İFFET KALESİNE TAARRUZLAR

İnsanı hayvanlardan ayıran vasıflardan birisi de “iffef’tir. İnsanî bir vasıf olan “iffet libasından” sıyrılan, artık kademe kademe hayvanlığa yaklaşır ve netice hayvanlardan da aşağı derecelere iner.

Sağlam ve huzurlu cemiyet, ancak ve ancak iffetli fertlerle tesis edilir. İffetin olmadığı bir cemiyette, artık huzur yoktur, asayiş yoktur, dirlik ve düzenlik yoktur, bereket yoktur. Çünkü o cemiyette nazarlar süflîleşmiş, hisler hayvanlaşmış, kalbler kararmıştır.

İşte bu gerçeğin farkında olan zındıka komiteleri, “iffet kalesini” yıkmak için bütün güçleriyle hücuma geçmişlerdir. TV kanallarında, gazetelerde, dergilerde, caddelerde, sokaklarda, iffet kalesini yıkmaya yönelik “vasıtaları” kullanmakta, bilhassa gençleri en zayıf damarlarından yakalamaya çalışmaktadırlar.

TV’de oynatılan filmler ve sair programlar, hep iffet hissini yıkmaya yöneliktir. O filmleri ve programları seyredenler, farkında olmadan iffet hissini kaybetmeye başlamaktadırlar.

İnsan bir günümüzdeki manzaraya bakıyor, bir de ninelerimizin yaşadığı hayata… Arada dağlar kadar fark var. Nineler; başta “Vagarnâ fi büyûtikünne” ilâhî emri olmak üzere, dinin bütün emirlerine titizlikle riâyet eder, asıl mekanı olarak yuvasında oturur, zaruret olmadan dışarı çıkmaz, çarşafını ve peçesini giymeden de sokağa adımını atmaz, nâmahreme asla gözükmez ve onlarla asla konuşmaz ve tıpkı Huriler gibi gözlerini sadece ve sadece “evin direği” dediği beylerine çevirirlerdi. O nineler iffet sembolüydü.

“Müderris Bülbülzâde Abdullah Edip” kitabında okudum. Gaziantep ulemâsından olan Bülbülzâdenin Ninesi Ayşe Hatun, gelin geldiği günün ertesi günü, çarşafıyla ediğini (bir nevi ayakkabı) pazara gönderip sattırmış, “doğduğum yerden Öleceğim yere geldim” demiş ve ölünceye kadar evden hiçbir yere çıkmamıştır, (a.g.e., s. 10.)

Ayşe Hatun böyleymiş. Peki ya kocası Hacı Mehmed Arif nasılmış? O da evin dammdaki karları küremeye çıktığı zaman, komşu kadınları görmemek için başını örtermiş. Buyrun bakalım…

Şimdi bize hayal gibi geliyor değil mi?.

Ninelere hasret kaldık. Ah ninelerimiz nerdesiniz? 350 bin tefsirin işaret ettiği gibi şer’î tesettür olan çarşafa bürünen nineler, sizlere hasretiz…

Hafız Fevzi Gürkan anlattı: “Çarşaflı ve peçeli annelerimizi biz bile tanımazdık.” Peki o devrin kadınları, zarurî ihtiyaçlarını, yani elbise ve çamaşırlarım nasıl tedarik ederlermiş? Bakınız nasıl? Ak sakallı Hafız Fevzi amcadan dinleyelim:

“Avrat pazarı vardı. Oraya dört-beş yaşındaki erkek çocuk bile sokulmazdı. Satıcılar yaşlı-başlı kadındı. Çamaşır ve elbise satarlardı. Kadınlar gidip ihtiyaçlarını oradan karşılarlardı.”

Ya şimdi? Vitrinlerde mankenler üzerinde en mahrem giyecekler… Bundan ayrı, pazarlarda erkeklerin elinde bağıra-çağıra satılan çamaşırlar… Nereden nereye…

Peki nasıl bu hale gelindi? Hafız Fevzi gözyaşları arasında şu çarpıcı tesbitini aktarıyor:

“Biz Antep’te bir kadının çarşafına el uzatıldı diye beş bin şehit verdik. Sonradan Halk Partisi geldi, bütün kadınların çarşafına el uzattı. El uzatmakla da kalmadı, çarşafları zorla çıkarıp attı.”

Netice ne oldu? İşte netice ortada. İffet kalemize göz diken hainler şimdi artık iyice hayasızlıklarını alenileştirdiler. “Güzellik yarışması” bilmem ne yarışması adı altında et ticareti yapıyorlar. Ruhsuz ve iffetsiz etler, tıpkı kabuğundan soyulmuş meyva gibi kararmaya ve kokuşmaya yüz tutmuş vaziyette sokaklarda geziyor. Ah ninelerimiz! iyi ki sağ değilsiniz. Yoksa her gün bin defa ölürdünüz. [18 Eylül 1996]

Kaynak: Kadınların Siperi ve Kal’ası Tesettür

Burhan Bozgeyik

Said Yayınları

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN