ABESE SURESİ

28. Ve yaş üzüm ve yaş yonca yetiştirdik.

28. (Ve) Yeryüzünde yine insanların ve hayvanların istifâdeleri için (yaş üzüm, yaş yonca) yetiştirdik, bunlar da birer büyük nîmettir.
“İneb” yaş üzümdür, “Kazb” da yaş hurma ve yaş yonca demektir.

29. Ve zeytinlikler ve hurmalıklar..

29. (Ve) Yine yeryüzünde (zeytinlikler ve hurmalıklar!.) vücuda getirdik. İnsanlar, bunlardan da pek çok fâidelenmektedirler.

30. Ve ağaçları birbirine girmiş büyük bahçeler..

30. (Ve ağaçları birbirine girmiş) Pek sıkı bir hâlde bulunmuş (pek büyük bahçeler..) bağlar ve bostanlar da yarattık. Bunlardan da bol bol istifâde edilmektedir.
“Gulb”.birbirine girmiş sık ağaçlar demektir. Tekili, “Galba”dır.

31. Ve meyveler ve mer’alar vücuda getirdik.

31. (Ve meyveler) Kendilerile özellikle insanların istifâde ettikleri incirler, olmalar, şeftaliler gibi çeşitli yemişler (ve) hayvanlar için de (mer’alar) çayırlıklar meydana getirdik.
“Ebb” otu çok olan yer, otlak, çoğulu “Abâb”dır.

32. Sizin ve hayvanlarınızın yararlanması için.

32. Bütün bu çeşitli şeylerin yaratılmaları, meydana getirilmeleri ey insanlar!. (Sizin ve hayvanlarınızın fâidelenmesi için..) dir. Artık bu kadar bol, çeşitli hayat kaynağı olan nîmetlere nâil olan insanlar için lâzımdır ki: Bunları kendilerine ihsân buyuran Kerem Sâhibi Yaratıcıya
dâima kullukta bulunsunlar. Şükür vazifesini yerine getirmeye çalışsınlar, âhiret hayatını da düşünerek onun için de hazırlansınlar.

33. Sonra o pek kuvvetli ses geldiği vakit.

33. Bu mübârek âyetler de, kıyametin ne kadar korkunç, nefret verici bir gün olduğunu bildiriyor. O günde bir takım zâtların pek sevinçli, neş’e dolu bir hâlde bulunacaklarını haber veriyor. Kâfir, günahkâr olanların da zulmetler içinde kalacaklarını ihtar etmektedir. Şöyle ki: (Sonra o pek kuvvetli ses) İkinci sûra üfürme (geldiği vakit) kıyamet kopup şiddetli bir ses her tarafı kapladığı zaman artık herkes kendi nefisile meşgul olur. Kendi derdine düşer, heyecanlar içinde kalmış olur.
“Sayha” Büyük bir felâket, büyük bir iş, şiddetli bir ses ki, kulakları sağır eder demektir.

34. İnsanın kardeşinden firar edeceği gün.

34. O müthiş sayhanın meydana geleceği vakit (insanın kardeşinden firar edeceği gün..) dür. Kendi nefsinin derdine düşeceği için kardeşine bile bakamaz.

35. Ve anasından ve babasından.

35. (Ve) O gün her insanın (kendi anasından ve babasından) kaçınacağı bir zamandır. Onlar ile de alâkadar olmaz, onları da görmek istemez, kendi derdine düşmüş bulunur.

36. Ve eşinden ve oğullarından firar edeceği bir gün.

36. (Ve) o şiddetli ses zamanı, herkesin kendi (eşinden ve oğullarından) bile firar edeceği bir gündür. Kendisinin dünyada iken pek ziyade alâkadar olduğu ailesine, çocuk ve torunlarına bile o gün bakamaz, onların da, hâllerini soramaz, sade kendi derdile uğraşır durur.

37. Onlardan her kişi için o günde bir iş vardır ki: Ona yeter.

37. Çünkü: (Onlardan) O kardeşlerden ve çoluk çocuktan (her kişi için o günde) o kıyamet zamanında (bir iş vardır ki:) bir büyük iş yüz göstermiş ki, bir muhasebe ve muhakeme cereyan etmekte bulunmuştur ki: (ona) O mahşere sevk
edilmiş şahıs için (yeter) ancak onunla meşgul olabilir. Kendi nefsinin nasıl kurtulabileceğini düşünür, başkalarını düşünmeye vakit bulamaz.

38. O günde bir takım yüzler, parlar.

38. Maamafih (O günde) o kıyamet zamanında insanlar, mutlular ve mutsuzlar diye iki kısma ayrılmış olur. (Bir takım yüzler, parlar) ışıklar içinde kalır, bunlar mutlulardan olan zâtlardır. Bunlar, dünyada iken dindar bulunmuş, abdestlerine ve namazlarına devam etmiş, geceleri kalkıp ibâdette bulunmuş zâtlar ki, âhirette öyle mükâfatlara lâyık görülmüşlerdir.
“Müsfire” Parlak, ışıklı mânâsınadır.

39. Gülücüdür, sevinicidir.

39. Ve o mes’ut zâtlardan her biri o kıyamet âleminde (Gülücüdür.) Neşe doludur. (Sevincidir.) Fevkalâde sevinçlidir. Kendisine Allah tarafından verilecek olan daimî bir şeref ve saadet sebebiyle yüzünde sevinç alâmeti parlayacak, müjdelenmiş olduğu nîmetlerden dolayı zevk ve neşe içinde bulunacaktır.
“Müstebşire” sevinçli, memnun, müjdelenmiş demektir.

40. Ve o gün bir takım yüzlerde vardır ki, onların üzerlerini bir toz toprak sarmıştır.

40. (Ve) Bil’akis (o gün) o kıyamet zamanında (bir takım yüzler de vardır ki,) onların sâhipleri hakkı kabulden kaçınmış, emrolundukları sâlih amelleri yapmamış olan mutsuz kimselerdir. (Onların üzerlerini bir toz sarmıştır.) Onlar âhirette büyük zillete düşmüş olacaklardır.
“Gabere” toz, toprak, bulanıklık mânâsınadır.

41. Onları bir karanlık kaplar.

41. (Artık Onları) öyle mutsuz, inkârcı kimseleri o âhiret âleminde (bir karanlık kaplar.) Duman gibi bir siyahlık, bir zulmet içinde kalırlar,
“Rehk” sarmak, bürünmek, hayrete düşmek mânâsınadır. “Katere” de duman gibi karanlık demektir.

42. İşte kâfirler, günahkâr olan, onlardır.

42. (İşte kâfirler, tacirler) Küfürile, isyân ve kötülükle, münâfıklılıkla vasıflanmış olanlar bilhassa (onlardır.) O pek müthiş âhiret azabına mâruz kalacak olan kimselerden ibarettir. Artık her insan için lâzımdır ki, o âhiret âlemini düşünsün, o günde zarar ve ziyana uğramayıp parlak bir hayata, bir selâmet ve saadete erebilmesi için icabeden kulluk vazifelerine, ibâdet ve itaate riâyette bulunsun, Hak Teâlâ Hazretlerinden muvaffakiyetler niyâz eylesin.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN