sonra yardım olunmazsınız.

54. Velhâsıl: Ey Kullar!. Allah’ın azabından kurtulup ilâhi mağfirete kavuşmak istiyoriseniz hemen tevbe edin ve af isteyin (Ve Rab’binize dönün) O’na sığınarak ibadet ve itaatte bulunur (ve O’na teslim olun) Tam bir samimiyetle O’nun takdirine râzi bulunun, O’nun dâvetine icabet ederek itaatten ayrılmayınız. (size azap gelmeden evvel) öyle güzelce, uyanıkça harekete koşunuz. Bunun hilâfına harekette bulunur iseniz (sonra yardım olunmazsınız) sizi Allah’ın azabından kurtaracak bir yardımcı bulamazsınız. Bu âyeti kerime ve benzerleri gösteriyor ki: Cenab-ı Hak’kın bütün günahları af etmesi bir takım şartlara bağlıdır. Kısacası evvelâ küfr ve şirkten tövbe edilmiş olmalıdır. Sonra güzel bir itikat ile Allah Teâla’ya sığınılmalıdır, kulluk vazifelerine de riayetten kaçınmamalıdır. Bununla beraber insanlık icabı bazı günahlar işlenilmiş olursa onlardan dolayı ümitsizliğe düşmemelidir, yine tövbe edip Hak Teâlâ’nın af ve mağfiretinden ümidi kesmemelidir.

55. Ve Rabbinizden sizin için indirilmiş olanın en güzeline tâbi olunuz, size, siz farkında olmadığınız hâlde ansızın azap gelmeden evvel.

55. (Ve) Ey insanlar!. (Rab’binizden sizin için indirilmiş olanın) Kur’an-ı Kerim’deki beyanların (en güzeline tâbi olunuz) yani o mübârek kitapta beyan olunan haramlardan kaçının, helâl olan şeyleri tercih edin ve ruhsatların üstünde olan azîmetleri tercih eyleyin, meselâ: Bir din kardeşinizin bir kusurunu af etmekle beraber ona mümkün ise iyilikte de bulunun, nâfile ibadetlere de devam eyleyin ve şahsi kusurlarınızdan dolayı Allah’ın affını da niyâz eyleyin (size siz farkındaolmadığınız hâlde ansızın azap gelmeden evvel.) öyle güzelce hareketlere devam etmiş bulunun. Aksi takdirde ise elden gideni telafi etmek mümkün olamaz.

56. Her nefisin: “Allah’a karşı yaptığım kusurlardan dolayı eyvah bana yazıklar olsun” ve ben alay edenlerden olmuş idim” demesinden evvel. İnsan hâlini ıslâh etmelidir.

56. Evet.. İnsan daha fırsat elde iken kaybettiği şeyleri telâfiye çalışmalıdır (Her nefsin) kendisine azap gelip de pişmanlık göstererek (Allah’a karşı) O’na borçlu olduğum ibadet ve itaat hususunda (yaptığım kusurlardan dolayı eyvah bana yazıklar olsun) diye çırpınmasından (ve ben) zaten (alay edenlerden olmuş idim) kibir ve gurura mübtela bulunmuştum (demesinden evvel) insan hâlini ıslah etmelidir, daha fırsat var iken tevbe etmeli ve af dilemelidir.

§ Tefrit; Taksir, fazlaca kusur etmek demektir.

57. Veya her nefisin: Şüphe yok ki, eğer Allah bana hidayet etse idi elbette ben sakınanlardan olurdum. Demesinden evvel uyanması lâzımdır.

57. Evet.. Fırsat fevt olunca, artık bao mâzeretler, temenniler kabul edilmez (Veya) her nefsin, küfr içinde ölüp giden herhangi bir şahsın (şüphe yok ki, eğer Allah bana hidayet etse idi elbette ben sakınanlardan) şirk ve isyanı terk etmiş olanlardan (olurdum, demesinden evvel) uyanması lâzımdır.

58. Veyahut azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir kerre daha dünyaya dönmek olsa idi de iyi işler işleyenlerden olsa idim. demesinden evvel uyanmalıdır.

58. (Veyâhut) Her şahıs (azabı gördüğü zaman: Keşke benim için bir kere daha) dünyaya (dönmek olsa idi de iyi işler işleyenlerden olsa idim) güzel âkide sahibi, güzel amellere devam eden kimselerdenbulunsa idim, demesinden evvel uyanmalıdır, sonra bu gibi temennilerin kendisine bir fâidesi olamayacaktır.

59. Hayır.. Muhakkak sana âyetlerini gelmişti de, sen onları yalanladın ve büyüklük tasladın ve kâfirlerden oldun.

59. (Hayır..) Öyle bir şahsın o gibi temennileri kendisine bir fâide veremiyecektir. Ona kınamak için denilecektir ki: (muhakkak sana âyetlerim gelmişti) Peygamberim vasıtasiyle Kur’an-ı Kerim’in âyetleri hükmleri sana tebliğ edilmişti, ilâhi dinin mahiyeti, hükmleri medeniyet âleminde yayılıp durmuştu (da sen) Ey inkârcı (onları) O âyetleri, o tebliğ edilen hükmleri (yalanladın) onların Allah tarafından olduğunu kabul etmedin (ve böbürlenenlerden oldun) kendini büyük gördün, nefsine mağrur olup hak’kı kabulden kaçındın (ve kâfirlerden oldun.) onların izlerine uydun, gözlerin önünde parlayan hidayet nurlarını görmek istemedin, verilen nasihatları kabul etmedin, kendi kabiliyetini kötüye kullandın. Artık şimdi lâyık olduğun azaba kavuşmuş oldun.

60. Ve kıyamet gününde görürsün ki, Allah’a karşı o yalan söylemiş olanların yüzleri kapkara kesilmiştir. Cehennemde kâfirler için bir ikametgâh yok mudur?

60. Bu mübârek âyetler, inkârcılar ile müminlerin ahiretteki muhtelif hâllerini tasvir ediyor. İnkârcıların ne kadar çirkin bir manzara teşkil edeceklerini, mü’minlerin de nasıl bir kurtuluş ve selâmete kavuşacaklarını bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın ilâhlığına, birliğine ait delillere işaret buyuruyor. Allah Teâlâ’dan başkasına ibadet edilmesini isteyenlerin cehâletlerini teşhir buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Ve kıyamet gününde görürsün ki, Allah’a karşı) Yüce zât hakkında (o yalan söylemiş olanların) O Yüce Yaratıcıya ortak koşanların, O’na evlât isnât edenlerin, O’ndan başkasına tapanların (yüzleri kapkara kesilmiştir.) uğradıkları şiddetli azaptan veyakendilerindeki cehâlet karanlığından dolayı yüzleri simsiyah, iğrenç bir hale gelmiştir. (cehennemde kâfirler için bir ikametgâh yok mudur?.) Elbette ki, vardır. Elbette ki, o inkârcı şahıslar da cehenneme atılacaklardır, orada azap görüp duracaklardır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN