ZUHRUF SURESİ

61. Ve şüphe yok ki, O Hz. İsâ kıyamet için bir bilgidir. Artık O kıyamet hususunda bir şüpheye düşmeyin ve bana tâbi olunuz. Bir dosdoğru yol, budur.

61. (Ve şüphe yok ki: O) İsâ Aleyhisselâm (kıyamet için bir bilgidir) bir marifet vesîlesidir. Çünkü onun babasız yaratılması, onun ölüleri diriltmeğe muvaffak olması, Allah’ın kudreti iledir. Artık o Yüce Kudret ile insanların da öldükten sonra yeniden hayata kavuşturulmaları elbette ki, mümkündür. İşte Hz. İsâ’nın varlığı böyle bir bilgiye vesîledir.Bununla beraber İsâ Aleyhisselâm’ın yeryüzüne ineceği de kıyamet alâmetlerinden sayılmaktadır. Diğer bir yoruma göre de Kur’an-ı Kerim, kıyamete dâir bilgi veren kıyametin hâllerini bildiren ilâhî bir kitaptır (Artık o kıyamet hususunda bir şüpheye düşmeyin) Onun vuk’u bulacağı muhakkaktır. (ve bana tâbi olunuz) yâni benim gösterdiğim hidâyet yolunu tâkibediniz, Resûlümün tabligatına göre hareketinizi tanzim eyleyiniz (bir dosdoğru yol budur) işte size böyle emr ve tavsiye edilen şeyler, dosdoğru bir yoldur, sizi Hak’ka kavuşturacak yol, bundan ibârettir.

62. Ve sakın sizi şeytan men eylemesin. Şüphe yok ki, o, sizin için apaçık bir düşmandır.

62. (Ve sakın sizi şeytan men eylemesin) Kalblerinizi düşüreceği vesveseleriyle sizi bu ilâhî yoldan, bu kutsal dinden mahrum bırakmasın, (şüphe yok ki: O) şeytan (sizin için apaçık bir düşmandır.) nitekim büyük atanız Âdem Aleyhisselâm hakkındaki düşmanlığı malûmdur. O mübârek zâtın cennetten geçici olarak çıkarılmasına sebebiyet vermişti. Artık şeytanın vesveselerine kapılmamalıdır, Yüce Peygamberin gösterdiği hidâyet yolunu tâkibetmekten ayrılmamalıdır. Selâmet ve saadete ancak bu yol ile kavuşursunuz.

63. Ne zamanki, İsâ, o açık mucizeler ile geldi, dedi ki: Ben size muhakkak bir hikmet ile ve kendisiyle ihtilâfettiğiniz şeyin bâzısını size beyan için geldim. Artık Allah’tan korkun ve bana itaat edin.

63. Bu mübârek âyetler, İsâ Aleyhisselâm’ın kulluğunu itiraf eden yüce bir Peygamber olup mûcizeler ile beraber gönderilmiş olduğunu ve kavmine neleri açıklamakla emrolunmuş olup onları tevhid dinine nasıl dâvet buyurmuş bulunduğunu bildiriyor. O kavmin ise daha sonra ihtilâflara düşmüş, müthiş bir azaba lâyık olmuş ve karşılarına ansızın gelecek olan kıyamet gününü bekler durumda olduklarınıihtar ediyor. O kıyamet gününde ise dünyada takvâ sâhibi olmayan dostların birbirine düşman kesilmiş olacaklarını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey müşrikler!. İsâ Aleyhisselâm’ın yüce mahiyetini bir kere düşününüz!. O sizin taptığınız putlar kabilinden midir ki, sizinle beraber cehenneme sevk edilsin!. O, bir Peygamberdir, kavmine Allah’ın birliğini teblîğ (Vaktaki, İsâ) O muhterem zât (o açık mûcizeler ile) İncil gibi ilâhî bir kitap ile, ümmetinin kurtuluşunu temin edecek dinî hükümlerden ile (geldi) Allah tarafından gönderilmiş oldu, onlara (dedi ki: Benim size muhakkak bir hikmet ile) içtimaî hayatınızı tanzim edecek pek muhkem, pek fâideli bir kitap ile veya bir şeriat ile gönderildim (ve kendisinde ihtilâf ettiğiniz şeyin bâzısını size beyân için geldim) yâni: Allah’ın dinine, ahlâkî fâziletlere, içtimai olgunluklara âid olan ihtilâflarınızı aranızdan kaldırmakla emrolundum, sizi bu hususlarda irşâd ile, aydınlatmakla mükellef bulunmaktayım. Sadece dünyaya âid, dini hükümlere aykırı olmayan şeylere dâir beyânatta bulunmak ise Yüce Peygamberlere âid vazifelerden değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte:

(Siz dünyanıza âid işleri iyi bilirsiniz, ben de dininizle ilgili işleri iyi bilirim) buyurulmuştur. (Artık) Ey ümmetim!. (Allah’tan korkun) İlâhî azabı düşünün, O’nun Peygamberine muhalefette bulunmayın (ve bana itaat edin.) İlâhî din adına teblîğ ettiğim hususlarda bana tâbi olun, tekliflerime riâyette bulunun. Çünkü bir Peygamberin emrine muhalefet, onu göndermiş olan Yüce mâbudun emrine muhalefet demektir.

64. Şüphe yok ki, Allah, o benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Hemen O’na ibadet ediniz. İşte bu dosdoğru yoldur.

64. İsâ Aleyhisselâm, İsrâiloğulları’na hitaben şöyle buyurmuştur: (Şüphe yok ki, Allah) Yalnız kendisi ilâhlıkla vasıflanmış olan (O) Yüce Yaratıcı (benim Rab’bimdir ve sizin Rab’binizdir.) hepimizi yaratmış hayata erdirmiş, yaşamakta, beslemekte bulunmuş olan Allah, o ezeli mâbuddur. (Hemen O’na ibâdet ediniz) O’nun dinî hükümlerine riâyette bulunup, başkalarını aslâ mâbud tanımayınız (işte bu) size teblîğ ettiğim ilâhî din, (dosdoğru yoldur.) bu yola girenler, aslâ sapıklığa düşmezler. Bu yoldan ayrılanlar ise ihtilâflardan çıkmaz yolları tâkibetmekten aslâ kurtulamazlar.

65. Sonra o guruplar kendi aralarında ihtilâfa düştüler. Artık vay acıklı günün azabından o zulüm etmiş olanlara!

65. Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: (Sonra o guruplar) O hristiyan denilen çeşitli fırkalar (kendi aralarında ihtilâfa düştüler) Hz. İsâ’nın tavsiyelerine muhalefette bulundular, Melkâniye, Nesturiye, Yakûbiyye, gibi şubelere ayrıldılar. İçlerinden bir zümre Hz. İsâ’nın yüce bir Peygamber olmakla beraber yine Allah Teâlâ’nın bir kulu olduğuna inanmıştır. Onlardan bir gurup ise İsâ, Allah’ın oğludur, diyerek şirke düşmüş, diğer bir gurup da İsâ, Allah’tan ibârettir diyecek kadar açık bir cehâlet göstermiştir, küfr içinde kalmıştır. İncil kitabını da değiştirmişler, birbirine muhalif birden çok nüshâlar tertib etmişlerdir. Maamafih Yuhanna’ya isnad edilen İncil’de Hz. İsâ’nın şu meâlde bir ifâdesi bulunmaktadır. “Ebedî hayat şudur ki: İlâhî hakikatin ancak Allah Teâlâ’dan ibâret olduğu, İsâ’nın da Allah tarafından gönderilmiş bir Resûl bulunduğu bilinsin.” Kısacası: Hıristiyan tâifeleri ihtilâfa düşmüş, dinlerini değiştirmiş, nefslerine zulmeylemiş, kendilerini ebedî bir azaba aday yapmış oldular, işte Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Artık vay) Helâk, felâket (acıklı günün) pekelem verici olan kıyamet zamanının (azabından o zulm etmiş olanlara) artık onlar öyle pek şiddetli bir azaba lâyık bulunmaktadırlar.

66. Onlar, kendilerine farkında olmadıkları hâlde ansızın gelecek olan o saatten başkasını mı gözetiyorlar?

66. (Onlar) Öyle zulm edenler, tevhid dinine muhalefette bulunanlar (kendilerine farkında olmadıkları hâlde ansızın gelecek olan o saatten) o kıyamet gününden (başkasını mı gözetiyorlar?.) nedir onlardaki o gaflet!. O bâtıl ihtilâflar!. Heyhât ki, onlar gafletten, cehâletten ayrılmıyorlar!. Onlar böyle bir hâlde yaşarlarken ansızın kıyametin müthiş belâlarına uğrayacaklardır.

67. O gün dostların bâzısı için düşmandır. Takva sahipleri müstesnâ.

67. (O gün) O kıyamet zamanında (dünyadaki dostların bâzıları bâzısı için düşmandır.) bu dünyada din için değil, âdi menfaatler düşüncesiyle birbirine dost görünerek bir takım günâhları işlemiş olanlar, âhiret âleminde bu hareketlerinin kötülüğünü anlamış olacaklardır. Birbirlerini sapıtmış olduklarından dolayı aralarında bir düşmanlık bir nefret meydana gelecektir, (takvâ sâhipleri müstesnâ.) Dünyada iken sırf Allah rızâsı için birbirini sevmiş, dinî vazifelerini yapmış olan mü’min kullar başka, bunların arasındaki dini kardeşliği, insanlık sevgisi âhirette de devam edecektir, bunlar birbiriyle güzelce görüşecekler, başkaları hakkında iyilik sever bulunacaklardır. Evet.. Birçok kimselerin aralarında samimî ve ahlâkî fâzilete dayanan bir muhabbetin tecellî edebilmesi için hepsinin de yüce bir gayeye yönelik bir dini terbiye ile donatılmış, bir yüce Yaratıcı’ya kullukta övünmeleri lâzımdır. Aralarında böyle bir birlik bulunan zâtların karşılıklı dostlukları âhiret âleminde de devam edecektir ve bunların hepsi de âhiretnîmetlerine nâil olacaklardır. İşte güzel bir İslâm terbiyesinin pek yüksek neticesi!.

68. Ey kullarım! Sizin üzerinize bugün hiçbir korku yoktur ve siz mahzun olacaklar da değilsiniz.

68. Bu mübârek âyetler, müminlerin dünyadaki güzel amellerinin mükâfatına âhirette kavuşacaklarını bildiriyor, o İslâmiyet şerefine sâhip kulların âhirette korkudan, hüzün ve kederden emin olarak nice kıymetli lezzetli ebedî nîmetlere nâil olacaklarını müjdelemektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri âhirette mü’min, ve takvâ sâhibi kullarına lütfen hitabederek buyuruyor ki: (Ey kullarım!. Sizin üzerinize bugün) Bu kıyamet âleminde (hiçbir korku yoktur) siz aslâ azap görmeyeceksiniz. (ve) artık (siz mahzun olacaklar da değilsiniz) dünyadan ayrılmış veya hangi bir şeyi elden çıkarmış olduğunuzdan dolayı bir hüzne tutulmuş da olamayacaksınızdır. Kalbleriniz bütün zevk ve sevinç içinde kalmış bulunacaktır.

69. Öyle kullar ki, bizim âyetlerimize iman ettiler ve Müslüman oldular.

69. Böyle bir ilâhî hitap ile müjdelenen müminler (Öyle kullar) dır (ki,) onlar (bizim âyetlerimize îman ettiler) Allah’ın birliğini, yüceliğini gösteren delillerin, semâvî kitapların beyânlarını kalben tasdik eylediler (ve müslüman oldular) ilâhî emirlere, nehylere boyun eğerek riâyette ve teslimiyette bulundular.

70. Siz de ve zevceleriniz de sevinç içinde olduğunuz hâlde cennete giriniz.

70. Artık âhirette o mü’minlere müjde için denilecektir ki: (Sizde ve) îman etmiş olan (zevceleriniz de sevinç içinde olduğunuz hâlde cennete giriniz.) Cenab-ı Hak’kın size ihsân buyurduğu nîmetlerden tam bir zevk ve sevinç ile istifâde ediniz.

§ Hebr = Hubur; Yüzde parlaklığı görülecek bir şekilde olan mutluluk ve sevinç demektir.

71. Onların üzerine altundan tepsiler ile ve destiler ile dolaşılır ve orada canların hoşlanacağı ve gözlerin lezzet alacağı şeyler vardır ve siz orada ebedîyyen kalıcılarsınız.

71. O mü’min, ve takvâ sâhibi kullar cennete girince (Onların üzerine) çeşitli yiyecekleri, meyveleri içeren (altundan tepsiler ile ve) lezîz sular, çeşitli şerbetler bulunan (destiler ile dolaşılır) kendilerine cennet hizmetçileri vasıtasiyle ikram edilir (ve orada) o cennette (canları hoşlanacağı ve gözlerin lezzet alacağı) görmesiyle nûrlar içinde kalacağı (şeyler vardır) onların en yücesi, en rûhanîsî ise Cenab-ı Hak’kın mübârek cemaline bakmaktan ibârettir, o bir Allah’ı görme tecellîsine kavuşmaktır. Ve o mutlu kullara lütfen hitabederek buyurulacaktır ki: (ve siz orada) O cennette (ebediyyen kalıcılarsınız) o cennet, bakîdir, ona nâil olanlar da orada ebediyyen zevk ve sevinç içinde yaşayacaklardır. Artık o nîmetler yok olmayacaktır.

72. Ve işte bu, o cennettir ki, yaptığınız şeylerden dolayı O’na vâris kılınmış oldunuz.

72. Evet.. O Kerem Sâhibi Yaratıcı, O mes’ut kullarına buyuracaktır ki, (Ve işte bu) yüce makâm (o cennettir ki, yapar olduğunuz şeylerden dolayı) dünyada iken yerine getirmeye devam ettiğiniz güzel ibâdetlerin, itaatlerin mükâfatı olmak üzere siz (ona varis kılınmış oldunuz) yâni: O güzel amellerinizin mükâfatına kavuşturuldunuz.

73. Sizin için burada birçok meyveler vardır, onlardan yiyeceksinizdir.

73. Ey mutlu müslümanlar!. (Sizin için burada) Bu cennette (birçok meyveler vardır) çeşit çeşit, lezîz yemişler mevcuttur, siz (onlardan yiyeceksiniz.) o meyvelerden yiyip lezzet alacaksınız, onlar nihâyet bulmayacaktır, onlaryine pek güzel manzaralar teşkil edip duracaktır. İşte müminler için böyle ebedî nîmetler, saadetler mevcuttur. Bir mü’min dünyada hikmet gereği bâzı ihtiyaçlara, sıkıntılara mâruz kalabilir. Fakat sabr eder, din yolundan ayrılmazsa işte âhirette böyle ebedî nîmetlere nâil olur. Kur’an-ı Kerim’in bir kısım âyetleri, müminlerin kalbi kuvvetlerini takviye için bu ebedî nîmetleri tekrar etmektedir.

74. Kâfirler ise şüphe yok ki, cehennemin azabı içinde ebedîyyen kalıcılardır.

74. Bu mübârek âyetler de kâfirlerin kendi zulmleri yüzünden cehenneme ebedî sûrette atılarak azablarının aslâ kesilmeyeceğini bildiriyor. Ve o kâfirlerin cehennemde ölüp azaptan kurtulmalarını temennî edeceklerini, fakat onlar hakkı kabulden kaçınmış bulundukları için bu temennîlerinin kabul edilmeyeceğini ihtar ediyor. Ve onların bâtıl kanaatlerinin, gizli lâkırdılarının Allah katında malûm ve amel defterlerinde yazılı bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Mü’minler hakkındaki ilâhî müjdeyi müteâkip kâfirler hakkındaki ilâhî tehdidi beyân için buyuruyor ki: (Kâfirler ise) Dünyada Allah’ın dininden mahrum kalıp o hâl üzere ölüp gidenler ise (şüphe yok ki,) âhirette (cehennemin azabı içinde ebediyen kalıcılardır) o azaptan aslâ kurtulamayacaklardır.

75. Onlardan bu azap hafifletilmeyecektir ve onlara bunun içinde şiddetli bir ümitsizliğe düşmüş kimselerdir.

75. (Onlardan) O kâfirlerden bu cehennem azabı (hafifletilmeyecektir) onlar bir an olsun bu azaptan yakalarını kurtaramayacaklardır. (ve onlar bunun için de şiddetli bir ümitsizliğe düşmüş kimselerdir.) Artık cehenneme ebediyyen atılmış, kurtuluştan ümitleri kesilmiş, selâmete ermelerini istemeğe hâlleri kalmamıştır.

76. Ve biz onlara zulümetmedik. Velâkin onlar zâlimler oldular.

76. (Ve) Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: (biz onlara zulm etmedik) O kâfirleri, suçlu kimseleri öyle bir azaba haksız yere uğratmadık (velâkin onlar zâlimler oldular.) kendi nefslerine zulm ettiler, Peygamberlerin tebligâtını kabul etmediler, onların gösterdikleri delillere, mûcizelere bakmadılar, kendi bâtıl kanaatlerinde devam edip durdular. İşte bilâhare uğradıkları azaplar, onların o bâtıl, daimi kanaatlarının bir neticesidir.

77. Ve seslendiler ki: Ey Mâlik! Rabbine dua et, bizim üzerimize ölüm ile hükmetsin. Mâlik de dedi ki: Şüphe yok, siz kalıcılarsınız.

77. (Ve) O kâfirler, öyle kurtuluş ümidinden, niyâzından mahrum kalınca (nidâ ettiler ki,) yâni cehennemde nidâ edeceklerdir ki: (ey Mâlik) Ey Cehennem bekçisi (Rab’bine dua et bizim üzerimize hükm etsin) yâni: Bizi öldürsün, ruhlarımızı alarak bizi bu şiddetli azaptan kurtarsın. Mâlik de (dedi ki:) yâni: Onların bu boş temennîlerini reddederek diyecektir ki: (şüphe yok, siz kalıcılarsınız.) Siz bu cehennemden ebediyyen çıkamayacaksınızdır. Artık siz, ne ölmekle ve ne de başka bir sebeple bu azaptan kurtulacak değilsinizdir.

78. And olsun ki: Biz size hakkı getirdik, velâkin sizin birçoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.

78. Allah Teâlâ Hazretleri o kâfirlerin cehennemde ebedî kalmalarının sebebini beyân ve kendilerini kınamak için şöyle buyuracaktır. (And olsun ki, biz size hakkı getirdik) Peygamberler ve semâvî kitaplar vasıtasiyle hak ve hakikati size bildirdik, size kurtuluş yollarını gösterdik (velâkin sizin bir çoğunuz haktan hoşlanmıyorsunuz.) hakkı çirkin gördünüz, kabulden kaçındınız,ebediyyen yaşayacak olsanız yine o bâtıl kanaatinizden ayrılmamaya azmettiğiniz. İşte o pek fenâ kanaatiniz, hareketinizin bu şekilde cezasına kavuşmuş oldunuz. Artık bundan aslâ kurtuluş yoktur.

79. Yoksa bir işi sapasağlam mı, tuttular. Artık şüphe yok ki, sapasağlam tutan bizleriz.

79. (Yoksa) O kâfirler, Yüce Peygambere karşı (bir işi) bir hileyi, kendilerine bildirilen hak ve hakikati inkâr hususundaki hareketlerini (sapasağlam mı tuttular?.) bir delile dayalı, sağlam bir kanaat mı sandılar?. Heyhât!. Onlar hileden, tuzaktan başka bir şeye başvurucu değildirler, (artık şüphe yok ki, sapasağlam tutan bizleriz.) Yâni: O kâfirlerin cezaya uğramaları hususunda kat’î hükmü veren, onların hilelerini başlarına çeviren ve her irâde buyurduğu tahakkuk eden zât, ancak Yüce Yaratıcı’dır.

80. Yahut zannederler mi ki, biz onların sırlarını ve aralarındaki fısıltılarını işitmeyiz, hayır… Ve bizim elçilerimiz, onların yanlarında yazıyorlar.

80. (Yâhut) O kâfirler (zannederler mi ki, biz onların sırlarını) içlerinde sakladıkları gizli kuruntularını (ve aralarındaki fısıltılarını) birbirleriyle gizlice, haince bir hâlde konuşmalarını (işitmeyiz) onlar, böyle pek fâhiş bir kanaatte mi bulunuyorlar?, (hayır..) onları o zanları, o kanaatleri pek boştur, pek câhilcedir, biz onların bütün gizli ve açık kuruntularını, arzularını bilir, işitiriz, (ve bizim elçilerimiz,) Hafaza melekleri (onların yanlarında yazıyorlar) onların büyük, küçük, gizli ve açık bütün işlerini, sözlerini yazıp tespit etmektedirler. Artık o kâfirler, kendi hareketlerini, kendi düşüncelerini, o yüce yaratıcıya karşı nasıl gizli bulundurabilirler?. Ortak ve benzerden uzak olan, bütün mahlûkatın Yaratıcısı bulunan Yüce Allah’ın birliğini kudret ve hâkimiyetini düşünmeli değil midirler?.

81. De ki: Eğer Rahmân için faraza bir çocuk olsa idi, O’na ibadet edenlerin ilki ben olurdum.

81. Bu mübârek âyetler bütün Kâinatın yüce Rabbi olan Allah Teâlâ’nın evlâddan ve müşriklerin yanlış vasıflandırmalarından uzak olduğunu bildiriyor. O müşriklerin hâllerine Resûl-i Ekrem’in bakıp müteessir olmamasına ve o dinsizlerin vâ’dedilen kıyamet gününe kavuşup azap göreceklerine işâret ediyor. Ve göklerde ve yerde o hakîm ve alîm olan Allah Teâlâ’dan başka mâbud bulunmadığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Son Peygamber!. Allah Teâlâ’ya evlâd isnad eden müşriklere (Deki: Eğer Rahmân için) rahmet ve inâyeti bütün kâinatı Kuşatan kerem Sâhibi Yaratıcı için sizin iddianıza göre faraza (bir çocuk olsa idi) onun erkek veya dişi bir çocuğu bulunsa idi, böyle bir şey doğru bir delil ile, açık bir kanıt ile sabit olsa idi, O’na, o çocuğa veya onun babası olan Allah Teâlâ’ya (ibadet edenlerin ilki ben olurdum.) ibadetten asla kaçınmazdım. Yâni: ben ki, bir Peygamberim, herkesten fazla Yaratıcımızın lütfuna, ilhamına mazhar bulunuyorum, artık ben o ibadetten geri dururmu idim?. Halbuki, öyle bir delil, bir kanıt asla mevcud değildir. Bilakis Cenab-ı Hak’kın evlâddan uzak olduğuna dair bir nice aklî ve naklî delil mevcuttur. Şüphe yok ki, o Yüce Yaratıcı’nın tek olan zâtı ezelidir. O’nun kutsal varlığı, ortak ve benzerden ve bölünmeden münezzehtir. Bir zâtın evlâdı kendisinden sonra var olacağı için herhâlde mahluktur, ve babasından bir parça demektir. Artık ezeli olmayan, parçalanma vasfına sâhip olan bir mahluk, hiç mâbutluk sıfatına sâhip olabilir mi?. Bütün Kâinatın Yaratıcısı olan bir ezelî mabudun çocuğu sayılarak ibadete lâyık bulunur mu?.

82. Göklerin ve yerin Rabbi arşın Rabbi o müşriklerin vasıflandırdıkları şeyden uzaktır.

82. Evet.. Şüphe yok ki: (Göklerin ve yerinRab’bi) Olan, o muazzam âlemleri yaratıp yaşatan, ve özellikle göklerden ve yerden daha geniş olan (arşın Rab’bi) bulunan Yüce Allah, o müşriklerin (vasıflandırdıkları şeyden münezzehtir.) Evet.. Bütün bu Kâinatın Yaratıcısı, sâhipi olan o Yüce Mâbud, Allah Teâlâ’dır. O’nun zâtı, tek olarak hâkimiyete, yaratıcılığa, rablığa, mâbutluğa sâhiptir. Artık nasıl olabilir ki, O’nun mahlûkatından herhangi biri O’nun bir parçası olsun, O’nun gibi mâbudluk vasfına sâhip bulunsun?. Binaenaleyh Hz. İsâ da, Hz. Üzeyr de, bütün melekler de Allah Teâlâ’nın, o ezelî mâbud’un birer yaratılış eseridir. O’nun birer kulu olmakla övünmektedirler. Haşa, Onun oğulları, kızları değildirler. Bunun hilafını iddia, en cahilce, müşrikçe bir iddiadan başka birşey değildir.

83. Artık onları bırak, boş işlere dalsınlar ve oynaya dursunlar. O vaad olundukları günlerine kavuşacaklarına değin.

83. (Artık) Ey Yüce Resûl!. (Onları) Allah Teâlâ’ya evlâd, ortak isnadına cür’et gösteren o müşrik, iftiracı kimseleri (bırak) o kadar açık delillere rağmen kendi yanlış kanaatlerinde ısrar edip duran o cahilleri terket, onlar kendilerinin boş, batıl düşüncelerine, işlerine (dalsınlar ve) dünyalarında pek boş, fâidesiz şeyler ile (oynaya dursunlar) bu zararlı hâllerine devam etsinler, (o vâ’d olundukları günlerine) kıyâmet zamanına (kavuşacaklarına değin) onlar ancak o zaman kendilerinin nasıl bâtıl, zararlı kanaatte bulunmuş olduklarını anlayacaklardır, lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.

84. Ve O, o mukaddes varlıktır ki, gökte ilâhtır ve yerde ilâhtır. Ve O hakkıyla hikmet sahibidir, hakkıyla ilim sahibidir.

84. (Ve O) Allah Teâlâ (o) kutsal zâttır (dir ki, gökte ilâhtır) bütün göklerde olanlar, yalnız O’nu mâbud bilir, yalnız O’na ibadet ederler (ve yerde ilâhtır) yerde olanların da mâbuduyalnız o Yüce Yaratıcıdan ibadettir. Yerdekiler de yalnız o ezelî mabuda ibadet etmekle mükelleftirler ve başları dara gelince yalnız o Kerem Sâhipi Yaratıcıya sığınırlar, Ondan yardım beklerler, (ve O) eşsiz Mâbud (hakkıyla hikmet sâhipidir) mahlûkatını mükemmel bir hikmetle icâd ve idare buyurmaktadır ve (hakkıyla ilm sâhipidir) bütün mahlûkatının hâllerini, menfaatlerini tamamen bilir, O’nun ilim dairesinden hiçbir şey hariç kalamaz. Velhasıl: O Yüce Yaratıcı’nın yaratmış olduğu eşsiz eserler muazzam âlemleri nazarı dikkate alan akıllı ve insaflı bir insan, o ezelî mâbudun birliğini, çoluk ve çocuktan uzak olduğunu inkâr edemez. Bütün kâinat, o Kerem Sâhipi Yaratıcı’nın birliğine, kudret ve yüceliğine birer parlak delil bulunmaktadır.

85. Ve Yücedir O, Allah’ın zâtı ki: Göklerin ve yerin ve bunların aralarında bulunan şeylerin mülkü O’na mahsustur ve kıyamet saatinin ilmi de O’nun katındadır ve O’na döndürüleceksinizdir.

85. Bu mübârek âyetler, semâlara ve diğer yerlere sâhip ve hâkim olan Allah Teâlâ’nın kutsiyetini ve kıyametin vuku zamanının ondan başka bilen bir zâtın bulunmadığını bildiriyor. Müşriklerin taptıkları putları kendilerine şefaat edemeyeceğini ihtar ve o müşriklerin birbirine zıt lâkırdılarını teşhir ediyor. Resûl-i Ekrem’in duasına, imânsızların hâllerinden müteessir bulunduğuna ve o dinsizlerin korkunç âkıbetlerine işâret ederek o Yüce Peygambere teselli vermektedir. Şöyle ki: (Ve yücedir) Bütün noksanlardan münezzehtir, bütün yüce vasıflara sâhiptir. (O) Allah’ın zâtı (ki: Göklerin ve yerin ve bunların aralarında bulunan şeylerin) bütün âlemlerin (mülkü) onlardaki engelsiz hâkimiyet ve tasarruf selâhiyeti (O’na) o mukaddes Yaratıcıya (mahsustur) O’ndan başka Yaratıcı ve bütün kâinata hakîm yoktur (ve saatin ilmi de O’nun katındadır) kıyametin ne zaman vuk’u bulacağını da ancako Hikmet Sâhibi Yaratıcı bilir (ve) ey insanlar!. Hepimiz de nihâyet (O’na) O Yaratıcınızın mânevî huzuruna (döndürüleceksinizdir) artık her birinizi hak ettiğiniz şeye göre mükâfatlara veya cezalara uğratacaktır.

86. O’ndan başka ibadet eder oldukları şeyler, şefaat etmeğe sahip değildirler. Ancak o bilir oldukları hâlde Hak’ka şâhitlik edenler müstesnâ.

86. Müşriklerin (Ondan başka) o mukaddes âlemlerin Yaratıcısından başka (ibâdet eder oldukları şeyler) putlar, o müşriklere yarın âhiret gününde (şefaat etmeğe sâhip değildirler) o müşriklerin bu hususta sözleri, iddiaları boştur (ancak o bildikleri hâlde) bir ilme, bir basîrete, dayalı bir şekilde, (Hak’ka şâhitlik edenler müstesnâ.) Yâni: Kelime-i tevhîd ile lisânlarını süsleyen, güzel inançlar ile kalblerini aydınlatan melekler gibi, Hz. İsâ gibi zâtlar, Cenab-ı Hak’kın izniyle lâyık olan kimseler hakkında şefaat edeceklerdir.

87. Ve and olsun ki, eğer onlara soracak olsan ki, kendilerini kim yarattı? Elbette diyeceklerdir ki: Allah. O hâlde nasıl oluyor da çevriliyorlar?

87. (Ve and olsun ki, eğer onlara) Allah Teâlâ’dan başkasına ibâdet eden müşriklere (soracak olsan ki, kendilerini kim yarattı?.) kendilerinin Yaratıcısı hangi zâttır (elbette diyeceklerdir ki: Allah) yarattı. Bu hususta O’nun bir ortağı yoktur. Bu hakikati artık inkâr edemezler (o hâlde nasıl oluyor da) o müşrikler (yalnız Allah Teâlâ’ya ibâdetten çevriliyorlar!.) itiraflarına muhalefette bulunmuş oluyorlar. Çünkü Yaratıcılığın ilâhlık zâtına âid olduğunu itiraf edenler, O’ndan başka bir şeyin mahlûk olduğuna o Yüce Yaratıcı’nın tasarrufu altında bulunduğuna inanmış olurlar. Sonra mahlûkata ibâdet etmekle onlara da Yaratıcılık ve mâbutluk isnad etmiş oluyor ki, bu hâlleri, son derece bir cehâlet, bir beyinsizlikten başka birşeydeğildir.

88. Ve O’nun yarabbi! Muhakkak ki, onlar iman etmez bir kavimdir, demesi de Allah katında bilinmektedir.

88. (Ve O’nun) O Son Peygamberin (Yarabbi!. Muhakkak ki, onlar) O müşrikler (îman etmez bir kavimdir, demesi de..) Allah katında malûmdur. Diğer bir yoruma göre Allah’ın beyânı, Peygamberin yüce şânına işâret için bir yemini içermektedir. Bu takdirde buyurulmuş oluyor ki: Resûl-i Ekrem’in: Yarabbi!. Diye niyâz etmesi hakkı için: O müşrikler îman etmez bir güruhtur.

89. Şimdi onlardan yüz çevir ve selâm deyiver, artık ileride bileceklerdir.

89. Allah Teâlâ da Yüce Peygamberine teselli vermek için buyuyor ki: Ey Yüce Habibim!. (Şimdi) Sen (onlardan) o hakkı kabul etmeyen müşriklerden (yüz çevir) onlardan uzaklaş, onların sözlerinden müteessir olma, (ve selâm deyiver) onlara iyilik severlik göster, onlara kendilerinin hoş olmayan lâkırdıları gibi bir şekilde hitabta bulunma, kendilerine bir ahlâkî fâzilet dersi vermiş ol. Bu selâmdan maksat, Selâm-ü Aleyküm demek değildir, belki aralarında bir antlaşma, bir saldırının bulunmadığına bir işâretten ibârettir. Maamafih bu selâmdan maksat, bir iyilik severlik eseri olarak onların selâmet ve hidâyete ermeleri hakkında bir duadan ibâret de olabilir. Müslüman olmayanlara selâm verilip verilmeyeceğine dâir, fakihler arasında farklı görüşler mevcuttur. Onlara gerektiğinde en doğru olan yalnız “selâm” denilip “esselâm-ü aleyküm” denilmemesidir. (artık) Onlar, öyle küfrlerinde devam ederlerse (ileride bileceklerdir.) küfrlerinin korkunç âkıbetini görüp anlayacaklardır. Âhirette azap görecekleri gibi dünyada da bunun cezasına uğrayacaklardır.Bu ilâhî beyân, Resûl-i Ekrem hakkında bir teselliyi, bir müjdeyi içermektedir. Kâfirler hakkında bir tehdit-i ifâde eder. Gerçekte Cenab-ı Hak Yüce Peygamberine olan bu müjdesini yerine getirmiş, O’na cihâdı meşrû kılmış, birçok kavimler, İslâm şerefine ulaşmış, İslâmiyet, doğu ve batıya yayılmıştır. Günden güne birçok zümreler de bu şerefe nâil olmaktadırlar .Dinsizliklerinde devam edenler de lâyık oldukları âkıbete ergeç kavuşacaklardır. Nitekim bu mübârek sûreyi tâkib eden Duhan Sûresindeki bir kısım âyetler de o âkıbete işâret etmektedirler. Hak Teâlâ Hazretleri cümlemizi İslâm nîmetinden mahrum bırakmasın. Peygamberlerin efendisi hürmetine Amin…

Lütfen Paylaşın!
1Shares

BİR CEVAP YAZIN