NEML SURESİ

31. Şöyle ki: Bana baş kaldırmayın ve bana Müslümanlar olarak geliniz.

31. O yüce hükümdar şöyle emretmiş ki: (bana baş kaldırmayın) Teklifimi reddederek bir takım zorba hükümdanlar gibi büyüklük taslamayın (ve bana müslümanlar olarak geliniz.) teklifimi kabul ederek İslâm dinî ile şerefleniniz. Teslimiyetten ayrılmayınız.

32. Dedi ki: ey ileri gelenler! Bu işim hakkında bana fetva veriniz. Siz hazır bulununcaya kadar ben bir işimi kestirip atmam.

32. Saba hükümdarı olan kadın, almış olduğu mektubu yanında bulunan kavminin ileri gelenlerine bildirmiş, onların reylerini almak istemiş olduğu için onlara hitaben (Dedi ki: Ulular, beyler!) Ey ülkemizin eşraf ve ileri gelenleri!. (Bu işim hakkında bana fetva veriniz) Beni dehşetler içinde bırakan bu mektuba karşı ne cevap vereceğiz?. Lütfenbana bildiriniz. Bu kadın, mühim bir hâdise karşısında kaldığını, anlamış, yurdunun ileri gelenleriyle istişareye lüzum görmüş, ileri sürecekleri reyin ehemmiyetine işaret için “bana fetva veriniz” demişti. Çünkü “fetva” ekseri müşkül hâdiselere; meselelere dair verilen cevap mânasında kullanılmaktadır. Ve işin ehemmiyetine işaret için şöyle de dedi: (siz hazır bulununcaya kadar ben bir işi kestirip atmam) Yani: memleketimizin işleriyle ilgili bir hususta, isterse, ehemmiyetsiz olsun, sizin gıyabınızda bir hüküm vermiş, bir işi halletme ve çözmüş değilim. Artık bu pek mühim bir hususta sizin reyiniz olmadıkça ben bir hüküm verebilir miyim?. O kadın, bu sözleriyle güzel bir akıla, tedbire sahip olduğunu ve memleketinin adamlarına karşı hürmette, saygıda bulunduğunu göstermiş bulunuyordu ve onların gönüllerini alarak kendisine karşı muhalif bir cephe kurmamalarını temine çalışmış idi. Bunda istişârenin ehemmiyetine: Desbotca hareketletin uygun olmadığına bir işaret vardır.

33. Dediler ki: Biz kuvvetli kimseleriz ve zorlu savaş erbabıyız ve emir sana aittir. Artık bak, ne emir edeceksen et..

33. O hükümet adamları da savaş taraftarı olduklarını göstermek için (Dediler ki: Biz kuvvetli kimseleriz) ordumuz, harp malzemelerimiz servet ve ihtişamımız çoktur. (ve) Biz (zorlu bir savaş erbabıyız) yiğitlikle, kuvvetle, muharebe hususunda kararlılık ve gayretle vasıflanmış bulunmaktayız. (ve) Maamafih ey hükümdarımız!. (emir sana aittir) Savaş ve barış hususunda hüküm vermek, sana bağlıdır. (artık bak, ne emredeceksen ki) Biz senin emrine itaatkâr bulunmaktayız. O hükümet adamları, bu sözleriyle hükümdalarına karşı bir hürmet göstermiş ve kendilerine rey ve istişareleri olmaksızın da onun emirlerine riayete hazır bulunduklarınısöylemek istemişlerdi.

34. Dedi ki: Şüphe yok, hükümdarlar bir şehre girdikleri vakit onu perişan ederler ve ahalisinin şereflilerini zelil kılarlar ve işte öyle yaparlar.

34. Hükümdar olan kadın, Hz. Süleyman’ın ne muazzam kuvvetlere sahip olduğuna kendi hükümet adamlarının vâkıf olmadıklarını harbe eğilimli olduklarından anladığı için ve harbin mühim bir hâdise olup âkibetinın neden ibaret olacağını bilemediğinden dolayı o hükümet adamlarına (Dedi ki: Şüphe yok, hükümdanlar) bir savaş yoluyla (bir şehire girdikleri vakit onu perişan ederler) oradaki bayındır yerleri harab, malları yağma ederler dururlar (ve ahalisinin şereflilerini zelil kılarlar) o şehrin mevki, şeref sahiplerini öldürürler, sürerler, esir alırlar vesair çeşit çeşit ihanetlere mâtuz bırakılırlar. (ve işte) hükümdarlar (öyle yaparlar) bu, hükümdarların sürüp giden âdetleridir. Artık emrine, insanlardan başka vahşi hayvanlar ve kuşlar ve diğenlerinin de itaat ettiği bir hükümdar, neler yapamaz, bunu bir düşünmeliyiz.

35. Ve muhakkak ki, ben onlara bir hediye ile bir heyet göndereceğim, artık gönderilenlerin ne ile dönüp geleceklerine bakacağım.

35. (Ve muhakkak ki, ben onlara) Hz. Süleyman ile kavmine (bir hediye ile) büyük hediye ile bir heyet (göndereceğim) onların bize karşı alacakları tavrı anlamak istiyorum. (artık gönderilenlerin) O heyet fertlerinin (ne ile dönüp geleceklerine bakacağım) ona göre vaziyet almalıyız. Rivayete göre birçok köleler, cariyeler, mücevherler, pek kıymetli kumaşlar göndermiş, bakalım demiş, eğer o hükümdar, Peygamber ise bu hediyemizi kabul etmez ve eğer Peygamber değilse kabul eder. Bu hediyelerin nelerden ibaret olduğu Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiş değildir. Bunlara dair tefsirde muhtelif rivâyetler vardır. Bunları kesin şekilde tâyin mümkün olmadığındanAllah’ın ilmine havale etmelidir. Nitekim Fahrı Râzi de bunu sunmaktadır.

36. Ne zamanki hediyeyi getirenler Süleyman’a geldi, dedi ki: Bana bir mal, ile yardım mı ediyorsunuz? İşte Allah’ın bana verdiği size verdiğinden hayırlıdır. Belki siz hediyenizle sevinirsiniz.

36. bu mübârek âyetler de Süleyman Aleyhisselâm’ın kendisine gönderilen hediyelere iltifat etmeyip onları getirenlere karşı tehdit edici bir hitapta bulunmuş olduğunu bildiriyor. Hükümdar Belkıs’a ait muhteşem bir tahtında harikulâde bir suretle hemen Hz. Süleyman’ın yanına götürülmüş bulunduğunu, bir muvaffakiyete kavuşmaktan dolayı da o muhterem Peygamberin Cenab-ı Hak’ka şükrettiğini ve şükür etmemenin nimete karşı büyük bir nankörlük olacağını söylemiş bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Belkıs’ın gönderdiği hediyeyi getirmekle görevlendirilen heyet, (Ne zamanki) Hz. (Süleyman’a geldi) hediyeyi takdim etmek istedi, Süleyman Aleyhisselâm, onlara (dedi ki: Bana bir mal ile) öyle âdi bir şey ile, (yardım mı ediyorsunuz?) benim öyle bir mala ihtiyacım mı var?. (işte) Görüyorsunuz (Allah’ın bana verdiği) bu pek büyük mülk ve saltanat ve özellikle peygamberlik ve hikmet (size verdiğinden hayırlıdır) yani sizin ülkeleriniz, dinden, peygamberlik şerefinden mahrum bulunuyor, mallarınızın ise ne ehemmiyeti vardır. İşte hediye adıyla getirdiğiniz şeyler de haddizatında öyle ehemmiyetsiz şeylerdir. (belki siz hediyenizle) biribirinize hediye vermekle (sevinirsiniz) dünyevî varlıktan başka bir şey düşünmediğiniz için mallarınızın artmasından dolayı kalben sevinçli bulunursunuz. Bir Peygamberin ise öyle bir mala ihtiyacı yoktur. Çünkü Cenab-ı Hak ona din ve peygamberlik ihsan etmiş, onu hakiki bir hükümdarlığa kavuşturmuştur.

37. Onlara dön, elbette onlara öyle ordular ile gelirim ki, onların bunlara karşı takatları yoktur. Ve elbette onları zelil ve hakir kuvvetten mahrum kimseler oldukları halde oradan çıkarırım.

37. Hz. Süleyman, hediyeyi getiren heyet başkanına hitaben buyurdu ki: (Onlara) Belkıs ile kavmine (dön) onların yardımına, imdadına ihtiyacımız olmadığını onlara anlat. (elbette) Allah’a and olsun ki: (onlara öyle ordular ile) Bir nice muazzam kuvvetler ile (gelirim ki, onların bunlara) bu bizim kuvvetlerimize (karşı takatları yoktur) onlar benim bu kuvvetlerime karşı koymaya kâdir olamayacaklardır (ve elbette onları zelil ve onlari hakir) kuvvetten mahrum, esir düşmüş (kimseler oldukları halde oradan) o Sâba diyarından (çıkarırım) yani: Onlar, İslâmiyeti kabul etmez, öyle küfür ve şirk içinde yaşarlarsa onları mutlaka öyle bir felâkete mâruz bırakırım, bunu onlara gidip haber ver.

38. Hz. Süleyman Dedi ki: Ey ulular! Hanginiz bana onun tahtını onların bana teslimiyet gösterip gelmelerinden evvel getirir.

38. Hz. Süleyman’ın böyle bir ihtarı üzerine hediyeyi getirenler geri dönmüşler, durumu Belkıs’a anlatmışlardı. Belkıs da Süleyman Aleyhisselâm’ın öyle sıradan dünya hükümdarları gibi olmayıp büyük bir kudrete ve peygamberliğe sahip olduğunu anlamış, tam bir teslimiyet göstermek üzere bir çok kimseler ile beraber yola çıkmış, Hz. Süleyman’ı ziyarete gelmekte bulunmuştu. Süleyman Aleyhisselâm ise onun böyle gelmekte olduğunu öğrenince ona başka bir mucize daha göstermek için kendisinden evvel, o muhteşem tahtının fevkalâde bir surette Kudüs’e getirilmesini uygun görmüştü. Binaenaleyh ordusundaki kimselere hitaben (Dedi ki: Ey ulular!.) Ey ileri gelenler ve reisler!. (Hanginiz bana onun) Belkıs’ın (tahtını onların bana müslüman olarakgelmelerinden evvel getirir?.) Süleyman Aleyhisselâm, o müşrik kavme bu suretle de kendisinin mucizeler ile desteklenmiş bir Peygamber olduğunu göstermek ve Allah tarafından öyle harikulade bir kuvvet ve heybete kavuşmuş olduğunu göstermek istemişti. Ve onların müslüman olduktan sonra rızaları olmadıkça mallarını ellerinden almak câiz olmayacağı için de “daha müslüman olarak gelmeden evvel” tahtının getirilmesini emretmişti.

39. Cin tâifesinden bir ifrit dedi ki: Ben onu daha sen makamından kalkmadan sana getiririm ve şüphe yok ki, ben ona elbette güç yetiririm ve bana güvenebilirsiniz.

39. Hz. Süleyman’ın bu teklifine cevaben ordusunda bulunan (Cin taifesinden bir ifrit) yani: Dahî veya şiddetli, kuvvetli veya kötü, kaba olan bir fert ki, adı: Zekvan veya Sahr imiş (dedi ki: Beni onu) o tahtı (daha sen makamından kalkmadan) hükümet işlerini yürütmek için öğleye kadar oturmakta olduğun makamdan, hüküm meclisinden henüz ayrılmadan o tahtı (sana getiririm) bu vazifeyi bana havale et. (ve şüphe yok ki, ben onun üzerine) O tahtı sapa sağlam getirmek için (elbette kuvvetliyim) ondan âciz kalmam ve onun hakkında (eminim) o tahttaki mücevherlere ve diğerlerine bir hainlik yapacak değilim.

40. Yanında kitaptan bir ilim bulunan zat da dedi ki: Ben onu daha gözünü açıp kapamadan getiririm. Ne zamanki Hz. Süleyman onu tahtı yanında yerleşmiş olarak gördü, dedi ki: Bu Rabbimin lütufundandır, tâki beni imtihan etsin ki, şükür mü ederim yoksa nimete karşı nankörlük mü ederim ve her kim şükür ederse ancak kendi nefisi lehine şükür eder. Ve kim de nimete karşı nankörlükte bulunursa, şüphe yok ki, Rabbimin hiç bir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir.

40. Süleyman Aleyhisselâm, o tahtın dahaçabuk getirilmesini arzu buyurduğu için (Yanında kitaptan bir ilm bulunan zat) yani: Bütün vahiy ve ilmin yollarını bilen veya Levh-i Mahfuz’daki yazılara vakıf bulunan veya Hz. Süleyman’a ait bir kitabın içeriğini bilen bir yüce zat da (dedi ki: Ben onu) o tahtı Ey Muhterem Hz. Süleyman!. (sana daha gözünü açıp kapamadan getiririm) Yani: Bir şeye bakıp da daha ondan bakışını çekmeden o tahtı huzuruna getirmiş olurum. Bunu diyen zat hakkında ihtilâf vardır. Bu zat, çoğu müfessirlere göre Süleyman kâtibi veziri “Asaf İbni Berhiyâ” dır veya Hızır Aleyhisselâm’dır, yahut Cibril Aleyhisselâm’dır. (Ne zaman ki,) bu konuşmayı müteakip Hz. Süleyman (onu) o tahtı (yanında yerleşmiş olarak gördü) öyle harikulâde bir şekilde hemen huzuruna getirilmiş buldu (dedi ki: Bu Rabbimin lütufundandır) böyle büyük bir tahtın uzak bir beldeden buraya kadar bir an içinde getirilmiş bulunması, Allah’ın lütfundan başka bir şey değildir, bizim buna bir hakkımız yoktur. O kerim Rabbim, böyle bir lütufta bulundu (tâki beni imtihan etsin ki) benim bu ilâhi ihsanı nasıl karşılayacağımı meydana çıkarsın ki, ben buna karşı (şükür mü ederim, yoksa nimete karşı nankörlükte mi bulunurum) yani: Bu ilâhi lütufun değerini bilir, bundan dolayı da şükür vazifesini yerine mi getiririm, yoksa aksine hareket ederek nankörlükte mi bulunurum, bu ortaya çıkmış olsun. Evet.. Bu suretle de halka bir kulluk dersi verilmiş olsun, kavuştuğu bir nimetten dolayı Yüce Peygamberin nasıl şükür secdesine kapandığını umuma karşı uyulması gereken bir örnek olmak üzere tecelli etmiş bulunsun. İşte Hz. Süleyman da bu şükrün lüzumuna işaret için şöyle buyurmuştu: (ve herkim şükrederse ancak kendi nefsi lehine şükreder) çünkü o şükrün faidesi kendisine aittir, nâil olduğu nimetin artmasına sebep olur, insanlık vazifesini yerine getirmiş bulunur. (ve) Bilakis (kim de küfranı nimette bulunursa) kendi zararına hareket etmiş olur,şükür vazifesini yetine getirmemiş nankörlük göstermiş, fazla nimete ulaşmak kabiliyetinden mahrum kalmış bulunur. (Şüphe yok ki, Rabbim gânidir) kimsenin teşekkürüne muhtaç değildir. Şükrün terkedilmesi, haşâ Allah’ın zatına bir zarar vermez, o Allah Teâlâ (kerîmdir) şükretmeyen kullarına danimet verir, onları hemen cezalandırmaz. Artık o yüce yaratıcının nimetlerine kavuştukları halde nankörlükte bulunanlar, şükür vazifesini yerine getirmeye çalışmayanlar, kendilerini bu insani olmayan vaziyetlerinden biraz utanç duymalı değil midirler?

41. Dedi ki: Ona tahtını değiştirin, bakalım onu tanımaya muvaffak olacak mı, yoksa muvaffak olamayacaklardan mı olacak?

41. Bu mübârek âyetler de esasen müşrik olan kavmine, uyarak Allah’ın dininden mahrum bulunan Belkıs’ın zekasını anlamak, uyanmasına vesile olmak için kendisine iki garip manzaranın gösterilmiş olduğunu bildiriyor. Belkıs’ın da gördüğü harikulâde hallerden dolayı kusurunu itiraf edip İslâmiyeti kabul etmiş bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Belkıs’ın tahtı bir mucize olarak hemen getirilince Hz. Süleyman, hizmetçilerine (Dedi ki: Ona) o şehrimize gelmekte olan Belkıs’a karşı (tahtını değiştirin) onun görünüşünü bir şekilde değiştirin (bakalım, onu tanımaya muvaffak olacak mı?.) bu suretle onun zekâ derecesi bir tecrübeye tâbi tutulmuş olur. Yahut o tahtın böyle harikulade bir şekilde getirilmiş olduğunu görür de onun bir mucize eseri olduğunu anlayarak İslâm dinini kabul eder. (yoksa) Tanımaya, İslâm dinini kabule (muvaffak olamayacaklardan mı olacak?) yoksâ anlayışsızlığı böyle bir muvaffakiyete engel mi bulunacak?.

42. Ne zamanki o hükümdar kadın geldi, denildi ki senin tahtın böyle midir? Dedi ki: bu, sanki o. Maamafih bize ondan evvel bilgiverilmiş idi ve bizler Müslümanlar olduk.

42. (Ne zamanki) O hükümdar olan Belkıs, Süleyman Aleyhisselâm’ın yanına (geldi) kendisine Hz. Süleyman tarafından bizzat veya birisi vasıtasiyle (denildi ki senin tahtın böyle midir?) buna benzetmekte bulunuyor mu? O kadında (dedi ki: Bu, sanki o) Yani: taht âdeta benim tahtım gibi, aralarında bir fark göremiyorum. Kadın; “bu o’dur veya değildir” demekte bulunmamış kendisinin yalanlanacağından korkmuş, fazla bir ihtiyat ve akıl alameti göstermiş oldu. Ve o pek zeki kadın dedi ki: (maamafih bize ondan evvel) Bu tahtın buraya böyle bir mucize olarak getirilmesinden evvel (bilgi verilmiş oldu) biz Hz. Süleyman’ın yüce bir Peygamber olduğuna, Allah’ın kudretiyle ne kadar mucizeler göstermeye muvaffak bulunduğunu öğrenmiştik. Kısacası Hüdhüd’ün mektubu getirmesi, hediyelerin kabul edilmemesi de bu bilgiyi temin eden sebeplerden bulunmuştur. (ve) Binaenaleyh (bizler müslümanlar olduk) Hz. Süleyman’ın Peygamberliğini tasdik ederek ona teslimiyeti bir vazife bildik.

43. Onu, Allah’ın başka tapdığı şeyler İslâmiyetten men etmiş idi. Şüphe yok ki o, kâfirler olan bir kavimden idi.

43. Görülüyor ki: Belkıs pek akıllı düşünen, konuşan bir kadın imiş. (Onu, Allah’ın başka taptığı şeyler) Öyle güneşe tapınması, İslâmiyetten (men etmiş idi) böyle pek fâhiş bir cereyana tâbi olmuş idi. Evet.. (Şüphe yok ki, o kâfirler olan bir kavimden idi) Onlara uymuş, Hz. Süleyman’ın yanına gelinceye kadar o kâfir kavminden korkarak tevhit dinî ile şereflenmemişti, şimdi Süleyman Aleyhisselâm’ın koruması sayesinde o korkudan kurtularak İslâmiyetini ilan etmiştir.

44. Ona denildi ki saraya gir. Ne zamanki onu gördü, onu derin bir su sandı, iki baldırını açıverdi. Hz. Süleyman dedi ki: O hakikaten billûrdan döşenmiş, düz, açık bir yerdir. Kadında dedi ki: Yarabbi! ben nefisime zulümettim ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.

44. Belkıs Hz. Süleyman’ın sarayına gelince teşrifatçılar tarafından (Ona) Belkıs’a (denildi ki, saraya gir) içeriye git. Halbuki: O sarayın giriş, beyaz şeffaf, billurdan bir tabaka ile döşenmiş altından da akan su bulunmuş idi. O ince cam tabaka adeta bir engin deniz, derin bir su safhası gibi görünüyordu. Belkıs, (Ne zamanki,) gelip (onu gördü, onu derin) muazzam (bir su sandı) oradan geçmek için (iki baldırını açıverdi) Belkıs’ın bu hareketini karşıdan gören Hz. Süleyman, ona bakmamak için mübârek gözlerini başka tarafa çevirerek seslendi: (dedi ki: O) su sandığın (hakikaten billurdan) ince camlardan (döşenmiş düz, açık bir yerdir) öyle açılmaya lüzum yok. O hükümdar olan kadın da (dedi ki: Ey Rabbim!. Ben nefsime zulmettim) şimdiye kadar senden başkasına ibadette bulundum, şimdi uyandım. (ve Süleyman ile beraber âlemlerin Rabbi olan Allah’a teslim oldum.) Ey Yüce Mabûdum! Senin birliğini tasdik yalnız ilâhi zatına ibadetle mükellef olduğumu idrak ederek İslâm dinini kabul eyledim. İşte bu zeki kadın, bu hâdiseden de bir ders almış oldu, böyle bir camdan meydana gelmiş su sahası sanarak hataya uğradığını anladı, vaktiyle güneşi mabût sanarak ona ibadet etmiş olmasının da bir hata bir sapıklık olduğunu düşündü. Kısacası: Hz. Süleyman’ın böyle bir manzarayı ona göstermiş olması onun için bir uyanma vesilesi teşkil etmişti. Bir rivayete göre Belkıs İslâmiyeti kabul ettikten sonra yine Yemen’e hükümdar olarak gönderilmiş, orada ölünceye kadar kalmıştır. Belkıs’ın Hz. Süleyman ile evlendiğine ve anasının bir cin olduğuna dair Kur’an-ı Kerim’de bir işaret yoktur. Süleyman Aleyhisselâm, kırk sene kadar hükümdarlıkta bulunmuş, elli üç yaşında iken ahirete irtihal buyurmuştur. Kendisinden sonra oğlu hükümdarlık makamını elde etmiş ise de Beniİsrail arasında ihtilâflar meydana gelmiş. Yehuda ve İsrail devleti adıyla iki devlete ayrılmıştır. Yehuda devletinin pâyitahtı, Kudüs-i Şerif idi, hükümdarları Hz. Süleyman’ın oğulları ve torunları bulunuyordu. İsrail devletini de Süleyman Aleyhisselâm’ın hizmetçilerinden biri kurmuş, sonra bunlar on sıbttan = bir babadan türemiş on kabileden ibaret bulunmuşlardır ki: Esbatı beni İsrail denilir. Bunların başkentleri “Nablus” sonra “Sâmiriyye” şehri idi. Bunlar tamamen yoldan çıkmış, nice bâtıl yollara, kanaatlere sahip olmuşlardır.

“Sarh” Köşk, saray, yüksek ve muhkem bina demektir.

“Lücce” toplanmış çok su, suyun orta, derin mahalli, engin deniz mânasındadır.

“Sâk” baldır, incak ağacın kök ile dalları arasındaki kısımdır.

“Mümerred” düz kaypak bir yer demektir.

“Kavarir” de camdan şişeden, sırçadan yapılan kap vesair manâsına olan “karûrenin” çoğuludur.

45. Ve andolsun ki, Semud kavmine; Allah’a ibadet ediniz diye kardeşleri Salih’i gönderdik. Onlar ise hemen birbiriyle çekişen iki guruba ayrıldılar.

45. Bu mübârek âyetler de üçüncü bir kıssa olmak üzere salih Alehisselâm’ın, kavmini Allah’ın dinine davet buyurmuş olduğunu bildiriyor. O kavmin de iki guruba ayrıldığını, kâfir olan gurubun Hz. Salih yüzünden uğursuzluğa muruz kaldıklarını söylediğini, o mübârek Peygamberin de onları reddederek kendilerine verdiği cevabı beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Davut ve Süleyman Aleyhisselâm’a ait kıssa, ilâhi vahiy ile Peygamberimiz Hazretlerine bildirmişti (Ve andolsun ki, Semud kavmine de: Allah’a ibadet ediniz diye) kabile itibariyle (kardeşleri) olan (Salih’i) Peygamber (gönderdik) bu da Allah’a dayanan bir haberdir, Allah tarfından bildirilmektedir. (onlar ise) O Şam ile Hicaz arasındaki “Hicr” denilen mahalde oturanSemud kavmi ise (hemen birbiriyle çekişen iki guruba ayrıldılar) bir gurubu, Hz. Semud’a tâbi olarak îman şerefine kavuştu, diğer bir gurubu ise küfürlerinde ısrar edip düşmanca bir vaziyet aldı ve Hz. Salih’e karşı cephe alarak: Ey Salih!. Eğer doğru sözlü bir kimse isen bizi korkutmakta olduğun azabı başımıza getir bakalım, demeğe cüret ettiler, çokluk da bu gurupta idi.

46. Dedi ki: Ey kavmim! Ne için iyilikten evvel kötülüğü acele istiyorsunuz? Allah’tan af dilemeli değil misiniz? Olabilir ki, rahmete kavuşursunuz.

46. Hz. Salih de o kâfir guruba (Dedi ki: Ey kavmim!. Ne için iyilikten evvel kötülüğü) başınıza gelecek azabı (acele istiyorsunuz?.) ne için tövbe edip azaptan kurtulmayı istemiyorsunuz?. O tövbe ki, en güzel bir kurtuluş vesilesidir. Ey kavmim!. Başınıza azap gelmeden evvel (Allah’tan af dilemeli değil misiniz?.) neden böyle küfrünüzde ısrar edip duruyorsunuz?. (olabilir ki) Siz af dileyince tövbeniz kabul olur da azaptan kurtulursunuz, hepiniz de (rahmete kavuşursunuz) azab, geldiği vakit ise artık tövbe kabul olmaz.

47. Dediler ki: Biz seninle ve seninle beraber olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık. Hz. Salih de dedi ki: Sizin uğursuzluğunuz, Allah katında malûm dur. Hayır.. Siz imtihana çekilen’ bir kavimsiniz.

47. Salih Aleyhisselâm’ın o kadar iyilik sever tenbihine rağmen o mübârek zata o kâfirler (Dediler ki: Biz seninle ve seninle beraber olanlar ile) sana îman edenler ile (uğursuzluğa uğradık) o kavim için bir uyanma vesilesi olmak için bir müddet yağmurlar yağmamış, yurtlarında kıtlık yüz göstermişti. Bunu, o mübârek Peygamberler ile ona îman edanler yüzünden kendilerine yönelmiş bir musibet kabul etmişlerdi. Hz. Salih de o cahillere hitaben (dedi ki: Sizin uğursuzluğunuz) size isabet edip edecek fenalığın sebebi (Allahkatında) malûm (dur) siz kendi kötü hareketlerinizden dolayı öyle fena âkibetlere uğruyorsunuz, buna siz sebebiyet vermiş oluyorsunuz da haberiniz yok, artık Allah’ın takdiri ne ise o tecelli eder. (hayır.. Siz imtihana çekilen bir taifesiniz) Siz hayır ve şer ile, genişlik ve darlık ile bir tecrübeye tâbi tutuluyorsunuz, bu imtihan, hikmet gereği bir uyanmaya vesiledir. Bundan bir ders alarak uyanmalı, Allah’ın dinine sarılarak Cenab-ı Hak’tan selâmet ve saadet temenni etmeli değil misiniz?. “Tetayyür” bir şey ile uğursuzlukta bulunmak, onu kötü görerek uğursuz saymaktır. Zamanı cahiliyette bazı kimseler bir yola çikmak, bir iş yapmak isteylce yanlarına bir kuş alır, onu yolda salıverirmiş. Eğer bu kuş, onların sol taraflarından sağ taraflarına doğru uçarsa bunu uğurluluk sanarlardı, bilakis sol taraflarına döner, onların sol taraflarına doğru uçarsa bunu da şer sayar, o işte hayır olmadığına kail olurlardı. Bu münasebetle bu “tetayyür” tabiri uğursuzluk manâsında kullanılır olmuştur.

48. Ve şehirde dokuz kişi var idi ki: Yeryüzünde bozgunculuk yapıyorlardı, ıslah da bulunmuyorlardı.

48. Bu mübârek âyetler de Salih Aleyhisselâm ile aile fertlerine karşı suikastde bulunmak isteyen kâfir kavminin nasıl bir helâke uğramış olduklarını bildiriyor. O kavmin hileleri yüzünden ne fecî bir âkibete uğramış bulunduklarını ve halen gözler önünde duran yurtlarındaki harabelerin bir ibret vesilesi oluşturduğunu, müminleri de o facialardan emin olarak kurtuluşa kavuşmuş bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (şehirde) Semud Kavmine ait “Hicr” denilen beldede (dokuz kişi var idi ki: Yerde) öyle sade kendi beldelerinde değil her tarafta (bozgunculuk yapıyorlardı) bunlar Semud kavmine mensup bir takım ileri gelenlerin oğulları imiş. Bunlar küfürlerinde ısrar edipduruyorlardı, Hz. Salih’in devesini boğazlamaya bunlar cür’et etmişlerdi. Reisleri “Kudar bin Salef” imiş, deveyi boğazlamaya bizzat bu teşebbüs etmişti. Bu dokuz şahıs, daima bozgunculuk yapıyorlardı. (ıslah da bulunmuyorlardı.) Àlemi ıslah etmeye ait hiçbir şey yapmıyorlardı. “Reht” topluluk, taife bir kimsenin, kavmi, kabilesi demektir. Üç veya altı kişiden on kişiye kadar olan erkeklerdir. “Nefer” de cemaat, nefs ve üçten dokuza veya ona kadar olan erler demektir.

49. Allah’a and içerek dediler ki: Her halde onu ve ailesini geceleyin öldürelim de sonra velisine diyelim ki: biz onun ehlinin helâk olduğu yerde hazır bulunmadık ve şüphe yok ki, bizler elbette doğru sözlü kimseleriz.

49. O dokuz kişi, Salih Aleyhisselâm aleyhine yaptıkları istişârede (Allah’a and içerek dediler ki: Herhalde onu) Hz. Salih’i (ve ailesini) ona îman edenleri (geceleyin telef edelim) hepsini de gece vakti helâk etmiş bulunalım (sonra velisine) Hz. Salih’in kanını isteyecek bir kimsesi bulunursa ona da kendimizi müdafaa ederek (diyelim ki: Biz onun) o velinin (ehlinin) helâk olduğu yerde veya o zamanda (hazır bulunmadık) böyle bir helâkın vukuunu bile görmedik, nerde kaldı ki, onu helâk etmiş olalım. (ve şüphe yok ki, bizler elbette doğru sözlü kimseleriz) bu ifadelerimiz de doğrudur, biz yalan söyleyen kimseler değiliz.

50. Onlar bir hile yaptılar, biz de hiç bilgileri olmaksızın bir hile ile hile yaptık yani: Onları ansızın hilelerin cezasına kavuşturduk.

50. (Onlar) O yalancı herifler (bir hiyle ile hiyle yaptılar) böyle gerçek dışı bir söz ile kendilerini müdafaa etmek istediler. Kalben ise Hz. Salih ile ona îman edenlere büyük bir düşmanlıkta bulunarak suikaste karar verdiler (biz de) Onlara (hiç bilgileri olmaksızın) farkına varmaksızın (bir hiyle ile hiyle yaptık) yani: Onları görülmemiş bir tarzda helâk ettik, onları ansızın hiyleleriniz cezasına kavuşturduk.

51. Artık bak! Hilelerinin akibeti nasıl oldu? Muhakkak ki biz, onları da kavimlerini de toptan helâk ettik.

51. Evet.. Onlar pek garip bir şekilde helâke uğramışlardı. Cenab-ı Hak bunu da şöyle beyan buyuruyor: (Artık bak! Tuzaklarının) Yapmak istedikleri hiylelerin (âkibeti nasıl oldu) o yapmak istedikleri felâket, nasıl kendi başlarına geldi (muhakkak ki, biz onları da) o dokuz şahsı da ve kendileriyle aynı fikirde olan (kavimlerini de toptan helâk ettik) hepsi de görülmemiş bir şekilde Allah’ın kahrına uğrayarak dünyadan çıkıp gittiler. Evet.. O mel’unlar, evvelâ Salih Aleyhisselâm’ı, sonra da ona tâbi olanları öldürmek için silâha sarılmışlar Hz. Salih’in bir tepe arasındaki ibadethanesine doğru gitmekte bulunmuşlardı. Cenab-ı Hak’kın emriyle melekler onların üzerlerine yukarıdan birçok taşlar yağdırdılar, onlar taşları gördükleri halde melekleri göremiyorlardı. Nihayet gökten gelen şiddetli bir ses ile kâfir kavmin hepsi de helâk olup gitti.

52. İşte onlar, onların zulümleri sebebiyle çökmüş olan evleri! Şüphe yok ki, bunda anlayan kavim için elbette bir ibret vardır.

52. (İşte onlar) O birer ibret manzarası oluşturan harap yurtlar (onların) o Semud kavminin (zulmları sebebiyle çökmüş) yıkılmış boş kalmış (olan evleri) hâlâ bu harabeler görülmektedir. (şüphe yok ki, bunda) Bu yurtların böyle acayip bir şekilde mavh ve yok edilmesinde (bilen bir kavim için) Allah’ın kudretini bilen o Yüce Yaratıcıya isyanın ne kadar felâkete yol açtığını anlayan bir cemaat için (elbette bir ibret vardır) Evet.. O helâke mâruz kavmin yaşam tarihini bilen, yurtlarının fecî manzarasını gören her kimse, bundan bir ibret dersi, almalıdır, o gibi dinsiz kavimlerin izlerini tâkibetmek cehaletinde bulunmamalıdır.

53. Halbuki: İman edip kötülükten sakınanlarıkurtuluşa erdirdik.

53. İşte Cenab-ı Hak buna da şöylece işaret buyuruyor: (Halbuki,) Cenab-ı Hak’ka (îman edip kötülükten sakınanları kurtuluşa erdirdik) onlar o kâfirlere yöneten felâketten korundular, Allah’ın inayetine kavuştular. Evet.. Salih Aleyhisselâm ile ona tâbi olanlar, Semud kavminin başına gelen felâketlerden sonra kendileri selâmetle Mekke-i Mükerremeye veya Kudüs-i şerife hicret ederek ibadet ve itaatla meşgul olmuşlardır. Allah’ın dinine sarılmanın pek büyük mükâfatına nâil bulunmuşlardır. Salih Aleyhisselâm’ın kıssası için “Araf ve Hud” sûrelerinin izahına da bakınız!.

54. Lût’u da Peygamber gönderdik o zaman ki: Kavmine demişti ki: O en iğrenç şeyi yapacak mısınız? Halbuki siz onun fenâlığını görürsünüz.

54. Bu mübârek âyetler de Lût Aleyhisselâm’a ait olan dördüncü kıssayı kapsayıp onun kavminin ne kadar ahlâksızlığa düşkün kimseler olduğunu bildiriyor. Hz. Lût’un nasihatlarına rağmen onu ve ailesini yurtlarından çıkarmak istediklerini, nihayet Hz. Lût’un ve eşinden başka ailesinin kurtuluşa erdiklerini, kavminin de müthiş bir felâkete uğrayarak kahrolup gittiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Şam tarafındaki” Semud” bölgesıne (Lût’u da) Peygamber gönderdik. (o zaman ki:) O zat (Kavmine demişti) o kavmin çirkin hareketlerini kınayarak kendilerini temiz bir hayata davet etmişti: Ey Kavmim!. Siz (en iğrenç şeyin işleyecek misiniz?..) son derece çirkin, kötü olan bir muameleye nihayet vermiyecek misiniz?.. (halbuki, siz) onun ne kadar fena, insanlığa aykırı bir muamele olduğunu (görürsünüz) onun ahlâksızlıktan olduğunu aklen anlayabilirsiniz. Yahut birbirinizin öyle çirkin bir muamelede bulunduğunu görür durursunuz. Bu ne kadar insanlığa ahlâkaaykırı, bir hareket!,

55. Siz kadınlarınızı bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız? Doğrusu siz cahilce hareket eden bir kavimsiniz.

55. Ey kavmim!. (Siz kadınlarınızı bırakıp da şehvetle erkeklere mi yanaşacaksınız?.) Kendi helâl eşlerinizi terkedip de livata cinayetini mi işleyeceksiniz?. İşte sizin bu hareketiniz ne kadar çirkin, ne kadar meşru bir gayeden uzak, ne derece hayvani bir muamele!. (doğrusu siz cahilce hareket eden bir kavimsiniz) yaptığınız pek çirkin hareketin fenalığını bilmiyorlar gibi görünüyorsunuz, yahut siz, bu hareketin kötü âkibetini düşünmeyip deliler gibi, beyinsizler gibi cahilce bir halde yaşayıp duruyorsunuz.

56. Artık kavminin cevabı da: Lût ailesini yurdunuzdan çıkarın, şüphe yok ki, onlar çok temizlikte bulunan insanlardır, demelerinden başka olmamıştı.

56. (Artık) Hz. Lut’un o güzel ihtarına karşı kendilerini müdafaa için bir delile, bir mâzerete sahip bulunmayan (kavminin cevabı da) bir yanıltmacadan ve cinâyetlerine bir devam gayesinden ibaret olmak üzere (Lût ailesini yurdunuzdan çıkarın) onlar bizimle beraber bir yurtta bulunarak bizi tenkit etmesinler, hesaba çekmesinler (Şüphe yok ki, onlar çok temizlikte bulunan insanlardır) onları bizim yaptığımız şeyleri pis sayarak onlardan kaçınmaktadırlar. (demelerinden başka olmamıştı) O ahlâksız kavim o kendilerini temizliğe davet eden Peygamberleri hakkında alay yoluyla böyle demişlerdi.

57. Binaenaleyh onu ve bütün ailesini kurtardık, karısı müstesna, onu takdirimizle azapta bâki kalanlardan kıldık.

57. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Binaenaleyh) O ahlâksız öyle kötü lakırdıları üzerine (onu) Lût Aleyhisselâm’ı (ve bütün ailesini) umum aile fertlerini (kurtardık)kendilerine hiçbir kötülük dokunmadı, onlar geceleyin bulundukları beldeden çıkıp gittiler. (eşi müstesna) O kadın Hz. Lût’a itaatkâr olmadığı için (onu) o kadını (takdirlerimizle) ilâhi hüküm gereğince (azapta baki kalanlardan kıldık.) o da o kavim arasında kaldı, onlar ile beraber ayn; azaba uğradı. Şöyle ki:

58. Ve onların üzerlerine bir yağmur yağdırdık, artık ne fena oldu, o uyarılmış olanların yağmuru.

58. (Ve onların üzerlerine bir yağmur yağdırdık) Görülmemiş bir şekilde başlarına taşlar yağdırıldı. (artık ne fena oldu, o uyarılmış olanların yağmuru?.) O yağmur, bir azaptan, bir ilâhi kahırdan ibaret olarak ohların hepsini de helâk edip gitti, onların bütün köylerinin bir zelzele ile altı üstüne getirilmiştir. Evet.. Vaktiyle Peygamberleri tarafından kendilerine nasihat verilmiş, kendilerini bu gibi azaba uğratılmaktan korkutulmuştu.. Onlar ise buna kulak vermemişlerdi, nihayet dinsizliklerinin, ahlâksızlıklarının böyle müthiş cezasına çarpılmış oldular Lût Aleyhisselâm’ın kıssası için “Araf” sûresinin izahına da bakınız!.

59. De ki, Hamd Allah’adır, selâm da seçkin kıldığı kullarınadır. Allah mı hayırlıdır, yoksa ona ortak koştukları mı?

59. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’e karşı Cenab-ı Hak’kın ilâhi iltifatını içermektedir. İbret ve bilgi veren kıssalarla kitaplarla Allah’ı birleyenleri aydınlatan yüce yaratıcıya hamdın lüzumunu tebliğ ediyor ve dindar seçkin kulların da selâmete kavuştuklarını müjdeliyor. Kerem sahibi Yaratıcının rahmetinin eserlerinden olan üççeşit hayra, faydaya işaret ediyor ve Yüce Allah’ın birliğini, azamet ve hâkimiyetini, şerik ve ortaktan uzak bulunduğunu çeşitli kudret eserlerini nazarı dikkatlere sunarak isbat ediyor, inkârcıların cehaletlerini göstererek azarlıyor ve bütüninsanlığı düşünme ve insafa davet ediyor, inkârcıların cehâletlerini göstererek azarlıyor ve bütün insanlığı düşünme ve insafa davet buyuruyor. Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. Seni böyle ilâhi vahyine kavuşturan, birçok hakikatlardan haberdar buyuran kerim mabûduna şükretmek için (De ki: Hamd Allah’adır) bütün mükemmel sıfatlarla vasıflanmış olan, O Yüce Yaratıcıdır. (selâm da) Selâmet ve saadet de o hikmet sahibi yaratıcının (seçmiş olduğu kullarınadır) bu zatlardan maksat, Peygamberlerdir. Veya Peygamberimizin ashab-ı kiramıdır ve bir görüşe göre de önceki ve şimdiki bütün müminlerdir. Cenab-ı Hak, böyle seçkin, inanan kullarını ebedî selâmet ve saadete eriştirecektir. Artık düşünmeli, seçkin kullarını böyle mükâfatlara eriştiren (Allah mı hayırlıdır, yoksa) o müşriklerin o Yüce mabûda (ortak koştukları mı?.) hayırlıdır?. O bir takım putlar ki, birer fâni muhlûkturlar, kendi haklarında bile bir faide temine, bir kötülüğü gidermeye kâdir olamazlar. Evet.. Açıktır ki: Cenab-ı Haktan başka bütün mevcudat, mahlûktur, ölüme mahkûmdur kendisini ölümden, bir takım felâketlerden kurtaramaz. Artık öyle bir mahlûk, mabût edinilmeye elbette ki, lâyık olamaz. Aksine hareket ise en büyük bir cehalet değil midir?

60. Yoksa gökleri ve yeri yaratan ve gökten sizin için bir su indiren mi hayırlıdır sonra onunla güzelliğe sahip olan bahçeleri bitirdik ki, sizin için onun bir ağacı bile bitirebilmeniz mümkün değildir. Allah ile beraber bir tanrı mı var? Hayır.. Onlar doğru yoldan sapmış olan güruhtur.

60. Ey insanlar!. Bir kere kâinatın yaratıcısının kudret levhalarına, rahmetinin eserlerine bakınız. Öyle âciz putlar mı hayırlıdır ki, onlara tapıp duruyorsunuz?. (Yoksa gökleri ve yeri) O kadar güzel, faideli bir şekilde (yaratan ve gökten sizin için) hayat kaynağı olan (bir suindiren mi?.) o ortak ve benzerden uzak olan Allah Teâlâ mı hayırlıdır? Elbetteki, hayır ve rahmet, yaratma ve mabutluk o kerim yaratıcıya mahsustur. İşte o kerim mabûdumuz, bizi uyanma dairesine, şükür vazifesini yapmaya sevk için buyuruyor ki: (Sonra onunla) Yukarıdan yağdırılan hayat suyu ile (güzelliğe sahip olan) parlaklık ve güzelliği ile gönüllere zevk veren (bahçeleri bitirdik) bostanları meydana getirdik (ki, sizin için onun bir ağacını bile yetiştirebilmeniz mümkün değildir.) nerde kaldı ki öyle çeşit, çeşit ağaçları ve onların meyyelerini yetiştirebilirsiniz. İşte taptığınız putlar da bütün âciz şeyler değil mi?. Artık (Allah ile beraber bir tanrı mı var?. Hayır..) elbette ki, başka bir tanrı daha yoktur. Binaenaleyh (onlar) o putlara tapanlar (doğru yoldan sapmış olan güruhtur) onların âdetleri, akıllıca düşünmemektir, doğruluk yolundan ayrılmaktır. Onun içindir ki, Allah’ın birliğine şahitlik eden milyonlarca kudret eserlerini göremiyorlardı âciz, fâni şeylere tapınıp duruyorlardı. Bu âyeti kerime birinci nevi rahmet eserlerini göstermektedir.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN