KASAS SURESİ

61. Ya kendisine güzel bir vaad ile vaadde bulunmuş olduğumuz, sonra da ona o vaadedilene erişecek olan kimse, kendisini dünya hayatının geçici menfaat ve zevkiyle yaşattığımız, sonra da kıyamet gününde ateş için huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?

61. Bir kere şunu da düşünmeli değil midir?. (Kendisine) îmanından güzel amellerinden dolayı (güzel bir vad ile vadde bulunmuş olduğumuz) kendisini cennete, ebedî bir nimete eriştireceğimizi müjdelediğimiz (sonra da ona) o vad edilen cennete, nimete (erecek olan kimse) öyle mümtaz bir kul (kendisini dünya hayatının geçici menfaatleriyle yaşattığımız) kendisine dünyada bir kısım fâni nimetler verdiğimiz (sonra da kıyamet gününde) cehennem ateşi için (huzurumuza getirilenler arasında bulunan kimse gibi midir?.) elbette değildir. İşte îman ehli hakkında öyle selâmet ve saadete vesile olan ilâhi bir vad vardır. Allah’ın va’dinde de caymak söz konusu cari değildir. Kâfirler için öyle ebedî bir cehennem vardır. Artık o kâfirlerin elindeki fâni varlığın uhrevî nimetlere göre ne kıymeti vardır ki, o fâni varlığın elden çıkmaması için o istikbale ait ebedî, muazzam nimetlerden mahrumiyet felâketi tercih edilsin?.

62. Ve o gün ki, onlara seslenir de der ki: Nerede o ortaklarını ki, siz iddia ediyordunuz!

62. (ve) hatırlayınız (o gün ki) o kıyamet âlemindeki Cenab-ı Hak (onlara) o dinsizlere ve başkalarını da dinsizliğe sevketmiş olanlara (seslenir de der ki:) ey dünyada iken küfür ve şirke düşmüş kimseler!. (Nerede o ortaklarım ki) o bana ortak edindiğiniz putlar, insanlar ki (siz iddia ediyordunuz!.) öyle yaratılmış, âciz, fani şeyleri Yüce Yaratıcıya ortak sanıvermiştiniz!. Onlardan şefaat bekliyordunuz!. Şimdi anladınız mı’?. Siz onların ne mahiyette olduklarını hiç düşünmediniz mi? öyle kendileri için bile bir faideleri olamayan şeyler, sizin için faideliolabilir mi?.

63. Aleyhlerine söz hak olanlar diyeceklerdir: Ey Rabbimiz! Şunlar kendilerini saptırmış olduğumuz kimselerdir. Biz onları, kendi sapıttığımız gibi saptırdık onlardan uzaklaştık. Sana sığınırız onlar bize tapar olmadılar.

63. Artık o müşrikler, ne kadar cehalette, alçaklıkta bulunmuş olduklarını o ebedî âlemde anlayacaklar ve öyle (Aleyhlerine söz hak olanlar) cehennemlere atılmalarına dair ilâhi emir çıkan müşrikler (diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz!. Şunlar) şu dünyada iken bizlere tâbi olanlar, bizimle beraber şirke düşmüş bulunanlar (kendilerini) dünyada iken (saptırmış olduğumuz kimselerdir) biz onları zorlamadık, (biz onları kendi sapıttığımız gibi saptırdık) yani: biz kendi ihtiyarımızla şirke düşmüş olduğumuz gibi onları da bizim bu tavsiyelerimize, vesveselerimizden dolayı kendi ihtiyarlariyle şirke düşmüş oldular. Biz onları şirke zorlamadık, biz şimdi onlardan (uzaklaştık) onların işlerinden, işledikleri küfür ve isyandan uzak bulunmaktayız. (sana) Yarabbi!. Sığınırız (onlar bize tapar olmadılar) onlar ancak kendi heveslerine tâbi olmuş, arzularının kendilerine süslü gösterdiği putlara tapmakta bulunmuşlardır. Ne yazık ki, öyle demekle o müşrikler, kendilerini müdafaa edebilmiş olamayacaklardır. Değil mi ki, kendileri şirke düşmüş, başkalarını da şirke davet etmiş, şeytani vesveselerde bulunmuşlardır. Artık bu yüzden hepsi de ebediyyen azap göreceklerdir.

64. Ve denilmiş olacak dır ki: Ortaklarınızı çağırınız. Artık onları çağırmış olacaklardır. Fakat kendilerine cevap vermiş olamayacaklardır ve azabı görmüş olacaklardır. Eğer onlar hidayete ermiş olsalar idi böyle azaba uğramayacaklardı.

64. Bu mübârek âyetler, ahirette müşriklerin nasıl bir suale, azaba mâruz ve cevaptan âciz kalacaklarını bildiriyor. Tövbe eden, iyiamellerde bulunan müminler de ahirette kurtuluşa ermiş zatlardan olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ahirette o müşriklere hükmetmek için veya onları susturmak kınamak için (denilmiş) olacak (dır ki,) ey müşrikler!. Şimdi (ortaklarınızı çağırınız) öyle dünyada iken bir takım putları vesaireyi Cenab-ı Hak’ka ortak edinmiş, onlardan menfaat beklemiş idiniz, şimdi onlardan yardım isteyiniz, bakınız ki, sizin yardımınıza koşabilecekler mi?. O müşrikler de (artık onları) o Cenab-ı Hak’ka ortak tanımış oldukları şeyleri (çağırmış olacaklardır) son derece korku ve hayret içinde kalmış olacakları için böyle boş yere bir çağırmaya cüret edeceklerdir. (fakat) o çağırdıkları âciz, fâni şeyler (kendilerine cevap vermiş olamayacaklardır.) çünki onların bu cevaba kudretleri, yardım etmeğe kabiliyetleri yoktur (Ve) o müşrikler (azabı gönmüş olacaklardır) artık cehennem ateşine atılacaklarını kendilerini kurtaracak bir yardımcının bulunmadığını anlamış bulunacaklardır. Halbuki, (eğer onlar) dünyada iken (hidayete ermiş olsalar idi) ahirette böyle azab görmezlerdi. Yahut: Onlar boş yere temennide bulunarak derler ki: “Keşke biz dünyada iken hidayete ermiş, Allah’ın birliğini tasdik etmiş olsa idik de şimdi böyle bir azaba mâruz kalmasa idik. Ne yazık ki, artık kurtuluş imkânı kalmamış olacaktır.

65. Ve o gün onlara seslenecek de diyecektir: Gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz?

65. (Ve o gün) O kıyamet zamanında Allah Teâlâ (onlara) o müşriklere (seslenecek de diyecektir ki:) size Allah’ın dinini tebliğ için (gönderilen Peygamberlere ne cevap verdiniz?.) Onlar size Allah’ın birliğini tebliğ ettikleri halde siz ne için onlara muhalefette bulundunuz?. Artık o müşrikler sükuttan başka bir cevap vermeğe kâdir olamayacaklardır.

66. Artık o gün haberler onlara karşı körkaranlık kesilmiş olacaktır. Onlar birbirine de soramayacaklardır.

66. (Artık o gün) O ahiret âleminde (haberler) kendilerini kurtarabilecek cevaplar (onlara karşı kör) gizli karanlık, (kesilmiş olacaktır) kendilerini azaptan kurtarabilecek bir cevaba, nefsi müdafaaya kâdir olamayacaklardır ve (onlar) o müşrikler, o kıyamet gününde (birbirine de soramayacaklardır) birbirinin reyine müracaat edip de ne şekilde cevap verileceğini birbirinden sormaya da kâdir olamazlar, böyle bir suale, uğradıkları dehşet mânidir ve zaten hiçbirinin de cevaba kâdir olamayacağı anlaşılmış bulunacaktır.

67. Amma tövbe eden ve îmân edip iyi işlerde bulunan ise, kurtuluşa ermişlerden olmasını umabilir.

67. (Amma) Daha dünyada iken küfür ve şirkten (tövbe eden ve îman edip iyi işlerde bulunan) kimse (ise) müstesnâdır. Öyle bir kimse (kurtuluşa ermişlerden olmasını umabilir.) evet.. Günahından tevbe ederek ömrünün sonuna kadar iyi amele dayalı doğru bir îmana kavuşmuş bulunan bir kimse ahiret azabından emin bulunacaktır. Cenab-ı Hak’kın bu husutaki ilâhi va’di herhalde gerçekleşecektir. Bir kul için lâzım olan da tövbesinde devam etmektir, korku ve ümitten ayrılmamaktır, güzel bir son ile ahirete gideceğini, ahiret nimetlerine kavuşacağını Kerem Sahibi mabuttan niyâzda bulunmaktır, böyle bir temenniden geri durmamaktır. Ve başarı Allah’tandır.

68. Ve Rabbin dilediğini yaratır ve seçer, onlar için ise seçim hakkı yoktur. Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve şanı yücedir.

68. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ Hazretlerinin yaratıcı olduğunu, dilediğini seçip ihtiyar edeceğini, ilm ve kudretini, birliğini, sübhaniyesini, hamd ve senaya lâyık bulunduğunu, ilâhi hükmünü ve manevîhuzuruna bütün kullarının çağrılacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin en şereflisli. (Ve Rabbin dilediğini yaratır ve ihtiyar eder) hiç bir kimse, o hikmet sahibi yaratıcının bir şeyi dileyip seçmesine mâni olamaz. (onlar için ise seçim hakkı yoktur) O kulların iradeleri, bizzat tesirli değildir. Allah Teâlâ onların dileyip seçecekleri şeyleri yaratmaya hâşâ mecbur değildir. Rivayete göre “Mugayre” demişdi ki: Kur’an, bu iki beldedeki en büyük bir şahsa nazil olmalı değil mi idi?. İşte onu ve benzerlerini red için buyurulmuş oluyor ki: Cenab-ı Hak, Peygamberlerini kendilerine gönderilen kimselerin rey ve iradelerine göre göndermez, ancak kendi ilâhi seçimine göre gönderir. Hayır ve iyiliğin ne şekilde, ne vasıta ile tecelli edeceğini ancak o Kerem sahibi yaratıcı bilir. (Allah onların şerik koştuklarından münezzehtir, şânı yücedir) Hiçbir şey, o Yüce Yaratıcıya ortak olamaz ve onun ezeli iradesine aykırı bir şeyi meydana getiremez ve hiçbir kimsenin iradesi, o ezeli mabûd’un pek yüce olan iradesine, ihtiyarına aykırı ve zıt bulunamaz.

69. Ve Rabbin onların sinelerinin neler sakladığını ve neler ilân ettiklerini bilir.

69. (Ve) Ey Son Peygyamer!. (Rabbin onların sinelerinin neler sakladığını ve neler ilân ettiklerini bilir.) O müşriklerin, inkârcıların peygamber hakkındaki lakırdılarını, içerilerinde sakladıkları düşmanlıklarını ve diğer kuruntularını tamamen bilmektedir.

70. Ve Allah, O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. Hamd önünde de sonunda da onun içindir. Ve hüküm O’na mahsustur ve ona döndürüleceksinizdir.

70. (Ve Allah, O’dur) İbadete lâyık olan Allah, o ortak ve benzerden uzak olan Yüce mabuttur. (Ondan başka ilâh yoktur.) Ondan başka hiçbirşey, yaratıcılık, mabutluk vasfına sahip, ibadete lâyık değildir. (hamd önünde deve sonunda da onun içindir) Dünyada da ahirete de hamd ve senâ o Kerim yaratıcıya mahsustur. Ondan başka bütün mükemmel vasıfları kuşatan bir zat yoktur. Müminler, o Yüce Yaratıcıya dünyada da, ahirette de hamd ve senada bulunurlar. (ve hüküm ona mahsustur) Her şeyde geçerli olan hüküm, kaza o ezeli mâbuda aittir. İtaat ehli için af ile, isyan ehli için de bedbahtlık ile haklarında Allah’ın hükmü tecelli etmiştir. Allah’ın hükmüne hiçbir kimse, engel ve ortak olamaz. (ve) Ey insanlar!. Nihayet hepiniz de (ona döndürüleceksinizdir) kabirlerinizden kaldırılarak O Yüce Yaratıcının yüce mahkemesine sevkedileceksinizdir. Artık o âkibeti düşününüz!. Müminler, o âlemde ilâhi lütuflara kavuşacaklardır. Kâfirler ve isyankârlar da lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır. Ne büyük bir müjde ve tehdit!.

71. De ki: Haber veriniz, eğer Allah geceyi kıyamet gününe kadar üzerinize daimî kılacak olsa Allah’tan başka tanrı kimdir ki, size bir ışık getiriversin, hâlâ işitmeyecek misiniz?

71. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın bu kâinattaki tasarruflarını, kulları hakkındaki ilâhi lütuflarını bildirerek hamd ve senaya lâyık olduğunu göstermektedir. Geceler ile gündüzlerin birbirini muntazaman tâkibetmesindeki hikmet ve faydaya, bunların birer ilâhi rahmet eseri olduğuna işaret buyuruyor. Müşniklerin de ne kadar bâtıl bir kanaatte bulunduklarını ve nihayet Allah’ın birliği tecelli ederek küfür ve şirkin ve bâtıl mâbutların yok olmaya mahkum kalacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin iftiharı, İslâm dinine davet ettiğin Mekke ehline ve diğerlerine (De ki: Haber veriniz, eğer Allah geceyi kıyamete kadar üzerinize daimî kılacak olsa) sizi gündüzlerden mahrum bıraksa (Allah’tan başka tanrı kimdir ki size bir ışıkgetiriversin?.) sizi gündüze kavuştursun, geçiminizi temine çalışacağınız bir zamana sizi ulaştırsın? (Hâlâ işitmeyecek misiniz?.) Hala Cenab-ı Hak’tan başka bir yaratıcının mevcut olmadığına dair nice ilâhi beyanları dinleyip anlamayacak mısınız?. Nedir öyle şirk içinde yaşayıp durmanız?.

72. De ki: Söyleyiniz, eğer Allah sizin üzerinize gündüzü daimî kılacak olsa Allah’tan başka hangi mâbuttur ki, size kendisinde istirahat edecek olduğunuz bir geceyi getiriverir. Hâlâ görmüyor musunuz?

72. Ey Yüce Peygamber!. Onlar yine (De ki: Söyleyiniz) haber veriniz (eğer Allah sizin üzerinize gündüzü daîmî kılacak olsa) güneşin batmasına izin vermeyip daima üzerinize ışığını yayıp duracak bulunsa artık (Allah’tan başka hangi mâbuttur ki, size kendisinde istirahat edecek olduğunuz bir geceyi getiriverir?.) elbette ki, hiçbir kimse bunu getiremez. Elbette ki, Cenab-ı Hak’tan başka yaratıcı, bu gibi tasarruflara kâdir bir zat yoktur. (Hâlâ görmüyor musunuz?) Bu gibi pek açık bir menfaatı takdir edip de onu size ihsan eden Kerem sahibi yaratıcıya kullukta, onun birliğini tasdik etmeli ve Onu yüceltmeli değil misiniz?.

73. Ve onun rahmetindendir ki, sizin için geceyi ve gündüzü yarattı. Tâki dinlenesiniz ve onun fazlından dileyesiniz ve umulur ki şükredersiniz.

73. (Ve) Ey insanlar!, Bir kere düşününüz: (Onun) O Yüce Yaratıcının (rahmetindendir ki sizin için geceyi ve gündüzü) iki büyük iki mühim menfaat vasıtası (kıldı) onları biribiri ardınca muntazaman meydana getirmektedir. (tâki,) Gecelerde (sakin olasınız) istirahate varıp yorgunluklarınızı giderebilesiniz. (ve) Gündüzleri de (onun) o Kerem sahibi yaratıcının (fazlından dileyesiniz) muhtelif kazanç yollarını takip ederek geçiminizi te’mine muvaffak olasınız (ve umulur ki,şükredersiniz) böyle sürekli nimetlere kavuşmanızı güzelce düşünerek bunları size ihsan buyuran Allah Teâlâ’ya teşekküre devam eylersiniz, nimete karşı nankörlükte bulunmak, Allah’ın birliğini ve Rabliğini tasdik etmemek ise en büyük bir cinayettir, en çirkin bir nankörlük eseridir.

74. Ve o gün ki, onlara seslenecek de nerede iddia ettiğiniz ortaklarını diyecektir.

74. İşte Cenab-ı Hak, o gibi nankör kimselerin pek fecî âktbetlerine şöylece işaret buyuruyor. (Ve) Hatırla! (o gün ki,) O kıyamet zamanındaki Hak Teâlâ (onlara) o müşriklere (seslenecek de, nerede iddia ettiğiniz ortaklarım diyecektir) yani: O müşrikler, kıyamet gününde Allah’ın gazabına uğrayacaklardır, ortak ve benzerden uzak olan ezeli mabûda onun âciz, fâni mahlûkatını ortak edinmiş olduklarından dolayı kınamaya, tehdide, ebedî azaba mâruz kalacaklardır.

75. Ve her ümmetten bir şahit çıkarmış, artık delillerinizi getiriniz demiş olacağız. Binaenaleyh bileceklerdir ki, şüphe yok hakikat Allah içindir ve onlardan iftira ettikleri şey kaybolup gitmiş olacaktır.

75. Hak Teâlâ Hazretleri şöyle de buyuroyor: (Ve her ümmetten) Kıyamet günü (bir şahit çıkarmış) olacağız. Ümmetlere gönderilmiş olan Peygamberler ve ümmetlerin hallerini bilen diğer müminler, o ümmetlerin sözlerine, fiillerine şahitlikte bulunacaklardır. Ve o ümmetlere hitaben (artık delillerinizi getirin demiş olacağız) ne gibi bir delile dayanarak tevhid dinini kabul etmediniz, neye dayanarak küfür şirk içinde sebat edip durdunuz, diye azarlanmış olacaklardır. Artık böyle bir sual ve muhakeme neticesinde hakikat tecelli etmiş olacaktır. (binaenaleyh) O dinsizler (bileceklerdir ki, şüphe yok) ilâhiyat ve Rablık hususunda (Hakikat Allah içindir) ilâhlık, mabutluk yalnız kâinatın yaratıcısına mahsıstur. (ve onların iftira ettlkleri şey) öyleYüce Yaratıcı’ya ortak isnadına ait iddiaları, bâtıl inançları (kaybolup gitmiş olacaktır) ne kadar akla, hakikate muhalef bir kanaatte bulunmuş olduklarını anlamış dünyadaki sapıklıklarını tamamen öğrenmiş olacaklardır. Ne yazık ki, artık pişmanlıkları kendilerine bir fayda vermeyecektir. İşte fâni dünya varlığına düşkün olarak Peygamberlerinin nasihatlarını dinlememiş olanlar, nihayet böyle bir âkibete uğrayacaklardır. Nitekim böyle inkârcı kimseler, daha dünyada iken de birnice felâketlere mâruz kalmışlardır. Karun’un hayat tarzı da buna bir misâl oluşturmaktadır.

76. Şüphe yok ki, Karun, Musa’nın kavminden idi. Fakat onlara karşı haddi aştı ve ona hazinelerden öylesini vermiş idik ki, onun anahtarları muhakkak kuvvetli, büyük bir cemaate ağır geliyordu. O vakit kavmi ona dedi ki: Şımarma! Şüphe yok ki, Allah şımarık olanları sevmez.

76. Bu mübârek âyetler, elde etmiş olduğu pek büyük bir servete güvenerek azgınca harekette bulunmuş olan Karun’un hayat tarihçesini bildiriyor. Kendisine verilen nasihatları kabul etmeyip sadece kendi bilgisi sayesinde öyle günahkârlarm bütün işlemiş oldukları günahları, Allah tarafından bilmiş olduğundan o günahlardan suale lüzum görülmeyeceği beyan buyurulmaktadır. Şöyle ki: (şüphe yok ki Karun) Büyük bir servete sahip olmakla meşhur olan Karun adındaki şahıs (Musa’nın kavminden idi) İsrailoğulları’ndan pek zengin bir kimse idi (fakat onlara karşı haddi aştı) elindeki servetle gururlanarak diğer İsrailoğullarını hakir görmeğe başladı, onlara karşı üstün olma arzusunda bulundu, Hz. Musa ile kardeşi Hz. Harun’un risaletle, peygamberlikle vasıflanmasını, onların İsrailoğulları arasındaki liderliklerini kıskanıp durdu. (ve ona) O Karun’a (hazinelerden) biriktidiği mallardan (öyle şey vermiş idik ki onun) o hazinelerin(anahtarları muhakkak kuvvetli, büyük bir cemaate) bile (ağır geliyordu) o anahtarları çokluğundan dolayı taşımakta güçlük çekiyorlardır, (o vakit kavmi ona) O malının çokluğuna gururlanan Karun’a (dedi ki:) Ey Karun!. Öyle servetine bakıp da (şımarma) öyle pek fazla bir sevinç, bir neşe içinde yaşama (şüphe yok ki, Allah şımarık olanları sevmez.) öyle dünyevî bir servete güvenerek kibirli bir sevinç içinde yaşayanlar Allah’ın sevgisine lâyık olamazlar, belki onlar ihanete uğrarlar, manevî yakınlıktan uzaklaşırlar, rahmetten mahrum bırakılırlar. Haddizatında kıymetsiz olan yaldızlı, parlak görülen fâni şeylere güvenip durmak, elbetteki, insanlığa lâyık değildir. “Usbe” ondan kırka kadar olan cemaat manâsınadır. Bazılarınca da birden ona kadar olan erler demektir. “tenûü” de siklet verir, ağır olur, ağırlık verir mânasınadır.

77. Ve Allah’ın sana verdiğinde, ahiret yurdunu araştır ve dünyada olan nasibini de unutma ve Allah’ın sana ihsan ettiği gibi ihsanda bulunup ve yeryüzünde bozgunculuğu arzulama, şüphe yok ki, Allah bozguncuları sevmez.

77. (Ve) Karun’a hayrı tavsiye eden zatlar, öğüt verip dediler ki: (Allah’ın sana verdiğinde) kavuştuşun dünya varlığında (ahiret yurdunu araştır) bu varlığı, Allah’ın rızasına uygun bir şekilde kullar, bunun zekâtını ver, bundan fakirlere yardım eyle ki, bu varlığın faidesini ahirette göresin. (ve) Ey Karun!. (dünyada olan nasibini de unutma) dünyada iken nâil olduğun hayatın, sıhhatin, gençliğin, kuvvetin, servetin kadrini de takdir et, bunları unutmuşcasına gözden çıkarma, bunlar ile ahiret hayatını da temine çalış, bunlardan meşru şekilde istifade ederek bunları sana ihsan buyurmuş olan kerem sahibi yaratıcıya kulluğa, şükre devam eyle. (ve Allah’ın sana ihsan ettiği gibi) Sen de fakirlere, zayıflara (ihsanda bulun) yurduna,vatandaşlarına yardım etmeyi bir vazife bil, herkes ile güzelce görüşmeğe, konuşmaya gayret et (ve yeryüzünde bozgunculuğu arzulama) kötü hareketlerde bulunma, servetini kötü yere kullanma, israftan, cimrilikten kaçın (Şüphe yok ki, Allah bozguncuları sevmez.) Onları gayrı meşru hareketlerden dolayı ilâhi rahmetinden mahrum bırakır.

“Cihanda merdimümsik mâlik olsa mülki Karuna”

“Cihandan göz yumunca malı el yer, kendisin yer yer”

78. Dedi ki: Bu, ancak bende olan ilim sebebiyle bana verilmiştir. O bilmedimi ki, Allah evvelki nesillerden ondan daha kuvvetli ve daha çok taraftarı olan kimseleri helâk etmiştir ve günahkâr günahlarından sorulmaz.

78. Karun, kendisine verilen ve ahlâki faziletlerin esasları olan öyle güzelce öğütlere rağmen yine cimrilikte devam ederek (Der ki: Bu) servet (ancak bende olan ilm sebebiyle bana verllıiştir.) ben sahip olduğum bilgi sayesinde böyle başkalarından fazla bir mala, bir varlığa sahip bulunmuş oldum. O gafil şahıs, kendisinin sınırlı bilgisinden dolayı gururlanıyor, o bilgiyi de, o varlığı da kendisine ihsan etmiş olan Kerem Sahibi Yaratıcıyı unutmuş bulunuyordu. (O bilmedi mi ki, Allah) Teâlâ (ondan evvelki nesillerden) diğer kuvvetli kavimlere mensup kimselerden olup da (ondan) o Karun’dan (daha kuvvetli ve daha çok taraftarı olan) servete, mevkie sahip (kimseleri helâk etmiştir) artık kendisinin de helâk olmayacağınıdan emin midir ki, o fani bir dünya varlığına güvenerek büyüklük taslamakta bulunup duruyor. (ve günahkârlar günahlarından sorulmaz) Onların günahları zaten Cenab-ı Hak’ca bilinmektedir. Amel defterlerinde yazılıdır. Onların ne kadar günahkârlar olduklarını melekler de onların yüzlerine bakınca anlamış oldular. Onlarıngünahlarını, anlaşılıp tâyin edilmesi için sormaya gerek yoktur. Ancak onların günahları sırf kendilerini kınamak için, azarlamak için, yüzlerine çarpmak için sorulacaktır.

“Rabbin hakkı için mutlaka onların hepsini sorguya çekeceğiz” (Nahl, 15/92)

79. Derken Kârun kavmine karşı ihtişamıyla çıkıverdi. Dünya hayatını isteyenler, dedi ki: Keşke Karun’a verilmiş olan şeyin misli bizim için de verilmiş olsa. Şüphe yok ki, o, pek büyük bir şans sahibidir.

79. Bu mübârek âyetler de nasihat kabul etmeyip görkemli bir şekilde kavmi arasında gezmeğe başlayan Karun’un bu ihtişamına karşı dünyaya eğilim gösteren bazı kimselerin bir gıpta eseri olduklarını bildiriyor. Hakiki bir ilm ile donatılmış zatların da, îman ve iyi amel sahiplerinin kavuşacakları ilâhi mükâfatların daha hayırlı bir temenni etmeye lâyık olduğunu söylemiş olduklarını haber veriyor. Bilâhara Karun’un bütün yanlışiyle helâk olduğunu gören kimselerin de uyanıp fikir değiştirdiklerini ve eğer Allah’ın korumasına kavuşmamış olsalardı, kendilerinin de öyle bir helâke mâruz kalıtş olacaklarını itiraf ettiklerini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Karun, kendisine iyilik ve iktisad ederek hareket etmesini tavsiye eden zatlara karşı gücendi, de kendini medhetmek istedi (Derken kavmine karşı ihtişamiyle çıkıverdi) büyük bir ihtişam ile gezmeğe başladı, varlığını göstermek istedi. Yanında birçok köleleri, cariyeleri de bulunuyormuş. (dünya hayatını isteyenler) Dünya varlığına eğilim gösterenler, o ihtişamı görünce (dedi ki: Keşke Karun’a verilmiş olan şeyin) servet ve devletin bir (misli bizim için de verilmiş olsa) biz de öyle bir varlığa sahip bulunmuş olsa idik. (şüphe yok ki, o) Karun (pek büyük bir şans) birnasip, bir zenginlik (sahibidir) böyle bir temennide bulunanlar, ya mümin kimseler idi. İnsanlık hali böyle bir varlığa kavuşma arzusunda bulunmuşlardı. Belki de demek istemiştiler ki: Keşke biz de böyle bir servete sahip olsa idik de onu Allah yolunda sarfedip dursa idik, hayır ve iyilikte bulunsa idik de uhrevî mükâfata da kavuşabilseydik. Yahut bu temennide bulunanlar kâfir bir cemaat idi, onların arzuları yalnız böyle dünya varlığından ibaret olduğu için böyle hırslı şekilde bir temennide bulunmuşlardı.

80. Kendilerine ilim verilmiş olanlar ise dedi ki: Yazıklar olsun size! Allah’ın sevabı, îmân eden ve iyi amelde bulunanlar için daha hayırlıdır. Ona ise ancak sabredenler kavuşurlar.

80. (Kendilerine ilm verilmiş olanlar ise) Dünya ve ahiret işlerini bilen, müminlerin ahirette kavuşacakları mükâfatlara inanan seçkin bir bilgin gurubu ise (dedi ki: Yazıklar olsun size!.) yani: öyle fâni bir varlığa gıpta edilmesi hiç uygun olur mu?. Böyle bir temennide bulunmayınız (Allah’ın sevabı) ahiretteki mükâfatı (îman eden ve iyi işler yapanlar için daha hayırlıdır) onun yanında sizin temenni ettiğiniz, şeyin, o Karun’a ait servetin ne kıymeti olabilir? (ona ise) O sevaba, uhrevî mükâfata veyahut o ilm sahiplerinin bu telkinlerine bu güzel nasihatlarına ise (ancak sabredenler kavuşturulur.) bunlardan ancak haramlardan kaçınan, ibadetlere, itaatlara devam eden zatlar faydalanır. Bu husustaki nasihatları, ihtarları da ancak sabırlı, insaflı zatlar güzelce kabul eder.

81. Derken onu sarayı ile beraber yere geçirdik. Ve ona Allah’tan başka yardım eden bir cemaat bulunmadı ve kendisine yardım edeceklerden de değildi.

81. Karun, münafıkça harekette bulunuyor, Hz. Musa’ya eziyet veriyor, düşmanlıkta bulunmaktan geri durmuyordu, durumunu düzeltecek bir kabiliyetten mahrumbulunuyordu. Binaenaleyh Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Derken onu sarayı ile beraber yere geçirdik) Bulunduğu sahada bir değişme meydana geldi, bütün servetiyle ikâmetgâhı ile beraber yerlerin altına geçirildiler mahv ve yok olup gittiler. (ve ona Allah’tan başka yardım eden bir cemaat bulunmadı) onun haline şevkat göstererek ana yönelen helâkı ondan bertaraf edecek bir topluluk mevcut değildi. (ve) Kendisi de (kendisine yardım edeceklerden olmadı) kendisine yönelen bu felâketi kendisinden bertaraf edebilecek bir kuvvete, bir kabiliyete sahip bulunmuş değildi, o kadar maddî varlığından bir faide görmüş olamadı.

82. Ve dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler, ertesi sabah diyorlardı ki: Vay sana! Şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkı bol veriyor, dilediğine de az. Eğer Allah bize lûtfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti. Ay! Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.

82. Artık Karun’un bu felâketi, insanlar için bir büyük uyanma vesilesi teşkil etmekte bulunmuştu. (Dünkü gün onun yerinde olmayı temenni edenler) Biraz evvel Karun gibi bir servet ve mevki sahibi olmak arzusunda bulunanlar (ertesi sabah) onun o pek fecî şekilde yok olmasını görünce (diyorlardı ki: Vay sana!.) ne garip müthiş bir hâdise!. (şüphe yok ki, Allah kullarından dilediğine rızkını bol veriyor) Onu pek bol bir rızka kavuşturuyor (ve) dilediği kulu için de rızkını (daraltıyor) bütün bunlar bir hikmet ve fayda gereğidir. Artık ilâhi takdire razı olmalı, hayırlısını niyâz etmeli, körükörüne, bir takım boş temennilerde bulunmamalı. (eğer Allah bize lutfetmese idi elbette bizi de yerin dibine geçirmişti) Biz de Karun gibi hayırsız bir servete sahip olsa idik bizim de âkibetimiz demek ki, öyle korkunç olacaktı. Binaenaleyh elimizdeki nimetlere şükretmeliyiz, bir takımlüzumsuz temennilerde bulunmamalıyız. (Ay) Ne acaip bir hal! (Muhakkak ki, kâfir olanlar kurtuluşa eremezler.) onların âkibetleri pek korkunçtur. Evet.. Kavuştukları nimetleri kötüye kullananlar, insanlara karşı kibirli vaziyet alanlar, uhrevî hayatı inkâr ederek inkârcı bir halde yaşayanları elbetteki, selâmet ve saadete kavuşamayacaklardır. Onların âkibetleri de işte Karun’un âkibeti gibi pek korkunçtur. Artık bu Karun kıssasından öyle maddî, ve geçici varlıklarından dolayı gururlananlar, bir ibret dersi almalıdırlar. “Karun” İsrailoğullarından idi. Musa Aleyhisselâm’ın amcası “Yeshen Bin Faheşin” oğlu imiş, Tevratı tamamen ezberlemişti. Rivayete göre kimya ilmine vesair ticaret, ziraat fenlerine ve iktisadiyata ait bilgilere sahip bulunuyordu. Çehresindeki güzellikten dolayı kendisine “Nur” adı da verilmişti. Fakat Hz. Musa’ya münafıkça bir şekilde îman etmiş idi. Hz. Musa’nın ve Hz. Harun’un risalet ve peygamberliğine haset ediyor, kendisine de öyle bir makam verilmesini istiyordu. Nihayet iki yüzlülüğünü meydana koymuş, Musa Aleyhisselâm’ın gösterdiği mucizeleri sihir sanarak o mübârek Peygambere eziyet vermekten çekinmemişti. Fevkalâde bir şekilde elde ettiği servetine dünya varlığına güvenerek, fakirleri hafife almış, kendisine verilen en mühim, ahlaki nasihatlara aldırış etmemiş, artık Allah’ın kahrını tamamen hak etmişti. Kendisi de, bütün sahip olduğu servet de hârikulâde bir şekilde yerlerin altına geçirilerek mahvedilmiş onun bu müthiş âkibeti insanlar arasında darbı mesel hükmünde bulunarak bir ibret numûnesi olmuştur. Karun’un servetine, adamlarının çokluğuna ve ne şekilde yerin yarılıp kendisinin helâk olup gittiğine dair birçok ayrıntı vardır ki, onlar Kur’an-ı Kerim’de zikredilmediği için o konudaki ayrıntıyı Allah’ın ilmine havale ederiz. En doğru olan budur.

83. İşte ahiret yurdu, biz onu yeryüzünde neböbürlenmek ve ne de bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere veririz ve âkibet, takva sahipleri içindir.

83. Bu mübârek âyetler de uhrevî selâmet ve saadete kimlerin kavuşacaklarını gösteriyor. Güzel amellerde bulunanların kat kat mükâfatlara nâil olacaklarına, kötü amellerde bulunanların da o amellerine göre cezaya uğrayacaklarına işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (İşte ahiret yurdu) O haber verilen ahiret âlemindeki selâmet ve saadet (biz onu yeryüzünde ne böbürlenmek ve ne de bozgunculuk çıkarmak istemeyen kimselere veririz) Firavun gibi, Karun gibi ona buna karşı ululuk gösteren, fani varlığının çokluğuna güvenerek emre itaat etmeyen, yeryüzünde bozgunculuğu dinsizliği yaymaya çalışan kimseler ise o uhrevî selâmet ve saadetten ebediyyen mahrum kalacaklardır. (ve âkibet takva sahipleri içindir) Dünyadaki geçici varlığın ne ehemmiyeti vardır? Ebedi varlık, nimet ve lütuf Allah’tan korkan onun hükümlerine riayet eden, günahlardan sakınan zatlar için takdir edilmiştir, onlar böyle bir saadete ereceklerdir.

84. Her kim iyilik ile gelirse onun için ondan daha hayırlısı vardır. Her kim de kötülük ile gelirse artık o kötülük yapanlar da başkasıyla değil, ancak o yaptıktan ile cezalandırırlar.

84. Evet.. Bu dünyadan ahiret âlemine (Her kim iyilik ile gelirse) ilâhi dinle vasıflanmış, güzel amele ulaşmış, bir halde ölüp ahirete kavuşursa (onun için ondan) o getirdiği güzellikten (daha hayırlısı vardır) o güzel amelin en az on misli veya yetmiş veyahut yediyüz misli sevaba nâil olur, samimiyetine, ruhi faziletine göre kat kat mükâfata kavuşurlar. Bilakis (her kim de kötülük ile gelirse) Cenab-ı Hak’kın yasaklamış olduğu bir kötülüğü işlemiş, ondan tevbe edip af dilememiş bulunursa (artık o kötülük yapanlar da başkasiyle değil, ancak o yaptıkları ile) oişledikleri günahın tam bir misliyle (cezalandırılırlar) cezaları amellerine denk bulunmuş olur. Bu da Allah’ın bir lütfudur ki, güzelliklerin mükâfatını katkat vereceği halde kötülüklerin cezasını ise ancak o kötülüğe eşit bir surette verecektir. Ancak kâfirler, ebeydiyyen azap göreceklerdir. Çünkü onlar dünyada iken ebediyyen yaşayacak olsalar devamlı olarak küfürde sebat edeceklerine karar vermiş oldukları için cezaları da öyle ebedî olacaktır.

85. Muhakkak o zat ki, senin üzerine Kur’anı farz kıldı, elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: Rabbim, hidayetle geleni de ve apaçık bir sapıklıkta bulunanı da daha iyi bilendir.

85. Bu mübârek âyetler de Resûl-i Ekrem’e teselli veriyor, onun yüce vatanına geri döneceğini bir mucize olmak üzere müjdeliyor ve Yüce Resûl’ün bir ümidi, bir çalışması olmaksızın kendisine Kur’an-ı Kerim’in vahyedildiğini bildiriyor. Cenab-ı Hak’tan başka tanrı bulunmadığını ve bütün mahlûkatın yokluğa mâruz olduklarını telkin ederek o Hz. Peygamberin Yüce vazifesini ve yalnız Hak Teâlâ’ya niyâzda bulunmasını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Peygamberlerin en şereflisi!. (Muhakkak o zat ki,) o Yüce Yaratıcı ki, (senin üzerine Kur’anı farz kıldı) sana Kur’an’ın âyetlerini indirdi veya o Kur’an’ın hükümlerine göre güzel amelde bulunmayı sana emretti, dinî bir vazife kıldı. (elbette seni dönülecek yere) Kendi vatanın olan Mekke-i Mükerreme’ye (iade edecektir.) orayı düşmanlardan temizleyerek fethe muvaffak olacaksın. Artık Ey Yüce Peygamber! Seni tasdik etmeyen, sana sapıklık isnad eden kâfirlere (deki: Rabbim hidayetle geleni de apaçık sapıklıkta bulunanı da daha iyi bilendir.) Evet.. O Yüce Yaratıcı, hangi kulunun doğru yolu tâkibettiğini, ahirette sevabı hak ettiğinitamamen bildiği gibi hangi kulunun da doğru yoldan çıkıp sapıklıkta bulunduğunu ve azaba mâruz kalacağını da hakkıyla bilir. Artık o inkârcılar, öyle müthiş bir âkibete hazırlansınlar!. Rivayete göre Resûl-i Ekrem Efendimiz, hicret için Mekke-i Mükerreme’den çıkmış, düşmanlıklarının takibinden kurtulmak için Hira Dağındaki bir mağaraya kapanmış, sonra da oradan çıkıp Mekke-i Mükememe’ye karşı bir arzu tebliğ etmiştir. Bu mübârek âyet ise Peygamber Efendimizin Allah’ın yardımı ile Mekke-i Mükerreme’ye tekrar geri döneceğini müjdelemiştir. “Ruhülbeyân” da deniliyor ki: Bu âyetin tefsirinde “vatan sevgisinin îmandan olduğuna” dair işaret vardır. Maamafih bu âyeti celîle, Peygamberlerin iftihar Hz. Muhammed’in, makâmı Mahmûd’a, ahiretteki pek yüce derecelere kavuşacağına da işaret etmektedir.

86. Ve sen kendine kitabın gönderileceğini ummuyordun, ancak Rabbinden bir rahmet olarak sana gönderilmiş oldu binaenaleyh sakın kâfirlere arka çıkma.

86. (Ve) Ey Son Peygamber!. (sen kendine kitabın gönderileceğini umuyordun) Sen vaktiyle ümmi idin, tam bir korunma içinde yaşıyordun, ilim ile, tarih ile, dinî meseleler ile meşgul olmuş değildin, kırk yaşına kadar bu hal devam etmiştir. Bu, bütün kavmince de bilinmekteydi. (ancak Rabbinden bir rahmet olarak) Sana gönderilmiş oldu. Şimdi böyle bir kitaba kavuşman, birçok hakikatları o sayede bilip insanlara tebliğe kâdir olduğun sırf bir ilâhi yardımın eseridir, peygamberlik iddiasındaki doğruluğuna açık bir delil demektir. İşte sana böyle yüce bir kitap ihsan buyuran Kerim Yaratıcı, seni vatanına da iade buyuracaktır. Seni nice muvaffakiyetlere kavuşturacak islam dinini her tarafa yayacaksın. (Binaenaleyh sakin kâfirlere arka çıkma) Onlara dost gibi görünme, onların dilediklerine cevap verme, onlara bir kıymetverme. Onlar Hz. Peygamberi kendi babalarının bâtıl dinlerine davet ediyorlardı. Resûl-i Ekrem ise Allah tarafından desteklendiği için bu teklifleri korkusuzca reddedebiliyordu.

87. Ve seni Allah’ın ayetlerinden, sana indirildiğinden sonra çevirmesinler ve Rabbine davet et ve sakın müşriklerden olma.

87. (Ve) Ey Yüce Peygamber!. O kâfirler (seni Allah’ın âyetlerinden) onları okumaktan, onlar ile amel etmekten (sana) o âyetlerin (indirilmesinden sonra) seni (çevirmesinler) onların bu âyetler aleyhindeki sözlerine iltifat etme, o kâfirleri redde devam et. (ve) Onları (Rabbine) Cenab-ı Hakk’ı birlemeye, o ezeli mabûda ibadet ve itaate (davet et) onlara dinî tebliğ etmeye devamdan ayrılma (ve sakın müşriklerden olma) hiçbir hususta onlara müsaade gösterme. Onların topluluklarına iltifatta bulunma.

88. Ve Allah ile beraber başka bir tanrıya da ibadet etme, ondan başka bir ilâh yoktur. Onun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm onundur ve ona döndürüleceksinizdir.

88. (Ve) Ey Yüce Peygamber!, (Allah ile beraber başka bir tanrıya ibadet etme) öyle ilâhlığa sahip olmayan şeylere ibadet edilmeyeceği Resûl-i Ekrem’ce katiyyen bilinmektedir. Ancak bu kanudaki Allah’ın tebliği kâfirlerin ümitlerini kesmek, onların davetlerine Resûl-i Ekrem’in icabet etmeyeceğini kendilerine anlatmak içindir. Bununla beraber Resûl-i Ekrem’e olan bu gibi hitaplar, emredilen vazifelerin ehemmiyetine işaret için, bu vazifeleri başkalarına da işittirmek, anlatmak hikmet ve faydasına dayanmaktadır. Binaenaleyh hiçbir mümin için câiz değildir ki: (ondan başka ilâh yoktur) ilahlık, mabutluk ancak kâinatın yaratıcısına mahsustur. Başkaları asla tanrı edinilemez. Çünkü (onun zatından başka her şey helâk olucudur) Cenab-ı Hak’tan başka ezeli veebedî bir şey yoktur. Bu âlemlerdeki herşey, o ezeli yaratıcının birer kudret eseridir, hepsi de yaratılmıştır, hepsi de yokluğa kabiliyetlidir. Hepsinin de varlığı Allah’ın kudreti ile kaimdir. Artık öyle yaratılmış, yokluğa kâbiliyetli şeyler, hiç tanrı olmak vasfına sahip olabilir mi?. (hüküm onundur) Mahlukat hakkındaki hüküm, kaza ve bütün tasarruflar o yüce yaratıcıya aittir. (ve) Sizler ey o Yüce Yaratıcının kulları!. (ona) O Yüce Mabûdun yüce huzuruna (döndürüleceksinizdir) yani: Kıyamet günü hepinizi tekrar hayata kavuşturacak, yüce mahkemesine sevkedecektir. Artık dünyadaki amellerinize göre hakkınızda ilâhi hükmü, tam bir adalet ve hakkaniyetle tecelli edecektir. Binaenaleyh o âkibet düşünülmelidir, daha fırsat elde iken uyanıp kaybedileni kazanmaya çalışmalıdır, fedakârlıktan, bazı zorluklara katlanmaktan geri durulmamalıdır. Ebedi istikbali temine gayret edip muvaffakiyyeti kerim olan Yüce Yaratıcı’dan beklemelidir. İnsanlık için en mühim olan kulluk vazifesi bundan ibarettir, Ve başarı Allah’tandır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN