MÜMİN SURESİ

61. Allah O zattır ki, sizin için geceyi karanlık kıldı, içinde istirahat edesiniz diye ve gündüzü de gösterici kıldı. Şüphe yok ki, Allah insanlar üzerine elbette lütuf sahibidir. Velâkin insanların çoğu şükretmezler.

61. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’nın yaratıcılığına, mâbutluğuna şâhitlik eden geceler ile gündüzlerin birbirini tâkib etmesindeki hikmet ve faydayı bildiriyor. Cenab-ı Hak’dan başka yaratıcılığa, tanrılığa, ebedi hayata sâhip bir zâtın bulunmadığını beyân buyuruyor. O Kerem Sâhibi Yaratıcının yeri ve göğü ne için yaratmış olduğunu ve insanları nasıl bir güzel sûrete eriştirmiş ve tertemiz şeyler ile rızıklandırmış bulunduğunu insanlığa hatırlatıyor. Bu kadar kudret eserine ve nîmete rağmen birçok insanların nankörlükte bulunduklarını ve öteden beri bu ilâhî âyetleri inkâr ederek hakkı kabulden yüz çevirmekte olduklarını kınamak için haber veriyor. Ve bütün âlemlerin Rab’bi olan o eşsiz Yaratıcı’ya hamd ve şükürde ve samimi ibâdette bulunmanın lüzumunu emr ve telkin buyurmaktadır. Şöyle ki: (Allah) bütün mükemmel sıfat ile vasıflanmış olan Kerem Sâhibi mâbud (o zâttır ki,) O Yüce Yaratıcıdır ki, ey insanlar!, (sizin için geceyi) Karanlık(kıldı) serin yaptı, bir uyku zamanı kılmış oldu (içinde istirahat edesiniz diye) vücuda getirdi (ve gündüzü de gösterici kıldı) onu ışıklı bir hâlde bulundurdu. Tâki, o, bir say ve gayret zamanı olsun, ticaretle sanatlarla, olgunluk kazanmakla meşguliyete elverişli bulunsun, (şüphe yok ki, Allah insanlar üzerine elbette lütuf sâhibidir) Kullarını böyle muhtelif zamanlara, çeşitli nîmetlere nâil buyurmaktadır. O’nun lütuf ve keremi, sonsuzdur. (velâkin insanların çoğu şükretmezler) o nâil oldukları nîmetlerin değerini takdir etmezler, onları kendilerine ihsân buyuran Yüce Yaratıcı’ya karşı şükür vazifesini yerine getirmeye çalışmazlar, bir kısmı bütün nankörlükte bulunarak küfr ve şirk içinde yaşar durur.

62. İşte O’dur, Rabbiniz olan Allah ki, her şeyin yaratıcısıdır, O’ndan başka ilâh yoktur. O hâlde nasıl döndürülüyorsunuz?

62. (İşte O’dur) İnsanlığı çeşitli nîmetleri ihsân eden zât, o (Rab’biniz olan Allah) dır (ki,) O (her şeyin yaratıcısıdır) bütün âlemleri, bütün nîmetleri yoktan var eden, ancak O’dur… (O’ndan başka ilâh yoktur) Tanrılık ve mâbutluk ancak O’na mahsustur (o hâlde nasıl döndürülüyorsunuz?.) O’na ibâdet ve itaati terk ederek başkalarına tapınmaya, itaat göstermeğe nasıl cür’et ediyorsunuz?. Bu ne kadar cehâlet, ne kadar nankörlük!.

63. İşte Allah’ın âyetlerini inkâr eder olanlar, öylece döndürülür.

63. (İşte Allah’ın âyetlerini inkâr eder olanlar) Allah’ın birliğine yüce kudretine şâhitlik eden delilleri bir takım yaratılış eserlerini takdir edemeyen câhiller (öylece) Hz. Peygamber zamanındaki bir takım inkârcı, tefekkürden mahrum şahıslar gibi hidâyet yolundan (döndürülür) bir delile dayanmaksızın bir takım bâtıl, fâni şeylere tapınır dururlar.

64. Allah o zâttır ki, sizin için yeri birikâmetgâh, göğü de bir bina kıldı ve sizi tasvir buyurdu, sonra sûretlerinizi güzelleştirdi ve sizi temiz şeylerle rızıklandırdı. İşte Rabbiniz olan Allah O’dur. İmdi âlemlerin Rabbi olan Allah, ne kadar mukaddestir.

64. (Allah O zâttır ki) Ey insanlar!, (sizin için yeri bir ikâmetgâh) kılmıştır, O’nun üzerinde yaşarsınız, geçiminizi temin edersizin. Onun her tarafında gezer durursunuz, (göğü de bir binâ kıldı) Bir süslü kubbe durumunda bulundurdu, onu güneş ile, ay ile, yıldızlar ile nûrlar içinde bıraktı, o vasıta ile geceler, gündüzler meydana gelmektedir, insanlığın hayati ihtiyaçları temin edilmektedir, (ve) ey insanlar!. O Hikmet Sâhibi Yaratıcı (sizi tasvir buyurdu) sizi pek mükemmel bir tarzda, bir nizam ve intizam içinde yarattı, sizi pek güzel uzuvlara, mükemmel kuvvetlere nâil kıldı (sonra sûretlerinizi güzelleştirdi) sizi gelişip büyümeye ulaştırdı, olgunluklar kazanmaya kabiliyetli bulundurdu, sizi en güzel şekil ve huylara erişmekte yaratıklar arasında seçkin bir hâle getirdi (ve sizi temiz şeylerden rızıklandırdı) sizi çeşitli ürünlerden, lezzetli yiyeceklerden, berrak berrak sulardan istifâde ettirdi. (işte Rab’biniz) Nîmetin Sâhibi olan (Allah O’dur) sizleri öyle var eden, nîmetlere kavuşturan Kerem Sâhibi Yaratıcıdır, (imdi) Bir kere düşününüz!, (âlemlerin Rab’bi olan) O (Allah) o Yüce Yaratıcı (ne kadar mukaddestir.) ne kadar mübârektir, ne kadar yücedir, ne kadar mükemmel sıfatlarla vasıflanmıştır, bütün noksan sıfatlardan uzaktır bütün ilâhlık vasıflarına sâhip olan, yalnız o Yüce Mâbuttur. Artık O’ndan başkasına Yaratıcılık, mâbutluk vasıfları nasıl isnad edilebilir?.

65. Ebedî hayat sahibi olan O’dur. O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur. Artık O’nun için dinde ihlas sahipleri olarak O’na duada bulunun. Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsusdur.

65. Evet. (Ebedî hayat sâhibi olan O’dur) OYüce Yaratıcı, ezelîdir, ebedîdir, bütün âlemleri yaratan, bütün mahlûkatı besleyen ve kısacası insanları o kadar nîmetlere nâil buyuran ancak O Kadim Yaratıcısıdır (O’ndan başka hiçbir tanrı yoktur) O’ndan başka mâbutluk, yaratıcılık vasfına hiçbir kimse sâhip değildir. (artık O’nun için dinde ihlâs sâhipleri olarak) yalnız (O’na) o eşsiz yaratıcıdan (duada) ibâdette (bulunun) açık ve gizli şirkten başkalarına tapınmak alçaklığından son derece sakının (hamd) zikri cemîl, bütün evsâfı aliye ile ittisaf (âlemlerin Rab’bi olan Allah’a mahsusudur.) bütün kulların vazifesi, o Yüce Yaratıcı’ya hamd ve övgüde bulunmaktır. O’na kulluk vazifesi mübâhî olmaktır, İbn-i Abbas Radiyallâhü Anh’dan mervidir ki: Her kim “La ilâhe illâllâh” derse onun arkasında hemen “Elhamdülillâhi Rabbil âlemîn” desin.

66. De ki: Ben sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza ibadet etmekten men edildim, o vakit ki, bana Rabbimden apaçık deliller geldi ve emrolundum ki, âlemlerin Rab”ine teslim olayım.

66. Bu mübârek âyetler de âlemlerin Rab’binden başkasını ibâdetten Resûl-i Ekrem’in men edilmiş olduğunu bildiriyor. O Yüce Yaratıcı’nın insanları çeşitli yaratılış mertebelerine kavuşturduğunu ve bu yaradılıştaki hikmetin gayesini haber veriyor. Ve O Hikmet Sâhibi Yaratıcı’nın bu kâinat üzerindeki pek büyük kudret ve tasarrufunu tasvir buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Resûl!. Sen müşriklere, o câhillere (de ki: Ben sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza) kendilerine dua edip tapınmakta bulunduğunuz putlara, heykellere (ibâdet etmekten men edildim) öyle âciz, fâni şeylerden bir fâide beklenilemeyeceğinden haberdar oldum (o vakit ki bana Rabbimden açık deliller geldi) Allah Teâlâ’nın birliğine, ortak ve eşten uzak olduğuna dâir Kur’an-ı Kerim’in âyetleri nüzul etti, naklî ve aklî deliller peş peşe gelip durdu,(ve emrolundum ki, âlemlerin Rab’bi için teslim olayım.) Bütün mahlûkatın Yaratıcısı, terbiyecisi olan Allah Teâlâ’nın emirlerine, yasaklarına boyun eğeyim, tam bir samimiyetle O’nun dinine sarılayım.

67. O, O Hikmet Sahibi Yaratıcıdır ki: Sizi topraktan, sonra bir nutfeden, sonra da bir kan pıhtısından yarattı. Sonra sizi çocuk olarak çıkarır, sonra kuvvetinizin tekâmülü çağına erişesiniz sonra ihtiyarlayasınız diye sizi yaşatır sizden bazınız daha evvel öldürülür ve muayyen olan zamana erişesiniz ve belki, düşünürsünüz diye böyle yapar.

67. (O) Yüce zâtından başkasına ibâdet etmekten men edilmiş olduğum ezeli mâbud (O) Hikmet Sâhibi Yaratıcı (dır ki:) ey insanlar!, (sizi) Başlangıçta pederiniz Hz. Âdem itibariyle (topraktan) yarattı (sonra) sizi, insanlık silsilesini (bir nutfeden) meni denilen bir su parçasından validelerin rahimlerinde (yarattı) büyütüp geliştirdi (sonra sizi) o rahimlerden (çocuk olarak) yer yüzüne (çıkardı) hayat alanına getirdi (sonra kuvvetinizin tekamülü çağına) erişesiniz. Aklınızın, fikrinizin kuvvet bulacağı bir müddete, meselâ: Otuz yaşından kırk yaşına ulaşasınız diye sizi yaşatır (sonra ihtiyarlayasınız) yaşlılık çağına kavuşasınız (diye) sizi yaşatır (ve sizden bâzınız, daha evvel öldürülür) bir nice kimselerin de daha olgunluk çağına, ihtiyarlık çağına gelmeden hikmet gereği ruhları alınarak kendileri ölüme mahkûm edilmiş olur. (ve muayyen olan zamana) ölüm vaktine veya kıyamet gününe (erişesiniz, ve belki düşünesiniz) bu muhtelif hayat safhâlarını, bunlardaki hikmetleri, maslahatları düşünerek bununla Allah’ın birliğine ve kudretine delil bulunasınız diye Cenab-ı Hak böyle yapar, Yüce kudretini, eşsiz tasarruflarını kullarına göstermiş olur.

68. O, O hikmet sahibi Yaratıcıdır ki: Diriltir ve öldürür velhasıl: O bir şeyi dileyince O’na ancak ol der, O da hemen oluverir.

68. Evet.. (O) Kâinatın Yaratıcısı (O) Kerem Sâhibi mâbud (dur ki,) dilediğini (diriltir) hayata eriştirir (ve) dilediğini (öldürür) hayattan mahrum bırakır (velhâsıl: O) hikmet ve kudret sâhibi olan Yüce Yaratıcı (bir şeyi irâde edince) bir şeyin varlığını veya yokluğunu takdir buyurmuş olunca (ona) o şeye (ancak ol der) yâni: Onun öyle olmasını hemen dileyince (o da hemen oluverir) durmaksızın, ilâhî irâde doğrultusunda meydana gelir. Böyle Kün = ol buyurulması, ilâhî kudretin tesirinin kudretini, kâinat üzerindeki yüce nüfuzunu bir temsilden ibârettir. Yoksa ayrıcı “ol” denilmesine lüzum yoktur. İşte insanların hayatları, ölümleri ve kıyamet günün vuku da bu cümledendir. Bunlar, ilâhî irâde ile ilgilidir. Ne zaman meydana gelmeleri takdir edilmiş ise o zaman hemen meydana gelirler. İlâhî kudret bu kâinatta böyle tesirli bulunmaktadır.

69. Bakmadın mı O kimselere ki, Allah’ın âyetleri hakkında mücadelede bulunurlar. Nasıl döndürülüyorlar?

69. Bu mübârek âyetler de ilâhî âyetlere karşı mücadelede bulunanların hayret verici durumlarını teşhir ediyor. Onların pek müthiş olan uhrevî vaziyetlerini ihtar buyuruyor. Onların azarlanmak ve kınanmak için nasıl bir suale mâruz kalacaklarını gösteriyor. Onların bâtıl şeylere tapınmış olduklarını anlayarak kendi cinâyetlerini inkâra kalkışacaklarını bildiriyor. Artık onların dünyada iken müşrikçe bir tarzda yapmış oldukları hareketlerinden dolayı ebedî sûrette müthiş cehenneme atılacaklarını ilân buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (Bakmadın mı) ne kadar hayret vericidir (o kimselere ki) o inkârcılara ki, onlar, haksız yere kendi bâtıl kanaatlerine tâbi olarak (Allah’ın âyetlerinde) Kur’an-ı Kerim gibi vesâir semâvî kitaplar, eserler gibi hakikatleri, yücelikleri pek açık şeyler hakkında (mücadelede bulunurlar) onların opek yüksek, parlak mahiyetlerini inkâra cür’et gösterirler. Nü tuhaf durum!. Onlar (nasıl) ne şekilde o mukaddes âyetleri tasdikten (döndürülüyorlar?.) Onlar ne kadar karanlık bir ruh hâli içinde yaşıyorlar?. Halbuki, birnice deliller, o âyetlerin sıhhatine, yüceliğine şâhitlik edip durmaktadır, hiç bir sağduyu sâhibi, onları tasdikten kaçınmaz.

70. O kimseler ki, kitabı ve kendisiyle Peygamberimizi göndermiş olduğumuz şeyi yalanladılar, artık yakında bileceklerdir.

70. (Artık o kimseler ki,) Kur’an-ı Kerim gibi bir ilâhî (kitabı ve kendisiyle Peygamberlerimizi göndermiş olduğumuz) herhangi bir (şeyi) bir semâvî sahifeyi, her hangi bir dinî meseleyi, herhangi bir peygamberî mûcizeyi (yalanladılar) onun gerçek olduğuna inanmadılar (artık) onlar (yakında bileceklerdir.) o inkârları yüzünden ne kadar azaplara uğramış olacaklarını anlayacaklardır.

71. O zaman ki, boyunlarında demir halkalar ve zincirler olarak şiddetle sürükleneceklerdir.

71. Evet.. Bileceklerdir, o verilen haberin doğruluğunu anlayacaklardır (o zaman ki:) Boyunlarında (demir halkalar ve zincirler olarak şiddetle sürükleneceklerdir?) cehenneme sevkolunacaklardır.

§ Yüshabûn; Şiddetle, zorla geçilecekler. Cereyana tâbi tutulacaklar demektir.

72. Sıcak su içinde, sonra âteş içinde bırakılıp yanacaklardır.

72. Evet.. Onlar (Sıcak su içinde) yâni: Cehennemin yakıcı suları içinde (sonra âteş içinde bırakılıp yanacaklardır) tandır içinde odunların yâni vermeleri gibi onlar da cehennemin içinde yanıp duracaklardır.

§ Yüscerun; Yuhrekun; yâni, âteş içinde kalıp tutuşup yanacaklardır.

73. Sonra onlara denilecektir ki: Nerede sizin O ortak koştuklarınız şeyler?

73. (Sonra onlara) O cehenneme atılan kâfirlere kınamak için, başlarına kalkmak için (denilecektir ki: Nerede sizin o ortak koştuklarınız şeyler?.) dünyada iken Cenab-ı Hak’ka ortak tanıdığınız putlarınız nerede kaldılar?. Şimdi sizi gelip kurtarsalar ya!. Ne diye siz öyle âciz, fâni şeylere tapındınız?. Böyle bir kınama ve azarlamanın vukuu, kat’î olduğu için bu hâdise, mazi sigasiyle: “Kile = dendi” diye beyân olunmuştur.

74. Allah’ı bırakıp ta, diyeceklerdir ki: Bizden kayboldular. Zâten biz evvelce bir şeye ibadet etmiş olmadık. İşte Allah, kâfirleri böylece sapıklığa düşürür.

74. Evet.. (Allah’ı bırakıp da) O Yüce Yaratıcı’dan başka, onun âciz, fâni birer mahlûku olan putlara, Fir’avunlar gibi kâfir insanlara tapıyor idiniz, şimdi onların ne olduklarını anladınız mı? Onlar da (diyeceklerdir ki:) o kendilerine dünyada iken taptıklarınız şimdi bu âhiret âleminde (bizden kayboldular) zâyi olup gittiler, onlardan umduğumuza erişemedik (belki biz evvelce bir şeye ibâdet etmiş olmadık) yâni: Şimdi anlıyoruz ki, kendisinden bir fâide beklenilen bir şeye ibâdet etmemişiz, öyle fâidesiz şeyleri boş yere kendimize mâbud edinmişiz, bu bize şimdi malûm oldu. Yâhut onlar son derece bir korku içinde kalacakları için o putlara ibâdette bulunmuş olduklarını inkâr edeceklerdir. Bu inkâr, o putlar ile yüzleştirilmeden evvel vuku bulmuş olacaktır, (işte Allah kâfirleri böylece sapıklığa düşürür.) hangi asırda yaşamış olurlarsa olsunlar nihâyet kâfirlerden her biri, böyle müthiş bir âkıbete mâruz kalacaktır.

75. Sizin bu cezanız, yerde haksız yere pek fazla sevinir olmanızdan ve çok güvenir bulunmanızdan dolayıdır.

75. Sonra kıyamette o kâfirlere denilecektir ki: (Sizin bu cezanız) Bu uğradığınız şiddetli azapsizin (yerde haksız yere pek fazla sevinir) küfrü ve isyânları bir zevk ve rahatlık içinde işler (olmanızdan ve çok güvenir) kendi inançlarınızın doğruluğuna aldanmış onunla övünür (bulunmanızdan dolâyıdır.)

§. Tefrehun: Fazlasiyle sürura, sevince dalmış bulunursunuz, demektir.

§ Temrehun: Genişçe bir kibir, pek şiddetli bir sevinç içinde bulunursuzun mânasınadır.

76. Cehennemin kapılarından orada ebedî kalıcılar olmak üzere giriniz. Artık kibirli olanların ikâmetgâhı ne fenâ!

76. O inkârcılara denilecektir ki: Sizin için (Cehennemin) yedi kısma ayrılmış olan (kapılarından orada) cehennemde (ebedi kalıcılar olmak üzere giriniz) sizlere lâyık olan yer bu cehennemdir, (artık kibirlenenlerin) dünyada iken hakkı kabul etmeyenlerin, Allah’ın birliğini tasdikten, Peygamberlerine itaatten ayrılıp câhilce bir gurura düşmüş bulunanların (ikâmetgâhı ne fenâ!.) işte ey inkârcılar!. Sizin ikâmetgâhınız, bu pek fenâ olan cehennemdir. İşte küfrün ebedî cezası, böyle pek müthiştir. Artık bu pek korkunç âkıbeti, daha dünyada iken düşünmelidir.

77. Artık sabret. Allah’ın vaadi şüphe yok ki, haktır. Onlara olan vaadimizin bâzısını sana göstereceğiz veya senin ruhunu alacağız, nihâyet bize döndürüleceklerdir.

77. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’e kavminin yalanlamasına, eziyetine karşı sabretmesini emr ve O’nun vâ’dedilen zafere erişeceğini müjdeliyor. Peygamberlerden bir kısmının kıssalarına işâret buyuruyor. Her Peygamberin ancak Allah’ın izni ile mûcizelerini göstermeye muvaffak olduğunu ve takdir edilen vakit gelince inkârcıların yok olacağını haber veriyor. Allah Teâlâ’nın varlığına, birliğine delil olan çeşitli nakl ve gıda vasıtalarına dikkatleri çekmekte ve dâima gösterilmekte olan kudret eserlerini inkâraimkân bulunmadığını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Muhammed!. (Artık sabret) O bir takım kimselerin mücadelelerine, inkârlarına ehemmiyet verip üzülme. Çünkü (Allah’ın vâ’di, şüphe yok ki: Hak’tır) seni iki âlemde de zafere eriştireceğine dâir olan ilâhî vâ’d, herhâlde meydana gelecektir, (onlara) O inkârcılara âid (olan vâ’dimizin bâzısını elbette sana göstereceğiz.) onlar, öldürülecekler, esir edilecekler ve mağlûp olacaklardır (veya senin ruhunu alacağız) onların tamamen mağlûbiyete, helâke mâruz kalmalarından evvel, sen dünya hayatını terk etmiş bulunacaksın. Fakat onlar yine lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır. Evet.. Onlar (nihâyet bize döndürüleceklerdir.) kıyamet gününde ilâhî mahkemeye sevk edileceklerdir. Dünyadaki amellerine göre cezaya, şiddetli bir intikama tâbi tutulacaklardır. Artık, onlar o günü düşünsünler.

78. Andolsun ki, senden evvel de Peygamberler gönderdik. Onlardan bir kısmının kıssasını sana bildirmiştik ve onlardan sana kıssasını bildirmediklerimiz de vardır ve bir Peygamber için Allah’ın izni olmadıkça bir mucize getirmek mümkün olamaz. Allah’ın emri gelince de hak ile hükmolunmuş olur ve bâtılı tercih etmiş olanlar ise O zaman hüsrâna uğramıştır.

78. (And olsun ki) Ey mahlûkatın şereflisi!. (senden evvel de Peygamberler gönderdik) İmam-ı Ahmed’den rivâyet olunduğu üzere bu zâtların adetleri yüz yirmi dört bindir. Bunlardan Resûl olanlar, üçyüz on beş zâttır. Bir rivâyete göre seksen bin Peygamber İsrâil oğullarından kırk binde diğer insanlardan gönderilmiştir, (onlardan) O Peygamberlerden (bir kısmının kıssasını sana bildirmiştik) Kur’an-ı Kerim’de bu zâtlardan yirmi beşine dâir bilgi verilmiştir, (ve onlardan sana kıssasını bildirmediklerimiz de vardır) Bütün bu Peygamberler, Allah’ın dinini yaymaya çalışmış,bir çokları kavimlerinin inkârlarına uğramış nice eziyetlere katlanmışlardır. Artık Ey Muhammed!. Sen de onlar gibi eziyetlere uğruyorsun, fakat sabret!. Bunun neticesi büyük bir mükâfattır, (ve bir Peygamber için Allah’ın izni olmadıkça bir mûcize göstermek) Bir hârika ortaya koymak mümkün (olamaz) Çünkü mûcize ve diğer âyetler birer hikmet ve menfaate dayanmaktadır. Bu ise Allah’ın ilmine ve takdirine havale edilmiştir, hikmetin gereğine göre mûcizeler ve sâire meydana gelir (Allah’ın emri gelince de) inkârcılar hakkındaki ilâhî azabın vakti gelince de (hak ile hükm olunmuş olur) ilâhî adâlet tecellî eder, Peygamber ile onlara îman edenler kurtuluşa ererler, (ve bâtılı tercih etmiş olanlar ise o zaman hüsrâna uğramıştır.) Peygamberlere isyân edip küfr ve şirke düşmüş olanlar da lâyık oldukları azaba tutulmuş bulunurlar.

79. Allah, o kutsal varlık dır ki: Sizin için dört ayaklı hayvanları yarattı. Onlardan bir kısmına binesizin ve onlardan yiyesizin diye onları meydana getirdi.

79. (Allah o) Yüce varlık (dir ki, sizin için dört ayaklı hayvanları yarattı) ve develer gibi pek fâideli şeyleri vücuda getirdi (onlardan bir kısmına binesiniz) onların vasıtasiyle yollarınızı tâkib edesiniz (ve onlardan yiyesiniz diye) onları öyle yaratmış oldu. Onlar ne büyük birer nîmettir. İnsanlar bu nîmetlerin şükrünü yerine getirmeye çalışmalı değil midirler?.

80. Ve sizin için onlarda menfaatler vardır ve onların üzerinde göğüslerinizdeki bir arzuya erişmeniz ve onları üstünde ve gemilerin üstünde taşınırsınız.

80. (Ve sizin için onlarda) O hayvanlarda başka başka (menfaatler vardır) onların sütlerinden, derilerinden de istifâde edersiniz (ve onların üzerinde göğüslerinizdeki bir arzuya erişmeniz için) herhangi bir arzunuzu,iktisadî menfaatlerinizi temin için yolları tâkib edip durursunuz. Evet.. (ve onların üstünde ve gemilerin üstünde taşınıyorsunuz) öyle çeşitli nakl vasıtalarından istifâde ediyorsunuz. Bunlar ne kadar büyük bir ilâhî ihsândır. İşte bugünkü tayyareler, trenler vesâire de bu cümledendir.

81. Ve size âyetlerini gösterir. Artık Allah’ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?

81. (Ve) O. Kerem Sâhibi Yaratıcı ey insanlar!, (size) Vakit vakit (âyetlerini gösterir) muazzam kudretine, sonsuz rahmetine âid eserleri vücuda getirir, bunları keşfe insanları muvaffak kılar, bunları her zaman görür durursunuz, işte vakit vakit keşfedilen, istifâde sahasına çıkarılan çeşitli nakl vasıtaları, haberleşme âletleri, trenler vesâire (artık) ey insanlar!. (Allah’ın hangi âyetlerini inkâr edersiniz?.) Bütün insanlığı kuşatmış olan bu âlemdeki her zerre bir kudret eseridir, her eser bir ilâhî lütuftur. Bu açık, parlak nîmetlerin inkârı mümkün müdür?. Bu kadar güzel, çeşitli fâideleri olan eserlere kavuştuğunuz hâlde bunları size ihsân buyuran Kerem Sâhibi Yaratıcı’ya kullukta, şükür vazifenizi yerine getirmeniz icâbetmez mi? Hiç nankörlüğün cezasını düşünmez misiniz?.

82. Yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, bir bakıversinler, kendilerinden evvelkilerin âkıbetleri nasıl olmuştur. Onlardan daha fazla idiler ve kuvvetçe ve yeryüzündeki eserleri itibariyle daha şiddetli idiler. Fakat onlara kazandıkları şeyler aslâ fayda vermedi.

82. Bu mübârek âyetler de asr-ı saadetteki münkirleri tehdit için onlardan daha varlıklı olan eski inkârcı kavimlerin pek elem verici tarihî hâllerini ihtar ediyor. O eski kavimler ki, Peygamberinin gösterdikleri mûcizeleri inkâr etmiş, kendilerinin câhilce zanlarına bir kıymet vererek onunla övünmüş, bilâhare başlarına Allah’ın âdeti gereği olan ilâhî azap gelincekendi dinsizliklerini anlayarak tevbekâr olmak istemişlerse de artık o tevbenin kendilerine bir fayda vermediğini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: O ilâhî âyetlere karşı mücadelede bulunan Kureyş müşrikleri, (yeryüzünde hiç dolaşmadılar mı ki, bir bakıversinler) ibret alsınlar, halbuki, onlar Şam ve Yemen gibi beldelere dâima gidip gelmekte, eski kavimlerin harab olmuş yurtlarını görmektedirler. O yurtlara bir ibret nazarıyla bakmalı değil midirler?, (kendilerinden evvelkilerin âkıbetleri nasıl olmuştur) O eski kavimler, ne şiddetli felâketlere uğramışlardır. O eski kavimler ki (onlardan) o sonraki müşriklerden nüfusça, malca (daha fazla idiler) büyük bir varlığa sâhip bulunuyorlardı, (ve kuvvetçe ve yer yüzünde eserler itibariyle daha şiddetli idiler) daha büyük ordulara mâlik bulunuyorlardı ve pek muhteşem, muhkem binaları, kal’aları, köşkleri var idi (fakat onlara kazandıkları şeyler fâide verici olmadı) onlara yüz gösteren azabı, felâketi bertaraf edemedi, hepsi de mahv ve perişan olup gittiler.

83. Vaktaki, onlara Peygamberleri açık mucizeler ile geldi, kendi yanlarındaki bilgiye güvendiler ve onları kendisiyle alay ettikleri şey, şiddetle kuşatıverdi.

83. Evet.. (Ne zamanki, onlara) o inkârcı kavimlere (Peygamberleri açık mûcizeler ile geldi) kendilerinin Allah tarafından gönderilmiş birer Yüce Peygamber olduklarını açık deliller ile isbat ettiler, o inkârcılar ise (kendi yanlarındaki bilgiye güvendiler) kendi zanlarınca bir ilm kabilinden olan birtakım hurâfelere, şüphelere dayanarak o Peygamberleri inkâra devam eylediler. Meselâ: Bizi zamandan başkası helâk etmez, dediler, toz toprak kesilmiş olan kemikleri kim diriltebilir diyerek kendi bâtıl kanaatlerini kuvvetlendirmeye çalışmak istediler, o mübârek Peygamberler ile alay etme alçaklığını gösterdiler.Diğer bir yoruma göre de o Peygamberler, kendi yanlarındaki ilm kabilinden olan şeyler ile ferahlandılar. Onlar, ilâhî vahye mazhar olmuş, kendilerinin güzel bir âkıbete erişeceklerini bilmiş, kendilerini inkâr edenlerin de nihâyet helâke uğrayarak nasıl azap göreceklerini öğrenmiş, bu bilgileriyle kalben ferahlık içinde yaşamışlardı. (ve onları) O inkârcıları ise (kendisiyle alay ettikleri şey) O Peygamberlerin haber vermiş oldukları Allah’ın vâ’di, âni azabı (şiddetle kuşattı.) her taraflarını sardı. Artık kendi cehâletlerini, ahmaklıklarını ancak o zaman anlamış oldular.

84. Ne zamanki, bizim azabımızı gördüler, dediler ki: Allah’a O’nun birliğine iman ettik ve O’na ortak koştuğumuz şeyleri inkâr eyledik.

84. Evet.. O inkârcılar (Ne zaman ki, bizim azabımızı gördüler) kendilerine gelen pek şiddetli bir ilâhî kahrı müşahede ettiler (dediler ki: Allah’a, O’nun birliğine îman ettik) artık O’na başkasını ortak koşmayınız (ve O’na ortak koştuğunuz şeyleri) o bâtıl mâbudları şimdi (inkâr eyledik) onların ilâhlığa sâhip olmadıklarını şimdi anladığımız için onları terk ediverdik. Ne yazık ki,!. Artık bu îmanları kabul edilir değildir.

85. Artık onlara bizim azabımızı gördükleri zaman iman etmeleri bir fâide vermiş olmadı. Bu Allah’ın kulları hakkında süregelen adetidir. İşte kâfirler orada helâke uğramış oldu.

85. Allah Teâlâ’da buyuruyor ki: (Artık onlara bizim azabımızı gördükleri zaman îman etmeleri bir fâide vermiş olmadı) çünkü, böyle bir îman cebridir, gayba âid, irâdeye dayalı, dinî bir delile bağlı değildir, (bu) Böyle azabı müşahede ânındaki îmanın kabul edilmemesi (Allah’ın kulları hakkında süregelen âdetidir.) öyle birçok delillere, açık kanıtlara rağmen Allah’ın birliğini tasdik etmeyip bir takım âciz, fâni şeylere tapmakta bulunmuş kavimlerin başlarına ilâhî azabın yöneldiğini gördükleri zamanındaki îmanları, tevbeleri makbuldeğildir. Bu husustaki Allah’ın âdeti, böyle tecelli etmiştir, (işte kâfirler orada) Öyle başlarına azabın geldiği yerde ve o azabın yöneldiği zamanda hemen (helâke uğramış oldu.) Artık pişmanlıkları kendilerine bir fâide vermiş olmadı. Çünkü îman için muayyen olan zaman, artık geçmiş bulunuyordu. Binaenaleyh her mükellef insan için lâzımdır ki, daha fırsat elde iken uyanmış olsun, kusurlarından dolayı tevbe etsin, Allah’ın lütfuna sığınarak ilâhî din dairesinde yaşamaya çalışsın. Böyle bir muvaffakiyete erişmeyi dâima kerim mâbudumuzdan niyâz ederiz.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN