NEML SURESİ

61. Yoksa yeri bir karargâh kılan ve aralarında ırmaklar akıtan ve o yer için sabit dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir engel meydana getirilmiş olan mı hayırlıdır ? Allah ile beraber başka tanrı mı vardır? Hayır.. Onların çokları bilmezler.

61. Evet.. Bir kere düşünmeli değil midir?. Öyle âciz, yaratılmış putlar, ve diğer şeyler mi hayırlıdır ki, onlara tapmaktan bir faide beklenebilsin?. (Yoksa yeri bir karargâh kılan) İnsanları üzerinde tam bir sukünetle barındıran (ve aralarında) o mekânın çeşitli yerlerinde (ırmaklar akıtan) öyle faideli nehirleri, kaynakları meydana getiren (ve o yer için sabit dağlar yaratan) yer sahasının sükûnetini, intizamını temin eden, birnice faideli madenleri bünyesinde toplayanmuhteşem dağlara öyle faideli bir varlık veren (ve iki deniz arasında bir engel vücude getirmiş) hikmet gereği suları lezzetli olan denizler ile tuzlu bulunan denizler, nehirler arasına bırakmış olduğu bir engel ile onların birbirine karışmalarına meydan vermemiş (olan mı) hayırlıdır?. Elbetteki, hayır ve kerem, lütuf ve ihsan ancak bu harikaları yaratan, takdir ve idare buyuran Allah Teâlâ’ya mahsustur. Bütün insanlar bu hakikatı takdir etmeli değil midirler?. Evet.. (Allah ile beraber) Başka (tanrı mı vardır?.) hâşâ, bu ne mümkün!.. Hayır (Onların çokları bilmezler) bu kudret eserlerini gören, bunlardan istifade eden insanların bir çoğu bu hakikati anlamazlar, kendi kanaatleririnin bâtıl olduğunu anlayamazlar. Onlar kendi aslî yaratılışlarını zâyettikleri için bu kadar açık kudret eserleri karşısında hayvan gibi bir vaziyet almış bulunurlar. Bu âyeti kerime de ikinci nevi, rahmet eserlerini bildirmektedir.

62. Yoksa kendisine dua ettiği zaman, sıkıntı içinde kalana karşılık veren ve kötülüğü açıp gideren ve sizi yeryüzünün hakimleri kılan mı? hayırlıdır? Allah ile beraber bir tanrı mı vardır? Siz pek az düşünüyorsunuz.

62. Evet.. Şunu da bir kere düşünmeli değil midirler?. Kendilerine hiçbir faide temin edemedikleri görünüp duran putlar mı hayırlıdır? (yoksa kendisine) kendi yüce zatına (dua ettiği zaman, sıkıntı içinde kalana karşılık veren ve kötülüğü açıp gideren) nice kullarının vakit vakit mübtelâ oldukları ıztıraplarını, ihtiyaçlarını onların dua ve niyâzı üzerine bertaraf buyuran ve ey insanlar!. (sizi yeryüzünün hâkimleri kılan mı) Hayırlıdır. Öyle kendilerinde bir faide beklenmeyen bâtıl mabutlar, insanlığı meydana getiren insanlık silsilesini devam ettiren, nesilleri devain ettirip insanları birbirinin ardından getiren bir hikmetli yaratıcı gibi olabilir mi?. Hâşâ!. Hiç bir şey, o hikmet sahibi yaratıcıya eşit, ona ortakve benzer olamaz. Artık (Allah ile beraber bir tanrı mı vardır?..) hâşâ ne mümkün elbetteki, başka bir ilah daha yoktur. Bu apaçık bir hakikattir. Ne yazık ki, ey cahiller!. (siz pek az düşünüyorsunuz!.) Yani: Hiç doğru düşünemiyorsunuz. Bu kadar kudret eserlerinden bir nasihat almış olmuyorsunuz, pek büyük bir cehalet içinde yaşıyorsunuz. Bu âyeti kerime de üçüncü nevi rahmet eserlerini ifade etmektedir.

63. Onlar mı hayırlı yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde sizi doğru yola sevk eden mi ve rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci gönderen mi? Allah ile beraber bir tanrı mı vardır? Allah onların ortak koştuklarından yücedir.

63. Bu mübârek âyetler de Cenab-ı Hak’kın lütuf ve rahmet eserlerinden dördüncü ve beşinci nevi hayırları, menfaatleri zikrederek Allah’ın birliğini isbat ediyor. O Yüce Yaratıcıya ortak sanılanların ise âciz, bu gibi hayır ve iyiliklere kâdir olmayan şeylerden ibaret bulunduklarını bildiriyor. Bütün gayba dair hususları Hak Teâlâ’nın bildiğini, başkalarının bunu bilmediğini beyan buyuruyor. Müşriklerin ahiret hayatına dair malûmat edinmiş oldukları halde yine şek ve şüphe içinde yaşadıklarını, o hakikatı görmez bulunduklarını gözler önüne sermektedir. Şöyle ki: Ey müşrikler şunu da düşününüz, sizin o kendilerine taptığınız âciz, kendilerini bile idareye kâdir olmayan putlarınız mı hayırlı (Yoksa karanın ve denizin karanlıkları içinde sizi) yıldızlar ile, dağlar ile, rüzgârlar ile yarattığı bir nice nakil vasıtalariyle (doğru yola sevkeden mi?) hayırlıdır (Ve rahmetin önünde) yağmurların yağacağına dair (rüzgarları müjdeci gönderen mi?.) o kerem ve merhamet sahibi, her şeye gücü yeten Yüce Yaratıcı mı hayırlıdır?. Bunu hiç düşünüp takdir edemiyor musunuz?. Hiç (Allah ile beraber bir tanrı mı vardır?) ki, öyle mahlûkata da tapınıp duruyorsunuz, Evet..(Allah onların) O müşriklerin ilâhi zatına (ortak koştuklarından yücedir) onun ilâhi zatı her yönüyle münezzehtir, kutsaldır, bu âyeti kerime dördüncü rahmet eserini içermektedir.

64. Onlar mı hayırlı yoksa ilk defa yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi gökten ve yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber bir tanrı mı vardır?. De ki: Haydi delilinizi getiriniz, eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz.

64. Ey gafiller!. (Yoksa ilk defa yaratan) Nice hayat sahiplerini birer nutfeden meydana getiren (sonra onu) o yaratılanları (tekrar yaratan) öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturan (ve sizi gökten) yağdırdığı yağmurlar ile, sıcaklar ve soğuklar ile (ve yerden) meydana getirdiği ekinler ile, hayvanlar ile, madenler vesaire ile (rızıklandıran mı) hayırlıdır, yoksa size hiçbir faydası olmayan o putlar mı hayırlıdır?. Elbette ki, bundan bir hayır beklenilemez. (artık Allah ile beraber bir tanrı mı vardır?.) ki, ona da tapmanız uygun olabilsin?. İşte Cenab-ı Allah’ın birliğine mabutluğuna, yaratmış olduğu şeyler birer parlak, kesin delil bulunmaktadır. Ey Yüce Peygamber!. O müşriklere (de ki: Haydi) o putlara taptığınız doğru olduğuna, çeşitli tanrıların varlığına dair (delilinizi getiriniz) elinizde bir kanıt var ise gösteriniz. (eğer siz) Başka mabutların da varlığına dair o iddianızda (doğru sözlü kimseler oldu iseniz) öyle bir delil getirmeğe koşunuz. Çok uzak!. Buna imkân mı var?. İşte bu âyeti kerime de beşinci nevi, rahmet eserlerini içermektedir.

65. De ki: Göklerde ve yerde olanlar gaybı bilemezler, lâkin Allah bilir ve onlar ve zaman tekrar diriltileceklerini de bilmezler.

65. Evet.. Yaratıcılık, mabutluk yalnız Allah Teâlâ’ya mahsustur. Artık Ey Yüce Peygamber!. O müşriklere (De ki: Göklerde ve yerde olanlar) ne melekler ve ne de insanlar (gaybı bilemezler) kendilerinden gaip olan,istikbale ait bulunan şeylere dair bilgileri olamaz, (lâkin) o gayıbı (Allah bilir) başkaları böyle bir bilgiye bizzat kudretli değildirler. (ve onlar) o göklerde ve yerdeki kimseler (ne zaman tekrar diriltileceklerini de) mezarlarından kaldırılacaklarını da (bilemezler) bilip tâyin edemezler.

66. Onların bilgileri, ahiret hakkında, yetişip son buldu. Fakat onlar ondan şüphe içindedir. Hayır, onlar, ondan yana kördürler.

66. (onların bilgileri, ahiret hakkında yetişip son buldu) O hususa dair kendilerine peş peşe bilgi verildi, onlar biz ahiret âlemine dair bir şeyden haberdar olamadık diye mâzeret ileri süremezler. (fakat onları) o dinsizler (ondan) ahiretin vuku bulacağından (Şüphe içindedirler) kendilerine verilen o kadar bilgiye rağmen yine kendileri onun meydana gelip gelmiyeceği hususunda şaşkındırlar. (Hayır onlar ondan kördürler) Ahiret hayatına dair olan delilleri, kesin kanıtları görüp takdir edemezler. Onlar yine inkârcı bir halde devam eden dururlar. îman ve irfan sahipleri ise gözleri önünde parlaylp duran o kadar muazzam kudret, eserlerini bir hürmet ve saygı ile seyrederek onları yoktan var eden Yüce Yaratıcının varlığını, birliğini tasdik ederler ve ahiret hayatına inanırlar, Cenab-ı Hak için kulluk secdesine kapanmayı en yüksek bir insani vazife kabul ederek Allah’ın kudretinin eserlerini bir hürmet lisanı ile anlatmaya çalışırlar.

“Hak Teâlâ, azamet âleminin padişehi”

“Lâmekândır olamaz devletinin tahtgehi”

“Hastır zatı ilâhisine mülki ezeli”

“Bil hudud anda olan kevkebei lemyezeli”

“Eseri hikmetidir yerle gökün bünyadı”

“Dolu boş cümle yedi kudretin icadı”

“İzzet-ü şanını takdis kılar cümle melek”

“Eğilir secde eder pişi celâlinde felek”

“Emri vech üzre yer eyler gece gündüz hareket”

“Değişir tazelenir mevsimi feyz-ü bereket”

“Pertevi rahmetin lem’asıdır ayla güneş”

“Tabı hışmından alır alsa cehennem ateş”

“Şereri heybeti ulviyyesidir yıldızlar”

“Anlansın şûlesi gök kubbesini yaldızlar”

“Kimi sabit, kimi seyyar bitakdiri kâdir”

“Tanrının varlığına her bir burhanı münir”

“Varlığın bilme ne hacet kürei âlem ile”

“Yeter isbatına halk ettiği bir zerre bile” “şinasi”

67. Ve kâfir olanlar dedi ki: Biz ve atalarımız toprak olduğumuz vakit mi, muhakkak bizler kabirlerimizden çıkarılmış olacak mıyız?

67. Bu mübârek âyetler, bir takım kâfirlerin haşr ve neşri ne kadar inkâr eder olduklarını bildiriyor, Resûl-i Ekrem’e teselli verici oluyor, o kâfirleri, kendilerine bir takım felâketlerin geleceği ile tehdit buyurmaktadır. Şöyle ki: (O kâfir olanlar) Ahiret hakkında cehalet ve körlük gösterenler (dedi ki: Biz ve atalarımız toprak olduğumuz vakit mi) öyle aradan zamanlar geçtikten sonra mı? (muhakkak bizler elbette) kabirlerimizden, toprak kesilip yok olduğumuz yerden hayat sahasına (çıkarılmış olacak mıyız?.) otlar gibi yeniden yetişmiş mi olacağız, bu ne kadar garip bir iddia!.

68. Andolsun ki, bu tehdit bize ve evvelce de atalarımıza yapılmıştır. Bu evvelkilerin masallarından başka birşey değildir.

68. (andolsun ki, bu tehdit) öldükten sonra tekrar hayat bulup kabirlerden çıkarılacağımız (bize ve evvelce) bundan nice asırlar evvel (atalarımıza da yapılmıştır) halbuki, şimdiyekadar böyle birşey vuku bulmamıştır. Artık anlaşılıyor ki: (bu) söz, böyle bir iddia (evvelkilerin masallarıdır) o eski kimselerin uydurdukları ve yalan yere yazmış oldukları şeylerden başka birşey değildir. Bu inkârcılar, insanlığın nasıl ve ne gibi hikmetlerden dolayı meydana getirilmiş olduğunu düşünmüyorlardı. Kıyametin hemen meydana gelmemesinden yola çıkarak Ahiret hayatını inkâra cür’et gösteriyorlardı, insanlığın hayat tarihinden bir ibret dersi almış bulunmuyorlardı.

69. De ki: Yeryüzünde yürüyünüz de bakınız ki, günahkârların akibeti nasıl olmuştur.

69. İşte Cenab-ı Hak, o gibi inkârcılara bir ibret manzarası gösterilmesi için Yüce Peygamberine emir ediyor ki: Resûlüm!. Onlara (De ki) sizler bir kere (yeryüzünde yürüyünüz de bakınız ki, günahkârların âkibeti nasıl olmuştur.) nice kavimler, Peygamberlerine muhalefet ederek küfürde, isyanda devam ettikleri için nihayet ne fecî felâketlere uğramışlardır. Yıkılmış yurtları, tarihe mal olmuş kıssaları bunu pek açık gösteriyor. Artık onların başlarına gelmiş olan faciaları düşünerek onlardan ibret densi almak icabetmez mi? Nedir bu inkârdaki devamınız?.

70. Ve onlara karşı mahzun olma ve onların hiylelerinden dolayı bir sıkıntıya düşme.

70. Hz. Peygamber, elçilik görevini yerine getirmiş olduğundan dolayı Cenab-ı Hak o muhterem Peygamberine teselli veriyor (Ve) emir ediyor ki: Resûlüm!. (onlara) O inkârcılara (karşı mahzun olma) onların o küfürlerindeki ısrarlarından dolayı üzüntü ve keder içinde kalma (ve onların hiylelerinden) sana karşı kurmak istedikleri tuzak ve düzenden (dolayı bir darlığa düşme) mübârek kalbin daralmasın, sen Allah’ın korumasına erişmiş bulunmaktasın, endişeye mahal yok.

71. Ve derler ki: Bu tehdit ne zamandır? Eğer siz doğru sözlü kimseler iseniz haber verinizbakalım.

71. (Veş o) inkârcılar (derler ki: Bu vad) kâfirler hakkında va’dediler azap, öldükten sonra dirilmek, mahşere sevkedilmek (ne zamandır) bize haber veriniz (eğer siz) ey Peygamber ile sana îman edenler (doğru kimseler iseniz) bizi ondan haberdar ediniz bakalım.

72. De ki: O acele istediğiniz şeyin bir kısmı belki de sizin ardınıza takılmış bulunmaktadır.

72. Hak Teâlâ Hazretleri de peygamberine hitaben buyuruyor ki: Habibim!. (De ki:) Yani öyle alay edici şekilde bir suale cüret eden inkârcılara ihtar et ki: (o acele istediğiniz şeyin bir kısmı, belki de sizin ardınızda takılmış bulunmaktadır.) Yakında başınıza gelecektir. Nitekim de gelmiştir. Onların bir kısmı Bedir gazvesinde katledilmiş olup ahiret azabına kavuşmuşlardır. “Asa”, “Lealle” = Belki, umulur ki, ihtimâl ki, yakinen arzu edilir ki, sözleri büyükler, hükümdarlar tarafından söylenildiği vakit, âdeta cezm = kati karar verme durumunda bulunur. Mesela bir hükümdar: “belki sana şöyle bir iyilikte bulunurum” dese: Ben sana iyilik yapacağım demiş gibi olur. “Umulur ki” seni öldürürüm, demesi de “seni öldüreceğim” gibi bir ihtarı içerir. Bu şekilde hitap, bir ağır başlılık nişanesidir, intikamda acele edilmiyeceğini gösterir. İşte Kur’an-ı Kerim’deki bu kelimelerde de bu esas geçerlidir. Allah Teâlâ’nın vad ve tehdidi bu usul üzere cereyan etmiştir.

73. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin insanlara karşı elbette kerem sahibidir. Fakat onların çoğu şükretmezler.

73. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ Hazretlerinin bütün kullarına -çokları şükür vazifelerini yerine getirmedikleri halde yinelütuf ve keremde bulunduğunu bildiriyor ve herkesin kalben gizledikleri veya açığavurdukları şeyleri bildiğini ihtar ediyor ve bütün gaib, ve gizli şeylerin Levh-i Mahfuz’da yazılmış olduğunu haber veriyor. Kur’an-ı Kerim’in de İsrailoğullarına, ihtilâfa düşmüş oldukları şeylerin bir çoğunu haber vermekte olduğunu ve o ilâhi kitabın müminler için bir hidayet ve rahmet bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Yüce Peygamber!. (Şüphe yok ki, senin Rabbin) Seni besleyip en yüksek mükemelliklere eriştiren kerim Yaratıcın (insanlara karşı elbette kerem, sahibidir) bütün insanlara ihsan eder ve nimet verir. Kısacası onların günahlarından dolayı hemen azaba uğratmaz, kendilerine hallerini düzeltebilmeleri için bir mühlet verir (fakat onların) o insanların (coğu) bu ilâhi lutfu, takdir edemeyip ona (şükretmezler) inkârcı hareketlerinde devam edenler, haklarında azabın hemen gelivermesini bile -bir küçümseme yoluyla- istemek alçaklığında bulunurlar. Bu âyeti kerime, gösteriyor ki: Cenab-ı Hak, kâfirlere de dünyada nimet verir. Fakat onlar bunun kadrini bilmedikleri ve şükrünü yerine getirmedikleri için azabı hak etmiş olur.

74. Ve şüphe yok ki, senin Rabbin onların kalplerinin neyi sakladığını ve neyi ilân ettiklerini elbette bilir.

74. (Ve Şüphe yok ki, senin Rabbin onların) Bütün insanların (kaplerinin neyi sakladığını ve neyi ilan ettiklerini elbette bilir) kısacası Yüce Peygamberlere karşı cephe alanların da bütün gizli ve açık hallerini, düşüncelerini o Yüce Yaratıcı, bilmektedir. Onlar bu dedikodularının ve içerlerindeki düşmanlık hislerinin pek acıklı âkibetine hazırlansınlar.

75. Ve gökte ve yerde bir gaib bir gizlenmiş şey yoktur ki, apaçık bir kitapta yazılmış olmasın.

75. (Ve gökte ve yerde bir gaip) Bir saklı ve gizli şey (yoktur ki) o şey (apaçık bir kitapta) yani: Levh-i Mahfuz’da yazılmış (olmasın) evetbütün bu hadiseler, meydana gelmeden önce Allah tarafından bilinmekte ve Levh-i Mahfuz’da yazılı bulunmaktadır.

76. Muhakkak ki, bu Kur’an, İsrailoğullarına, kendisinde ihtilâf ettikleri şeylerin çoğunu anlatır.

76. (Muhakkak ki, bu Kur’an) Bu apaçık kitap da, Peygamberimizin zamanında bulunan (İsrailoğullarına, kendisinde ihtilâf ettikleri şeylerin çoğunu anlatır) onların ihtilâftan kurtulurak hakikati öğrenmelerini diler. Elverir ki, onlar insaf edip bundan istifadeyi bir nimet bilsinler. Meselâ: Hz. İsa ile Hz. Üzeyr hakkında ihtilâfa düşmüşlerdir. Bir kısım dinî meseleleri değiştirmeye ve gizlemeye cüret göstermişlerdir. Son Peygamberin vasıfları kitaplarında yazılı olduğu halde onun Peygamberliğini de birçokları inkâr edip durmuştur.

77. Ve şüphe yok ki, o Kur’an müminler için elbette bir hidâyettir ve bir rahmettir.

77. (Ve Şüphe yok ki, o) Kur’an-ı Kerim (müminler için elbete bir hidayettir) çünkü o ilâhi kitabta, tevhide, Allah’ın sıfatlarına, risalet ve nübüvvete, haşr ve neşre, öğütlere dair nice âyetler, deliller mevcuttur. Bu âyetler müminleri selâmet ve saadet sahasına kavuşturur. (ve) O Kur’an-ı Kerim müminlerce (bir rahmettir) bir ilâhi nimettir, bir büyük ikramdır, binaenaleyh Kur’an-ın yüceliğini güzelce düşünenler, onun mukaddes bir kitab olduğunu anlayarak îman şerefine kavuşmuşlardır. Nitekim bugün de muhtelif miletlerden bir nice mütefekkir zatlar, bunu takdir ederek müslüman olma şerefıne erişmektedirler. İsrailoğulları arasından da bu hakikati anlayarak müslümanlık şerefine kavuşmuş olanlar da vardır. Kur’an-ı Kerim’i inkâr edenler de elbetteki, lâyık oldukları müşkil bir âkibete birgün kavuşacaklardır.

78. Muhakkak ki, Rabbin onların arasındaadaletiyle hükmedecektir. Ve o, her şeye kadirdir, her şeyi tam anlamıyla bilendir.

78. Bu mübârek âyetler, ihtilâfa düşenler hakkında Allah Teâlâ’nın nasıl bir hükümde bulunacağını bildiriyor, Resûl-i Ekrem’in yüksek vasfını beyan ile hakka tevekkül etmesini kendisine tavsiye buyurmaktadır. O Yüce Peygamberin tebliğlerini kimlerin işitip kabul edeceklerini, kimlerin de sağırlaşıp kabul etmiyeceklerini göstermekte dir. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. O İsrailoğulları ve diğer muhalif toplulukları beklesinler (Muhakkak ki, Rabbin) seni korumasına, ihsanına eriştiren yaratıcın (onların) o bütün ihtilâflarda bulunanların (arasında adaletle) hikmetiyle (hükmedecektir) hakikat ne ise o ortaya çıkacaktır. (ve o) Kerem sahibi mabûdun (her şeye kâdirdir) onun kudreti sonsuzdur, onun hükmünü kimse reddedemez ve (herşeyi tam anlamiyle bilendir) o herşeyi bilen Yaratıcıya karşı hiçbir şey gizli kalamaz, herkesin bütün yaptıklarını, kuruntularını tamamen bilir, ona göre haklarında ezeli hükmü meydana gelmiş olun.

79. Artık Allah’a tevekkül et. Şüphe yok ki, sen apaçık bir hak üzere bulunmaktasın.

79. İşte ey yüce Peygamber!. Cenab-ı Hak’kın ilim ile, hikmet ile, tam bir adaletle, azamet ve kudret ile vasıflanmış olduğu açıktır. (Artık Allah’a tevekkül et) öyle yüce sıfatlarla vasıflanmış olan bir Yaratıcıya tevekkül etmek, ona işleri havâle etmek her kul için bir vazifedir. (şüphe yok ki, sen) Ey Muhterem Resûl!. (apaçık bir hak üzere bulunmaktasın) Sen bütün ümmetlerine hakikati beyan etmekte, hak ile bâtılın arasını ayırmakta, mahiyetlerini tâyin eylemektesin. Binaenaleyh senin gibi bir zat, elbetteki, Allaha tevekkül eder, onun koruma ve yardımına güvenir.

80. Şüphe yok ki, sen ölülere duyuramazsın ve arkalarına dönüp kaçan sağırlara da davetini işittiremezsin.

80. Evet.. Ey Yüce Peygamber!. Sen Cenab-ı Hak’ka tevekkül et, üzüntüye kapılma, sen peygamberlik görevini yerine getirmektesin, (Şüphe yok ki, sen ölülere,) mânen ölmüş, helâke uğramış kimselere o faideli sözlerini, öğütlerini (duyuramazsın) sen mâzursun (ve) öyle (arkalarına dönüp kaçan) doğru sözleri dinlemekten yüz çeviren, kalben (sağır) kimse (lere de davetini işittiremezsin) elbetteki, hem sağır, hem de gerisin geriye kaçıp giden kimseler, yapılan bir daveti bir nasihatı işitmekten, anlamaktan daha ziyade mahrumdurlar. Elbetteki, öyle şahıslar, yüce bir Peygamberin dine davetini, pek faideli öğütlerini can kulağiyle işitip anlayamazlar.

81. Ve sen o körleri sapıklıklarından hidayete erdirici değilsin, sen ancak bizim âyetlerimize inananlara işittirirsin, işte Müslüman olanlar da onlardır.

81. (Ve). Ey Yüce Peygamber!. (sen o körleri) O kalp gözleri olmayanları, o hakikatları görüp anlamak kabiliyetleri olmayan dinsiz kimseleri (sapıklıklarından) içine düşmüş oldukları dalâletlerden, cehaletlerden kurtararak (hidayete erdici değilsin) hidayete kavuşmak, kalp gözleri açık, güzel bir düşünmeye sahip olan zatlara aittir, onları Allah Teâlâ hidayete eriştirir, (sen) ey Muhterem Peygamber!. (Ancak bizim âyetlerimize inananlara işittirirsin) îmana kabiyetli olanlar, Cenab-ı Hakk’ın âyetlerini anlayıp tasdik eden zatlardır ki, onları öyle dinî, yüce beyanları memnuniyetle işitir kabul ederler. (İşte müslüman olanlar da onlardır) Onlar, gecekten samimi birer uyanık kalbe sahip oldukları içindir ki, Yüce Allah’ın âyetlerini dinlerler, onları kabul ederler, gerektirdiği şekilde harekete çalışırlar, nihayet selâmet ve saadete ermiş olurlar.

82. Söylenen söz, başlarına geldiği zaman, onlar için yerden bir dâbbe çıkarırız da bizim âyetlerimize insanların kati surette inanmazolduklarını onlara söyler.

82. Bu mübârek âyetler, kıyametin vaktini alay yoluyla soran, ve acele vuku bulmasını isteyen inkârcılara karşı bir tehdit makamında bulunuyor, kıyametin bazı alametlerine işaret ediyor. O inkârcıların nasıl bir durumda bulunacaklarını, nasıl bir kınama hitabına uğrayacaklarını, zulümleri yüzünden nasıl bir azaba maruz kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Söylenen söz) kıyamete dair verilen haber, kıyametin vuku bulacağına, onun müthiş bir ses olacağına dair Kur’an-ı Kerim’in bildirdiği felâket, o inkârcıların (başlarına geldiği zaman) yani: O korkunç musibetlerin zamanı yaklaşıp azabın başlarına geleceği vakit (onlar için yerden bir dabbe) garip, harikulâde bir hayvan meydana (çıkarırız da) bu pek enteresan bir kıyamet alâmeti bulunan mahlûk (bizim âyetlerimize insanların katî surette inanmaz olduklarını onlara söyler) yani: Kıyamet saatinin geleceğini ifade eden Allah’ın âyetlerini yakinen bilip tasdik etmezler. O âyetlerin haber verdiği alâmetlerden bir de bu dabbenin ortaya çıkmasıdır. Artık o inkârcılar, bu dabbeyi görecekleri zaman utanmayacaklar mıdır?. Korkuları içinde kalmayacaklar mıdır?. “Dabbe” Lûgatte yürüyen, hareket eden, üzerine binilen herhangi bir hayvan demektir. Bu âyeti kerimedeki dabbeden maksat da Allah bilir ya, harikulâde bir şekilde yerden çıkacak olan garip bir hayvandır ki, insanlara karşı hitab etmek hârikasını gösterecektir. Bunun Mescid-i Haram veya Safa mevkiinden çıkacağı rivayet olunmaktadır. Bu hayvan, kıyamet alâmetlerindendir, kıyameti inkâr eden insanlar kınayıp Arapça konuşacaktır. Bunun hakkında birçok ayrıntı vardır, bunun bir insandan ibaret olacağını söyleyenler de vardır. Kendisinin ne kadar iri yapılı olduğuna, iki üç defa yerden çıkacağına dair bir hayli rivâyetler de vardır. Fakat bu rivâyetler, bu hususta birer kuvvetli delil teşkiletmemektedir. Biz bunun hakikatini, mahiyetini, ayrıntısını Allah’ın ilmine havale ederiz. Ancak şunu da ilave edelim ki: Büyüklüğüne ve kudretine nihayet olmayan, nice garip harikulâde şeyleri meydana getiren Yüce Allah, dilediği vakit böyle harikulade bir hayvanı da vücude getirir, cereyan eden hususlara aykırı ince kudret eserlerini müşahede edip duruyoruz. İnsanları akıla, ve konuşma yeteneğine kavuşturmuş olan Yüce Yaratıcı, herhangi bir mahlûkunu da ilme, hikmete, konuşma kudretine kavuşturabilir, bunu hiçbir mümin, imkânsız göremez, binaenaleyh kıyamete yakın böyle bir dabbeyi, hayat sahibi bir mahlûku da meydana getirecektir. Buna inanıyoruz..

83. Ve o günki, her ümmetten bizim âyetlerimizi yalanlayan kimselerden bir cemaat toplarız. Artık onlar sevk edileceklerdir.

83. Evet.. Kıyamet alametleri de, kıyametin meydana geleceği de birer hakikattir (Ve o gün ki) o dinsizlerin inkâr ettikleri kıyamet zamanı ki, (her ümetten) her asırda yaşamış, her Peygamberin ümmetleri içinde bulunmuş insanlardan (bizim âyetlerimizi yalanlayan kimselerden) ibaret olmak üzere (bir taifeyi) onlardan birer cemaati ve o dinsizlerin başlarında bulunan şeytan tabiatli henifleri bir azap sahasına (harederiz) onları sertlikle, şiddetle toplayarak cehenneme sevketmiş oluruz. (artık onlar) sırasıyla toplanarak (sevkedileceklerdir.) birbirlerine karışarak hepsi de azaba tutulmuş olacaklardır.

84. Nihayet geldikleri vakit Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Benim âyetlerimi ilmen kavrayamaz olduğunuz halde onları yalan mı saydınız? Yoksa sizin yaptığınız şey ne idi?

84. (Nihayet) O kâfirler, sual ve cevap ve hesaba çekilme yerine (geldikleri vakit) Cenab-ı Hak, onları azarlamak için (buyurur ki: Benim ayetlerimi) böyle bir mahşere sevkedileceklerini haber vermiş olan Kur’aniaçıklamaları (ilmen kavrayamaz olduğunuz halde) onları anlamanıza vasıta olacak şekilde düşünme ve tefekkürde bulunmaksızın (yalan mı saydınız?) o ne cahilce bir hareket idi! (yoksa sizin yaptığınız şey ne idi?) Sizin hayatınızın gayesi, öyle inkârcı olarak yaşamak mı idi, dinî vazifelere aykırı olan şeyleri yapmak mı idi ki: Öyle helâk edici bir harekette bulundunuz?

85. Ve zulümleri sebebiyle o söylenen söz, gerçekleşmiştir. Artık onlar söz söyleyemezler.

85. Artık kıyamet gününde o inkârcılar için bir kurtuluş çaresi kalmayacaktır (Ve) onların dünyadaki (zulmları) dinsizce yaşamaları, Allah’ın ayetlerini inkâr etmeleri (sebebiyle o söylenen söz) dünyada iken kendilerine bildirilen azap (üzerlerine vuku bulmuştur) haklarında va’dediler uhrevî ceza gelmiş, vâcip olmuştur. (artık onlar, söz söyleyemezler.) Kendilerini müdafaya imkân bulamazlar, ağızları kapanmış, cevaptan âciz kalmış, pek elem verici bir azap ile meşgul bulunmuş olurlar. İşte küfrün pek korkunç âkibeti!.

86. Görmediler mi ki, biz geceyi karanlık kıldık ki, onda rahat etsinler ve gündüzü de aydınlık kıldık şüphe yok ki, bunda îmân edecek bir kavim için elbette ibretler vardır.

86. Bu mübârek âyetler de inkârcıları kınamak için Allah’ın kudretine şahitlik eden diğer mühim bir yaratıliş eserini nazarı dikkatlere sunmakta ve kıyamet hallerine dair muazzam bir hâdiseyi haber vermektedir. Şöyle ki: İnsanlar kalben düşünüp (Görmediler mi?.) güzelce tefekkür edip anlamadılar mı (biz geceyi) karanlık (kıldık) güneşin batmasını sağladık (ki,) insanlar (onda), o gece vaktinde (rahat etsinler) uykuya yatarak istirahat etsinler (ve gündüzü de aydınlık) kıldık, aydın bir halde bulundunduk ki, geçimliklerine ait işleri kolaylıkla görsünler. (Şüphe yok ki, bunda) Bu gece ile gündüzün varlığında, biribirini pek muntazam bir surettetâkibetmesinde (îman edecek bir kavim için) Cenab-ı Hak’kın varlığını, kudretini anlayıp tasdik edecek kabiliyete sahip zatlar için (elbette ibaretler vardır) o Hikmet sahibi yaratıcının varlığına, birliğine, kudret ve yüceliğine ve kıyamet hâdiselerinin vuku bulacağına dair parlak delilleri bulunmaktadır. Gerçekten de gece ile gündüzün öyle güzel, muntazam bir surette birbirini tâkibetmesi, ne büyük bir ilâhi kudret eseridir. Buna kâdir olan bir Yüce Yaratıcı, insanları da öldürdükten, öyle bir guruba uğrattıktan sonra elbetteki yine diriltebilir, onu yeni bir doğuşa muvaffak kılabilir.

87. O gün ki, sura üfürülür. Artık göklerde olanlar da ve yerde olanlar da şiddetli bir korkuya tutulur. Allah’ın dilediği müstesnâ. Ve hepsi de ona boynu bükük bir halde gelirler.

87. Evet.. O Yüce Yaratıcının kudreti sonsuzdur. Kısacası (O gün ki, sura üfürülür) Cenab-ı Hak’kın emriyle İsrafil Aleyhisselâm, sur denilen bir boruya üfürür (artık göklerde olanlar da ve yerde olanlar da şiddetli bir korkuya tutulur) korkarak bağırıp çağırmaya başlarlar. Ancak (Allah’ın dilediği müstesnâ) Cenab-ı Hak’kın korkudan, bağırıp çağırmadan koruduğu bir kısım muhterem zatlar, böyle bir korkuya, feryat ve bağırtıya maruz kalmazlar. Bu zatlardan maksat, bir rivayete göre Cebrail, Mikâil, İsrafil ve Azrail Aleyhimüselâm’dır. Bir hadis-i şerife göre de onlardan maksat, şehitlerdir ki, onlar Allah katında diridirler ki, onlara korku dokunmaz. Başka rivâyetler de vardır. (ve hepsi de) Bu sura üfürülme üzerine toplanarak Cenab-ı Hak’kın manevî huzuruna sual ve cevap için getirilecek olanlar (ona) o Yüce Yaratıcının manevî huzuruna, duruşma mahalline (boyunları bükük) tam bir tevazu ile razı olmuş (bir halde gelirler) Rivayete göre sura üfürme, üç defa vâki olacaktır. Birincisi: Kıyametin başlangıcında vuku bulacaktır ki, bundandolayı halk, büyük bir korku ve bağırtı içinde kalacaktır. İkincisi: Kıyamette vâki olacaktır ki. bununla herkes helâke uğramış olacaktır. Üçüncüsü de kıyametten sonra vâki olacaktır ki, bununla her ölmüş kimse yeniden hayat bularak mahşere sevkedilecektir.

88. Ve dağları görürsün, onları yerlerinde sâbit sanırsın, halbuki, onlar bulutların geçişi gibi geçer gider. Her şeyi sağlam kılmış olan, Allah’ın sanatıdır. Şüphe yok ki, o, yaptığınız şeylerden haberdardır.

88. Hak Teâlâ Hazretleri, ilâhi kudretine Peygamberinin Yüce bakışlarını çekmek için buyuruyor ki: Resûlüm!. (Ve) Sûre üfürüldüğü zaman (dağları görürsün) baktıkça (onları yerlerinde sâbit sanırsın) nitekim büyük cisimler, bir semte doğru hareket edince onun bu hareketi görülmez bir tarzda bulunmuş olur. (halbuki, onlar) o dağlar, o birinci sura üfürmenin tesiriyle (bulutların geçişi gibi geçer gider) fevkalâde bir surette hareket etmekte bulunur. Bakanlar onun farkında olamazlar. Bu sur hâdisesi, kıyametin vukuu, dağların hareketi, bütün bu muazzam olaylar (her şeyi sağlam kılmış) hikmetinin gerektirdiği şekilde takviye etmiş ve düzeltmiş (olan Allah’ın sanatıdır) O Yüce Yaratıcının birer yaratılış eseridir. (Şüphe yok ki, o) hikmet sahibi mabût, ey mükellef insanlar!. Sizin her (yaptığınız şeylerden haberdardır) bütün kâinat, bu kadar yaratılış eseri o Yüce Yaratıcının ne kadar ilim ve hikmete, kudret ve yüceliğe sahip olduğunu isbat edip durmaktadır. Binaenaleyh bütün kullarının açık ve gizli hafi hallerini de bilmektedir. Artık bu muazzam kâinatı ibret gözü ile seyredenler, bir kıyamet âleminin, bir uhrevî hayatın ilâhi kudret ile meydana geleceğinden şüphe edemezler. İşte bütün bu kutsî âyetler, bütün insanlık için birer uyanma vesilesidir. Ne mutlu bunlardan yararlananlara!. Bu (88) inci âyeti celîle, yer küresinin bugün de devran edipdurduğuna işaretten uzak olmasa gerektir.

89. Her kim iyilik ile gelirse onun için bundan dolayı bir hayır vardır ve onlar o günde korkudan emin kimselerdir.

89. Bu mübârek âyetler, güzel amellerde bulunanları hayır ile müjdeliyor çirkin amellerde bulunanların da lâyık oldukları cezalara kavuşacaklarını ihtar buyuruyor. Resûl-i Ekrem’in de ne ile emrolunmuş bulunduğunu bildiriyor ve Allah Teâlâ’nın kullarına kudretinin delillerini göstereceğini ve kularının işlediklerinden habersiz bulunmadığını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Her kim iyilik ile gelirse) yani: Mükemmel bir îman ile ölür, ahirete varırsa (onun için bundan dolayı) bu îmana kavuşması sebebiyle (bir hayır vardır) o da cennete, ilâhi lütuflara ulaşmaktır, dünyadaki o güzel itikadının ahirette kat kat mükâfatına kavuşmaktır. (ve onlar) öyle iyilikle ahirete gidenler, (o günde) o müthiş kıyamet vaktinde (korkudan emin kimselerdir) onlar, azaba uğramazlar, azabı müşahededen dolayı bir üzüntü ve korkuya mâruz kalmazlar.

90. Ve her kim kötülük ile gelirse artık onların yüzleri ateşe sürtülür. Siz cezalanmayacak mısınız, ancak işlemiş olduğunuz şey ile cezalanacaksınızdır.

90. (Ve her kim) Ahirete (kötülük ile) küfür ve şirk ile (gelirse artık onları yüzleri ateşe sürtülür) onlar yüzleri üzerine ateşe bırakılırlar, öyle bir horluğa uğratılırlar ve onlara denilir ki: (siz cezalanmayacaksınız) siz lâyık olmadığınız bir azaba uğratılmayacaksınız, siz (ancak) dünyada iken (işlemiş olduğunuz şey ile) küfür ve isyan sebebiyledir ki, bugün bir ceza ile cezalanacaksınız. Bu, kendi kötü hareketinizin bir neticesidir. Sizler daha dünyada iken, böyle uhrevî bir cezadan haberdar edilmiş idiniz, o zaman bunu düşünüp de hareketlerinizi ıslah etmeli değil mi idiniz?.İşte bu ceza, bir hikmet gereğidir, bir ilâhi adalet icabıdır.

91. De ki: Ben muhakkak emir olundum ki: Bu beldenin Rabbine ibadet edeyim ki: Buna dokunulmazlık vermiştir ve her şey onun içindir ve emir olundum ki, Müslümanlardan olayım.

91. Ey Yüce Peygamber!. Kavmine de ki: (Ben muhakkak emin olurdum ki) Yüce mabûd tarafından emrolundum ki, (bu beldenin) bu Mekkei Mükeremme’nin (Rabblne ibadet edeyim) öyle bir Kerim Rab ki: (buna) bu beldeye (bir dokunulmazlık vermiştir) bunu bir güvenilir belde kılmıştır. Burada kan akıtılması, zulmedilmesi, hayvanların avlanması, ağaçların kesilmesi yasaklanmıştır. Burada, Cenab-ı Hak’kın Beyt-i muazzamı vardır, yani: en yüce bir mâbedi mevcutdur (ve her şey onun içindir) bütün kâinat Allah Teâlâ’nın mahlûkudur, kölesidir, onun için bir ortak ve benzer yoktur. Artık ondan başkası, hiç mâbud edinilebilir mi? (ve) O Yüce Yaratıcı tarafından ben (emin olundum ki, müslümanlardan olayım) o kerem sahibi mabût bütün emirlerine, hükümlerine itaat eden ve boyun eğenlerden bulunayım. Bir tevhit dininde, ibaret olan İslâm dinî üzerine son derece sebat edip durayım. İşte bütün insanlığa yönelen en kutsî vazifede böyle İslâmiyet üzere yaşamaktır.

92. Ve emir olundum ki, Kur’an’ı okuyayım. İmdi her kim hidayete ererse kendisi için hidayete ermiş olur ve kim de sapıklığa düşürse artık de ki: Ben ancak Allah’ın azabını haber verenlerdenim.

92. Ve yine Allah tarafından emir olundum ki, (Kur’an’ı okuyayım) onu okumaya devam ederek o sayede meydana çıkacak nice hakikatleri öğrenmiş olayım, onun âyetleriyle kalbim aydınlanarak nurlar içinde kalsın. Veyahut, birer mucize olan Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini insanlara karşı okuyarak kendilerini irşada devam edeyim, artık başka bir mucizegöstermeye ihtiyaç kalmasın. (İmdi her kim) Bu Kur’an-ı Kerim’e tâbi olarak (hidayete ererse) bunu tasdik edip bildirdiği hükümlere riayette bulunursa (kendisi için hidayete ermiş olur) kendisini cehennemden kurtarmış, kurtuluşa, sevaba kavuşmuş bulunur. (ve) Bilakis (kim de sapıklığa düşerse) küfrü tercih eder, Kur’an’ın beyanlarını kabulden kaçınır, bir doğru yol olan îmandan ayrılırsa (artık) Ey Yüce Peygamber!. Sen (de ki: Ben ancak) diğer Peygamberler gibi bir elçilik vazifesi olarak insanları hayırlı bir maksatla korkutucuyum, onlara (Allah’ın azabını haber verenlerdenim) ben böylece vazifemi yerine getirmiş bulunmaktayım, artık mesuliyet, bu tebliğleri kabul etmeyenlere aittir.

93. Ve de ki: Allah’a hamdolsun o size âyetlerini gösterecektir. Artık siz de onları tanıyacaksınız ve Rabbin ne işleyeceğinizden habersiz değildir.

93. (Ve) Ey Yüce Peygamber!. Kavmini îmana teşvik için, onları inkârdan alıkoymak ve tehdit için (de ki: Allah’a hamd olsun) hamd ve sena o Kerim yaratıcıya mahsustur ki, beni dinî ve dünyevî nimetleri toplayan peygamberliğine kavuşturmuş, bütün kullarına Peygamberleri vasıtasiyle kurtuluş sebebi olacak hükümleri bildirmiştir. (ve) De ki: Ey İnsanlar!. O Yüce mabûd (size) sizler daha dünyada iken (âyetlerini gösterecektir) “dabbetülarz” gibi, kıyamet alâmetlerinden olan şeyleri ve diğer birçok hârikaları insanlık âleminde meydana getirecektir. (artık) Siz de (onlar) göreceksinizdir, onların birer ilâhi mucize, birer kudret hârikası olduğunu (bileceksinizdir) o alâmetleri müşahede edip anlayacaksınız. Fakat onlara dair haberleri evvelce işitip de tasdik etmemiş olanlara artık bu görüp bilme bir faide vemeyecektir, zamanı geçmiş olacaktır. (ve Rabbin işleyeceğinizden habersiz değildir) O herşeyi bilen yaratıcı, kullarının bütün amellerini, maksatlarını bilir,güzel amellerde bulunanları da hak etmiş oldukları cezalara kavuşturacaktır. Bu cezaların hemen verilmemesi, sonraya bırakılması, bir hikmet gereğidir. Yoksa bu cezaların böyle sonraya bırakılması, hâşâ bir gaflet eseri değildir. Artık insanlara lâzım olan odur ki: Kur’an-ı Kerim’in âyetlerini güzel bir tefekkür ile okuyup dinlesin, daha fırsat var iken kaybettiklerini telâfi etmeye çalışarak güzel güzel amellerde, insanlığa lâyık hareketlerde bulunmaya gayret eylesin, bunun mükâfatını da Kerem Sahibi Yaratıcıya istirhamda bulunsun, işte kurtuluş yolu, bundan ibarettir. Ve başarı Allah’tandır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN