ENFAL SURESİ

31. Ve onlara âyetlerimiz okunduğu zaman dediler ki: Artık işittik, eğer dileyecek olsak elbette bunun benzerini biz de söyleyebiliriz. Bu evvelkilerin efsanelerinden başka birşey değildir.

31. Bu mübarek âyetler, bir takım inkârcıların Kur’an-ı Kerim’in benzerini yapabilecekleri hakkındaki cahilce iddialarını ve Kur’an-ı Kerim’in ilâhî bir kitap olduğu takdirde mühim felâketlere uğramaya razı olduklarını bildirmektedir. Bununla beraber aralarında Rasûlü Ekrem bulundukça veya kendileri tövbe ve istiğfar ettikçe azaba uğramayacaklarını da beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve onlara) Rasûlullah’ın aleyhinde bulunan inkârcılara (ayetlerimiz okunduğu) Kur’an’ı Kerim tilâvet edildiği (zaman dediler ki: Artık işittik) biliyoruz, bize karşı tilavete hâcet yok (eğer dileyecek olsak elbette bunun benzerini biz de söyleyebiliriz) biz de bu âyetler gibi edebî sözler tanzim edebiliriz. (Bu) Kur’an kitabı (evvelkilerin) geçmiş kavimlerin tarihihayatlarına dair (efsanelerinden) yazılmış kıssalarıdan (başka birşey değildir.) Bu cahiller, böyle kuru bir iddiada bulunmuşlardı. Yirmi seneden beri Kur’an’ı Kerim’in bir sûresinin olsun benzerini meydana getirmeleri kendilerine teklif edildiği halde bunu meydana getirmeğe asla kaadir olamamışlardı. Şimdi, sırf bir inat ve kibir etkisiyle böyle bir lâf’ta bulunmuşlardı.

§ Esatir; üstûranın çoğuludur. Yalan, batıl söz demektir. Kitaplarda tetkik ve tanzim Edirneksizin yazılan, eski milletlere ait bulunan kıssalardan, hikâyelerden ibarettir. Kur’an’ı Kerim hakkında böyle cahilce iddialarda bulunanlar, Darun Nedvede toplanmış olan kâfirler idi. Veyahut onların reisi, hâkimi makamında bulunan Nadr ibnil Hars idi. Bu lânetli ticaret için Hiyre’ye ve diğer Rum ve Fars ülkelerine gitmiş, o eski kavimlerin tarihine ait kitapları okumuş,bir takım asılsız kıssalara, efsanelere vâkıf olmuştu. Bunları Mekke’i Mükerreme ahalisine anlatır dururdu. İşte Kur’an’ı Kerim’in haber verdiği hakikî kıssaları da o kabilden telâkki etmiş, o hakikatları açıklayan kitabı da hâşâ efsane kabilinden zannetmiştir.

32. Ve bir vakit dediler ki: Ey Allah! Eğer senin tarafından hak olan bu ise hemen üzerinize gökten taşlar yağdır veya bize pek elemli bir azap getir.

32. (Ve bir vakit) O lânetli Nadr ibnil Hars ile ona tâbi olanlar (dediler ki: Ey Allah!. Eğer senin tarafından hak olan bu ise) yani: Bu Kur’an hakikaten Allah tarafından nâzil olmuş kutsî bir kitap ise (heman üzerimize gökten taşlar yağdır.) Bizim inkârımıza bir ceza olmak üzere bizi böyle bir azâba uğrat. (Veya bize) ondan başka (pek elemli bir azap getir.) Onunla bize azap et, görelim.

§ Bu lânetli Nadr, daha sonra Bedir savaşında müslümanların eline esir düşerek öldürülmüş,isteği azaba kavuşmuştur.

33. Ve halbuki, sen onların aralarında bulundukça Allah Teâlâ onlara azap edecek değildir. Ve onlar istiğfarda bulundukları halde de Allah Teâlâ onları azaplandırıcı değildir.

33. Resûlüm!. Bütün o inkarcılar azâbı hak etmiş bulunmaktadırlar. (Ve halbuki, sen onların aralarında bulunukça) sana tazim için onların hakkında kökleri kesilecek şekilde umumi bir azap gelmeyecektir. İlâhî âdet böyle yürümketedir. Hud, Salih, Lut Aleyhimüsselâm gibi evvelki Peygamberlerin ümmetleri hakkında bu âdet uygulanmıştır. Hiçbir belde ahalisi, içlerinden Peygamberleri çıkıp gümedikçe üzerlerine umumî bir ilâhî azap gelmemiştir. (Ve onlar istiğfarda bulunduları halde de) yani: Onlar istiğfar ederek İslâmiyeti ilerde kabul edecekleri takdirde de veya onların aralarında istiğfar eden müminler bulundukça da veyahut onların içlerinde daha sonra İslâmiyet’i kabul ederek küfür ve isyandan tövbe edip af dileyecek bazı kimseler mevcut olunca da (Allah Teâlâ onları) azabı istişât ile,yani hepsini birden kökünden koparıp mahvetmek suretiyle (azaplandırıcı değildir.) Bir cemaatin kusurlarından tövbe edip af dilemeleri, kendileri için bir emniyettir, bir selâmettir. Binaenaleyh gerek fertlere ve gerek cemiyetlere lâzım olan odur ki, küfür ve isyana tutulmuş oldukları takdirde bunun kötü sonunu düşünsünler, bir an evvel tövbe edip af dileyerek Cenab’ı Hak’kın af ve mağfiretine iltica etsinler, bu sayede ilâhî azaptan kurtulsunlar. Bunun aksine hareket edenler ise elbette ki, her türlü azâbı hak etmiş olurlar.

34. Ve neleri vardır ki. Allah Teâlâ onları azaplandırmasın? Ve onlar Mescid i Haramdan men ediyorlar. Halbuki onun mütevellileri değildirler. Onun mütevellileri takvâ sahiplerinden başkası değildir. Ve lâkin onların birçokları bilmezler.

34. Bu mübarek âyetler, müşriklerin azâbı hak etmiş olduklarının sebebini göstermektedir. Ve başkalarının ibadetlerine mâni oldukları halde kendi ibadetlerinin bir takım adaba aykırı, yersiz hareketlerden ibaret bulunduğunu ve binaenaleyh azâba yakalanacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) O müşriklerin (neleri vardır ki) kendilerine fâide verecek ne gibi güzel amelleri vardır ki, (Allah Teâlâ onları azaplandırmasın?.) halbuki, onlar çirkin amelleri yüzünden azâbı hak etmişlerdir. (Ve) Bu cümleden olarak (onlar) Rasûlü Ekrem’i ve onun eshâbını (mescidi haramdan) orada bulunup ibâdet ve taat’de bulunmaktan (men ediyorlar) nitekim bu yüzden Rasûlullah’ı hicrete mecbur etmişlerdi. Ve Hudeybiye senesinde de Beytullah’ı ziyaret için müslümanlara müsaade de bulunmamışlardı. (halbuki onun) o mescid’i şerifin (mütevellileri değildirler) o müşrikler, biz Beyti şerifin sahipleri, mütevellileriyiz, oraya dilediğimizi bırakır, dilediğimizi bırakmayız, diye iddiada bulunuyorlardı. Bunların ise böyle bir iddiaya selâhiyetleri yoktur. (Onun mütevellileri takva sahiplerinden) şirkten uzak olan ehli İslam’dan (başkası değildir.) onun mütevelliliğine sahip olanlar, ancak mü’minlerdir. (Ve lâkin onların) o mütevellilik iddiasında bulunan müşriklerin (birçokları) böyle bir mütevelliliğe kendilerinin sahip olmadıklarını (bilmezler.) öyle cahilce, hakikata aykırı iddiada bulunur dururlar. Halbuki o kutsal mâbedin mütevelliliği, idaresi ancak ehli takvâ olan müslümanlara ait bulunmuştur. Binaenaleyh aralarında Rasûlü Ekrem çıkıp ayrılınca başlarına ilâhî azap gelecektir. Nitekim de Bedir savaşında ve Mekke’i Mükerreme’nin fethi esnasında böyle bir azâba uğramışlardır.

35. Ve onların Beyti şerifteki namazları, ıslık çalmaktan ve el çarpmaktan başka değildir. Artık azabı tadınız, küfreder olduğunuzdan dolayı.

35. (Ve onların) O müşriklerin (beytişerifteki namazları) namaz adını verdikleri duaları, âyinleri (ıslık çalmaktan, ve el çarpmaktan başka değildir) onların bu âyinleri mabetlerin kutsiyetine aykırı, dinî adaba muhalif hareketlerden ibaret bulunmuştur. Artık onlar beyti şerifin mütevellileri olmak selâhiyetine nasıl sahip olabilirler, (artık) Ey böyle mü’minleri mâbetlerden men eden, namaz adına öyle edepsizce hareketlerde bulunan müşrikler!. Lâyık olduğunuz (azabı tadınız) dünyada öldürülme gibi, esaret gibi cezalara uğrayınız, nasıl ki, Bedir savaşında uğramışlardır. Ahirette de cehennem azabına ebedî olarak tutulacaksınızdır. Böyle dünyevî ve uhrevî felâketlere, azaplara uğramanız ise sizin öyle (küfreder olduğunuzdan dolayıdır. Siz inanç ve amel itibariyle imândan mahrum kalmış, küfr ve şirke düşmüş olduğunuz için böyle elem verici bir akibeti hak etmiş oldunuz.

36. Muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuşlardır, mallarını Allah Teâlâ’nın yolundan men etmek için harcarlar. Artık onu yine harcayaklardır. Sonra onların üzerine yürek acısı olacaktır. Sonra da mağlûp olacaklardır ve kâfir olanlar cehenneme sevkolunacaklardır.

36. Bu mübarek âyetler, kâfirlerin yaptıkları malî harcamaların bir kötü maksada dayanmakta olduğunu, bundan dolayı daha sonra yürek acısı duyacaklarını ve mağlûp olacaklarını ve nihayet Hak Teâlâ Hazretlerinin temiz olanlar ile temiz olmayanları ayırt ederek temiz olmayanları cehenneme sevk edeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Muhakkak o kimseler ki) İslâm dinine karşı cephe alarak (kâfir olmuşlardır.) İmândan mahrum bulunmuşlardır. Onlar (mallarını. Allah Teâlâ’nın yolundan) İslâm dininden insanları ayırmak için (men etmek için infak ederler.) Nitekim Bedir Savaşı sırasında müslümanların aleyhine olarak mallarını sarfetmişlerdi. (Artık)o kâfirler (onu) o mallarını (yine) tamamen (harcayacaklardır.) Nitekim sonra Uhud savaşı sırasında birçok mallarını müslümanların aleyhine olarak sarf etmişlerdi. Fakat bu harcamalarından dolayı bir fâide mi göreceklerdi?. Ne gezer. (Sonra) bu harcamaları maksatlarına yardım etmemiş olacağı için (onların üzerine yürek acısı olacaktır.) pişmanlıklarına, üzüntü ve kederlerine sebebiyet vermiş bulunacaktır. Daha (sonra da mağlûp olacaklardır.) Nihayet fetih ve zafer müslümanlar tarafında görülecektir. Nitekim de görülmüştür. Bununla beraber o düşmanlar bu mağlubiyetle kalmayacaklardır. (Ve kâfir olanlar) küfür üzere devam edip hayatı terk edenler (cehenneme sevkolunacaklardır.) öyle ebedî bir ziyana, cezaya mâruz kalacaklardır.

37. Tâki, Allah Teâlâ pisi temizden ayırt etsin. Ve pis olanın bazısını bazısı üzerine kılıp hepsini toplasın. Artık onu cehenneme koysun. İşte ziyana uğramış olanlar, ancak onlardır.

37. Evet!. Cenâb-ı Hak, öyle küfrlerinde israr edip duran inkârcıları daha sonra cehenneme de sevk edecektir. (Tâki, Allah Habisi) pis ruhlu olan kâfirleri (temizden) temiz bir ruha, inanca sahip olan müminlerden (ayırt etsin) aralarındaki fark ortaya çıksın (ve pis olanın) kâfir bulunan şahısların (bazısını bazısı üzerine) ekleyip, ilâve (kılıp hepsini toplasın) büyük bir ateş kütlesi meydana gelsin. (Artık onu) o kütlenin tamamını (cehenneme koysun) hepsi birden azap çekip dursunlar. (İşte ziyâna uğramış) eliboş ve ziyâna uğramış (olanlar, ancak onlardır.) öyle birden ateşe sevk edilecek olanlar, o pis ruhlu kâfirlerden ibarettir. Çünki onlar, mallarını ve canlarını böyle ebedî bir ziyana mâruz bırakmış kimselerdir.

§ Rivayete göre bu âyetler, Bedir savaşı sırasında kâfir ordusuna mallarını sarfetmiş olan oniki Kureyş müşriki hakkında nâzilolmuştur. Ebu Cehil, Utbe, Şeybe bunlardandır. İşte bütün bunlar daha sonra mağlûp olmuş, pişmanlığa düşmüşlerdir. İçlerinden bazıları daha sonra İslâm şerefine nail olarak ebedî azaptan kurtulmuştur. Küfür üzere ölüp gidenler de ebedî olarak cehennem azabına aday bulunmuşlardır. Ne fena bir âkibet!.

38. Kâfir olanlara de ki: Son verirlerse geçmişteki günahları onlara bağışlanır. Ve eğer yîne geri dönerlerse, artık şüphe yok ki, evvelkilerin sünneti geçmiştir.

38. Bu mübarek âyetler, inkârlarında israr etmeyip ilâhî dinî kabul edecek olanların af olunacaklarını, küfrlerinde israr edip duranların da bir ilâhî âdet gereği olarak mahv olacaklarını ve yıkılıp gideceklerini ihtar etmektedir. Ve dini yüceltmek için müslümanların cihad ile mükellef olduklarını ve onların bütün hareketlerini Cenâb-ı Hak’kın kemâliyle görüp bildiğini ve dinden yüz çevirenlere karşı mü’minlere Hak Teâlâ’nın yardım edeceğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm!. (Kâfir olanlara) Sana karşı düşmanlık gösterip savaşa cür’et edenlere (de ki:) eğer onlar, İslâmiyet’i kabul edip düşmanlıklarına (son verirlerse geçmişteki) kâfirlik zamanındaki (günahları onlara bağışlanır) o günahlardan dolayı Allah katında sorumlu olmaz ve azaba uğramazlar (ve eğer yine geri dönerlerse) yine savaşa başlar, düşmanlık gösterirlerse (artık şüphe yok ki, evvelkilerin) vaktiyle Peygamberlerine karşı cephe alan dinsizlerin hakkında Allah Teâlâ’nın (sünneti) ilâhî âdeti (geçmiştir) bu ilâhî âdet, Cenab’ı Hak’kın Peygamberlerine, velilerine yardım edip din düşmanlarını mahv ve cezalandırmaktır. Binaenaleyh Allah Teâlâ vaktiyle din düşmanlarını mahv ve perişan ettiği gibi Son Peygamber Hazretlerine karşı cephe alan müşrikleri de mahvedecektir. Bu ilâhî adetin tecellisine kimse mâni olamaz.Nitekim Rasûlü Ekrem Hazretleri bütün düşmanlarına galip olmuş Mekke’i Mükeremeyi fethederek oradaki düşmanlarını cezalandırmıştır.

39. Ve onlar ile bir fitne kalmayıncaya ve din tamamiyle Allah için oluncaya kadar cihatda bulunun. Bunun üzerine küfrlerine son verirlerse şüphe yok ki, Allah Teâlâ yapacak oldukları şeyleri tamamiyle görücüdür.

39. (Ve onlar ile) Öyle İslâm dinin düşmanlariyle (bir fitne kalmayıncaya) kadar, yani: Küfr ve şirk yok oluncaya, İslâmiyet’i kabul edenleri saptırıp İslâmiyet’ten döndürmeğe çalışanlar bertaraf edilinceye kadar (ve dîn tamamiyle Allah için oluncaya) bâtıl dinler yok olup, müntesipleri mağlûp ve helâk olup gidinceye (kadar cihatda bulunun.) İlâhî dini müdafaaya,korumaya çalışınız. (bunun üzerine) Böyle onlar ile cihat neticesinde o düşmanlar (küfrlerine) dinsizliklerine, İslâmiyet’e saldırmalarına (son verirlerse) Cenâb-ı Hak, onların geçmiş günahlarını af eder. (şüphe yok ki. Allah Teâlâ) onların (yapacak olduktan şeyleri tamamiyle görücüdür.) hak dini kabul edip ne gibi güzel amellerde bulunacaklarını Cenâb-ı Hak, tamamen görüp bilici olduğu için onlara ona göre mükâfatlar ihsan buyurur.

§ Tarihen sabittir ki; İslâm’ın başlangıcında birçok müslümanları, müşrikler çeşit çeşit hileler ile, kötü kötü telkinler ile fitneye düşürmeğe, dinden çevirmeğe çalışıyorlardı. Bu yüzden bir kısım müslümanlar, Rasûlullah’ın emriyle Habeşistan’a çıkıp gitmişlerdi. Sonra Medine’i Münevvere ahalisi Akabe beyatini yaparak müslümanlığı kabul edince de Mekke’de müşrikler, Mekke’deki müslümanları İslâmiyetten ayırmaya çalışıp durmuşlardı. Bu şekilde müslümanların arasına bir fitne, bir ihtilâf düşürmek istemişlerdi. Binaenaleyh Yüce Peygamber Hazretleri kâfirler ile cihada memur olmuştur ki, İslâm milleti o gibifitnelerden emin bulunsunlar.

40. Ve eğer yüz çevirirlerse artık biliniz ki. Allah Teâlâ muhakkak sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.

40. (Ve eğer) O dinsizler, İslâmiyet’i kabulden .(yüz çevirirlerse) inkârlarında israr eder, müslümanlara karşı düşmanlıklarına son vermezlerse (artık) Ey müslümanlar!. Siz (biliniz ki. Allah Teâlâ muhakkak sizin sahibinizdir) sizin yardımcınızdır ve işlerinizin yöneticisidir, size yardım eder, sizi düşmanlarınıza galip kılar. Siz Allah Teâlâya tevekkül ve güvende bulunun, düşmanlarınızın düşmanlığından korkmayın, (o) kerem sahibi mabut (ne güzel sahiptir) işlerini üzerine aldığı kimseyi zâyetmez. (ve ne güzel yardımcıdır.) Kendisine yardım ettiği kimse mağlûp olmaz. Binaenaleyh ey ehli İslâm erleri!. Düşmanlarınıza karşı dininize sarılın, Cenâb-ı Hak’tan imdat bekleyin, din düşmanlarının hilelerine, tuzaklama kıymet vererek aldanmayınız. Allah Teâlâ Hazretleri sizi korur, başarıya kavuşturur.

41. Ve biliniz ki, muhakkak herhangi birşeyden edindiğiniz ganimet malının beşte biri mutlaka Allah Teâlâ içindir. Ve Peygamber içindir ve akrabalarla, yetimler, fakirler ve yolcu içindir. Eğer siz Allah Teâlâ’ya ve furkan gününde, o iki cemiyetin karşılaştığı günde kulumuza indirmiş olduğumuza imân etmiş iseniz. Ve Allah Teâlâ herşeye tam mânâsıyla kadirdir.

41. Bu âyet-i kerime cihad neticesinde müslümanların elde edecekleri ganimet mallarına ait şer’î hükmü ve bu hükme riâyetin dinin gereği buunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Müslümanlar!.. (Ve) şu şer’î hükmü de (biliniz ki, muhakkâk) düşman olan kâfirlerden savaş neticesinde (herhangi şeyden) isterse az olsun elde (edindiğiniz ganimet malının beşte biri mutlâkaAllah içindir) yani: Onun rızası içindir. Cenab’ı Hak’ka öyle bir maldan hisse ayırımı yapılamaz, onun ilâhî zatı buna muhtaç değildir. Bunun böyle zikredilmesi bir saygı ve bereket ümidi içindir. Fakat âlimlerden “Ebul Aliye”ye göre Cenâb-ı Hak adına da bir hisse ayırarak bu, Kâbe’i Muazzama’ya sarfedilir, (Ve) o malın beşte biri, beş kısma ayrılır ki, bunlardan biri (Peygamber içindir) bu kısım Rasûlullah’a verilir, o da bununla muhterem ehli beytinin ihtiyaçlarını temin eder. Kalanını da müslümanların ihtiyaçlarına sarfeyler. (ve) kalan dört kısmı da (akrabalar ile) yani: Rasûlü Ekrem’in akrabaları olan Beni Haşim, Beni Muttalip ile müslüman (yetimler ve fakirler ve yolcu) olanlar (içindir.) Bu beşte bir hissenin üç kısmı hazineye konularak fakir olan yetimlere ihtiyacını tamamen görmeğe kâdir olamayıp miskin adını alan yoksullara, ve nafakasını temin edemeyen müslüman yolculara sarfedilir. (Eğer siz,) Ey müslümanlar!. (Allah Teâlâ’ya) İmân etmiş iseniz (ve furkan gününde) yani: Hak ile bâtılın arasını ayırmaya vesile olan Bedir savaşında (o iki cemiyetin) müslümanlar ile müşriklerin (karşılaştığı) savaş için birbirine karşı cephe aldıkları (günde) yani Bedir harbi zamanında (kulumuza) Hz. Muhammed Aleyhisselâm’a (indirmiş olduğumuza) ona nâzil olan âyetlere, ona yardıma gelen meleklere, ona ihsan ettiğimiz zafere (imân etmiş iseniz) artık biliniz, kabul ediniz ki elde edilen ganimet mallarının beşte biri, şu açıklanan zatlara aittir. Onu kendilerine teslim ediniz. Kalan beşte dördü de bu ganimetleri elde eden mücahitlere mahsustur. Yani: Cihat niyetiyle harp sahasına atılmış bulunan İslâm erlerine aittir, onlara dağıtılır. İsterse içlerinden bir takımı fiilen harbe katılmamış olsunlar. (Ve Allah Teâlâ herşeye tam mânâsıyla kadirdir.) Az bir kuvveti, çok bir kuvvete galip kılabilir, nitekim, sizi de Bedir Savaşında büyük bir kuvvete galip kılmıştı.Artık o Yüce Yaratıcının emirlerine, şer’î hükümlerine hakkiyle riayetten ayrılmayınız. Bu ganimet malları hakkındaki ilâhî hükme de tamamiyle itaatkâr bulununuz.

§ İmam-ı Âzam’a göre Rasûlü ekrem Efendimizin ahirete irtihaliyle kendisine ve Haşim oğulları ile Muttalip oğullarına ait olan hisseler düşmüştür. Ancak Haşim oğulları ile Muttalip oğullarının fakirleri var ise onlara da diğer fakirler gibi bu ganimet hissesinden yardım edilir. İmam Şafîi’ye göre peygamberin vefatından sonra Rasûlü Ekrem’e ait hisse, müslümanların ihtiyaçlarına meselâ harp araçlarının teminine sarfedilir. Haşim oğulları ile Muttalip oğulları yine hisselerini alabilirler. Kalan üç hisse de hazineye konularak fakir yetimlere, yoksullara ve yolculara sarfedilir.

42. O vakit ki, siz yakın vâdide idiniz, onlar ise uzak vâdide idiler. Kervan ise sizden aşağıda idi. Eğer birbirinizle vâdeleşe idiniz, elbette vâde mahallinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirmek için böyle yaptı tâki, helâk olan kimse, apaçık bir delilden helâk olsun ve diri kalan da âşikâr bir delilden diri kalmış olsun ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ tam mânâsıyla işiticidir, tamamıyle bilicidir.

42. Bu âyeti kerime, Bedir Savaşı esnasında görünen ilâhî delili ve ümmet-i muhammed hakkında tecelli eden ilâhî lütufları beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Eshab-ı kiram!. Ey ümmeti Muhammed!. Hatırlayınız (O vakit ki) O Bedir Savaşı sırasındaki (siz) Medine’i Münevvereye (yakın) bir (vâdide idiniz. Onlar) o düşmanlarınız olan Kureyş müşrikleri (ise) Medine’i Münevvere’den (uzak) bir (vâdîde idiler.) Mekke’i Mükerreme’ye, su kaynağına yakın bulunuyorlardı. Şam’dan dönüp gelen, düşmanlara ait bulunan (kervan ise sizden aşağıda idi.) Sizin mevkinizden uzakta bulunuyordu. Bedir mevkiinden üç mil kadaruzakta bulunan bir sahilde idi. (eğer biri birinizle vâdeleşe idiniz) eğer muharebe için sizinle düşmanlarınız birbirinize söz vermiş olsa idiniz (elbette vade mahallinde ihtilâfa düşerdiniz) siz ey müslümanlar!. Düşmanların daha müsait bir mevkide bulunduklarını anlayarak aranızda ihtilâf yüz gösterirdi, onlardan korkardınız, zaferden ümitsizliğe düşerdiniz. (Ve lâkin Allah Teâlâ yapılmış olan) ilmi ezelisinde kararlaşmış bulunan (bir emri) müslümanların muzaffer, kâfirlerin ezilmiş olmasını (yerine getirmek için) böyle yaptı. Müslümanlar ile düşmanlarını öyle bir yerde topladı, onları savaşa düşürdü. (Tâki helâk olan kimse) gözleriyle görüp anlayacağı (apaçık bir delikten) öyle bir delili gördükten sonra (helâk olsun) kendi küfrünü açık bir delil ile gördükten sonra gebersin, (ve diri kalan da) müslüman kuvveti de (âşikâr bir delilden) öyle açık bir alâmeti gördükten sonra (diri kalmış olsun) çünkü düşman kuvvetleri pek fazla idi ve pek elverişli bir sahada bulunuyorlardı. Müslümanlar ise az bir kuvvete sahip idiler, savaş durumları müsait değildi. Bu hâle göre galibiyete kavuşmaları umulmazdı. Halbuki bu vaziyete rağmen müslümanlar galip gelmişlerdir. Bu galibiyeti Rasûlü Ekrem Hazretleri de daha evvel eshab-ı kiramına haber vermişti. İşte bu galibiyet, bir harikadır, Allah’ın kudretine bir delildir. Peygamberimizin bu haberi de büyük bir mucize mahiyetindedir. Artık bu açık delilleri, hüccetleri müslümanlar da, onların düşmanları da görmüşlerdir. Bu pek açık kudret delillerini kâfirler göre göre helâk olup gitmişlerdir, haklarında ilâhî delil tamam olmuştur, biz hak ve hakikaten haberdar olamadık, bizi aydınlatıp uyaracak bir hâdise karşısında kalmadık derneğe selâhiyetleri kalmamıştır. (Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ) müminlerin tasdiklerni, ve nail olacakları mükâfatları, kâfirlerin de kâfirce lâkırdılarını ve uğrayacakları azapları (tam mânâsıyla işiticidir, tamamiyle bilicidir.) Hiçbirşey o Yüce yaratıcıya karşı gizli kalamaz, buna inanmışızdır…

43. O vakit ki. Allah Teâlâ onları sana rüyanda az gösteriyordu. Ve eğer onları sana çok göstermiş olsaydı elbette korkacak idiniz ve cihad işinde ihtilâfa düşerdiniz. Ve lâkin Allah Teâlâ selâmete erdirdi. Şüphe yok ki, o, göğüslerin içinde olanı hakkıyla bilicidir.

43. Bu mübarek âyetlerde Bedir Savaşı sırasında müslümanlar hakkında Allah’ın yardımının gelmesi için iki taraftaki kuvvetlerin birbirine bir harika olarak birer az miktarda gösterilmiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Resûlüm!. Hatırla (O vakti ki) o Bedir Savaşı zamanını ki (Allah Teâlâ onları) o düşmanları (sana rüyanda az gösteriyordu.) tâki, bunu eshabına haber veresin, onların cihad için kararlı ve cesur olmalarına vesile olsun. (Ve eğer onları) o düşmanları Cenab’ı Hak (sana çok göstermiş olsa idi elbette korkacak idiniz) savaşa cesaret edemiyecek idiniz. (Ve cihad işinde ihtilâfa düşerdiniz) aranıza ayrılık düşerdi, harpte sebat edip etmemek hususunda görüşleriniz başka başka olurdu, (ve lâkin Allah Teâlâ selâmete erdirdi) sizi korkudan, ihtilâftan kurtarmak suretiyle selâmet nimetine nail buyurdu. (Şüphe yok ki, o) hikmet sahibi yaratıcı (göğüslerin içinde olanı hakkiyle bilicidir) Herkesin kalbinde olanı tamamen bilicidir. Harp sahasında cesaret, sabır ve sebat gösterecek olanlar ile korkacak, feryad ve figanda bulunacak olanları da tamamiye bilir. Bundan dolayıdır ki, sana rüya âleminde düşman kuvvetlerini hikmetine binden az göstermiştir.

44. Ve hani karşıkarşıya geldiğiniz zaman onları size gözlerinizde pek az gösteriyordu ve sizleri de onların gözlerinde azaltıyordu. Tâki, Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri yerine getirsin. Ve bütün işler Allah Teâlâ’ya döndürülür.

44. (Ve) Ey mü’minler!. Ey Bedir mücahitler!!,(hani) O düşmanlar ile (karşı karşıya geldiğiniz zaman) Allah Teâlâ (onları size gözlerinizde pek az gösteriyordu) Rasûlü Ekrem’in rüyasında gördüğü vaziyet, düşman kuvvetlerinin azlığı, böyle uyanıklık halinde de görünüp duruyordu. Bu hâl, Yüce Resûlün rüyasını destekliyor, eshab-ı kiramın kuvvetini, direncinı artırıyordu. (Ve) Ey İslâm erleri!. (Sizleri de onların) o düşmanlarınızın (gözlerinde azaltıyordu) tâki, korkup kaçmasınlar, savaşa atılsınlar, (tâki. Allah Teâlâ yapılmış olan bir emri) bir ilâhî takdirini ilâhî ilminde sabit olan İslâm kelimesini yüceltisn, ehli İslâm’i zafere kavuşturmak hükmünü (yerine getirsin) varlık sahasına çıkarsın. (Ve) malumdur ki (bütün işler Allah Teâlâ’ya döndürülür.) bütün kâinatta dilediği gibi tasarrufta bulunur. Onun emrini reddedecek, hükmüne mâni olacak bir kuvvet yoktur. O bir hikmet sahibi Yaratıcıdır, kadirdir. Bu savaştaki olaylar da onun hikmet ve kudretinin gereğidir. Artık bütün kâinatın merci’i olan o Yüce Yaratıcının hükümlerine, emirlerine riayet etmelidir, hakikî geleceği temine çalışmalıdır. Bütün insanlık için en mühim vazife bundan ibarettir. Ve başarı Allah’tandır…

45. Ey imân edenler! Bir taife ile karşılaştığınız zaman artık sebat ediniz ve Allah Teâlâ’yı zikrediniz. Tâki kurtuluş bulasınız.

45. Bu mübarek âyetler, müslümanlara en lâzım olan bir dinî vazifeyi tebliğ etmektedir. Onlara kuvvet ve güçlerinin devamı için lâzım gelen sabır ve sebatı; birlikte hareketi, ihtilâftan sakınmayı emir ve tavsiye buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân edenler!.) Ey İslâm şerefine sahip olanlar!. (Bir) kâfir (taife ile) cemaat ile harp için (karşılaştığınız) savaşa başladığınız (zaman artık) Cenâb-ı Hak’ka sığınarak savaşınızda (sebat ediniz) bu sebatın sonu zaferdir, galibiyettir. Nitekim Bedir Savaşında bu hâl görülmüştür, (ve AllahTeâlâ’yı) da kalplerinizle, lisanlarınızla (zikrediniz) kerem sahibi mâbudunuzu zikrederek ilâhî yardımını temenniden geri durmayınız, (tâki kurtuluş bulasınız) muradınıza eresiniz, fetih ve zafere nail olasınız. Çünki sabr ve sebat, Cenâb-ı Hak’ki devamlı anmak, maddî ve mânevî en büyük bir başarı vesilesidir. Artık buna riayet etmemek, Allah’ı anmaktan gafil bulunmak, asla uygun olamaz.

46. Ve Allah Teâlâ’ya ve Resulüne itaat edin ve ihtilâfta bulunmayın, sonra devletiniz gidiverir ve sabrediniz. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ sabr edenler ile beraberdir.

46. (Ve) Ey mü’minler (Allah Teâlâ’ya ve resulüne) her hususta (itaat ediniz) böyle cihad hususunda olduğu gibi diğer hususlarda da bütün emirlerine, yasaklarına uyunuz. Bunlara aykırı hareketlerden kaçınınız. (Ve ihtilâfta bulunmayın) Bedir ve Uhud Savaşları sırasında olduğu gibi muhtelif görüşlerde bulunarak birbirinizle mücadeleye, çekişmeye kalkışmayın. (Sonra) o ihtilâf ve çekişme neticesinde zayıf düşersiniz; birlikçe hareketten mahrum kalırsınız. (Devletiniz gidiverir) kuvvetiniz, hâkimiyetiniz elden çıkar muhitinizde başarı, zafer ve galibiyet rüzgârları esmez olur. Nitekim Uhud Savaşında müslümanların arasında ortaya çıkan bir münakaşa onların geçici olarak zaferden mahrum olmalarına sebep olmuştur. Binaenaleyh müslümanlar, daima birlikte hareket ederek Cenab’ı Hak’tan kendilerine zafer vesilesi olacak rüzgârların ortaya çıkmasını temenni etmelidir. Nitekim bir hadis-i şerifte “Ben sabah rüzgâriyle zafere nail oldum, âd kavmi ise Debûr rüzgârıyla helâk olmuştur” diye buyurulmuştur. Evet… Bazen savaş alanında esmeğe başlayan rüzgârlar, iki taraftan birinin yenilgisine sebebiyet verebilir. Artık Ey Müslümanlar!. Birlikte harekette bulununuz (ve sabrediniz) düşmanlar ilemücadele hususunda ve diğer bir kısım hayatî sıkıntılar hususunda sabırlı olunuz düşmandan korkup dağılmayınız, birbirinizle mücadelede, münakaşada bulunup durmayınız. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ) Zafer ve başarı vermek hususunda (sabr edenlerle beraberdir.) yani hak yolunda sabr ve sebat edenler, nifak ve ayrılıktan kaçınanlar ilâhî zafere, maddî ve mânevî muvaffakiyetlere nail olacaklardır.

§ Rasûlü Ekrem Efendimizin bir hadisi şerifi şu mealdedir: “Ey insanlar!. Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyiniz ve Allah Teâlâ’dan afiyet temennisinde bulununuz. Düşmanlar ile karşılaştığınız zaman da sabr ediniz ve biliniz ki, Cennet muhakkak kılıçların gölgesi altındadır.” Yani: Dinî yüceltemek için yapılacak bir cihadın neticesi ebedî saadetlere kavuşmaktır. Bu âyeti kerime, bütün müslümanlar için en fâideli bir hareket düştüm mahiyetindedir. Çünki bu mübarek âyet gösteriyor ki: Bir millet, zafere, başarı ve kurtuluşa ermesi için dindar olmalıdır. Allah Teâlâ’nın ve Resûlünün emirlerine, hükümlerine riayet etmelidir. Cenab’ı Hak’ki zikrederek uyanık bir ruha mâlik bulunmalıdır. Ve din düşmanlariyle karşılaşacağı zaman da Allah Teâlâdan yardım dileyerek sabr ve sebattan ayrılmamalıdır. Ve kedi aralarında bir takım dünyevî gayelerden, şahsî menfaatlerden dolayı ayrılıklar, ihtilaflar yüz göstermemelidir. Aralarındaki vahdeti, din kardeşliğini, müşterek menfaatleri unutmamalıdır. Aksi surette hareket edildiği ve bir takım ihtiraslar yüzünden ihtilâflara düşüldüğü takdirde ise milletin bütün umumi hayatı, yardımdan mahrum, âciz ve meskenete düşmüş, başka milletlerin tehakkümü altında perişan olarak mahvolur gider. Nitekim dünya tarihi, buna dair pek çok fecî misaller kaydetmiş bulunmaktadır. Artık bunlardan ibret almalıdır.

47. Ve o kimseler gibi olmayınız ki,yurtlarından çalım satarak ve insanlara gösteriş yaparak ve Allah yolundan men ederek çıktılar. Allah Teâlâ ise ne yaptıklarını tamamiyle kuşatıcıdır.

47. Bu mübarek âyetler, müslümanların cihada ve diğer hayırlı işlere gösterişten uzak olarak tam bir ihlas ile başlamlarım emir ve tavsiye etmektedir. Ve kendilerini aldatmak isteyecek olan şeytan tabiatlı kimselerin sözlerine iltifat etmemelerine, düşmanların kahredilmeleri ile müslümanların zafer nimetine nail olacaklarına işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey Müslümanlar!. Siz (o kimseler) o müşrikler (gibi olmayınız ki) Bedir Savaşı esnasında Şam’dan dönen kafilelerini kurtarmak için (yurtlarından çalım satarak) bir övünme ve gurura tutulmuş olarak (ve insanlara gösteriş yaparak) kendilerini kahraman, fedâkâr gösterip övgü kazanmak isteyerek (ve) insanları (Allah yolundan) İslâm dinine girmekten (men ederek çıktılar) hareketleri makul, faziletkârane bir halde bulunmuyordu. Artık müslümanların öyle kötülüğe yönelik, yok olmayı gerektiren hareketlerde bulunmaları nasıl uygun olabilir?. (Allah Teâlâ ise) onların (ne yaptıklarını tamamiyle kuşatıcıdır.) hepsini de tamamiyle bilmektedir. Binaenaleyh her insan bu hakikatı gözönüne almalıdır, mükâfatı gerektiren hareketlerde bulunmalıdır, cezayı gerektiren hareketlerden kaçınmalıdır.

§ Rivayete göre: Bedir Savaşı sırasında Mekke’de bulunan İslâm düşmanı müşrikler: Şam’dan gelen ticaret kervanını müslümanların tecavüzünden kurtarmak maksadiyle Mekke’den çıkmış “Cuhfe” denilen mevkie gelmişlerdi. Kervanın selâmet üzere olduğunu haber aldıkları halde yine geri dönmediler. Ebu Cehil ile yardımcıları Bedir mevkiine kadar gitmekte israr ettiler. Oraya gidip övünürcesine bir vaziyet almaya, gösteriş için ziyafetler vermeğe, içki İçerek şiirler söylemeğe, cariyeleri oynatıp zevk yapmaya,İnsanların İslâmiyet’i kabûlüne mâni olmaya karar verdiler. Fakat Cenâb-ı Hak onların bu emellerini tersine çevirdi, onları mağlûp etti, matemler içinde bıraktı. İşte gayri meşrû, kâfirce isteklerin neticesi bundan başka değildir. Artık müslümanlar için o kâfirler gibi hareketlerde bulunmak ebette câiz değildir ve hiçbir şekilde uygun olamaz. Binaenaleyh bu âyet-i kerime, müslümanlara böyle hareketleri yasaklamış ve bundan men’etmiştir.

§ Betar: Öğünmek, iftihar etmek, tekebbürde bulunmak, bir işi gösteriş için yapmak demektir. Bir malı sırf insanlara gösteriş için harcamak bir betardır. Bir malı harcamak ve bir ibâdet ve itâatte bulunmak, Allah rızası için olunca: Şükr mahiyetinde bulunmuş olur.

48. Ve o vakit ki, şeytan onlara amellerini bezemiş ve demişti ki: Bugün nâstan size galip olacak yoktur. Ve ben de şüphe yok ki, sizi himaye ediciyim. Vaktaki, iki ordu karşı karşıya görünmeğe başladı. Arkasına dönüverdi. Ve dedi ki: Şüphesiz ki, ben sizden uzağım, ben muhakkak ki, sizin görmediklerinizi gördüm. Şüphe yok ki, ben Allah’tan korkarım. Allah’ın azabı ise pek şiddetlidir.

48. Ve ey müminler!. Allah Teâlâ’nın size olan nimetlerini hatırlayınız. (O vakit ki, şeytan) yani lânetli İblis, Benî Kinane kabilesi eşrâfından ve şairlerinden olan “Sürâka Bini Mâlik” adındaki şahsın şekline bürünerek (onlara) o müslümanlar ile savaşta bulunmak isteyen Mekke müşriklerine, onların kötü olan (amellerini bezemiş). O müşrikleri müslümanlar ile savaşta bulunmak için teşvik ve cesaratlendirmede bulunmuştu. (Ve) o lânetli şeytan, o müşrikleri gurura düşürmek için onlara (demişti ki: Bugün insanlardan size galip olacak yoktur.) Siz pek kuvvetli bulunuyorsunuz. (Ve ben de şüphe yok ki, sizi koruyucuyum) bende size yardımcıyım. Sizi aranızda düşmanlık bulunan Benî Kinanekabilesinden de korurum. Çünki ben onların reisi bulunmaktayım. İşte şeytan o müşrikleri böyle kandırıp harbe teşvik etmiş bulunuyordu. (Vaktaki iki ordu) müslümanlar ile müşrikler (karşı karşıya görünmeğe) birbirine karşı cephe almaya (başladı) müslümanlara meleklerin imdada geldiğini lânetli iblis görüverdi, hemen korkarak (arkasına dönüverdi) müşriklerin artık zafer kazanamayacaklarını anladı, kaçmaya yüz tuttu (ve dedi ki: Şüphesiz ki, ben sizden uzağım) ben artık sizinle teşriki mesai edemem. ‘(ben muhakkak ki, sizin görmediğinizi gördüm.) İslâm ordusuna nasıl bir kuvvetin katıldığını gördüm. (Şüphe yok ki, ben Allah’tan korkarım) müşrikler ile beraber benim başıma da bir belânın bir ilâhî kahrın geleceğinden korkarım. (Allah’ın azabı ise pek şiddetlidir.) ona muhalefet edip küfre düşenler, elbette ki, pek şiddetli bir azaba uğrayacaklardır. Artık kimdir ki, bu ilâhî azâbı düşünüp korkusundan titremesin?. İşte şeytan tabiatlı insanlar da birgün gözlerinin önünde Cenâb-ı Hak’kın kudret ve azametini, düşmanlarını kahrı, cezalandırması görülünce böyle pişmanlığa düşüp firar edeceklerdir. Fakat artık yakalarını Allah’ın kahrından kurtaramıyacaklardır.

§ Allah’ın azabı ise pek şiddetlidir. Denilmesi, ya şeytanın itirafı ifadeleri cümlesindendir. Veya bu ayrıca bağımsız bir cümledir.

49. O zaman münâfıklar ve kalplerînde hastalık bulunanlar diyordu ki: Onları dinleri aldatmıştır. Halbuki, herkim Allah Teâlâ’ya tevekkül ederse artık şüphe yok ki. Allah Teâlâ galiptir, hikmet sahibidir.

49. Bu mübarek âyetler, münafıkların ve bir takım ruhen hasta kimselerin müslümanlar hakkındaki yanlış telâkkilerini kınıyor ve teşhir ediyor. İslâmiyet’i kabul etmeyip de küfr ve nifak üzere ölecek kimselerin de ne kadar fecî, şaşılacak bir şekilde ölüp felâketlereuğrayacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (O zaman) müslümanlar harp için Bedir sahasına yürüdükleri vakit Medine’i Münevvere’de bulunan (münâfıklar ve) Mekke’i Mükerreme’de bulunup vaktiyle İslâmiyet’i kabul ettiklerini lisânen söylemiş oldukları halde kalben kuşku ve şüphe içinde kalmış, samimî bir şekilde müslüman bulunmamış bir takım (kalplerinde hastalık bulunanlar diyordu ki: Onları) o erleri (dinleri aldatmıştır.) onlara galip olacaklarına dair bir kanaat vermiştir. Yoksa öyle az bir kuvvet oldukları halde büyük bir kuvvete karşı nasıl savaşa cesaret edebilirlerdi?. Müslümanların adedi görünüşte üçyüz küsur erden ibaret olduğu halde düşmanlarının kuvveti bin erden ziyade idi. (halbuki) bu cahiller, yanlış düşünüyorlardı. Galibiyet mutlaka sayının çokluğuna bağlı değildir. (Her kim Allah Teâlâ’ya tevekkül eder) onun mukaddes dinine hizmet için harp meydanına atılır (sa artık) Allah Teâlâ ona yardım eder ve başarılı kılar, (şüphe yok ki; Allah Teâlâ galiptir) Kudreti herşeye galiytir. Az bir kuvveti dilerse pek büyük bir kuvvete galip kılabilir. Ve o Yüce Yaratıcı (hâkimdir.) ilâhî iradesi hikmetin gereğine göre tecelli eder. Binaenaleyh o münafıkların ve benzerlerinin düşünceleri, sözleri pek mânasızdır!.

50. Ve görecek olsan, o zaman ki, melekler, kafir olanların canlarını alırlar, yüzlerine ve arkalarına vururlar ve yangının azabını tadın derler.

50. (Ve) Ey Yüce Peygamberim!, veya ey kendisine hitap edilebilen herhangi bir insan!. Eğer (görecek olsan, o zaman ki, melekler, kâfir olanların canlarını alırlar) ölecekleri vakit ruhlarını alarak kendilerini dünya hayatından mahrum bırakırlar. Ve onların (yüzlerine ve akalarına) onların ileri gelen, geri kalan her azasına demir çomaklar ile (vururlar ve) onlara (yangının) cehennem ateşinin (azabını tadın-derler-) artık şüphe yok ki, ne fecî, nekadar tasvirî imkânsız bir musibet görülmüş olur.

51. Bu işte ellerinizin takdim ettiği şey yüzündendir. Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ kulları için zulümeder değildir.

51. Ey kâfirler!. Ey münâfıklar. (Bu) Sizi yakalayacak olan öldürülme, dövülme, ateşin azap yok mu, (işte) bütün bunlar sizin dünyada iken (ellerinizin takdim ettiği şey) küfr ve isyan (yüzündendir) siz o küfr ve isyanı işlemiş olduğunuzdan dolayı bu felâketlere mâruz kaldınız, bütün bunlar kendi amellerinizin neticesidir. (Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ kulları için zulmeder değildir.) Küfr ve isyan erbabının yakalanacakları azaplar, felâketler bütün kendi kötü hareketlerinin gereğidir. Artık insanlar bu akibeti düşünüp daha dünyadalarken durumlarını ıslah etmelidirler ki, Allah’ın azabından kurtularak ilâhî lütuflara hak kazanmış olsunlar.

52. Bunların hâli Firavun’un kavmi ile onlardan evvelkilerin âdeti gibidir ki. Allah Teâlâ’nın âyetlerini inkâr ettiler. Allah Teâlâ da bunları günahları sebebiyle yakaladı. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ kuvvet sahibidir; azabı pek şiddetlidir.

52. Bu mübarek âyetler, peygamber zamanındaki müşrikler ile Firavun’a tâbi olanların ve daha evvelki kâfirlerin aynı âdetlerde bulunduklarını ve bu yüzden Allah’ın kahrına uğradıklarını bildirmektedir. Ve bir kavmin makbul olan ahlâk ve tavırlarını değiştirmedikçe nail oldukları nimetlerden mahrum kalmayacağını ihtar etmektedir. Ve Cenâb-ı Hak’kın her şeyi hakkiyle bilen, güç yetiren ve azabının şiddetli olduğunu beyan ile insanları uyanmaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: (-Bunların hâli-) yani: Bedir Savaşında müslümanlara karşı cephe alan müşriklerin âdeti (Firavun’un kavmi ile onlardan evvelkilerin) Nuh, Âd kavmi gibi eski miletlerin (âdeti gibidir ki) bunlar da o eskimilletler gibi (Allah Teâlâ’nın âyetlerini inkâr ettiler) gördükleri mucizelere, hârikalara rağmen yine Peygamberleri tasdik etmediler. Artık (Allah Teâlâ da bunları) bu müşrikleri (günahları) küfr ve isyanları, Yüce Peygambere muhalefetleri (sebebiyle yakaladı) eski kâfir kavimleri sulara boğduğu ve diğer felâketlere uğrattığı gibi bu müşrikleri de, öldürülmek ile, esaret ile cezalandırdı. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ kuvvet sahibidir) din düşmanlarını mahv edip cezalandırmaya kudreti fazlasıyla yeterlidir. Ve Yüce Yaratıcının (azabı pek şiddetlidir.) Bu dinsizleri dünyada cezaya uğrattığı gibi bunların hakkındaki uhrevî azapları daha şiddetli olacaktır.

53. Bu da, şüphe yok ki. Allah Teâlâ bir kavme ihsan etmiş olduğu bir nimeti değiştirici değildir, onlar kendi nefislerinde olanı değiştirinceye değin. Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkıyla işiticidir, tamamiyle bilicidir.

53. (Bu da) Bütün bu kâfirlerin böyle ilâhî azaba yakalanmaları da kendi kötü hareketlerinin bir neticesidir. Yoksa (şüphe yok ki. Allah Teâlâ bir kavme ihsan etmiş olduğu bir nimeti) azap ve felâkete dönüştürmek suretiyle (değiştirici değildir.) o nimeti onların ellerinden almaz (onlar kendi nefislerinde olanı) kendi yaratılış kabiliyetleri, sahip oldukları akıl ve zekâyı, imâna, ibadet ve itaata olan kudretlerini, kendi kötü düşüncelerile, fena hareketlerile (değiştirinceye değin) Fakat onlar öyle kendi nefislerinde olanı değiştirdiler mi?. Küfr ve nifaklarını yaymaya, dine karşı hürmetsizliklerini açıklamaya cür’et gösterdiler mi, Cenâb-ı Hak’da onları yakalar, lâik oldukları azaplara kavuşturur. (Ve şüphe yok ki. Allah Teâlâ hakkiyle işiticidir) kullarının bütün sözlerini, iddialarını işitir ve o hikmet sahibi Yaratıcı (tamamiyle bilicidir.) herkesin bütün fiillerini ve hareketlerini hakkiyle bilir. Herbirini lâik olduğu mükâfata veya cezayakavuşturur. Nimetlerini devam ettirir, veya yok eder. Binaenaleyh insanlar, Allah Teâlâ’nın nimetlerine karşı şükran vazifesini yerine getirmeye çalışmalıdırlar, diyanet ve ibadet ve itaat dairesinden çıkmalıdırlar ki, o nimetlerden daha sonra mahrum kalmasınlar. Bunların üstündeki uhrevî nimetlere de aday bulunsunlar.

54. Firavun’un kavminin ve onlardan evvelkilerin âdeti gibi ki, Rablerinin âyetlerini yalanladılar. Artık onları günahları sebebiyle helâk ettik. Ve Firavun’un kavmini boğduk. Ve hepsi de zalimler olmuşlardı.

54. Bu mübarek âyetler de peygamber zamanındaki müşrikler ile aynı âdette olan eski kâfirlerin nasıl helâk olduklarını izah ediyor. Ve en fazla şerli hayvanların, küfrlerinde israr edip duran dinsizlerden ibaret olduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Evet… Rasûlü Ekrem’in peygamberliğini tasdik etmeyen kâfirlerin âdeti, (Firavn’un kavminin ve onlardan evvelkilerin âdeti gibi) dir ki, hepsi de (Rablerinin âyetlerini) O Yüce Yaratıcının varlığına, birliğine, lûtf ve ihsânına şahitlik eden delilleri inkâr, Peygamberlerin doğruluğunu isbat eden mucizeleri (tekzib ettiler) böyle küfr ve azgınlıkta israr edip durdular. (Artık onları) o kâfirleri o büyük (günahları) inkâr ve yalanlamaları (sebebiyle helâk ettik) bazıları deprem ile, bazıları yerlerin batmasiyle, bazıları başlarına yağdırılan taşlar ile, bazıları rüzgârlar ile, Kureyş müşrikleri de İslâm kahramanlarının kılıçlarıyle mahv-ı perişan oldular. (Ve Firavn’un kavmini) de kendisiyle beraber (boğduk) öyle büyük bir helâke uğrattık. (ve hepsi de) Gerek o evvelki kavimler olsun, ve gerek Kureyş kâfirlerinden olup müslümanların elleriyle öldürülen ve cezalandırılan şahıslar olsun (zalimler olmuşlardı.) nefislerine küfr ve isyan ile zulmetmiş oldukları gibi başkalarına da saptırmak ye bozmak suretiyle zulmederbulunmuşlardı. Böyle bir zulmün cezası da işte dünyada böyle bir helâkten ibarettir. Ahiretteki cezaları ise elbette bunun çok üstündedir.

55. Şüphe yok ki, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah Teâlâ katında en şerlisi, o kimselerdir ki, kâfir olmuşlardır. Artık onlar imân etmezler…

55. (Şüphe yok ki,) Bu helâk olan şahıslar, kavimler, en şerli ve umum hakkında en zararlı kimselerdi. Çünki onlar kâfir bulunuyorlardı, (yeryüzünde yürüyen canlıların) hayvanların, hayat sahibi kimselerin (Allah katında) Cenâb-ı Hak’kın hükm ve kazası hususunda (en şerlisi ise o kimselerdir ki, kâfir olmuşlardır.) Küfrlerinde israr edip durmuşlardır, yeminlerini bozmuş, halkı saptırmaya Çalışmış şahıslardır. Bir halde ki, (artık onlar imân etmezler.) onların imân edecekleri beklenilemez. İşte o helâk olan kavimler, şahıslar da hep böyle imân etme kabiliyetinden mahrum kalmış oldukları için öyle bir mahvü helâke mâruz kalmışlardır.

56. Onlar ki, kendileriyle antlaşma yapmış idin, sonra her defasında ahilerini bozarlar ve onlar hiç çekinmezler.

56. Bu mübarek âyetler Rasûlü Ekrem ile yapmış oldukları antlaşma hükümlerine müşriklerin uymadıklarını bildirmektedir. Artık savaşlarda onlara galip gelince haklarında şiddetli muamele yapılmasını emir etmektedir, tâki, arkalarındaki cemiyetler için bir vesilei ibret olsun. Ve antlaşma hükümlerine hiyanet edecekleri anlaşılan düşmanlar ile de, kendilerine evvelce haber vermek üzere antlaşmayı bozmanın lüzumunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Yüce Resûlüm!. (Onlar ki) O Kureyze Yahudileri ki, (kendileriyle antlaşma yapmış idin) onlar bu anılaşmaya riayet etmediler, (sonra) tekerrür eden antlaşmaların (her defasında) onlar (ahilerini bozarlar) verdikleri sözlerde durmazlar.Antlaşma gereğine aykırı harekette bulunurlar. (Ve onlar hiç çekinmezler.) böyle ahda; muhalefetin nekadar cezayı, ilâhî azabı gerektirir olacağını düşünüp korkmazlar. Nitekim Kureyze Yahudileri, müslümanların aleyhinde hareket etmeyeceklerine dair söz vermişlerdi. Halbuki, bu sözlerinde durmadılar, Mekke’i Mükerreme müşriklerine silâh vermek suretiyle yardım ettiler. Sonra yine bir sözleşme yapılmış idi, buna da riayet etmediler, Hendek Savaşında yine müşriklerin lehine hareket ettiler.

57. İmdi her ne zaman savaşta onları kesin bir şekilde yakalar isen onlar ile arkalarındaki kimseleri ansızın korkut. Umulur ki, ibret alırlar.

57. (İmdi) Onların halleri böyle olunca artık Yüce Resûlüm!, (her ne zaman savaşta onları) o antlaşmalarını bozanları (kat’î surette yakalar isen) onları elde eder, üzerlerine zafer kazanır isen (onlar ile) olan mahv etmek ve cezalandırmak suretiyle (arkalarındaki kimseleri) Arap yarımadasında Yemen’de bulunan ve müslümanlar aleyhinde hareketleri düşünülebilen gayri müslimleri de (ansızın korkut) onlara da dehşet saç (umulur ki) onlar, o savaşçı müşrikler hakkındaki yapacağınız şiddetli cezalandırma muamelesinden (ibret alırlar) da İslâm dairesine can atarlar, müslümanlara karşı cephe almaya cesaret edemez olurlar.

§ Sekf; Süratle tutmak, yakalamak, zafere ulaşmak demektir.

§ Teşrîd: Dağıtmak, ıstırap ile olan ayırmak ve ceza vermek demektir ki burada savaşan bir kuvvet hakkında geride kalan kuvvetler ile aralarını ayıracak bir muamelede bulunmaktan ibarettir.

58. Ve eğer bir kavmin hiyanet edeceğinden kesin olarak korkar isen ahdlerini kendilerine açıkça aynı şekilde at. Şüphe yok ki, AllahTeâlâ hain olanları sevmez.

58. (Ve) Yüce Resûlüm!, (eğer) Kendileriyle antlaşma yapmış olduğun (bir kavmin) sözlerinde (hiyanet edeceğinden kesin olarak korkar isen) bir takım yüz gösteren alâmetlerden dolayı buna kanaat getirirsen nitekim Kureyze ve Nazir kabilelerinin müslümanlara karşı böyle bir durumda bulundukları anlaşılmışdı. Artık (ahdlerini kendilerine açıkça aynı şekilde at) aranızdaki sözleşmenin bozulduğunu kendilerine açıkça haber ver, bunun böyle hükmü kalmadığına her iki taraf da eşit şekilde haberdar tâki, arada bir hiyanet töhmeti bulunmasın. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ) anlaşmalarım bozmak hususunda ve diğer muamelelerde (hain olanları sevmez) binaenaleyh sözleşme hükümlerine riayet etmelidir. Bu hükümlere riayet etmediği anlaşılan hasma karşı da anlaşmayı kaldırmaya lüzum görülünce bunu o hasım tarafına evvelce bildirmelidir. Tâki: Düşman ahdin başkası zannında b-uunarak lâzım gelen tedâriki terk etmesin. Bu ahdin kaldırılmasını düşmana evvelce haber vermemek, düşmana karşı bir hiyanet demektir. Hiyanet ise İslâm ahlâkına aykırıdır. Adalete muhaliftir. Meğer ki, düşmanın antlaşmayı bozduğu her bakımdan ortaya çıksın. O halde kendilerine antlaşmanın karşılıklı olarak bozulduğuna dair bir haber vermeğe gerek kalmaz.

59. Ve o kâfirler asla zannetmesinler ki, ilerleyip kurtulmuşlardır. Şüphe yok ki, onlar âciz bırakamayacaklardır.

59. (Ve) Müslümanlara karşı düşmanlıkta, savaşa cesarette bulunmuş oldukları halde henüz belâlarını bulmamış olan (o) bir takım (kâfirler asla zannetmesinler ki ilerleyip kurtulmuşlardır.) Bedir Savaşında öldürülmekten, esaretten kurtulmuşlardır. Hayır, bu bir muvakkat kurtuluştur. (Şüphe yok ki, onlar) Allah Teâlâyı hâşâ (âcizbırakamayacaklardır.) Onlar yine bir gün lâyık oldukları mağlûbiyete, cezalara uğrayacaklardır.

§ Bu âyeti kerime Rasûlü Ekrem için teselli edici olmuştur. Çünki bir takım müşrikler, Bedir Savaşında ve diğer yerlerde kaçıp kurtulmuş, hak ettikleri cezaya henüz çarpılmamışlardı. Bu âyeti kerime ise onların ergeç mağlûp, azaba çarpılacaklarını, kendilerinden intikam alınacağını haber vermiş bulunuyor. Nitekim daha sonra öyle de olmuştur.

60. Ve onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve bağlı atlardan hazırlayınız. Bununla Allah Teâlâ’nın düşmanını ve sizin düşmanınızı ve onlardan başkalarını ki bunları siz bilmezsiniz, Allah Teâlâ bilir korkutursunuz. Ve her neyi ki, Allah yolunda harcarsanız size tamamen ödenir ve siz asla zulüme uğratılmazsınız.

60. (Ve) Ey müslümanlar!. Ey İslâm diyarının sahipleri, savunuculan (onlara karşı) o din, vatan düşmanlariyle savaşta bulunabilmeniz için, fedakârlık ediniz, (gücünüzün yettiği her kuvvetten) her türlü harp vasıtalarından (ve bağlı atlardan) saldırıyı sağlayacak, düşmanı dehşete düşürecek nakil vasıtalarından (hazırlayınız) bu hususta kusur göstermeyiniz. Çünki (bununla) bu kuvvet ile veya bu harp vasıtalariyle (Allah Teâlâ’nın düşmanını ve sizin düşmanınızı) korkutmuş olursunuz ki, bunlar vaktiyle Mekke’i Mükerreme’deki müşrikler ile diğer İslâmiyet düşmanlarından ibarettir. (Ve onlardan başkalarını) da korkutmuş olursunuz ki, bunlarda münâfıklardan, İslâmiyet’e karşı gizlice düşmanlıkta bulunan dinsizlerden veya Yahudi’ler ile Mecusi’lerden ibarettir. Evet… Ey müslümanlar!. Aleyhinizde bulunan bir takım kimseler de vardır (ki, bunları siz bilmezsiniz) çünki onlar etrafınızda bulunurlar, size dost görünürler, kalplerindeki düşmanlığı gizlemiş olurlar. Fakat bunları (Allah Teâlâ bilir) sizherhalde kendinize düşen vazifeyi yapınız, lâzım gelen kuvvetleri hazırlayınız, bununla o açık ve gizli düşmanlarınızı (korkutursunuz) da artık size karşı cephe almaya cesaret edemezler, İslâm yurduna saldırmaya kalkışamazlar. Size karşı dost görünmeğe çalışırlar, bir kısmı da cizye vererek itaatkâr bir vaziyet almış olur. Hatta bu sayede bir kısmının İslâmiyet’i kabul etmesi de düşünülebilir. Ve bu gibi vâsıtaların mevcudiyeti İslâm yurdunun kuvvetini, ziynetini, medeniyet hayatındaki ilerlemesini dost ve yabancılara göstermiş bulunur. Binaenaleyh bir ilerleme dinî, bir yücelme ve fazilet dini olan İslâmiyet, müntesiplerine böyle maddî ve mânevî mühim vâsıtaların hazır edilmesini emretmektedir. Müslümanlıkta boş durmak, medenî vasıtalardan mahrum olmak, düşmanlara karşı miskince bir vaziyete düşmek kesinlikle yasaktır. Kur’an’ı Kerim’in nasıl ebedî bir mucize olduğuna bakmalıdır ki, bu âyeti kerime’nin inişi zamanında en malûm, en gerekli silâh, kılıçtan, kamadan ibaret bulunuyordu. Bu âyeti kerime de ise bunları hazırlayın diye emir olunmuyor, bilâkis “gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız” diye emir olunuyor. Kuvvet tabiri ise bugünkü bütün harp vasıtalarına şamildir. Meselâ: Topları tüf ekleri, uçakları, otomobilleri, zırhlıları, tanklan, atomları ve diğerlerini de kapsamaktadır. İşte bu da bir Kur’ânî harikadır ki, bu müslümanlara gelecekte ortaya çıkacak her türlü harp vasıtalarının hazırlanmasını emretmiş, böyle vâsıtaların vücude geleceğine işarette bulunmuştur. Binaenaleyh müslümanlara düşen vazife de bu hususta her türlü fedakârlıklarda bulunmaktır. (Ve) Ey müslümanlar!, (her neyi ki. Allah yolunda infak ederseniz) yurdunuzun savunulması ve korunması için bu gibi harp vasıtalarını hazırlamaya nekadar çalışır, yardımda bulunursanız mutlak biliniz ki (size) karşılığı (tamamen ödenir) bunun maddî ve mânevîmükâfatını elbette görürsünüz. (ve siz asla zulme uğratılmazsınız) yaptığınız harcama boş yere zâyolup gitmez sizler de zarara uğramış bulunmazsınız. Güzel niyete bağlı olan hizmetinizin elbette sevabını, mükâfatını görürsünüz. Artık ey müslümanlar!. Hak yolunda yapılacak yardımların, hizmetlerin ne kadar mühim, mutluluk verici olduğu belli olmuş oluyor. Cenâb-ı Hak, hepimizi bu gibi güzel vazifeleri yerine getirmeğe muvaffak buyursun, âmin…

Lütfen Paylaşın!

0Shares

BİR CEVAP YAZIN