SAD SURESİ

31. O vakit ki, O’na sür’atle yürüyüp duran safkan koşu atları, öğleden sonra gösterilmişti.

31. An (O vakit ki, O’na) Süleyman Aleyhisselâm’a (sür’atle koşup duran safkan koşu atları öğleden sonra) güneşin dönme vaktinden batışına kadar (gösterilmişti) o, cihad vasıtalarının hâllerini dikkate almış, selâhiyetlerinin derecesini anlamak istemişti.

§ Sâfinat; kâinat, yani ayakta duranlar demektir. Üçer ayaklarının üzerine durup dördüncü ayaklarının uçlarını yere basan atlara da deniliyor ki, bu övülen bir vaziyet imiş.

§ Ciyâd; sür’atle ve çalımla yürüyüp koşan atlar demektir.

32. Dedi ki: Ben Rabbim’in zikrinden dolayı hayrı severcesine o atları seviverdim. Nihayet güneş veya atlar hicap ile gizlenmiş oldu.

32. Süleyman Aleyhisselâm (Dedi ki: Ben Rab’bimin zikrinden dolayı) Yani: Tevrat gibiilâhî kitaplarda övülmüş olduklarından dolayı (hayrı severcesine) o atları (seviverdim) onlara kalben muhabbet besledim. Çünkü onlar, birer cihad vasıtasıdır. (nihayet) Güneş veya o atlar (hicap ile gizlenmiş oldu) Yani: Hz. Süleyman, onlara bakıp dururken onlar, yürüyerek gözden gaip oldular. Veya gecenin karanlığı ile ve toz toprak gibi şeylerin perde olmalariyle o atlar görünmez bir hale geldiler.

33. Dedi ki: Onları bana iade ediniz. Hemen bacaklarını ve boyunlarını silip okşadı.

33. Hz. Süleyman, hizmetçilerine emrederek (Dedş ki: Onları) o görünmez bir hale gelen atları; artık (bana iade ediniz) getiriniz, yerlerine yerleştiriniz, onların ne kadar mükemmel nakil vasıtaları olduğu anlaşılmış oldu. O atlar tekrar huzura iade edilince Hz. Süleyman, onların (hemen bacaklarını ve boyunlarını silip okşadı) kendi nazarında o atların ne kadar kıymetli ve muhafazaya lâyık olduklarını bu iltifatiyle de göstermiş oldu. Süleyman Aleyhisselâm’ın o cihat vasıtaları hakkındaki bu muamelesi, onlara riayetin, güzelce bakmanın lüzumuna işaret etmektedir. Çünki onlar ile düşmanlara karşı cephe alınır, onlar ile düşman kuvvetleri bertaraf edilir ve onlardan daha birçok faideler temin edilir.

Nitekim bir hadis-i şerifte:  Atların cephelerinde -kendilerinde- kıyamete kadar hayr bağlanmıştır, onlardan istifade olunur. Bu mübârek âyetler başka bir vechile de tefsir edilmiştir. Şöyle ki: Süleyman Aleyhisselâm o atları fazlaca müşahede altına aldığı için güneş batmış, ikindi namazını kılamamıştı. Bundan üzüntü duyduğu için o atları getirtmiş,onlarını boyunlarını, bacaklarını kestirmiş, etleri onlarca helâl olduğu için fakirlere dağıtılmıştır. Diğer bir görüşe göre de güneşin tekrar iadesini meleklerden istemiş, güneş bir harika olarak iade edilince Hz. Süleyman ikindi namazını kılmış ve atları bir sadaka olmak üzere kesip dağıtmıştır. Fakat bu rivayetler, zayıf görülmektedir. En doğrusunu Allah bilir.

34. And olsun ki, Süleyman’ı biz imtihan ettik ve tahtının üzerin bir ceset olarak bıraktık. Sonra tekrar tahtına dönüverdi.

34. Bu mübârek âyetler de Süleyman Aleyhisselâm’in hayat tarihine ve kavuştuğu pek muazzam bir hükümet ve saltanata ve kendisinin Allah katındaki yüce mevkiine dair şöylece beyanatta bulunmaktadır. (And olsun ki, biz Süleyman’ı imtihan ettik.) O’nu hikmet gereği bir ağır hastalığa mübtelâ kıldık. (ve tahtının üzerine bir ceset olarak bıraktık) O hastalığın tesirinden dolayı sanki hayattan mahrum kalmış gibi bir halde bulunur olmuştu. (sonra tekrar) şifa bulup tahtına (dönüverdi) yine tam bir sıhhatle memleketinin işlerini idareye başladı. Bu hususa dair tefsirlerde fazlaca rivâyetler vardır. Fakat hiçbirinin doğruluğuna hükmedilemez. Ve bir kısmının tamamen uydurma olduğu anlaşılmaktadır. Peygamberler mâsumdurlar, onların değerlerinin yüceliğine aykırı şeyleri onlara isnât etmek, dinin adabına muhalif ve hürmete zıttır. O gibi rivâyetlere kıymet verilmemesi icabeder.

35. Dedi ki: Yarabbi! Beni bağışla ve bana bir mülk ver ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın. Şüphe yok ki, sensin çok bağışlayan sensin.

35. Süleyman Aleyhisselâm, sıhhat bulup tekrar hükmetmeye başlayınca, Cenab-ı Hak’ka niyâzda bulunarak (Dedi ki: Yarabbi!. Beni bağışla) çünki insanlık icabı bir hatasözkonusudur. Ve en iyi olanı terk ihtimali mevcuttur. Nitekim: “Hayır sahiplerinin iyilikleri, Allah dostlarının günahları durumundadır.” denilmiştir. Yani: Allah dostu olan peygamberlerin ibadet ve taatları fevkalâde bir samimiyet ve manevî bir zevk ile olduğu için buna cüz’i bir muhalefet bile o büyük zatlarca bir kusur gibi görülerek ondan dolayı Allah’ın affına sığınırlar, yoksa onların bağış talebinde bulunmaları kendilerinin bir günah işlemelerinden dolayı değildir. (ve) Hz. Süleyman şöyle de bir niyâzda bulundu ki: Yarabbi!. (bana bir mülk bağışla ki, benden sonra hiçbir kimseye lâyık olmasın.) yani: Bana harikulâde bir kabiliyet ver, peygamberliğe sahip olduğumu gösterir bir mucize ihsan buyur ki: Peygamberliğe sahip olmayan kimselere öyle harikulâde bir nimet, bir şeref ve şân ihsan buyurulmamış olsun, bu ayrıcalıkla benim peygamberliğim kuvvetlenerek hâkimiyeti güçlü bir şekilde icra edeyim Allah’ın dinini yaymaya muvaffakiyyetim fazlasıyla tecelli etsin. (şüphe yok ki) Yarabbi!. (sensin çok bağışlayan sensin.) Senin kullarını af ve lütfa kavuşturman da sırf senin çok ihsan edici olmandan doğmaktadır. Şimdi benim de bu istirhamımı lütfen kabul buyur, ey kerim olan mabûdum!.

36. Artık rüzgarı onun emrine verdik, onun emriyle dilediği yer kolayca akar giderdi.

36. Allah Teâlâ da Hz. Süleyman’ın duasını kabul buyurmuş olduğunu şöylece beyan buyuruyor: (Artık rüzgarı onun emrine verdik) rüzgârlar, O’nun emrine itaat edici oldular. (O’nun emriyle dilediği gibi yere kolaylıkla akar giderdi) O’nun istediği tarafa O’nun arzusu doğrultusunda esip durmaya başlamışlar, O’nun hâkimiyeti bu suretle de kuvvetlenmiş oldu. Düşmanlarına karşı ordularını pek kolaylıkla sevke muvaffak olmuş bulundu.

37. Şeytanları da, her bir binâ yapıcı ve dalgıç olanı da emrini verdik.

37. Evet.. Süleyman Aleyhisselâm’ın emrine (Şeytanları da) verdik, şeytanlardan (herbir binâ yapıcı ve dalgıç olanı da) O’nun emrine verilmiş oldu. Artık Hz. Süleyman, büyük kaleler, köşkler vesaire yapılmasını isteyince şeytanları da çalıştırıyordu. Ve denizlerden inciler, mercanları vesair kıymetli şeyleri de yine şeytanlar vasıtasiyle dışarı çıkartabilmişti.

38. Başkalarını da demir halkalarla bağlı oldukları halde emrin verdik

38. (Başkalarını da) Şeytanlardan inatçı, emre itaatten kaçınır olanları da bir ceza olarak (demir halkalarla bağlı oldukları halde) Hz. Süleyman’ın emrine verdik. Tâki, onların şerlerinden korunulsun ve başkalarına da bir ibret nümunesi olsun. Süleyman Aleyhisselâm’ın bu gibi tasarruflara muvaffak olması, onun için bir mucize idi. Bunların ayrıntılarını, onları ne şekilde idareye ve kayda, habse muvaffak olduğunu Allah’ın ilmine havale ederiz.

39. Dedik ki Bu bizim ihsanımızdır. Artık dilediğine hesapsız ikram et veya tutuver.

39. Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: Süleyman Aleyhmsselâm’a dedik ki: (Bu bizim ihsânımızdır.) Sana verdiğimiz bu mülk ve saltanat ve böyle şeytanların vesâirenin üzerlerine hâkimiyet ve galibiyet sana mahsus ilâhi bir lütuftur. (artık dilediğine hesapsızca ihsan et) Buna selahiyetin vardır (veya tutuver) dilediğine bırşey verme, bu da senin görüşüne bırakılmıştır.

40. Ve şüphe yok ki, onun için bizim katımızda bir yakınlık ve bir de dönülecek güzel bir yer vardır.

40. (Ve şüphe yok ki, O’nun için) Süleyman Aleyhisselâm’a ait (bizim katımızda) ahiretâleminde (bir yakınlık) bir keramet, bir yücelik bir mânevi yakınlık vardır. (ve bir dönülecek güzel bir yer vardır) O da nimet cennetleridir. Evet.. Hz. Süleyman, öyle dünyada da, ahirette de tam bir mutlulukla, Allah’ın lütfuna kavuşarak yaşamış olacaktır. Cenab-ı Hak, bizleri de o Yüce Peygamber’in şefaatine, iltifatına eriştirsin. Amin.. Hz. Dâvud ile Hz. Süleyman’ın kıssaları için Enbiya Sûresi’ne de bakınız!.

41. Kulumuz Eyyûb’u de an. O vakit ki, Rabbine seslendi: Şüphe yok ki, şeytan bana bir meşakkat ile ve bir eziyet ile dokundu. dedi.

41. Bu mübârek âyetler de Eyyûb Aleyhisselâm’ın kıssasını, onun tutulmuş olduğu bir hastalıktan nasıl bir sebeple kurtulmuş ve kendisine neler ihsan buyurulmuş olduğunu bildiriyor ve yapmış olduğu bir yemininden dolayı yeminini bozmaması için nasıl bir muameleyi yerine getirmekle mükellef bulunmuş ve kendisinin nasıl bir ilâhi övgüye kavuşmuş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin Sonuncusu! (Kulumuz Eyyûb’ü de an) O muhterem Peygamberin kıssasını da, onun sabr ve sebatını da kavmine anlat. (o vakit ki,) O Yüce zât (Rab’bine seslendi) yalvarış ve yakarışta bulundu (Şüphe yok ki, şeytan bana bir meşakkat ile ve bir eziyet ile dokundu) dedi. Şeytanın şerrinden Cenab-ı Hak’ka sığındı. Hz. Eyyûb hastalığına, üzüntüler içinde kalmasına şeytanın sebebiyet verdiğine dâir muhtelif rivâyetler vardır. Kısaca deniliyor ki: Eyyûb Aleyhisselâm, çokca servete, çoluk ve çocuğa ve fazlaca sıhhat ve âfiyete kavuşmasından dolayı şeytanın bir vesvesesi tesiriyle kibre kapılmış, kendisini görür gibi olmuş, bunun üzerine Allah Teâlâ da, onu hastalığa düşürmüş, malları zâyi olmuş, evlâdı etrafa dağılmış, birçoğu da vefat etmiş. İşte bu gibi musibetlere karşı Hz. Eyyûbsabrda bulunmuş, Allah’ın takdirine razı olmuştur. Şu da muhakkaktır ki, ona ârız olan hastalık, kendisinden insanların nefret edeceği derecede bulunmamıştır. Çünki Peygamberler o gibi nefreti gerektiren arızalardan korunmuşlardır.

§ Nûsb; Zahmet ve meşakkat demektir.

42. Allah tarafından da denildi ki ayağını yere vur, işte bu, soğuk yıkanılacak ve içilecek bir su.

42. Eyyub Aleyhisselâm’ın dua ve niyâzi üzerine vahiy yoluyla kendisine denildi ki, Ya Eyyub!. (Ayağını) Yeryüzüne (çarpıver) o da ayağını yere çarptı. Derhal sular akmaya başladı. Yine Allah tarafından vahy olundu ki: (işte bu, soğuk yıkanılacak ve içilecek bir su) Bundan hem iç ve hem de yıkan, şifa bulursun. Bu âyeti kerime de bir işaret vardır ki, Hz. Eyyûb’un hastalığı, midevî olmayıp dil hastalığı imiş, o sularda kısmen kükürtlü sulardan bulunuyormuş. Böyle hastalıklara bir çok kaplıca sularının faide verici olduğu ise bilinmektedir.

43. Ve ona tarafımızdan bir rahmet ve akıl sahiplerine bir ibret olmak üzere ailesini, hem de onlar ile beraber onların bir mislini bağışladık.

43. Cenab-ı Hak, Eyyûb Aleyhisselâm hakkındaki diğer bir lütf ve ihsanını da şöylece beyan buyuruyor. (Ve O’na) Hz. Eyyub’e (tarafımızdan bir rahmet ve akıl sabiplerine bir ibret) sabrın ne güzel neticelere vesile olduğuna dair alamet (olmak üzere hem ailesini) verdik yani: Onları dağılmış bir hale gelmiş olmaktan kurtararak yine Hz. Eyyûb’ün yanında topladık, yeni bir hayata kavuşturduk (hem de onlar ile beraber onların mislini) de verdik (bağışladık.) onun çoluk ve çocuğunu bilâhara iki kat arttırmış olduk. Bütün bunlar, sabr edenlerin, Allah’ın takdirine razı olanların mükâfatlara kavuşacaklarına bir delildir. Bunuelbette güzel akıl sahipleri takdir ederler.

44. Ve o’na emrolundu ki: Eline otlardan bir küçük demet al, sonra onunla vur ve yeminini bozmuş olma. Muhakkak ki, biz onu sabredici bir kul bulduk. Ne güzel kul! Şüphe yok ki, O hakka yönelirdi.

44. Allah Teâlâ Hazretleri, Eyyub Aleyhisselâm’a diğer bir kolaylık daha göstermiş olduğunu ve onun hakkında başka bir vesile ile de ilâhi rahmetinin tecelli etmiş bulunduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Hz. Eyyûb, hastalığı zamanında eşi Rahîme Binti Efrayim, bir iş için bir yere gitmiş, o muhterem hasta kocasını fazlaca bekletmiş, Eyyûb Aleyhisselâm da şifa bulunca o eşine yüz darbe vuracağına yemin etmiş idi. Bunun üzerine Hz. Eyyûb’e vahy olundu ki, Ey Eyyûb!. (Eline otlardan) Yüz parçalık (bir küçük demet al, sonra onunla) eşine (vur) yeminini yerine getirmiş ol, onu yerine getirmeyip de (yeminini bozmuş olma.) ne büyük bir ilâhi merhamet!. O yeminini mes’uliyetinden kurtulmak için ne güzel bir ruhsat!. Evet.. Hak Teâlâ, Hz. Eyyûb’un güzel vasıflarından dolayı ona böyle bir kolaylık göstermiş olduğuna işaret için buyuruyor ki: (Muhakkak ki, biz onu) Eyyûb Aleyhisselâm’ı (bir sabr edici bulduk) nefsine, malına, çocuklarına dokunan musibetlerden dolayı sabr etmiş, şikayette bulunmamıştır. (ne güzel bir kul!.) Eyyûb Aleyhisselâm ki, Allah’ın takdirine öyle rıza göstermiştir. (şüphe yok ki, O) Hz. Eyyûb, her hususta Hak’ka (yönelendir) Allah Teâlâ’ya sığınıp bütün muvaffakiyeti O’ndan bekleyendir. Eyyûb Aleyhisselâm için Enbiya Suresine de bakınız!. “Şu da bilinmektedir ki: İnsanlar daima Cenab-ı Hak’ka muhtaçtırlar, O’na dua ve niyâzda bulunmaları, O’ndan sıhhat ve selâmet temenni etmeleri Allah’ın takdirine karşı bir şikayet mahiyetinde değildir, sabra aykırı bulunmuş olmaz. Belki Allah Teâlâ’ya herhususta muhtaç olduklarını bir itiraftan ibarettir. Binaenaleyh peygamberlerin ve velilerin şefaatlerini temenni etmek, onların hünmetine olarak bir bela ve kederden kurtulmayı Cenab-ı Hak’tan niyâz eylemek de yine Hak Teâlâ’ya bağlılığı, O’nun takdirine teslimiyeti bozmaz. O gibi büyük zâtların ümmetin fertleri hakkında şefaatte bulunacakları naklen sabittir.

§ Dıhs; yaş kuru güzel kokulu bir ot demeti demektir.

45. Ve kuvvet ve bâsiret sahibi olan kullarımız İbrahim’i ve İshâk’ı ve Yakub’u da an.

45. Bu mübârek âyetler de Hz. İbrahim ile diğer beş Peygamberin üstün vasıflarına, onların Allah katındaki seçkin mevkilerine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Muhammed!. (Ve) İbadet ve itaat hususunda (kuvvet ve) ilâhi dinin yüceliğine, sırlarını bilme itibariyle (basiret sahibi olan) muhterem (kullarımız) ve Peygamberlerimiz bulunan (İbrahim’i ve) O’nun oğlu olan (İshâk’ı ve) O’nun oğlu bulunan (Yakub’u da an) onların da Allah’ın dinî uğrunda ne kadar fedakârlıklarda bulunduklarını, ne kadar meşakkatlere karşı sabr ve sebat göstermiş olduklarını an, onların ne kadar ibadet ve itaatla meşgul ve marifetullah ile vasıflanmış olduklarını kavmine bildir. Eydî; el manasına olan yedin çoğuludur. Bu, ibadet ve itaat hususundaki kuvvetten kinayedir. Çünki o gibi birçok ameller el vasitasiyle yapılır.

§ Ebsâr; da göz demek olan basar lafzının çoğuludur. Bununla da dünyanın hükümlerini, sırlarını güzelce anlayıp bilmek manası kastedilmiştir. Çünki birçok şeyler göz ile görülüp anlaşılır.

46. Şüphe yok ki, biz onları özellikle ahiret yurdunu düşünen ihlaslı kimseler kılmıştık.

46. Cenab-ı Hak o muhterem Peygamberlerini şöyle vasıflandırıyor. (Şüphe yok ki, biz) yüce zâtım (Onları) o Peygamberleri (özellikle ahiret yurdunu düşünen) o ebedî âlemdeki saadete ulaşma maksadiyle ibadet ve itaate devam eden (ihlâslı kimseler kılmıştık) onları, pek fazla bir kalp samimiyetine kavuşmuş, tam bir zevk ile ibadet ve itaate devam etmişlerdir. İşte o mübârek zâtlar, akıllı ve düşünen bir insanlık topluluğu için en mükemmel birer örnek olmuşlardır.

47. Ve muhakkak ki, onlar bizim katımızda elbette ki, seçilmişler den, hayırlılardandırlar.

47. (Ve muhakkak ki, onlar) O seçkin, müstesnâ zatlar (bizim katımızda) Allah’ın zatının manevî katında (elbette ki, seçilmişlerden) insanlık arasında en seçkin, en üstün olan kullarındandırlar ve (hayırlılardandırlar.) en ziyade hayır ve iyiliğe çalışan, bütün insanlık hakkında hayrı tavsiye eden zatlardan bulunmuşlardı. Binaenaleyh onların Allah katındaki mevkileri elbette ki, pek büyüktür.

48. Ve İsmail’i ve Elyesa ve Zülkifl’i de an ve hepsi de hayırlılardandırlar.

48. (Ve) Ey Peygamberlerin Efendisi!. Muhterem Peygamberlerden olan (İsmail’i ve Elyese’i ve Zülkifl’i de an) onların da pek mükemmel olan tarihi hallerini kavmine anlat. Onların Allah’ın dinî yolunda ne kadar çalıştıkları, o uğurda ne kadar fedakarlıklarda bulunduklarını ve sabr ve sebat göstermiş oldukları düşünülsün. (ve hepsi de hayırlılardandırlar) Evet.. O zatların hepsi de hayr ile, insani olgunluklar ile hakkıyla vasıflanmış, Allah katında üstün, mübârek kullardan ibaret bulunmuşlardır. Allah’ın rahmeti hepsi üzerine olsun. Bu zatlara dair En’am Sünesi ile Enbiya Sûresinin tefsirine de bakınız!.

49. İşte bu, bir hatırlatmadır. Ve şüphe yok ki,takva sahipleri için elbette güzel bir varılacak yer de vardır.

49. Bu mübârek âyetler muhterem Peygamberlerin güzelliklerini bildiren kıssaların onları için bir şeref ve şân vesilesi olduğuna işaret ediyor. Takva sahibi kullar için ahiret âleminde ne büyük mevkilerin, ne seçkin eşlerin ve ne tükenmez nimetlerin vâd buyurulmuş olduğunu müjdelemektedir. Şöyle ki:. (İşte bu) Okunan yani: Yüce Peygamberlerin güzelliklerini bildinen âyetler, onları için (bir şereftir) güzel bir anılmadır, o Peygamberlerin insanlar arasında daima güzellikle yâd edilmelerine bir vesiledir. Bir yoruma göre de bu okunan âyetler bir nev’i öğüttür ki, o da Kur’an-ı Kerim’den ibarettir. (ve şüphe yok ki, takva sahipleri için elbette güzel bir varılacak yer de vardır) Evet.. Öyle yüksek vasıflara sahip olan Peygamberler gibi hakkıyla takva sahibi zatlar, dünyada şeref ve şana nâil oldukları gibi onlar için istikbâlde de varacakları birer güzel makam vardır.

50. Adn cennetleridir. Onlar için kapıları açılmış olarak.

50. O varacakları makam ise (Adn cennetleridir.) içinde devamlı olarak durup kalacakları pek kıymetli bahçeler, bostanlar, köşklerdir. (Onlar için kapıları açılmış olarak) hazır bulunmaktadır. Yani: O takva sahipleri için o cennetlerin kapıları melekler tarafından açılmış, kendileri karşılanarak selâmlanmış bulunacaklardır. Bu ilâhi beyan, o cennetlerin pek geniş, pek güzel, pek açıcı olduğuna işaret etmektedir.

51. Orada koltuklara yaslanıcılardır. Orada birçok meyveler ve içilecek şeyler isteyeceklerdir.

51. O takva sahibi zâtlar, (Orada) o cennetlerde tahtlar üzerinde, koltuklara (yaslanıcılardır.) rahat rahat oturup nimetlere erişmiş bulunacaklardır. (Orada birçokmeyveler ve içilecekler şeyler) Vardır ki, onlar fevkalade lezzetli, neşe verici oldukları için o takva sahipleri, bunları kendi hizmetçilerinden (isteyeceklerdir) burada şuna da işaret buyurulmuş oluyor ki: Cennet ehlinin yiyip içmeleri bir ihtiyaçtan, hayatlarının devamını temin mecburiyetinden kaynaklanmış olmayacaktır, onlar ebedî bir hayata erişmiştirler. Onların yiyip içmeleri sırf lezzet almak ve eğlenmek içindir.

52. Ve onların yanlarında gözlerini kocalarına dikmiş, yaşları müsavî güzeller vardır.

52. (Ve onların yanlarnda) O cennetlere kavuşan mes’ut kulların yanlarında (gözlerini) kocalarına (dikmiş) onlara bir fevkalade bir muhabbet ile bakıp başkalarına bakmayan (yaşları eşit) güzeller, temiz tabiatlı eş (ler vardır.) bu eşler, rivayete göre otuz üçer yaşlarında bulunacaklardır. Bunların aralarında böyle yaşca güzelce bir eşitliğin bulunması, bunların eşit bir muhabbete, bir muameleye tâbi tutulacaklarına, aralarında bir rekabet ve adalete zıt bir muamelenin bulunmayacağına işareti içermektedir. Bunların kocalarına eşit bir vaziyette bulunacakları da düşünülebilir.

53. İşte hesap günü için size va’dedilen şeyler bunlardır denilecektir.

53. Artık o takva sahipleri arasındaki: (İşte hesap günü için size va’dolunan şeyler, bunlardır) Siz ahiret âleminde böyle çeşitli nimetlere, ilâhi lütuflara kavuşacaksznız. Bu, Allah’ın bir va’didir ki, herhalde meydana gelecektir. İşte îmanın, takva sahibi olmanın ebedî mükâfatı!.

54. Şüphe yok ki, bu, elbette bizim rızkımızdır. Bunun için bir tükenmek yoktur.

54. Cenab-ı Hak, şöyle de buyuruyor: (Şüphe yok ki, bu) Beyan olunan güzel güzel nimetler, (bizim rızkımızdır) tek olan zatımın sizlere ihsan etmiş olduğu ebedî nimetlerdir, kerâmetlerdir (bunun için bir tükenmekyoktur.) Ey cennet ehli!. Siz bu sonsuz nimletlerden ebediyyen yararlanıp zevk ve sefa içinde yaşayacaksınızdır. Ne büyük bir ilâhi müjde!.

§ Nefâd; tükenmek, kesilip nihayet bulmak demektir.

55. Bu, böyle ve şüphe yok ki, azgınlar için de elbette dönüp gidilecek bir yaramaz yer vardır.

55. Bu mübârek âyetler de takva sahipleri hakkındaki mükâfatların sabit olduğuna işaret edip onlara muhalif olan kâfirlerin de ne kadar fecî bir şekilde azap göreceklerini bildiriyor. Onların cehennemlerde nasıl korkunç birer vaziyette kalacaklarını ve dünyada iken birbirlerini aldatmış olan o muhtelif gurupların birbirleriyle nasıl münakaşalarda ve beddualarda bulunacaklarını haber veriyor. Bütün insanlık için bir teşvik ve korkutma vesilesi olmak üzere müminlerin kavuşacakları mükâfatları, kâfirleri de uğrayacakları cezalara dikkat nazanlarını çekiyor. Şöyle ki: Takva sahipleri için (Bu) bildirilen mükâfat (böyledir bu bir sâbit emrdir ve şüphe yok ki, azgınlar için de) Cenab-ı Hak’ka itaatten çıkan kâfirler hakkında da (elbette dönüp gidilecek bir yaramaz yer vardır) onlar için şerli, korkunç bir âkibet takdir edilmiştir.

56. Cehennem vardır. Ona gireceklerdir. Artık ne kötü bir döşektir.

56. Evet.. Onlar için (Cehennem vardır) o ateşli yer hazırlanmıştır (ona yaslanacaklardır.) onun içine gireceklerdir, onun şiddetlerine mâruz kalacaklardır. (artık) O cehennem (ne fenâ döşek?.) onun içine düşecek olanlar, onun o müthiş hararetlerine nasıl tahammül edebilecekler?. Bir kere bu âkibeti düşünmeli değil midirler?.

§ Mihad; firaş = döşek demektir.

57. İşte o.. Artık onu tatsınlar. Son derecesıcaktır ve gövdelerden çıkan irindir.

57. Evet.. O kâfirler hakkında (İşte o.) azab takdir edilmiştir. (Artık onu tatsınlar) Onun tesiriyle yanıp yakılsınlar. O (son derece sıcaktır) yüzlerin derilerini soyar durur (ve) o (gövdelerden çıkan irindir) pek ziyade fena kokulu bir sıvı halindedir. Veya kısmen de son derece soğuktur, içilmesine takat getirilemez veya pek müthiş bir azaptır ki, onun mahiyetini ancak Allah Teâlâ bilir.

§ Hamîm, harareti şiddetli su demektir.

§ Gessak; da soğukluğu pek şiddetli su ve cehennem ehlinin gövdesinden çıkan kan ve irinden ibârettir.

58. Ve onun şeklinden başkaca da çiftler vardır.

58. Cehennem ehline mahsus azaplar, onlardan ibaret değildir. (ve onun şeklinden) O bildirilen azapların benzerlerinden (başkaca da çiftler) çeşitli sınıflardan azaplar da (vardır) ve daha nice meşakkatli şeyler, zehirli zakkum ağaçları ve diğerleri de mevcuttur.

59. Şunlar, sizinle beraber ateşe dalıvermiş bir topluluktur. Onlara bir merhaba yok muhakkak ki, onlar o ateşe gireceklerdir.

59. Cehennem bekçileri; evvelce cehenneme atılanlara sonradan atılacakları göstererek diyeceklerdir ki: (Şunlar) Şu cehenneme sevkedilen diğer bir topluluk (sizinle beraber) âteşe (dalıvermiş bir topluluktur) onlar da sizinle beraber şiddetle azab göreceklerdir. Sonra cehennem bekçileri veya öyle evvelde cehenneme atılmış olanlar, o sonrakilere, yani dünyada iken kendilerinin aldatmalarına kapılmış bulunanlara diyeceklerdir ki: (onlara bir merhaba yok) Onlar için bir genişlik, azapdan bir kurtuluş bulunmasın. (mubakkak ki, onlar, o âteşe giricilerdir) Onlar kendi kötü amellerinden dolayı şimdi cehennem ateşine atılmaya lâyık olmuşlardır.

60. Onlar da Derler ki: Hayr.. Sizlersiniz o bedduaya daha lâyık sizin için merhaba yoktur. Belki o küfrü, bizim için siz sundunuz. Artık ne kötü bir yerdir.

60. Onlar da, yani: Sonradan cehenneme atılanlar da o evvelki atılanlara, dünyada iken kendilerine tâbi olmuş, aldatmalarına kapılmış bulundukları kimselere (Derler ki: Hayır.. Sizlersiniz) o bedduaya daha ziyade lâyık olanlar. Binaenaleyh asıl (sizin için merhaba yoktur.) Siz şimdi cehennemde hiçbir rahat yüzü göremeyeceksiniz. Zira bizi de siz sapıttınız. (belki o küfrü bizim için siz sundunuz) Bizi siz saptırarak o küfre düşürdünüz. (artık ne kötü bir yerdir) O ateş sizin için de bizim için de, artık bu, hepimiz için müthiş ve daimi bir ikametgâh bulunacaktır, diyeceklerdir.

§ Merhaba; yerin geniş olsun, rahat ve huzur içinde bulun manâsında bir duadır, bir iyilik severlik alametidir. İşte müslümanların birbirine selâm vermeleri merhaba demeleri böyle güzel bir ictimai terbiye neticesidir.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN