ABESE SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre, En-Necem sûresinden sonra Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Kırk iki âyet-i kerîmeyi içerir. Yüz çevirdi, iltifatta bulunmadı, mânâsını ifade eden “Abese” kelimesi ile başladığı için kendisine bu ad verilmiştir. “Tamme”, “Sefere” sûresi dahi denilmiştir. Kendisinden evvelki “Naziat” sûresinde Resûl-i Ekrem’in Allâh-ü Teâlâ’dan korkacakları uyarmakla emrolunduğu bildirilmişti. Bu sûrede de o korkutmanın kimler hakkında fâideli olacağı bildiriliyor. Bu cihetle bu iki sûre arasında mühim bir münâsebet vardır.
Bu sûre-i Celîlenin başlıca konuları şunlardır:

1. Resûl-i Ekrem’in bir âmâ zâta iltifat buyurmasını tavsiye etmek.

2. Kur’an-ı Kerim’in akıl ve düşünce sâhipleri hakkında bir ilâhî öğüt olduğunu beyan etmek.

3. Cenab-ı Hak’kın birliğine, kudret ve azametine ait delilleri sunmak.

4. Kıyametin pek korkunç vaziyetini ihtar etmek.

5. Kıyamet gününde insanları mutlu ve mutsuz şeklinde guruplara ayrılacaklarını ve her gurubun o gündeki hâlini beyan etmek.

1. Yüzünü ekşitti ve ardını döndü.

1. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in bir cemaati İslâm dinine dâvet ederken âmâ bir zâtın konuşmasına karşı nasıl bir vaziyet almış olduğunu bildiriyor O zâtın Peygamberin beyanlarından yararlanma kabiliyetinde bulunduğu hâlde o cemaatin öyle bir kabiliyetten yoksun olduğuna işaret ediyor. Hz. Peygamberin teblîğ ettiği hükümlerin nasıl yüce sahîfelerde tesbit edilmiş ve ne kadar değerli melekler vastisîle indirilmiş olduğunu ve onları dileyenlerin kabul edeceklerini beyan buyurmaktadır.
Şöyle ki: Hz. Muhammed Aleyhisselâm (Yüzünü ekşitti) göğsü daraldı, heyecana gelmiş oldu (ve ardını döndü.) iltifatta bulunmadı.

2. Kendiside âmânın gelmesinden dolayı.

2. (Kendisine âmânın gelmesinden dolayı.) O âmâya karşı öyle bir vaziyette bulunmuş oldu. Bu âmâdan maksat, İbn-i Ümmi Mektum denilen “Abdullah İbn-i Şürey” adındaki âmâ bir zâttır. İlk hicrette bulunan sahabe-i kirâmdandır. Bir gün Resûl-i Ekrem’in huzurunda Kureyş büyüklerinden “Uteybe”. “Şeybe”, Ebû Cehil gibi müşrikler bulunuyorlardı. Peygamber Efendimiz, onları İslâmiyete dâvet ediyor, onlara Allâh-ü Teâlâ’nın birliğini, kudret ve azametini bildiriyor, onları uhrevî azaplar ile korkutuyordu, onlar, Kureyş kabîlesinin reisleri oldukları için onlar İslâmiyet’i kabul edince bir çok kimselerin de İslâm nîmetine kavuşacaklarını ümit ediyordu.

İşte bu esnâda o âmâ zât, peygamberin huzuruna gelmiş, Ey Allah’ın Resûlü!. Cenab-ı Hak’kın sana öğretmiş olduğu şeyleri bana bildir, bana oku diye önemli bir hitapta bulunmuş, Resûl-i Ekrem’in o huzurundaki kimselere yaptığı nasihatleri sekteye uğratmış bulunuyordu. Bunun için Peygamber Efendimizin mübârek yüzünde bir üzüntü eseri meydana gelmiş, o âmâ zâtın sözlerini dinlemek istememişti. Fakat o âmâ zât; temiz, saf bir mü’min bulunuyordu, İslâmiyet hakkında fazla malûmat edinerek fazlaca aydınlanmak istiyordu.

Özellikle âmâ bulunduğu için merhamete lâyık idi, peygamberin huzurundaki kimseleri de görüp anlayabilmiş olmayabilirdi. İşte bu cihete işaret için olmalıdır ki: Âyet-i Kerîme’de ismi zikredilmeyip âmâ diye beyan buyurulmuştur. Kısacası Resûl-i Ekrem’in o âmâ zâta iltifat buyurmasının daha uygun olacağını bildirmek için bu mübârek âyetler nâzil olmuştur.

3. Sana ne şey bildirdi? Olabilir ki: O temizlenecektir.

3. Cenab-ı Hak, Resûl-i Ekrem’ine hitaben buyuruyor ki: Habibim!. (Sana ne şey bildirdi?) O huzuruna gelen âmânın hâlini, maksadını sana bildiren nedir? (Olabilir ki: O temizlenecektir.) Senden alacağı bilgiler ile nefsini temizleyerek günahlardan kurtulmuş bulunacaktır.
“Tezekki” temizlenmek, paklıkta bulunmak, zekât vermek mânâsınadır.

4. Yahut öğüt dinleyerekte kendisine o öğüt fâide verecektir?

4. (Yâhut) O âmâ (öğüt dinleyecekte kendisine o öğüt fâide verecektir.) senin vereceğin öğütlerden istifâde edecektir. Öyle, böyle bir maksatla” huzuruna gelmiş olduğu için ona iltifat edilmeli değil mi idi?.

5. Amma kendini sana muhtaç görmeyene gelince.

5. (Amma kendisini muhtaç görmeyen) Yâni kendi malına, kuvvetine güvenerek kendisini îmandan, nasihatleri kabulden müstağnî gören, yâni kendisinde öyle bir ihtiyaç hissetmeyen (kimseye gelince:) onu huzurundan red etmiyorsun.

6. İmdi sen ona yöneliyorsun.

6. (İmdi sen ona) O böbürlenen şahsa (yöneliyorsun) onun îmana gelmesini pek arzu ettiğin için ona hitap ediyorsun, ona nasihat vermeğe devamda bulunuyorsun da âmâya iltifat buyurmuyorsun?.
Tasaddi”: Yüz döndürmek, yüz çevirmek mânâsınadır.

7. Onun temizlenmemesinden dolayı senin aleyhine ne var?

7. (Onun) O huzurunda bulunan müşrik bir şahsın (temizlenmemesinden) İslâmiyet’i kabul etmeyip de küfür ve şirk pislikleri içinde kalmasından (dolayı senin aleyhinde ne var?) sen ondan dolayı mes’ul değilsin onun küfüründen dolayı sana bir kusur isnat edilemez, senin vazifen onlara hak ve hakikati teblîğ etmektedir. Onlara böyle bir tebliğde bulunmak ise âmâya iltifat için engel teşkil etmez.

8. Fakat o kimse ki: Sana koşarak geldi.

8. (Fakat) Ey Resûl-i Ekrem!. (O kimse ki:) O âmâ olan İbn-i Ümmi Mektum ki: (sana koşarak geldi.) Senin nasihatlerinden yararlanmak için huzurunda bulunmak istedi.

9. Ve o ise korkar.

9. (Ve o ise) O âmâ zât ise (korkar..) Allah’ın dinine muhalefette bulunmaktan kaçınır, günaha girmekten korkar, titrer, öyle seçkin, dindar bir zâttır.

10. Sen isen onunla ilgilenmiyorsun.

10. (Sen isen) Ey Yüce Peygamber!, (onunla ilgilenmiyorsun..) Başkası ile meşgul oluyorsun, ona iltifat buyurmuyorsun, halbuki: O, güzel bir îman ve güzel bir maksat sâhibi olduğu için asıl ona iltifat edilmelidir. Bütün bu gibi ilâhî tenbihler, Peygamber Efendimiz vasıtasiyle asıl ümmetine yöneliktir. Onun ümmetinin fertleri için lâzımdır ki: Dindaşlarına karşı fazlaca ilgili, alâkadar, iyiliksever bulunsunlar. Etraflarında bulunan bir takım dinsiz, ahlâksız kimseleri ıslâh ümidile kendi dindaşlarını geriye bırakmasınlar.
“Telehhi” tegafül, meşgül olmak, terketmek manasındadır.

11. Hayır.. Şüphe yok ki: O, bir öğüttür.

11. (Hayır!.) İş öğle değil, âmâya iltifat etmeyip te kabiliyetsiz kimselerle meşgül olmak icabetetmez. (Şüpe yok ki, O) Kur’an-ı Mübin, onun beyanatı (bir öğüttür.) Bütün insanlar için bir mev’izadır. Huzuruna gelenler de gelmeyenler de o öğütten haber alabilirler, ondan istifade etmeleri mümkündür.
“Tezkire” Yâdedebilmek, hatıra getirmek, hatıra
getirmeğe vesîle olan şey demektir.

12. Artık dileyen onu düşünür hatırlar.

12. (Artık dinleyen onu düşünür.) O Kur’an-ı Kerim’i ezberler, onun âyetlerini hatırlar, onun beyanlarından istifâde eder, ona göre hayatını düzenler.

13. Pek şerefli sahifelerde.

13. Evet.. O ilâhî öğüt olan Kur’an-ı Kerim (Pek şerefli sahifelerde..) Allah katında pek değerli olan levh-ı mahfuzda veya diğer Peygamberlerin kitaplarında da yazılmıştır. Korunmuş bulunmaktadır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN