MÜMİN SURESİ

31. Nûh ve Âd ve Semud kavminin ve onlardan sonrakilerin durumu gibi toplulukların başlarına gelenlerden korkuyorum ve Allah kulları için bir zulüm dileyecek değildir.

31. Evet sizin başınıza da (Nûh) kavminin (ve Âd) kavminin (ve Semud kavminin) öyle kuvvetli milletlerin (ve onlardan sonrakilerin) Lût kavmi gibi inkârcı gurupların (adeti mislinden…) korkuyorum. O kavimlerden her biri, küfr ve isyânı yüzünden birer müthiş azaba uğramış mahvolup gitmişti. Şimdi size de böyle küfrünüzde devam eder, Hz. Mûsa’ya suikastte bulunursanız, sizin de öyle bir helâke uğramanızdan pek korkulur. Öyle inkârcıların azaplara uğramaları bir ilâhî sünnet gereğidir. Artık siz de öyle müthiş bir âkıbeti bir düşününüz, (ve Allah kulları için bir zulm dileyecek değildir.) Kullarına günâhları olmaksızın azap etmez, onlardan zâlim, kâfir olanları da cezasız bırakmaz. Yüce Yaratıcı’nın bütün kavimler hakkındaki ilâhî fiilleri birer adâlet gereği olup birer hikmete dayanmış bulunmaktadır.

§. De’b: Âdet demektir, bir şeyi bir ciddiyetle diğer bir şeye ulaştırmak mânasında da kullanılmaktadır.

32. Ve ey kavmim! Ben sizin üzerinize o bağrışıp çağrışma gününden korkuyorum.

32. (Ve ey kavmim!. Ben sizin üzerinize) Kıyamet gününden (o bağrışıp çağrışma gününden) insanların birbirlerine nidâ ederek yardımdan bulunacakları zamandan veya eyvah, yazıklar olsun diyerek büsbütün helâk olmalarını temennî edecekleri müthiş bir hengameden (korkuyorum.) sizler de Peygamberinize muhalefette ısrar ederseniz, sizin de başınıza öyle bir felâketin gelmesi kararlaştırılmıştır. Bu ne kadar müthiş bir felâkettir!. Bunu siz hiç düşünmez misiniz?.

§. Tenad: Kelimesi, birbirine seslenmek mânasınadır. Toplamak mânasındakullanılmaktadır. Cennet ehli ile Cehennem ehli birbirine nidâ edecekleri için kıyamet gününe “yevmi Tenad” denilmiştir.

33. O arkanıza dönüp gideceğiniz gün sizin için Allah’tan bir koruyacak yoktur ve her kimi Allah saptırırsa artık onun için doğru bir yola iletecek de yoktur.

33. Evet.. Ey kavmim!. Biliniz ki: (O arkanıza dönüp gideceğiniz gün) Yâni: Kıyamette durak yerinden âteşe sevk edileceğiniz zaman veya âteşten kaçıp kurtulmak isteyeceğiniz an (sizin için Allah’tan) O’nun elem verici azabından (bir koruyacak yoktur.) sizi hiçbir kimse himâye edemeyecektir, siz âteşten çıkıp kaçacak olsanız bile yine derhal âteşe iâde edileceksinizdir. (ve her kimi Allah sapıtırsa) herhangi bir kulunu o kulun kötü irâdesinden dolayı hidâyetten mahrum bırakırsa (onun için) o kul için (doğru bir yola iletecek) bir kimse (yoktur) öyle bir şahsı hiçbir kimse hidâyete ulaştıramaz. Binaenaleyh bir hidâyet ve kurtuluş yolunu tâkibe muvaffak olmak isteyen her insan için gerekir ki, aklım, kabiliyetini güzelce kullansın, ilâhî tebliğlere itaat ederek nefsinin boş, zararlı eğilmlerine mağlûp olmasın, dinsizlikleri yüzünden felâketlere uğramış olan kavimlerin tarihî durumlarından bir ibret dersi alsın ve Cenab-ı Hak’tan muvaffakiyetler niyâz etsin.

34. And olsun ki, evvelce Yûsuf size açık deliller ile gelmişti, o vakit O’nun size getirdiği O’nun size getirdiği şeylerden dolayı şüphe içinde durmaktan ayrılmamıştınız. Ne zamanki, vefat etti, dediniz ki, Allah ondan sonra elbette bir Peygamber göndermeyecektir. İşte Allah haddi aşan, şek içinde bulunan kimseyi böyle şaşırtır.

34. Bu mübârek âyetler de Hz. Mûsa’ya îman etmiş olan zâtın kavmini kınayarak onların evvelce de peygamberleri olan Hz. Yusuf hakkında şek ve şüphe içinde bulunmuş olduklarını ihtar ve sapıklığa düşenlerinhidâyete eremeyeceklerine dâir bir misâl irâd etmiş olduğunu bildiriyor ve bir kesin delile dayanmaksızın dinî hususlarda yapılan mücadelelerin ne kadar kınanmış olduğunu şöylece beyân buyurmaktadır. (And olsun ki,) Ey Kıpt gurubu !. (evvelce) Mûsa Aleyhisselâm’dan önce (Yusuf) Aleyhisselâm da (size) sizin gibi yanlış inançlarda bulunan atalarınıza (açıkça deliller ile) açık mûcizeler ile, kanıtlar ile (gelmişti) fakat siz (o vakit O’nun size getirdiği şeylerden) Allah’ın dini adına teblîğ ettiği hükümlerden, Allah’ın birliğine âid beyânlardan (dolayı şüphe içinde durmaktan ayrılmamıştınız) yâni: Ecdâdınızın o şek ve şüpheleri bugün sizin aranızda da devam edip durmaktadır, (vaktaki,) Hz. Yusuf (vefat etti, dediniz ki: Allah O’ndan sonra elbette bir Peygamber göndermeyecektir.) yâni: Onlar Hz. Yusuf’un peygamberliğinden dolayı şek ve şüphe içinde bulundukları gibi başkalarının Peygamber gönderilmeyeceğine de kesin şekilde hükm etmekte bulunmuşlardı. Onların âdetleri; böyle câhilce kanaatlerde, hükümlerden de bulunmaktan ibâret idi. (işte Allah, haddi aşan) O kıptîler gibi şirke düşen ve (şüphe içinde bulunan) bir nice deliller ile sâbit hakikatleri inkâr edip vehme kapılan, bir takım dinsizleri taklit eden (kimseleri böyle şaşırtır.) böyle yanlış düşüncelere müptelâ kılar, artık gözleri önünde parlayan bir nice hakikatları göremez olurlar.

35. Onlar ki, kendilerine gelmiş hiçbir delîl olmaksızın Allah’ın âyetlerinde mücadelede bulunurlar. Allah katında ve îmân edenlerin yanında büyük bir gazap vesilesi olmuştur. İşte Allah, her kibirli ve zorbanın kalbini öyle mühürler.

35. (Onlar ki,) Öyle müsrif, şüphe içinde yaşayıp duran kimseler ki, (kendilerine gelmiş olan bir delil olmaksızın) hiçbir aklî ve naklî delil bulunmaksızın yalnızca bir vehm vekendini beğenmişlik eseri olarak (Allah’ın âyetlerinde mücadelede bulunurlar.) düşmanca, inkârcı lâkırdılara cür’et gösterirler. Onların o câhilce, edepsizce münakaşaları, konuşmaları (Allah katında ve îman edenlerin yanında büyük bir gazab vesîlesi olmuştur.) onların, o vaziyetleri, haddizâtında pek nefret verici ve Allah’ın azabına yol açıcıdır, hakikî mümînlerin nefretlerini, düşmanlıklarını coşturmaya vesîledir. (işte Allah) O şek ve inkâr içinde yaşayan kimseler gibi (her kibirli) kendisini gören (zorba) gaddar, tevhit dinini kabulden kaçınan ve kendi bâtıl fikrini başkalarına aşılamaya çalışan ve zâlim (olanın kalbini öyle mühürler) artık hakikatları görmeğe ve Allah’ın dini ile varlığını aydınlatmaya muvaffak olamaz. Kendisinden öyle inkârcı, aşırı hareketler ortaya çıkar, durur. Binaenaleyh bir insan, kendi haddini bilmelidir, bilgi ve irfân yoluyla öğrenmediği bir mesele hakkında kendi kendine mütalâalarda bulunmaya cür’et etmemelidir, bir takım yanlış yorumlara kalkışmamalıdır, hikmetini anlamadığı ilâhî bir hükm hakkında inkârcı bir tavır almak alçaklığını işlememelidir. Çünkü dînen sâbit olan hükümlerden, meseleler, hikmet ve menfaatin tâ kendisidir, isterse bir takım kimseler, onların zevkine varamasınlar.

36. Ve Firavun dedi ki: Ey Hâman! Benim için bir yüksek köşk yap, Belki, ben yollara ulaşırım.

36. Bu mübârek âyetler de Fir’avun’un ne kadar inkârcı ve inatçı olduğunu gösteriyor. Hz. Mûsa’nın peygamberliğini inkâr ve onunla alay etmek için havalara yükselip Mûsa Aleyhisselâm’ın mâbudunu görmek istediğini vezirine söylemiş olduğunu bildiriyor ve Fir’avun’un ne kadar sapık ve hüsrâna uğramış olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Fir’avun) o mü’min zâtın ihtarını ve nasihatlarını dinledikten sonra (dedi ki: Ey Hâman!.) Ey vezirim!, (benim için bir yüksekköşk yap) bir rasathane vücuda getir, oradan çıkıp seyredeyim (belki ben yollara ulaşırım) göklerin kapılarına yaklaşırım.

37. Göklerin yollarına ererim de Mûsa’nın Allah’ını görürüm ve şüphe yok ki, ben O’nu bir yalancı sanıyorum. Ve işte Firavun için kötü âmeli öylece süslendirilmiş oldu ve yoldan saptırıldı ve Firavun’un tuzağı tamamen boşa çıktı.

37. Evet.. Belki o rasathane vasıtasiyle (Göklerin yollarına) ererim, oradan Mûsa’nın ilâhını eğer var ise görmüş bulunurum (ben O’nu) Hz. Mûsa’yı (bir yalancı sanıyorum) O’nun için semâlarda bir ilâh olup da O’nu Peygamber göndermiş olduğuna inanmıyorum, (ve işte Fir’avun için kötü ameli öyle süslendirilmiş oldu) Şeytan öyle şaşkınlığa düşürmüştü, mâkul olmayan iddialarda bulunuyordu, (ve) Doğru (yoldan saptırıldı) Hz. Mûsa gibi yüce bir Peygamberin sözlerine itimat etmeyerek öyle yanlış yolları tâkib etmek istedi (ve Fir’avun’un hilesi) Mûsa Aleyhisselâm’ın peygamberliğini inkâr ve ibtâl hususundaki baş vurmak istediği çareler (tamamen boşa çıktı) o husustaki çalışmaları boşa gitmiş, kendisinin helâkine bir sebep teşkil etmiş bulundu. Fir’avun’un öyle bir emrde, arzuda bulunması, şöyle üç sûretle tasavvur olunabilir:

1. Fir’avun, haddizâtında ahmak bir şahıs olduğu için yüksek bir makamdan gökleri, yıldızları gözetlemekle semâda bir Tanrının bulunup bulunmamasını anlamak istemiştir. Bu ise büyük bir aptallık eseridir. Zâten kendisinin tanrılık iddiasında bulunması da böyle bir ahmaklıktan, Kâinatın Yaratıcısı’nı inkârdan başka bir şey değildir.

2. Fir’avun kurnaz, kendi menfaatine düşkün bir şahıs idi. Kâinatın Haalık’ını kendisinin göremeyeceğini takdir ederdi. Yalnız bir alay ve küçümseme maksadiyle böyle bir tekliftebulunmuş, Mûsa Aleyhisselâm’ın peygamberliğini inkâr etmek istemişti.

3. Fir’avun, kendisinin âciz bir şahıs olduğunu elbette ki, bilirdi. Fakat kavminin cehâletinden ve dünya varlığına tapındıklarından istifâde ederek Rablık iddiasında bulunmuştu ve onların ahmaklıklarından faydalanarak böyle bir teşebbüste bulunmak istemişti. Kavmi ise o kadar ahmak, o kadar dünyaya düşkün idi ki, Fir’avun’un âciz, fâni bir mahlûk olduğunu anlamıyorlardı, ona tapınıyorlardı. Onun bir tanrı olduğuna inanıyorlardı, onun da ölüme mahkûm, fâni bir mahlûk olduğunu hiç düşünemiyorlardı. İşte öyle câhil bir güruha karşı o şeytan fikirli Fir’avun, tanrılık iddiasında bulunuyor, âdeta onlar ile eğleniyordu. İşte o hâl, öyle bir muhitteki cehâletin bir çirkin neticesinden başka değildir.

38. İmân eden zât ise dedi ki: Ey kavmim bana tâbi olunuz, sizi doğru yola götüreyim.

38. Bu mübârek âyetler de o îman eden zâtın, sapıklıkta devam eden kavmini tekrar irşâda çalıştığını gösteriyor, onların çabucak geçen dünya varlığına kapılarak âhiret hayatını unutmalarını ihtar etmiş olduğunu bildiriyor. Güzel amellerin kat kat mükâfatlara sebep olacağını bildirmiş ve kendilerini Allah’ın yoluna dâvet etmiş olduğunu açıklıyor. Kendisinin ne kadar iyilik sever olup., kavmini bir kurtuluş yoluna dâvet etmekte olduğunu, kavminin ise onu hak dâvetinden mahrum bir şeye dâvet ve âteşe sevk etmek istediklerini beyân ederek nihâyet kavmini ilâhî azabıyla korkutmak ve kendi işlerini Cenab-ı Hak’ka havale etmiş olduğunu nakleylemektedir. Şöyle ki: Mûsa Aleyhisselâm’ı tasdik edip (İmân eden zât ise) nasihatlarına devam ederek (dedi ki: Ey kavmim!. Bana tâbi olunuz) sözlerimi kabul ediniz (sizi doğru yola götüreyim.) gireni, maksuduna kavuşturacak olan bir yola rehberlik edeyim.

§. Reşâd; Cehâlete, azgınlığa, sapıklığa muhalif olan şey. Kuvvetli akıl sâhibi olmak mânasınadır.

39. Ey kavmim! Bu dünya hayatı geçici bir eğlenceden ibârettir ve ahiret ise şüphe yok ki, o bir ebedî karargâhtır.

39. (Ey kavmim!. Bu dünya hayatı bir geçimlikten ibârettir) Kendisinden geçici bir zaman için istifâde edilir, yok olmaya yüz tutar ve sâhibinin vefatiyle dinden çıkar, (ve âhiret ise şüphe yok ki, o, bir ebedî karargâhtır.) O’nun yokluğu söz konusu değildir, ondan başka bir âleme intikâl de düşünülmüş değildir. Binaenaleyh asıl o âhiret hayatını güzelce temine çalışmalıdır.

40. Herkim bir kötülük yaparsa mislinden başkasıyla cezalandırılmaz ve her kim erkek olsun kadın olsun imân sahibi olduğu hâlde bir sâlih amelde bulunursa işte onlar cennete giriverirler, orada hesapsız derecede rızıklanırlar.

40. (Her kim) Bu dünyada iken (bir kötülük yaparsa) âhirette (mislinden başkasiyle cezalandırılmaz) herkes kötü ameline eşit bir şekilde ceza görür (ve her kim erkek olsun kadın olsun îman sâhibi olduğu hâlde bir sâlih amelde bulunursa işte onlar) öyle dünyada iken güzel amelde bulunmuş olan mümîn zâtlar (cennete giriverirler) cennetin nîmetlerinden istifâde eder dururlar (orada hesapsız derece rızıklanırlar) güzel amellerinin kat kat sevabına ulaşmış bulunurlar. Artık o nîmetleri ilelebed devam eder. Artık böyle bir selâmet ve saadete kavuşmak için daha dünyada iken güzel amellerde bulunmak icâbetmez mi?.

41. Ve ey kavmim! Benim için ne var ki, ben sizi kurtuluşa dâvet ediyorum ve siz beni âteşe dâvet ediyorsunuz?

41. (Ve ey kavmim!.) Bana haber veriniz, bakayım (benim için ne var ki,) ne gibi bir hâlde dolâyıdır ki, (ben sizi kurtuluşa dâvetediyorum) Allah’a îman ediniz ki, Allah’ın azabından kurtulasınız diye size nasihat veriyorum (ve siz) ise (beni âteşe dâvet ediyorsunuz) beni cehenneme atılmama sebep olacak bir yola, dinsizlik yoluna sevk etmek istiyorsunuz. Bu ne kadar enteresan bir durum!. İyiliğe karşı böyle kötülükle mukabelede bulunulması nasıl uygun görülebilir.

42. Beni dâvet ediyorsunuz ki, Allah’ı inkâr edeyim ve benim için kendisine bir bilgi olmayan şeyi O’na ortak koşayım. Ben ise sizi o Azîz, çok bağışlayana dâvet ediyorum.

42. Evet.. Ey kavmim!. Siz (Beni dâvet ediyorsunuz ki, Allah’ı inkâr edeyim) O’nun dinine muhalif harekette bulunayım (ve benim için kendisine bir bilgi olmayan şeyi) yâni: Rablığına, mâbutluğuna dâir hiçbir delil bulunmayan herhangi bir putu, fâni bir yaratığı (O’na) o eşsiz Yaratıcıya (ortak koşayım) öyle câhilce bir itikatta bulunayım. Bu nasıl uygun olabilir?, (ben ise sizi Azîz) Her şeye galip, kaadir olan (Gaffar’a) dilediği kullarının günâhlarını affetmeye ve bağışlamaya güç yetiren ve bütün ilâhlık sıfatlarıyla vasıflanmış bir varlığa (dâvet ediyorum.) bir kere insaf ediniz de aramızdaki farkı anlamaya çalışınız. Öyle benim iyiliğime karşı fenâlıkla mukabelede bulunmak alçaklığını göstermeyiniz.

43. Muhakkak ki, siz beni mutlaka öyle bir şeye dâvet ediyorsunuz ki, O’nun için ne dünyada ve ne ahirette bir dâvet hakkı yoktur. Ve şüphe yok ki, bizim, dönüp gidişimiz Allah’adır. Ve şüphesiz ki, aşarı gidenler, onlar âteş ehlinin kendileridir.

43. Ey kavmim!. (Muhakkak ki, siz beni öyle bir şeye dâvet ediyorsunuz ki,) öyle putlar kabilinden olan herhangi bir şeye ibâdet etmemi teklifte bulunuyorsunuz ki, (onun için ne dünyada ve ne de âhirette bir dâvet hakkı yoktur.) O, dâvete güç yetirici değildir. Vehaddizâtında dâvet hakkına sâhip de değildir. Ve O, bir kimsenin duasına, ibâdetine vakıf olup kabul edecek bir mahiyete bulunmamaktadır. Onun ne dünyada ve ne de âhirette bir kimseye bir fâide veya bir zarar vermeğe kabiliyeti, selâhiyeti de yoktur. Artık öyle âciz, fâni şeylere nasıl ibâdet edilebilir, onlar Cenab-ı Hak’ka nasıl ortak olabilirler, (ve) Ey kavmim!, (şüphe yok ki, bizim dönüp gidişimiz Allah’adır) Öldükten sonra tekrar hayata kavuşacak, Cenab-ı Hak’kın yüce mahkemesine sevk edileceğizdir. Bütün insanlık, o zaman kendisinin dünyadaki itikadına amellerine göre ya mükâfat veya ceza görecektir, (ve şüphesiz ki, aşırı gidenler) şirke düşmüş bulunanlar, haksız yere kan akıtanlar, haddi aşanlar var ya, (onlar cehennem ehlidirler.) Onlar cehenneme atılacaklar, âteşlere tutunup kalacaklardır.

44. Artık benim size ne dediğimi yakından anlayacaksınızdır ve ben işimi Allah’a ısmarlıyorum. Şüphe yok ki, O, kullarını görücüdür.

44. (Artık) Ey kavmim!, (benim size ne dediğimi) Sözlerimin ne kadar doğru olduğunu, nasihatlarımın ne kadar güzel niyete bağlı bulunduğunu (yakında anlayacaksınız) âhirete gidince bunu anlayarak pişmanlık göstereceksiniz. Ne yazık ki, artık pişmanlık bir fâide vermeyecektir. O kavmi tefekküre sevk için ne büyük bir tehdit ve kandırma!, (ve ben işimi Allah’a ısmarlıyorum) o kerîm mâbuduma tevekkülde bulunuyorum O’ndan yardım bekliyorum, (şüphe yok ki) o Yüce Yaratıcı (kullarını görücûdür) onların bütün hâllerini bilendir. Onları kabiliyetlerine göre mükâfata ve cezaya kavuşturur. Yüce zâtına sığınanları muhafaza buyurur.

“İlâhî sensin ancak kâinatı eyleyen icâd”

“Senin zât-ı azîm’inden eder mahlûkun istimadad.”

“Ahmed Cemil”

45. Nihâyet Allah O’nu yaptıkları hilelerin kötülüklerinden korudu. Firavun’un kavmini ise kötü azap kuşattı.

45. Bu mübârek âyetler de o dua eden mü’mîn zâtın Allah’ın korumasına kavuştuğunu, Fir’avun’a tâbi olanların da lâyık oldukları şiddetli bir azaba kavuştuklarını bildiriyor. Ve o kâfirlerin cehenneme atılınca birbirleriyle münakaşalarda bulunacaklarını ve geçici de olsa azaltılmasını isteyecekleri cehennem azabının aslâ azaltılmayacağını ve kendilerinin hesaba çekileceklerini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Nihâyet Allah O’nu) O mü’min zâtı, o kâfirlerin dünyada (yaptıkları hilelerin kötülüklerinden korudu) onu Mûsa Aleyhisselâm ile beraber kurtuluş alanına kavuşturdu. İbni Abbas Hazretlerinden rivâyet olunuyor ki, o zât, îmanını açıklayınca Fir’avun onu öldürmek istemiş, o da kaçarak kurtulmuştu. (Fir’avun’un kavmini ise) O mel’un ile beraber ona tâbi olanları ise (azabın fenâlığı kuşattı) dünyada sulara gark oldular, âhirette ise cehennem âteşleri içinde ebediyen kalacaklardır.

46. Âteş ki, O’nun üzerine sabahleyin ve akşamleyin arz olunurlar ve kıyamet kopacağı günde Firavun’un âilesini azabın en şiddetlisine girdiriniz denilir.

46. Evet.. O dinsizleri kuşatan azap, bir (Âteş) dir (ki, onun üzerine sabahleyin ve akşamleyin arz olunurlar) onların ruhları öldükleri günden itibaren kıyamete kadar öyle vakit vakit âteşlere atılırlar. Yâni kabirlerinde bu şekilde azap görürler, (ve kıyamet kaim olacağı günde) cehennemin bekçilerine emrolunur ki: (Fir’avun’un ailesini) yâni: Fir’avun’u da ona tâbi olanları da (azabın en şiddetlisine girdiriniz) onları cehennem âteşleri içinde bırakınız, yanıp dursunlar. Bu âyet-i kerîme, kabir azabının vuk’u bulacağına, bir delil mahiyetinde bulunmaktadır.

47. An o vakti ki, âteş içinde birbirleriyle çekişirler. O vakit zayıf olanlar, büyüklük taslâyanlara derler ki: Şüphe yok, biz size tâbi olmuş idik, şimdi siz bizi bir miktar âteşten kurtarabilir misiniz?

47. Ey Yüce Peygamber!. (An o vakti ki:) Bir ibret vesîlesi olmak üzere kavmine naklet o zamanı ki: (âteş içinde birbirleriyle çekişip dururlar) Birbirlerini hesaba çekmek isterler (o vakit zayıf olanlar) dünyada iken reislerine bağlanmış bulunanlar (büyüklük taslayanlara) kendilerini dünyada iken büyük görüp önderlik etmiş olanlara (derler ki: Şüphe yok, biz size tâbi olmuş idik) sizin sözünüze uymuş, sizin izinizi tâkib etmiş idik (şimdi siz bizi bir miktar âteşten kurtarabilir misiniz?.) bize yönelen azabın bir miktarını siz yüklenerek bizim yükümüzü hafifletebilir misiniz?. Biz bu azaba sizin yüzünüzden uğramış olduk, bütün sizin aldatmalarınıza kapıldık, şimdi bize biraz yardım etmeli değil misiniz!. Heyhât..

48. O büyüklük taslayanlar da derler ki: Şüphe yok, bizler hepimiz bunun Bu azabın içindeyiz. Muhakkak ki, Allah kulları arasında hükmetmiştir.

48. (Büyüklük taslayanlar da) O önderlik yapan ve elleri altında bulunmuş olanları sapıttıran dinsizler de (derler ki: Şüphe yok, bizler hepimiz) sizinle beraber (bunun) bu şiddetli azabın (içindeyiz) eğer elimizden gelse kendimizi kurtarmaya çalışırız. Ne yazık ki, buna imkân yok. (muhakkak ki, Allah kulları arasında hükmetmiştir.) Bu husustaki ilâhî hükmü redde ve ilâhî hikmete muhalefete kimsenin kudreti ve selâhiyeti yoktur. Bizler de, sizler de bu azabı hak etmiş olduk, şimdi bir kimse başkasının günâhını yüklenemez, onunla sorumlu tutulamaz.

49. Ve âteşte olanlar, cehennemin bekçilerine derler ki: Rabbinize dua edin, bizden birgün azabı hafifletsin.

49. (Ve âteşte olanlar) Birbirlerinden bir fâide göremeyeceklerini anlayınca hepsi de (cehennemin bekçilerine) cehennem bekçileri denilen memurlara (derki: Rab’binize dua edin) bizim için istirhamda bulunun (bizden bir gün) olsun bu cehennemin (azabını hafifletsin.) uğradığımız bu şiddetli azap, geçici de olsa biraz azalmış bulunsun.

50. Derler ki: Size Peygamberleriniz, açık açık mucizeler ile gelivermekte değil mi idiler? Derler ki: Evet… Bekçiler de derler ki: O hâlde siz yalvarınız. Kâfirlerin duaları ise boş yere olmaktan başka bir şey değildir.

50. O cehennem memurları da (Derler ki: Size) dünyada iken (Peygamberleriniz açık açık mûcizeler ile gelivermekte değil mi idiler?.) size Allah’ın birliğini bildirmemiş, üzerlerinize düşen kulluk vazifelerini teblîğ etmiş bulunmuyorlar mı idi?. Ne için onlara tâbi olmadınız ne için bir takım şeytan tâbiatlı kimselere uydunuz da böyle bir cezayı hak etmiş oldunuz?. O cehennemdeki kâfirler de inkâra imkân bulunmadığı için (derler ki: Evet…) Bize peygamberler geldi, ilâhî hükümleri teblîğ ettiler. Fakat biz onları inkâr etmek câhilliğinde bulunduk. O cehennem bekçileri de (derler ki: O hâlde) kendi cehâletinizi, alçaklığınızı itiraf etmiş bulunuyorsunuz. Artık (siz yalvarınız) boş yere temennîlerde bulununuz. Biz öyle Allah’ı inkâr etmiş, Peygamberlerini yalanlamış kimseler hakkında dua etmeğe selâhiyetli değiliz. Zâten (kâfirlerin duaları ise boş yere olmaktan başka bir şey değildir) o duaları kendilerine hiç bir fâide vermez, artık dua zamanı geçmiştir. Dünya, âhiretin bir tarlasıdır, bir insan bu dünyada ne ekerse, âhirette onu biçer, onu düşünür. Küfrün neticesi ise öyle bir ebedî azaptan başka birşey değildir. Cenab-ı Hak, bunu bütün Peygamberleri vasıtasiyle kullarına bildirmiştir. Artık bu müthiş âkıbeti düşünüp de daha fırsat elde iken, durumudüzeltmek icâbetmez mi?. Neden küfr ve fesat üzere yaşanarak insanlık için pek kötü bir örnek olunsun? Binaenaleyh öyle dinsizlerin ebedi bir şekilde azap görmeleri, Allah’ın hikmeti gereğidir. Ve insanlık için bir uyanma vesîlesidir. Ve kâfirlerin küfrlerinde israr edip durmalarına dâir olan kat’î ve daimî kararlarının karşılığı bir cezadır.

51. Şüphe yok ki, biz elbette Peygamberlerimize ve imân edenlere dünya hayatında ve şâhitlerin şâhitlik edecekleri günde yardım ederiz.

51. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın Peygamberlerini ve diğer mü’minleri dünyada da, âhirette de zaferlere, nîmetlere kavuşturacağını müjdeliyor. Zâlimlerin ise âhirette mâzeretleri kabul edilmeyip lânete mâruz kalacaklarını bildiriyor. Peygamberler ile diğer müminlerin Allah’ın yardımına kavuşacaklarına bir misâl olmak üzere Hz. Mûsa ile O’na îman edenlerin nasıl bir hidâyete, bir hidâyet rehberi olan kitaba kavuşmuş olduklarını gösteriyor. Hz. Peygambere de sabr etmesini tavsiye ederek O’nun hakkında da vâ’dedilen ilâhî yardımın tecellî edeceğini müjdelemekte o mübârek Peygamberleri tesbîh ve hamd etmeye dâvet buyuruyor. Cenab-ı Hak’kın âyetlerine karşı mücadelede bulunan inkârcıların ise zarar ve ziyanda kalacaklarını, o gibi zararlı kimselerin şerrinden emin olmak için Hak Teâlâ Hazreti Mûsa’yı ve O’na îman eden zât-ı; Fir’avun’un ve onun kavminin tuzağından suikastlerinden korumuştu. Bu ilâhî nîmetine şöylece işâret buyuruyor: (Şüphe yok ki, biz) yâni Yüce zatını (elbette Resûllerimize ve imân edenlere) o Peygamberleri tasdik, onların teblîğ ettikleri ilâhî dini kabul etmiş bulunanlara (dünya hayatında) yardım ederiz onları pek parlak, kuvvetli deliller ile destekleriz, onları muvaffakiyetlere erdiririz, onların düşmanlarından intikam alırız, (ve şâhitlerin)Yâni: Kıyamet gününde meleklerin, Peygamberlerin ve bir kısım mü’minlerin insanlar üzerine şahadet için (şâhitlik edecekleri günde) yâni kıyamet gününde de (yardım ederiz.) onları düşmanları üzerine her şekilde galip kılarız. O düşmanlardan intikam alırız. Evet.. Cenab-ı Hak, Peygamberlerini ve samîmi mü’minleri her yönüyle zafere erdirmiştir. Meselâ: Nûh Aleyhisselâm’ı ve O’na îman edenleri kurtuluşa erdirmiş, O’nu inkâr edenleri de Tûfan felâketine uğratmıştır. Dâvûd ve Süleyman Aleyhisselâm’ı da mülk ve saltanata eriştirmiş, düşmanlarını da kahr eylemiştir. Mûsa Aleyhisselâm ile O’na îman edenleri de selâmete erdirmiş, Fir’avun ile ona tâbi olanları da sular içinde mahv-ü perişan kılmıştır. Yahya Aleyhisselâm’ı ebedî saadete eriştirmiş O’nu şehit ettikleri için yetmiş bir kâfiri öldürülmeye mâruz bırakmıştır, o zâtın intikamı alınmıştır. Bizim Yüce Peygamberimiz de büyük zaferlere ulaşmış, Mekke-i Mükerreme’yi fethetmiş, dini İslâm’ı ufuklara yaymaya muvaffak olmuştur. O’na suikast eden kâfirler de Allah’ın kahrına uğramışlardı. Bu mübârek Peygamberlerin ve diğer müminlerin uhrevî mükâfatları ise elbette ki, her türlü düşüncenin üstündedir.

§. Eşhâd: Şâhid mânasına olan şehit lâfzının çoğuludur. Kıyamette bir çok şâhitlikler vuku bulacağı için o güne “Yevm-ül-eşhâd” denilmiştir.

52. O gün ki, zâlimlere mâzeretleri fâide vermez ve onlar için lânet vardır. Ve onlar için yurdun kötüsü vardır.

52. (O gün ki,) O kıyamet zamanı ki, (zâlimlere) zulme dalmış, hakkı bırakıp bâtılı tercih etmiş, küfr ve şirke düşmüş kimselere (mâzeretleri fâide vermez.) yâni: Onların makbul bir özrü olamaz. Onların itirazları, bâtıl bir mahiyette olacağı için elbette ki, kabulelâyık bulunamaz (ve onlar için lânet vardır) onlar o gün Allah’ın rahmetinden kovulmuşlardır, her hayırdan mahrum bırakılmışlardır, (ve onlar için yurdun kötüsü vardır.) Onların daimî ikâmetgâhları cehennemdir, öyle müthiş, bir âteş merkezidir.

53. And olsun ki, Mûsa’ya hidâyet sebebini verdik ve İsrail oğullarına kitabı miras kıldık.

53. (And olsun ki, Mûsa’ya) O Yüce Peygambere (hidâyet sebebini verdik) O’nu dünyada mûcizelere, sahifelere, şeriatlara nâil kıldık (ve İsrâiloğulları’na kitabı miras kıldık.) Hz. Mûsa’ya indirilmiş olan Tevrat, onların aralarında nesilden nesile intikâl edip durdu.

54. O kitab sağduyu akıl sahipleri için bir hidâyet ve bir öğüt olmuştur.

54. Evet.. O kitap (sağduyu sâhipleri için bir hidâyet ve bir öğüt olmuştur.) yâni: Saf bir kalbe, vehm ve taklit şüphesinden uzak bir akla sâhip olan her kimse, o kitaptan istifâde ederek Allah’ın birliğini tasdik eder, selâmet yolunu tâkibe muvaffak olur.

55. Artık sabret. Şüphe yok ki, Allah’ın vaadi haktır ve kusurun için bağışlanmak iste ve akşam ve sabah Rabbine hamd ile tesbîhte bulun.

55. (Artık) Ey Mahlûkatın en şereflisi!. Sen de kavmini ezâ ve cefâsına (sabret) Fir’avun’un ezasına Mûsa’nın sabr ettiği gibi. (şüphe yok ki, Allah’ın vâ’di haktır) Peygamberlerini zaferlere eriştireceğine âid olan ilâhî beyânı, herhâlde gerçekleşecektir. İslâm dinini yüceltecek din düşmanlarını da imha buyuracaktır, (ve kusurun için bağışlanma iste) Yâni: Terkedilmesi uygun olan bir şeyi insanlık icabı yapmış olduğundan dolayı veyahut senin hakkında ümmetinden çıkan bâzı günâhlardan dolayı Cenab-ı Hak’kın af ve bağışını rica et veyahut bir günâha girmemek maksadıyle bir kulluk vazifesi olmak üzere istiğfarda bulunarak ümmetine bu şekildeuyulması gereken bir örnek ol. (ve akşam ve sabah Rab’bine hamd ile tesbîhte bulun) yâni: Beş vakit namaza devam ederek Kerem Sâhibi Yaratıcı’na hamd ve şükre devam et.

56. Şüphe yok: O kimseler ki, kendilerine gelmiş kesin bir delîl olmaksızın Allah’ın âyetlerinde mücadelede bulunurlar, onların kalplerinde kendilerinin yetişemeyecekler bir böbürlenmeden başka bir şey yoktur. Sen hemen Allah’a sığın, şüphe yok ki, hakkıyla işitici, görücü olan O’dur O.

56. Ve Ey Yüce Peygamber!. (Şüphe yok o kimseler ki) Sana karşı düşmanca bir tavır alırlar (kendilerine gelmiş kesin bir delil olmaksızın) bir delile dayanmaksızın sırf kendi boş düşüncelerinden dolayı (Allah’ın âyetlerinde mücadelede bulunurlar) Kur’an-ı Kerîm’i inkâra, Peygamberin mûcizelerini yalanlamaya cür’et gösterirler (onların gönüllerinde kendilerinin yetişemeyecekleri bir böbürlenmeden başka bir şey yoktur) onlar, sırf kibirlerinden dolayı Hz. Muhammed’in peygamberliğini inkâr ederler, bu hususta mücadelede bulunurlar. Onlar, o böbürlenmeleriyle Hz. Muhammed’in nübüvvet ve risâletini bertaraf etmek arzusundadırlar. Fakat onlar bu arzularına aslâ nâil olamayacaklardır. Allah Teâlâ, onları zelîl kılmıştır, (sen) Ey Son Peygamber!, (hemen Allah’a sığın) seni o koruyacaktır. Senin hakkındaki ilâhî lütuf, pek büyüktür, (şüphe yok ki, hakkıyla işitici) Bütün halkın sözlerini tamamen işitip bilen zât ve onların bütün yaptıklarını (görücû olan) zât, ancak (O’dur) O Yüce Yaratıcı’dır. Evet.. (O) dür. O’na karşı hiçbir şey gizli kalamaz. Deniliyor ki: Resûl-i Ekrem’e karşı mücadelede bulunanlar. Yahudî gurubu idi. Diyorlardı ki: Tevrat’ta zikredilen sâhibiniiz sen değilsin. Belki, bizim sâhibiniiz, Mesih İbn-i Dâvûd’tur. Yâni: Deccal’dır ki, âhır zamanda meydana çıkacak, onun saltanatı deniz ve karayaulaşacak, onunla beraber nehirler akacak, O, Allah’ın mûcizelerinden bir mûcizedir. Artık mülk, bize dönecektir. Cenab-ı Hak ise onların bu temennîlerine “Kibr” ismi vermiş ve onların bu temennîlerine eremeyeceklerini bu âyet-i celîlesiyle beyân buyurmuştur. Tefsir-i Ebûsuûd.

57. Elbette ki, göklerin ve yerin yaradılışı, insanların yaradılışından daha büyüktür. Velâkin insanların birçoğu bilmezler.

57. Bu mübârek âyetler, kıyamet hayatını imkânsız görenleri red ve o kıyametin mümkün olduğunu en kuvvetli bir delil ile doğruluyor. Hak ile bâtılın, mümin ile kâfirin eşit olmayacaklarını bir misâl ile izah buyuruyor. Kıyametin herhâlde meydana geleceğini haber veriyor, insanların Cenab-ı Hak’ka duada, ibâdette bulunmakla mükellef olduklarını beyân buyuruyor. Bu duadan kaçınanların aşağılanarak cehenneme gireceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Bir takım insanlar, âhiret hayatını nasıl inkâr edebilirler?. (Elbette ki, göklerin ve yerin yaradılışı) O muazzam, çeşitli, o muhteşem âlemlerin yoktan vücuda getirilmiş olması, o âlemlerin ancak mahdut ve nispeten kolay bir şubesini teşkil eden (insanların yaradılışından daha büyüktûr.) Artık o kadar büyük âlemleri yaratmış olan bir Yüce Yaratıcı’dan, insanları öldürdükten sonra tekrar yaratamaz mı?. Bunu hangi bir mütefekkir insan inkâr edebilir?. O hayatın vuk’u bulacağı ise Allah tarafından kat’î sûrette beyân buyurulmuştur. (velâkin) Ne kadar hayret edilecek bir ruh hâlidir ki, (insanların bir çoğu) bu hakikatı (bilmezler) birçok inkârcılar vardır. Onlar, hayvanlar kabilindendirler, bu husustaki delilleri dikkate almazlar, kıyamet hayatını vesâire inkâr eder dururlar.

58. Kör olan ile görücü olan ayrı olmaz. Ve iman eden ve sâlih amellerde bulunan kimseler ile kötülük yapan da eşit değildir. Nekadar az düşünüyorsunuz?

58. Evet.. O inkârcılar, o gâfiller mânen kördürler, en açık hakikatları, göremezler. Artık öyle (Kör olan) bir şahıs (ile) o hakikatları, delilleri (görücû olan) herhangi bir basiret sâhibi (eşit olmaz) o kalb gözleri kör olanlar, Allah Teâlâ’yı ve O’nun her şeye kaadir olduğunu inkâr ederler. Bilâkis kalb gözleri açık olan hakikî aydın zâtlar ise Cenab-ı Hak’kı tasdik, O’nun kudret ve büyüklüğünün sonsuz olduğunu takdir ve itiraf eder dururlar. (Ve îman eden ve sâlih sâlih amellerde bulunan kimseler ile) Öyle kulluk vazifelerini yerine getirmeye çalışan, Cenab-ı Hak’ka itaat eden muhterem kullar ile (kötülük yapan) Allah’ın emrine muhalefet ederek günâhları işleyen şahıs (da) eşit değildir. Evet.. Âlim ile câhil eşit olmadığı gibi ibâdet eden takvâ ehli bir zât ile, günâhkâr bir kimse de elbette ki, denk olamaz. İbâdet eden bir zât, Allah katında makbuldür, güzel bir istikbâle adaydır, günâhkâr bir şahıs ise insanlık şerefinden mahrumdur, korkunç bir âkıbete mâruzdur, Allah’ın azabını hak etmiştir. Ey insanlar!. (ne kadar az düşünüyorsunuz?) eğer bütün insanlar, kudretini, yaratılış eserlerini nazarı dikkate alsalar gözleri önünde parlayıp duran o kadar delillere rağmen içlerinden bir çokları öyle inkâra düşmez, küfr ve şirk dalgaları arasında mahv olup gitmezler.

59. Muhakkak ki, o saat elbette gelicidir, onda bir şüphe yoktur. Ve lâkin insanların çoğu iman etmezler.

59. (Muhakkak ki, o saat) O kıyamet günü, insanlığın yeniden hayata erip mahşere sevk edilecekleri zaman (elbette gelicidir) onun vukuu muhakkaktır (onda bir şüphe yoktur.) Bütün Peygamberler, bütün semâvî kitaplar onu haber vermiştir. (Velâkin insanların çoğu îman etmezler.) O kıyametin vuk’u bulacağını tasdik etmezler. Onların düşünceleri sınırlıdır,ileri görüşlü değildir, yanlış fikirlerinde ısrar eder dururlar, sonra da hiç tahmin etmedikleri korkunç âkıbetlere kavuşurlar.

60. Ve Rabbiniz buyurdu ki: Bana dua ediniz, sizin için icabet edeyim. Şüphe yok, o kimseler ki, benim ibadetimden kibirlenirler, onlar yakında aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.

60. (Ve) Ey insanlar!, bir kere Kerem Sâhibi mâbudunuzun kulları hakkında rahmetini, lütfunu düşününüz. Sizi selâmete ve saadete erdirmek için (Rab’biniz buyurdu ki: Bana dua ediniz) bana yalvarınız, bana ibâdet ve itaatte bulununuz (sizin için icâbet edeyim) dualarınızı, ibâdetlerinizi kabul ederek sizi mükâfatlara nâil buyurayım. (Şüphe yok, o kimseler ki, benim ibâdetimden kibirlenirler) Cenab-ı Hak için kulluk secdesine kapanmazlar, kibirli bir hâlde yaşayarak kulluk vazifelerini yerine getirmeye tenezzül göstermezler, ibâdet eden ve takvâ sâhibi zâtlar ile alay etmeye cür’et göstermek alçaklığında bulunurlar (onlar yakında) ölür ölmez (Aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.) işte kibrin, kulluk vazifelerinden kaçınmanın müthiş neticesi!. Ne büyük bir ilâhî tehdit!. Binaenaleyh Allah Teâlâ’nın korumasına lütuf ve ihsânına kavuşmak isteyen her kul için lâzımdır ki, duada, ibâdette bulunsun, Cenab-ı Hak’ka kulluğu kendisi için en büyük bir şeref kabul etsin. Aksi takdirde “Sagirînden, ve dahirîn”den yâni: Hakîr, aşağılanmış kimselerden olmuş olur.

§ Dua; Cenab-ı Hak’ka yalvarmak, O’ndan af ve bağış taleb etmek en büyük bir vazifedir. Hz. Aişe validemizden şöyle rivâyet olunuyor: Resûl-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem buyurmuştur ki: Dua, affedilmeyi istemekten ibârettir. Ebû Hüreyre Radiyallâhü Anh de Peygamber Efendimizden şöyle rivâyet etmiştir. Her kim Allah’a dua etmezse Allah ona gazap eder. Muaz İbn-i Cebel RadiyallâhüAnh, Peygamber Efendimizden şöyle rivâyet etmiştir: Kaderden sakınmak bir fâide vermez velâkin dua, nâzil olandan da, nâzil olmayandan da fâide verir, artık siz duaya devam ediniz. İbn-i Abbas Radiyallâhü Anh’dan rivâyet olunan bir hadis-i şerif de şu meâldedir: İbâdetin en fâziletlisi duadır. Kur’an-ı Kerim de dua lâfzı çok kere ibâdet mânasında kullanılmıştır. Bir dua, kabul edilmesi için bir menfaat ve hikmete bağlı bulunmalıdır. Bu bir şarttır bununla beraber bir duanın kabul edilmesi için dua eden güzel bir itikada, güzel amellere sâhip olmalıdır. Kâfirlerin duaları ise kendilerine bir fâide vermez.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN