AHZAB SURESİ

31. Ve kim ki, sizden Allah için ve Peygamberi için itaat ederse ve güzel amelde bulunursa ona mükâfatını iki defa veririz ve onun için bol bir rızk hazırlamışızdır.

31. Bu mübârek âyetler de üzerlerine düşen dinî vazifeleri ifa ile vasıflanmış olan temiz eşlerin kat kat sevaba nâil ve büyük bir geçime muvaffak olacaklarını müjdeliyor. Ve onların diğer kadınlar arasında büyük bir üstünlüğe sahip olduklarını ve ne kadar temizce bir tarzda konuşup hareket edeceklerini telkin buyuruyor. Ve o muhterem annelerimizin hanelerinde ikamet edeceklerini, câhiliyye merâsiminden uzak bulunmalarını ve namazlarını edâ edip, zekatlarını vererek bir hayat temizliği içinde yaşayacaklarını ve kendi hanelerinde okunan ayetleri, hikmetleri hatırlamakla mükellef bulunmuş olduklarını beyân buyuruyor. Şöyle ki: (Ve) Ey Resûl-i Ekrem’in muhterem eşleri!. (kim ki, sizden Allah için ve Peygamberi için itaat ederse) takvada ve güzel geçinmede bulunursa, Hz. Peygamber’e karşı hürmetten, itaattan ayrılmazsa (ve güzel amelde bulunursa) üzerine düşen dinî vazifelerini güzelce ifâyaçalışırsa (ona mükâfatını iki defa veririz.) onu dünyada da, ahirette de nimetlere kavuştururuz. Çünkü onları, hem ibadet ve itaatte bulunmuş, hem de Yüce Peygamber’in rızasını isteyerek onunla güzelce geçinmeye devam etmiş olacakları için kat kat sevaba, mükâfata liyakat kazanmış olurlar. (ve onun için) öyle ahlaki yüceliklere sahip bir peygamber eşi için (bir bol rızk hazırlamışızdır.) O, ahirette olacağı gibi dünyada da hoşnutluğunu câlip muazzam bir rızka, bir geçim vasıtasına nâil olacaktır. Bu ilâhî vâd tahakkuk etmiştir. Şöyle ki: Daha sonra İslâm orduları birnice kâfirlerin yurtlarını feth ve nice hazinelerini elde temiş, bütün müslümanlar büyük servetlere kavuşmuşlardır. Özet olarak Ömerü’l-Faruk, Radiallahu Anh’ın zamanı hilafetinde bütün müslümanlara bol bol erzak verilmiş, hatta meme emer çocuklara bile tahsisat yapılmış ve özellikle Resûlullah’ın temiz eşlerinin birine yıllık bin dinar tahsis edilmiş, Hz. Aişe annemizin Resûlullah’ın katındaki büyük mevkiine hürmeten onun için yıllık yirmibeş bin dinar tahsis edilmek istenilmişti. Fakat o muhterem annemiz, bunu kabul etmemiş, kendi arkadaşları olan diğer peygamber eşlerinden fazla birşey almaktan kaçınmış, pek büyük bir eşitlik örneği göstermişti. Allah onlardan razı olsun. Essiracül-Münir.

32. Ey Peygamberin eşleri! Siz kadınlardan hangi biri gibi değilsinizdir, eğer takva sahibi bulunuyor iseniz. Lâkırdıyı yumuşakça yapmayınız, sonra kalbinde bir fesat bulunan tamaa düşer ve güzel söz söyleyin.

32. (Ey Peygamberin eşleri!.) Ey o bir şerefe sahip olan muhterem müslüman hanımları!. (siz) diğer (kadınlardan hangibiri gibi değilsinizdir) sizin kadriniz pek yücedir, sizin fazilet ve şerefiniz pek büyüktür, eğer siz (takva sahibi bulunuyor iseniz) Cenab-ı Hak’kın hükmüne muhalefetten, Resûl-iEkrem’in rızasına aykırı hareketten kaçınıyor iseniz, öyle bir imtiyaza sahip bulunmuş olursunuz. Binaenaleyh insanlar ile konuşurken, bir yabancı erkeğin işiteceği bir (Lâkırdıyı yumuşakca yapmayınız) tatlıca bir şîve ile ifadei merâmda bulunmayın (sonra kalbinde bir fesat bulunan) kalbi nifaka, kötü meyillere hazır olan kimse (tamaa düşer) hürmet duygusundan mahrumiyetler içinde kalarak kendisi bir haince etki altında kalır (ve) siz ey muhterem temiz eşler!. Daima (güzel söz söyleyin.) İslâm terbiyesi icaplarına uygun olup yanlış düşüncelere sebebiyet vermeyecek bir tarzda konuşmaktan ayrılmayınız.

33. Ve hânelerinizde oturunuz ve evvelki cahiliye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz ve namazı dosdoğru kılınız ve zekâtı veriniz ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz ve ey ehli beyt! Allah sizden ancak kiri götürmek ve sizi tertemiz kılmak dilemektedir.

33. (Ve) Ey muhterem Resûlullah’ın eşleri!. (hânelerinizde oturunuz) Kendi mübârek evlerinizde ikâmette bulunmaya devam ediniz. (ve evvelki câhiliyye zamanındaki açılış gibi açılıvermeyiniz) Meselâ: Hz. İsa ile Hz. Muhammed -Aleyhimesselâmın aralarındaki fetret devrelerinde yaşamış olan gayrı müslim kadınların vaziyetini takınmayınız. Onlar, örtünmeye riayet etmez, açık saçık gezerek ziynetlerini ona, buna gösterir, mağrunâne bir vaziyet alırlardı. Böyle bir hareket ise insanlık terbiyesine aykırıdır, hiçbir kadın için uygun değildir. Özellikle Yüce Resûl’ün âilesinden bulunmak şerefine sahip olan muhterem bir şahsiyet için böyle bir vaziyette bulunmak elbette ki, asla münâsip değildir. (ve) Ey Resûl-i Ekrem’in faziletli eşleri!. (namazı dosdoğru kılınız) Çünki namaz en büyük bir ibâdettir. Namaz, insanı her türlü fahşi hareketlerden, çirkin amellerden men’eder, alıkor. (ve zekâtı veriniz) bu da mühim bır malîibadettir, bu şekilde insanlığa hizmette bulunmuş, başka kadınlara da bir uyulacak örnek teşkil etmiş olursunuz. (ve Allah’a ve Peygamberine itaat ediniz) her hususta Allah Teâlâ’nın ve Cenab-ı Peygamber’in emirlerine, tavsiyelerine uymaktan ayrılmayınız, sizin ebedî şeref ve saadetiniz buna bağlıdır. (ve ehli beyt!.) Ey Yüce Resûl’ün hanei saadetinden bulunmak şerefine nâil olan muhterem müslüman hanımlar!. Ve ey o yüce haneye mensub olan erkekler ve kadınlar.. (Allah sizden ancak kiri götürmek) Şerefinizi ihlal edecek günahları, şeytani vesveseleri yok etmek (ve sizi tertemiz kılmak) sizi bütün lekelerden, hissi ve manevî noksanlıklardan uzak ve temiz bir halde bulundurmak (dilemektedir) bütün bu emirler, yasaklar böyle birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır. Artık şüphe yok ki, böyle bir ilâhi korumaya nailiyet için ilâhi emirlere, yasaklara riâyet etmek ve o Yüce Yaratıcıya daima şükür arzında bulunmak en mühim bir kulluk vazifesidir.

§ Teberruc; Salınmak, ziyneti ve güzelliği göstermektir, kendisini tezyin ettikten sonra dışarıya çıkıp süsünü, endam ve alayişini erkeklere göstermektir, açık-saçık bir hâlde gururluca gezmektir, güzellik, ziynet itibariyle bir feleki burç gibi kendisini göstermeğe çalışmaktır.

34. Ve hânelerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayınız. Şüphe yok ki, Allah herşeyin iç yüzünü bilendir.

34. (Ve) Ey muhterem temiz eşler! (hânelerinizde) Resûl-i Ekrem vasıtasiyle (Allah’ın ayetlerinden) Kur’an-ı Kerim’den (ve hikmettin) Hz. Peygamberin sünnetinden, hadis-i şeriflerden, veya Kur’an-ı Kerim’e ait hükümlerden, öğütlerden (okunanları hatırlayınız) kendi nefslerinizde onları güzelce düşününüz veya onları başkalarına vaaz ve tâlim için telkin buyurunuz (şüphe yok ki, Allahlâtiftir) hakkınızda lütf ve yardımı pek çoktur, o sayededir ki, öyle bir Yüce Peygamber’in ailesinden bulunmak şerefine nâil bulunuyorsunuz ve o Yüce yaratıcı (hâbir bulunmaktadır) bütün mahlûkatının hallerini bilmektedir. Sizin de bütün hal ve hareketleriniz Allah katında tamamen malûmdur. Üzerlerinize düşen vazifelere riayetinizin mükâfatına elbette ki, sizleri nâil buyuracaktır.

35. Şüphe yok ki, İslâmiyet’i kabul eden erkekler ve İslâmiyet’i kabul eden kadınlar ve imân eden erkekler ve imân eden kadınlar ve itaate müdavim, erkekler ve itaate devam eden kadınlar ve sadakatli erkekler ve sadakatli kadınlar ve sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar ve hak için mütevazi erkekler ve tevazuda bulunan kadınlar ve sadaka veren erkekler ve tesaddukta bulunan kadınlar ve oruç tutan erkekler ve oruçlu kadınlar ve namuslarını koruyan erkekler ile muhafaza eyleyen kadınlar ve Allah Teâlâ’yı çokca zikireden erkekler ve zikireyleyen kadınlar var ya onlar için Allah Teâlâ bir mağfiret ve pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır.

35. Bu mübârek âyet de, on büyük vasıf ile vasıflanmış olan erkeklerin ve kadınların ilâhi mağfirete nâil olacaklarını ve büyük bir mükâfata aday bulunduklarını şöylece müjdelemektedir. (Şüphe yok ki, İslâmiyet’i kabul eden erkekler ve İslâmiyet’i kabul eden kadınlar) yani: İslâmiyet’e dahil ve Allah’ın hükmüne boyun eğmiş olan erkekler ile kadınlar, bu birinci vasfa sahip bulunanlar (ve imân eden erkekler ve imân eden kadınlar) tasdik edilmesi gereken dinî hükümleri, hakikatları tasdik edici bulunan erkekler ile kadılar, bu ikinci vasıf ile de nitelenmiş olanlar (ve itaate devam eden erkekler ve itaate devam eden kadınlar) îman ve İslâmiyet hususunda ihlas sahibi olan erkekler ve kadınlar, bu üçüncü vasfı da kazananlar (vesadakatli erkekler ve sadakatli kadınlar) söz ve amel bakımından doğruluktan ayrılmayan erkekler ile kadınlar, böyle dürdüncü bir vasfa da sahip bulunanlar (ve sabırlı erkekler ve sabırlı kadınlar) ibadet ve itaat hususunda, günâhlardan kaçınmak hususunda sabr ve sebata sahip olan erkekler ile kadınlar, böyle beşinci bir vasıf ile de vasıflanmış bulunanlar (ve hak için mütevâzi erkekler ve tevazuda bulunan kadınlar) Allah için kalpleriyle, bütün bedeni azalarıyla, Allah korkusundan, tevâzudan ayrılmayan erkekler ile kadınlar, böyle altıncı bir vasıf ile de donanmış bulunanlar (ve sadaka veren erkekler ve tasaddukta bulunan kadınlar) mallarından harcayan, zekat gibi, sadaka gibi malî vazifelerini gizli ve açık olarak yerine getiren erkekler ve kadınlar, böyle yedinci bir vasıf ile de vasıflanmış bulunanlar (ve oruç tutan erkekler ve oruçlu kadınlar) farz ve nafile kabilinden oruç tutanak kalbi temizlemeye çalışan erkekler ve kadınlar, bu gibi sekizinci bir vasıf ile nitelenmiş olanlar (ve namuslarını muhafaza eden erkekler ile) namuslarını (muhafaza eyleyen kadınlar) haram şeylerden, gayrı meşru arzulardan nefslerini korumaya muvaffak olan erkekler ve kadınlar, böyle dokuzuncu bir vasfa, bir ahlâk temizliğine sahip bulunanlar (ve Allah Teâlâ’yı çokca zikreden erkekler ve zikreyleyen kadınlar) kalpleriyle ve lisanlariyle vakit vakit Allah’ı zikre devam eden, bu güzel onuncu vasf ile de ruhlarını aydınlatmaya muvaffak bulunmuş olan zâtlar, gerek erkek ve gerek kadın olsunlar, var ya!. Onlar, Allah katında ne kadar makbul, selâmet ve saadete namzet kullardır!. Evet.. (onlar için Allah Teâlâ bir mağfiret) hazırlamıştır. O güzel amelleri inançları sebebiyle, birnice küçük günahları af edilecek ve örtülecektir. (ve) Cenab-ı Hak (onlar için) o güzel ibadet ve itaatları sebebiyle (pek büyük bir mükâfat) da (hazırlamıştır) o mükâfata mutlaka nâilolacaklardır. Ne büyük bir ilâhi lütuf!. Her mükellef insan erkek olsun, kadın olsun, bu yüce gayeyi düşünmeli, üzerine düşen dinî, ahlaki vazifelerini bir şevk ve gönül rahatlığı ile ifâya çalışmalıdır. “Bir rivayete göre Peygamber Efendimizin “Ümmü Seleme” adındaki muhterem eşi, demiş ki: Ya Resûlullah!. Ne için Kur’an-ı Kerim’de erkekler zikredildiği gibi biz kadınlar zikredilmiyoruz?. Sonra bir gün kulak vermiş dinlemiş ki: Resûl-i Ekrem, minberde cemaate hitaben bu âyeti kerimeyi okuyor. Diğer bir rivâyete göre de Peygamber Efendimizin muhterem eşleri hakkında ayeti kerime nâzil olunca diğer İslâm kadınlar: “Bizim hakkımızda neden birşey nazil olmadı” diye telâşa düşmüşler, kendilerinin de güzel amellerinin makbul olup olmadığını anlamak istemişlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş, o güzel vasıflar ile nitelenmiş olanların -gerek erkek ve gerek kadın bulunsunlar- Cenab-ı Hak’kın lütfuna mazhar olacakları kendilerine tebşir buyurulmuştur.

36. Ve bir mümin ve bir mümine için sahîh değildir ki, Allah ve Resûl bir işe hükmettiği vakit onlar için kendi işlerinden dolayı o ilâhî hükme karşı bir seçme hakkı olsun. Ve her kim Allah’a ve Peygamberine isyân ederse artık apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur.

36. Bu mübârek âyetler, Allah Teâlâ’nın ve Yüce Peygamber’in emr ve hükmüne muhalefetin câiz olmadığını bildiriyor ve Resûl-i Ekrem’in Hz. Zeynep ile evlenmesindeki hikmete ve cahiliye zamanına âit bir adetin ibtal edilmiş olduğuna işareti kapsamaktadır. Şöyle ki: (ve bir mümin bir mümine için sahih değildir ki,) uygun ve doğru olmaz ki, (Allah ve Resûl’ü bir işe hükmettiği vakit) bir muamelenin yapılmasını takdir ve emr buyurduğu zaman (onlar için kendi işlerinden dolayı) o ilâhi hükme, o peygamber emrine karşı aykırı (bir seçme hakkı olsun) bu aslacâiz olamaz. Onlar için bir vecibedir ki, Cenab-ı Hak ve onun Resûlü neyi tercih etmiş olurlarsa ona rıza ile tâbi olsunlar, ona muhalif reyde bulunmasınlar. (ve her kim Allah’a ve Peygamberlerine isyân ederse) hangi bir hususta muhalefet göstererek kendi görüşüne göre harekette bulunmak isterse (artık apaçık bir sapıklık ile sapıtmış olur.) pek açık bir hataya, bir günaha düşmüş bulunur. Binaenaleyh her müslüman için gereklidir ki, Allah Teâlâ’nın ve Resûl-i Ekrem’inin emir ve buyruğuna tam bir ihlas ile uysun. İsterse o emir ve buyruk görünürde bir meşakkati, bir kalbi isteklere aykırılığı gerektirsin. Çünkü, haddizâtında menfaat ve selâmetin kendisi o emr ve buyruğa uymaya bağlıdır.

§ Bu âyeti kerime, Hz. Zeynep Binti Cahş hakkında nazil olmuştur. Bu Zeynep Radiallahuanha Resûl-i Ekrem’in halası Ümeyme Binti Abdulmuttâlib’in kızı idi. Peygamber Efendimiz, bunu kendisine oğulluk edinmiş olduğu azatlısı Zeyd ibni Harise ile evlendirmek istemişti. Hz. Zeynep ise, yüksek bir tabiata sahip, Hz. Peygamber’in ailesine mensup olduğu için azatlısı bir köle ile evlendirilmesini garip görmüş “Ya Resûlullah!. Halanızın kızını kölenize mi lâyık görüyorsun..” demişti. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş. Resûlullah’ın emrine muhalefetin câiz olmadığını bildirmiş oldu. Hz. Zeynep de evlenme işini Peygamber Efendimize bıraktı, onun emrine uyarak Zeyd ile evlenmeyi kabul etti. Allah onlardan razı olsun!.

37. Ve hatırla o zaman ki: O kendisine Allah’ın nimet verdiği ve senin de kendisine ihsan ettiğin kimseye “eşini kendin için tut ve Allah’tan kork” diye diyordun ve kendi içerinde Allah’ın açığa çıkaracağı sesi gizliyordun ve insanlardan korkuyordun. Halbuki, korkmaya en fazla lâyık olan Allah’tır. Sonra Zeyd, o kadından alâkasını sona erdirince onu seninle evlendirdik. Tâki: Oğulluklarının alâkalarınıeşlerinden kestikleri zaman o eşlerde müminler üzerine bir darlık bir günâh olmasın ve Allah’ın emri yerine getirilmiş oldu.

37. (Ve) Ey Yüce Resûl!. (hatırla o zaman ki, o kendisine Allah’ın nimet verdiği) kendisini İslâmiyete nâil ve Hz. Peygamber’in huzurunda bulunarak güzelce bir terbiyeye muvaffak buyurduğu (ve senin de kendisine ihsan ettiğin) kendisini azat ederek oğulluk edindiğin (kimseye) Zeyd Bini Hârise’ye hitâben (eşini) Zeynep Radiallâhu Anha’yı (kendin için tut) nikahın altından ayırma (ve Allah’tan kork) eşlik hukukuna riâyet et. Onu boşuna (diyordun.) öyle bir tavsiyede bulunuyordun. (Ve kendi içerinde Allah’ın açığa çıkaracağı şeyi gizliyordun) Zeyd’in, eşi Zeyneb’i boşayacağını ve (senin) temiz eşlerine katılacağını bir ilâhi ilham biliyordun (ve insanlardan korkuyordun) bu ilâhi ilhamı insanlara bildirdiğin takdirde dedikoduda bulunacaklarını, hakkında suizân edeceklerini düşünüyordun. (halbuki, korkmaya en ziyâde lâyık olan Allah’tır) asıl Allah’tan korkmalıdır, ilâhi emre aykırı bir sözde, bir harekette bulunmamalıdır. Binaenaleyh ilâhi emir ve takdire dayanmış olan birşeyi insanlara haber vermekten korkmaya mahal yoktur. (sonra Zeyd o kadından) Hz. Zeynep’ten (alâkasını sona erdirince) onu boşayıp iddeti bitince, aralarında evlilik münasebeti kalmayınca (onu seninle evlendirdik) yani: Onu nikâhı altına almak için sana emrettik veya onu bir akt vasıtasiyle olmaksızın senin eşin kıldık, onu öyle güzel bir şerefe nâil buyurduk (tâki, oğulluklarının alâkalarını eşlerinden kestikleri zaman) o eşler ile evlenmek hususunda (o eşlerde müminler üzerine birer darlık) bir günah, bir mes’uliyet (olmasın) Yüce Peygamber bu hususta da bir uyulacak örnek bulunsun. Çünkü cahiliyet zamanında bir kimse kendi üvey annesiyle bile evlendiği halde azatlısı olan bir kölesinin vefatından veya boşamasından sonra eşiyle evlenemezdi. Bunucâiz görmüyorlardı. İşte bu cahlliyyet âdeti de bu ilâhi emir ile ortadan kaldırılmış bulundu. (ve Allah’ın emri yerine getirilmiş oldu) Zeynep Radiallâhu Anha’nın nikahı işi hakkındaki ilâhî takdir yerine gelmiş oldu. Evvela: Zeyd ile evlendirilmesi, sonra da Resûlullah’ın eşlerinden olmak şerefine nâil bulunması: bütün ilâhi takdirlerin birer tecellisinden başka değildir. “Zeyd Bin Haris’e Radiallâhu Anh, Zeynep Radiallahu Anh’a ile evlenmişti. Fakat Hz. Zeyneb’in yüksek bir aileye mensup ve kendisine karşı büyüklük gösterir bir vaziyette bulunduğunu takdir ederek onu daha sonra boşamıştı. Resûl-i Ekrem’in Zeynep Hazretlerine kalben bir meyil göstermiş olduğu iddia edilemez. Resûl-i Ekrem’in ahlakı, yüce yaratılışı buna mânidir. Öyle bir meyli bulunsa idi, onu daha evvel nikahı altına alabilirdi. Ancak o mübârek annemiz, vaktiyle Resûl-i Ekrem’in emrine itaat etmiş, sonra boşanarak üzüntülü kalmış ve Hz. Peygamber’in halası kızı bulunmuş olduğu için Yüce Peygamber Efendimiz onun hakkında bir iltifat ve bir teselli olmak üzere onu da mübârek eşleri arasında katmıştır. Hz. Aişe buyurmuştur ki: Diyanetce Zeyneb’ten hayırlı kadın yoktur. Takva sahibi ve doğru sözlü idi. Sılai rahme riayetkâr ve sadakası çok idi. Hz. Peygamberin hicretinin yirminci senesinde vefât etmiştir. Allah onlardan razı olsun.

38. Allah’ın kendisi için mukadder kıldığı bir şeyde Peygamber üzerine bir güçlük yoktur. Evvelce gelip geçmiş olanların haklarındaki ilâhî sünnet gibi ve Allah’ın emri yerine getirilmiş bir kader bulunmaktadır.

38. Bu mübârek âyetler de Yüce Peygamberimiz için Allah tarafından takdir edilmiş olan hangi birşeyden dolayı bir meşakkat, bir sorumluluk olmadığını bildiriyor. Bu gibi mukadderatın peygamberlik vazifesini ifa eden ve Cenab-ı Hak’tan başka hiçbir kimseden korkmayan diğer Yüce Peygamberlerhakkında da cari olmuş olduğunu haber veriyor. Ve Hz. Muhammed’in erkeklerden hiçbir kimsenin babası olmadığını, Bilen ve Yaratan Allah’ın bir resûlü ve peygamberlerin sonuncusu olduğunu beyân ile şânını yüceltmektedir. Şöyle ki: (Allah’ın kendisi için takdir ettiği) Nasip ve kısmet buyurduğu (bir şeyde) meselâ: Nikah meselesinde (peygamber üzerine bir güçlük yoktur.) bu, meşrudur, mukadderdir, bundan dolayı ümmetin fertleri hakkında bir güçlük olmadığı halde neden bir Yüce Peygamber hakkında bir güçlük bulunsun. Bu hal (evvelce gelip geçmiş olanların) evvelki Peygamberlerin (hakkında ilâhi sünnet gibi) dir. Onlar da kendileri için mübah olan şeyleri yapmışlardı. Mesela: Birden fazla eşlere sahip bulunmuşlardı. Bu cümleden olarak Dâvut Aleyhisselâm’ın yüz eşi ve üçyüz cariyesi, Süleyman Aleyhisselâm’ın da üçyüz eşi ve yediyüz de cariyesi var imiş. Artık Son Peygamber Hazretlerine öyle sınırlı birkaç eş neden çok görülsün?. Onlar eşleri hakkında her bakımdan adaleti, eşitliği uygulamaya kâdir ve onların varlıkları eşleri için ebedî saadete sebep bulunmuştur. (ve Allah’ın emri yerine getirilmiş bir kader bulunmaktadır.) İşte Resûl-i Ekrem’in Hz. Zeynep ile evlenmesi de mukadder olduğundan o evlilik gerçekleşmekle bu kader, bu ilâhi hüküm gerçekleşmiştir.

39. Onlar ki, Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler ve ondan korkarlar ve Allah’tan başka bir kimseden korkmazlar ve hesap görücü olmaya da Allah kâfidir.

39. (Onlar ki,) O haklarında ilâhi sünnet uygulanmış olan Peygamberler ki (Allah’ın gönderdiklerini tebliğ ederler) di. Ümmetlerine gerek nikâha ve gerek diğer şeylere ilâhi hükümleri bildirirlerdi. (ve ondan) O Yüce Yaratıcıdan (korkarlar) dı. Peygamberlik görevini ifa hususunda kimseden sıkılmazlardı. (ve Allah’tan başka bir kimseden korkmazlar)di. Artık peygamberlerin en üstünü olan Hz. Muhammed de elbette ki, yalnız, Allah Teâlâ’dan korkar, insanların dedikodusuna iltifatta bulunmaz (ve hisap görücü olmaya da Allah kâfidir.) o hikmet sahibi mâbud, kullarının amellerini tesbit eder ve onları muhasebeye tâbi tutar. Binaenaleyh lâyık olan odur ki, yalnız o Yüce Yaratıcıdan korkulsun, onun rızasına aykırı hareketlerden kaçınılsın.

40. Muhammed Aleyhisselâm sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir ve lâkin Allah’ın Resulüdür ve Peygamberlerin sonuncusudur ve Allah herşeyi tamamen bilendir.

40. Ey insanlar!. Biliniz ki: (Muhammed) Aleyhisselâm, soy itibariyle (sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir) binaenaleyh Zeyd Bin Harise’nin de babası değildir. Onu vaktiyle oğulluk edinmekle o, hakikaten Hz. Peygamber’in oğlu olmuş değildir ki, onun boşanmış eşiyle evlenmesi, câiz olmasın. Böyle birşey ile bir hürmeti musahere sâbit olmaz. (velâkin) Hz. Muhammed (Allah’ın Resûlüdür) bu sebeple ümmeti hakkında babalarından daha önce gelir, daha şefkatlidir ve daha iyilik ister, onların ebedî hayatlarına sebebtir. (ve) O Yüce Resûl (Peygamberlerin sonuncusudur) artık onunla risâlet ve peygamberlik zinciri sona ermiştir, başka bir Peygamber daha gelmeyecektir, onun peygamberliği bütün insanlığı kıyamete kadar kapsar Hz. İsa Peygamberimizden evvel Beni İsrail’e gönderilmiş bir Peygamber idi. Daha sonra kıyamete yakın dünyaya inmesi, yani bir peygamberlik vazifesine sahip olarak değildir, o da Son Peygamber Efendimizin şeriâtiyle amelde bulunacaktır. Onun kıblesine yönelerek namaz kılacaktır. (ve Allah herşeyi tamamen bilendir) Binaenaleyh hikmet ve faydaya en lâyık olan şeyleri de hakkiyle bilir ve Hz. Muhammed’in Son Peygamber olması da ohikmet sahibi Yaratıcının ilm ve hikmeti gereği bulunmuştur. “Resûl-i Ekrem Efendimizin Hz. Hatice’den Kasım, Tayyib ve Tahir adında üç oğlu dünyaya gelmiş ve daha bülûğ çağına ermeden vefat etmişlerdir ve Maniye adındaki eşinden de İbrahim adındaki oğlu dünyaya gelmiş, daha süt emer çocuk iken vefât etmiştir. Ve Hz. Hatice’den dört kızı da dünyaya gelmiştir ki: Zeynep, Rukiyye, Ümmügülsüm ve Fatimetüzzehra adında bulunuyorlardı. Bunlardan üçü, Resûlüllah hayatta iken vefat etmişlerdir. Hz. Fatime de Peygamber Efendimizin irtihalinden altı ay sonra vefat etmiştir. Allah Teâlâ cümlesinden razı olsun. “Zeyd Bin Harise” Ebu Üsametülkelbi, Peygamber Efendimizin pek sevgili bir kölesi idi. Annesi mensup olduğu “Mein” kabilesini ziyarete giderken yanında bulunan bu çocuk esir tutulup Mekke-i Mükerreme’ye götürülmüş, orada satılığa çıkarılmış, Hekim Bin Hizam tarafından satın alınarak teyzesi Hz. Hatice’ye bağışlanmış, Hz. Hatice radiallahu Anha da onu Resûl-i Ekrem’e hibe etmişti. Peygamber Efendimiz de henüz sekiz yaşında bulunan Zeyd’i azat edip oğulluğuna kabul buyurmuş, çok sevgilisi bulunmuştu. Onları babalarına nisbet ederek çağırın…) ayeti kerimesinin nuzülüne kadar ona “Zeyd Bin Muhammed’e” denilirdi. Zeyd’in babası Harise, oğlunun bu gaybolmasından dolayı çok üzülmüş bulunuyordu. Daha sonra Kelb oğullarından bazı kimseler Hac mevsiminde Zeyd’i görmüşler, gidip babaskına haber vermişlerdi. Babası ile amcası Keab Mekke-i Mükerreme’ye gelmişler, fidye mukabilinde Zeyd’i Resûl-i Ekrem’den almak istemişlerdi. Peygamber Efendimiz de Zeyd’i serbest bıraktı, Zeyd’de Hz. Peygamber’i ana babasına tercih ederek peygamberin yanından ayrılmak istemedi. Resûl-i Ekrem de onu kendisine oğuledindi. Bundan memnun olan babası ve amcası geri dönüp gittiler. Zeyd Radiallahu Anh, ilk İslâmiyet’i kabul edenlerin üçüncüsü veya dördüncüsüdür. Hz. Hatice ile Ebubekirissıddık ve Aliyülmurteza’dan sonra İslâm şerefine nâil olmuştur. Bedr savaşında hazır olup galibiyyet müjdesini Medine-i Münevvere’ve getirmişti. Hicretin sekizinci senesi Rum’lara karşı Şam’a gönderilen birliğe komutan olarak tayin edilmiş, mü’tede vuk’u bulan bir çarpışmada şehit düşmüştür. Kendisinden sonra, kumandanlığı üstlenen Cafer İbni Ebi Talip Hazretleri de bu muharebede şehit olmuştur. Allah Tealâ ikisinden de razı olsun. Resûl-i Ekrem, Sallallâhü Aleyhi Vesellem Hazretleri bu iki muhterem mücahitin şehitlik haberini alınca çok üzülmüş olmuş ve ağlamıştır. Bu Zeyd Radiallâhu Anh’dan başka hiçbir sehâbinin ismi Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiş değildir. Kendisinden ve oğlu Üsame’den bir hayli hadisi şerif naklolunmuştur. Ne büyük muvaffakiyyet!.

41. Ey imân etmiş olanlar! Allah’ı çokça zikir ile zikrediniz.

41. Bu mübârek âyetler de müminlerin Hak Teâlâ Hazretlerini zikr ve tesbih ile mükellef olduklarını bildiriyor. Ve o Yüce Mâbud’un ve Melâike-i Kiram’ın müminler hakkındaki merhamet ve şefkatlerini beyân buyuruyor ve o müminleri haklarında hazırlamış pek yüce mükâfat ile müjdelemektedir. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar!.) Ey Allah’ın birliğini, Hz. Muhammed’in Peygamberliğini tasdik etmek şerefine nâil bulunanlar!. (Allah’ı çokça zikr ile zikr ediniz) O Yüce Mâbud’u daima techide, takdise, temcide devam eyleyiniz, gafilce bir halde yaşamayınız.

42. Ve O’na sabah ve akşam tesbihte bulunun.

42. (Ve O’na) O Kerem Sahibi Yaratıcıya (sabah ve akşam) öyle faziletli vakitlerde vesâir zamanlarda (tesbihte bulunur) onunilâhi zâtını lâyık olmayan şeylerden tenzihe devam eyleyiniz. O mukaddes mâbudunuzun hakkınızdaki nimetlerine karşı şükrân vazifesini ifaya çalışınız.

=Allah, noksan sıfatlardan yücedir, hamd Allah’a mahsustur, Allah’tan başka ilâh yoktur. Allah en büyüktür, güç ve kuvvet ancak Allah’tandır.) denilmesi en güzel bir tesbih ve takdisten ibarettir.

43. O Yüce Yaratıcıdır ki, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size merhamet buyurur, melekleri de. Ve müminler için pek merhametli bulunmaktadır.

43. Evet.. O Yüce Mâbud’u zikre, tesbihe devam ediniz. Çünki (O) Yüce yaratıcı (dir ki) Ey müminler!. (sizi karanlıklardan) Küfrden ve günahlardan (nûra) îmana ve ibadet ve itaate (çıkarmak için size merhamet buyurur) sizi imân ve itaat dairesinde yaşatir (melekleri de) hakkınızda istiğfârda bulunurlar. Onların da böyle mağfiret talebinde bulunmaları, müminler hakkında bir merhametten, bir şefkatten başka değildir. (ve) O Yüce Mâbud bütün (müminler için) dünyada da ve ahirette de (pek merhametli bulunmaktadır) bunun içindir ki, müminleri, dünyada hallerinin iyiliğini, şânlarının yücelmesini temin edecek şeyler ile mükellef kılmış, onları zikr ve fikne, ibadet ve itaate teşvik buyurmuştur. Melekleri de onların haklarında duahân bulundurmuştur.

44. Ona kavuşacakları gün duâları, selâmdır ve onlar için pek şerefli bir mükâfat hazırlamıştır.

44. O Şanı Yüce Yaratıcının, müminler hakkında daha bu dünyadalarken öyle ilâhi merhametinin tecelli etmiş olduğu gibi (O’na kavuşacakları gün) de, ahiret âleminde de cennetlere dahil, Allah’ı görmeye nâil olacakları vakit de (duâları) o müminler hakkında Cenab-ı Hak’kın veya meleklerin sağlık, selâmet, saadet dilemesi de (selâmdır) onların her türlü korkudan, afetten, emin, selâmete nâil olduklarını kendilerine müjdedir. (ve) Allah Teâlâ Hazretleri (onlar için) o müminler hakkında sırf ikram ve iltifat için öyle selâmet ve saadete kavuşmakla beraber (pek şerefli bir mükâfat) da (hazırlamıştır.) O da ebediyyen cennetlerde kalmalarıdır, Allah’ı görmeye mazhar olarak ebedî bir ruhani zevke nâil olmalarıdır. Cenab-ı Hak cümlemize nasip buyursun. Amin.

45. Ey Peygamber! Şüphe yok ki, biz seni bir şâhit ve bir müjdeci ve bir korkutucu olarak göndermişizdir.

45. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in ne gibi güzel vasıflar ile vasıflanmış ve ne gibi bir nurâniyete sahip bulunmuş olduğunu bildiriyor. Müminleri büyük bir ilâhi lütfa mazhar olmakla müjdeliyor. Ve Yüce Peygamberin Hak’ka tevekkül ile mükellef ve ilâhi korumaya nâil olup îmansız kimselere iltifat etmekten uzak bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey Peygamber!.) Ey Son Peygamber!. (şüphe yok ki, biz seni) diğer halkımıza (bir şâhit) onların hallerine, tasdikte mi, yalanlamadamı bulunduklarına, kurtuluşa mı, sapıklığa mı müstait olduklarına şahit olmak üzere gönderdik (ve) seni (bir müjdeci) imân edenleri cennetle müjdelemeye (ve bir korkutucu) dinsizleri de cehennem ateşiyle korkutmaya memun (olarak göndermişizdir.) sen böyle bir risalet vazifesine sahip bulunmaktasın.

46. Ve Allah’a izni ile bir dâvet edici ve aydınlatıcı bir kandil olarak gönderdik.

46. (Ve) Ey en üstün peygamberi!. Seni (Allah’a) Cenab-ı Hak’kı birlemeleri ve ona itaat etmeleri için o Yüce Mabûd’un (izniyle) onun gösterdiği kolaylık ve muvaffakiyet ile (bir dâvet edici) olmak üzere gönderdik, seni öyle yüce bir vazife ile görevli kıldık (ve) ey hidâyet rehberi olan Yüce Peygamber!. Seni (nurlandırıcı) cehalet karanlıklarını gidererek etrafa hidâyet nurları yayıcı (bir kandil olarak) gönderdik. Sen, insanlık muhitini, manevî nurlar ile aydınlatan, sahip olduğun ilâhi nurlar ile insanları diyanet ve hidâyet yoluna sevk eden pek parlak bir kandil hükmünde bulunmaktasın. Kabiliyetli olan kimseler, senin yaydığın nurlardan iktibasa, onunla selâmet sahasına kavuşmaya muvaffak olurlar.

“O Envâr-ı Muhammed’dir, furuği ruyi Ahmed’dir”

“Ziyâsı çarha mümteddir, zehi nur muallâdır” “Vahbî

47. Ve müminleri müjdele, muhakkak ki, onlar için elbette Allah tarafından pek büyük ihsan vardır.

47. (Ve) Ey hidayet rehberi olan Yüce Resûl!. (müminlere müjdele) Senin yaydığın nurlar ile vicdanlarını aydınlat, hidayet yolunu takibeden ehli imâna müjde yer (muhakkak ki, onlar için elbette Allah tarafından pek büyük bir ihsan vardır.) Onların şerefleri Allah katında pek âlidir veya onlara güzel amellerinden dolayı bir ilâhi lütuf olarak kat kat sevaplar verilecektir. “Rivayete göre Peygamberimizi mağfirete kavuşmakla müjdeleyen

= Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlasın, diye… Fetih/2) âyeti kerimesi nazil olunca Eshab-ı Kirâm demişler ki: Yâresûllah!.Senin hakkında Cenab-ı Hak’kın ne yapacağını bilmiş olduk, ya bizim hakkımızda ne yapacaktır? Bunun üzerine bu ( = Müminleri müjdele…) âyeti kerimesi nazil olmuş, bütün müminler ilâhi lütfa nailiyetle müjdelenmişlerdir. -Tefsiri merağı-

48. Ve kâfirlere ve münafıklara itaat etme ve onların ezâlarını bırak ve Allah’a tevekkülde bulun ve Allah seni koruyucu olmaya kâfidir.

48. (Ve) Ey Mahlukatın en faziletlisi!. Sen (kâfirlere ve münafıklara itaat etme) onlara memur olduğun ahkamı tebliğ et, kendilerine asla dostluk gösterme, senin aleyhindeki sözlerinden dolayı endişede bulunarak onlara karşı peygamberlik vazifeni ifâdan geri durma. (ve onların ezalarını bırak) Onların eziyetlerine aldırma, meselâ: Hz. Zeynep ile evlenmenden dolayı öyle cahil, beyinsiz kimselerin dedikodularına ehemmiyet verme, sabr et, Cenab-ı Hak onların eziyetlerini senden uzaklaştıracaktır. Çünki sen hak için çalışmaktasın, bütün insanlık hakkında hayır dilersin (Allah’a tevekkülde bulun) Her hususta Cenab-ı Hak’ka itimattan, teslimiyetten ayrılma (ve Allah) seni (Koruyucu olmaya kâfidir) o Kerem Sahibi Yaratıcı, bütün işlerinde seni muvaffak kılar, düşmanlarından korur, senin yaydığın İslâm dinî, bütün ufuklara yayılır. O Yüce Yaratıcı, seni bir mukaddes kuvvet ile güçlendirmiş bulundurmaktadır. Ne büyük bir ilâhi iltifat!.

49. Ey imân etmiş olanlar! İmân sahibi olan kadınları nikâh ettiğiniz, sonra da onları daha kendilerine temas etmeden evvel boşadığınız vakit, artık sizin için onların üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur. O halde onları fâidelendiriniz ve onları güzelce bir şekildesalıveriniz.

49. Bu mübârek âyet, müminlerin âile hayatına ait mühim bir vazifelerini bildirmektdir, onların boşanması takdirine, nasıl insana yakışır bir tarzda hareket edeceklerini beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar!) Ey İslâm erleri!. (imân sahibi olan kadınları nikâh ettiğiniz) zaman (sonra da onları daha kendilerine temas etmeden) onlar ile cinsel ilişkide ve cinsel ilişki hükmünde olan bir halveti sahihada bulunmadan (boşadığınız vakit) hemen nikâh bağı yok olmuş olur. (artık sizin için onların) O boşadığınız eşlerinizin (üzerlerine sayacağınız bir iddet yoktur.) O boşanmış kadınlara bir iddet gerekmez, evlilik bağı, kalmamış olacağından başkalarıyle evlenebilirler. (O halde onları fâidelendiriniz) Eğer kendilerine bir mehr tâyin edimiş ise o mehr’in yarısını hak etmiş olurlar, o miktarı onlara veriniz ve eğer mehr adına birşey tâyin edilmemiş ise “müt’a” adıyla onlara bir miktar mal vermek lâzım gelir. (ve onları) O boşadığınız kadınları (güzelce birşekilde salıveriniz) onları bir müddet hânenizde habsetmeyin, bir iddet beklemeye mecbur kılmayın, kendilerine bir zarar vermeyin, ahlâki olmayan bir muamelede bulunmayın. Ehi-i Kitap ile nikâh ve boşanma hakkında da bu hükm câridir. Müminelerin tahsisen zikredilmesi, müminlerin, mümineler ile evlenmeyi tercih etmelerine işaret içindir.

§ Halveti sahihe; Koca ile karının bir hânede, bir odada veya kapısı

§ İddeti Nikah; Vefât veya ayrıldıktan sonra geriye kalar nikâh izlerinin son bulması için şer’ân muayyen olan bir müddettir ki, bu müddet nihayet bulmadıkça karı başkasiyle evlenemez. Bazı hususlarda koca için beklemek lâzim gelir, başkasiyle evlenemez. Meselâ dört karısı olan bir erkek, bunlardan birini boşasa bu kadının iddeti bitmedikçe başka bir kadınla evlenemez ve boşadığı kadıniddeti bitmedikçe onun kız kardeşiyle evlenemez. Boşanmış bir kadın, hayz görmüyorsa, boşandığı günden itibaren doksan gün bekler, hayz görüyorsa üç hayz görmekle iddeti sona erer. Gebe bir kadında çocuğunu doğurmakla iddetten kurtulur. Kocası ölüp gebe olmayan bir kadın da yüz otuz gün iddet bekler. Bu müddet bitmedikçe başkasiyle evlenemez. Mihr ve müt’a için 30’uncu âyeti kerimenin izâhına müracaat!.

50. Ey Peygamber! Şüphe yok ki, biz sana helâl kıldık, mehrlerini verdiğin eşlerini ve Allah’ın sana ganimet olarak verdiğinden elinin altında bulunan cariyeleri ve seninle beraber hicret etmiş bir amıcan kızlarını ve halan kızlarını ve dayın kızlarını ve teyzen kızlarını ve bir de imân etmiş bir kadın eğer nefisini Peygambere bağışlarsa Peygamber de onu nikâhı altına almak isterse o da diğer müminlere değil Ey Peygamber sana mahsus olmak üzere helâl kılınmıştır. Onların diğer müminlerin üzerine eşleri ve sağ ellerinin mâlik olduğu cariyeleri hakkında ne farzetmiş olduğumuzu elbette bilmişizdir. Sana bu böyle bir âile teşkilini helâl kıldık tâki senin üzerine bir darlık olmasın. Ve Allah yarlığayıcı, bağışlayıcı bulunuyor.

50. Bu mübârek âyet de Resûl-i Ekrem Hazretlerine hangi kadınlar ile evlenmenm helâl ve hangi kadınların o Yüce Peygamber’e mahsus olduğunu bildiriyor. Ve diğer ehli imân hakkında da hangi kadınlar ile nikâhın, yaklaşmanın, helâl bulunduğunu ve gafur ve rahim olan Cenab-ı Hak’kın bu hususta Resûl-i Ekrem’ine kolaylık göstermiş olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey Peygamber!.) Ey peygamberlerin en üstünü (şüphe yok ki,) Bir ilâhi lütuf olmak üzere (biz sana helâl kıldık) dinen meşru bulundurduk (mehr’lerini verdiğin eşlerini) onlar ile aranızda evlilik bağı meydana gelmiştir. Nikâh aktedilirken belirtilen mehr, ya hemen verilir veya bir sureile kayıtlı bulunur. Her iki takdirde de nikâhın sıhhati bakımından mehr verilmiş sayılır, cinsel yaklaşma helâl olur. (ve) Ey Resûl-i Ekrem!. (Allah’ın sana gânimet olarak verdiğinden) cihat neticesinde din düşmanlarından esir olman arasındaki kadınlardan (elin altında olan câriyeleri) de sana helâl kılmıştır. İşte Hz. Safiyye, Güveyre, Reyhâne, ve Mariye adındaki câriyelerini de Resûl-i Ekrem azat ederek nikâhı altına almak şerefine nâil buyurmuştu. (ve) Yine Resûl-i Ekrem’e hitaben buyuruluyor ki: (seninle beraber hicret etmiş olan amucan kızlarını ve halan kızlarını ve dayın kızlarını ve teyzen kızlarını da) Cenab-ı Hak sana helâl kılmıştır, bunlardan dilediğini nikâhın altına alabilirsin. Elverir ki, hicrette bulunmuş olsunlar. Resûl-i Ekrem, amucası kızı Ümmühaniyi nikâhı altına alamamıştı. Çünki o hicrette bulunmamıştı. İbni Adil diyor ki: Daha sonra nikâhın helâl olması için bu hicret şartı kaldırılmıştır. “Essirac-ül-Münir” (ve bir de imân etmiş bir kadın, eğer nefsini Peygamber’e) mehirsiz (bağışlarsa, Peygamber de onu nikâhı altına almak isterse o da diğer müminlere değil) Ey kadri Yüce Peygamber (sana mahsus olmak üzere) helâl kılınmıştır. Başka müminler için mehirsiz bir kadınla evlenmek helâl değildir. Bir kadın nefsini, bir erkeğe mehirsiz eş olmak üzere hibe edecek olsa o kimse de kabul etse o kadın için mehri misl lâzım gelir. Şu kadar var ki, bir kadın nikâhdan sonra, isterse mihrini kocasına bağışlayabilir. (onların) Diğer müminlerin (üzerine eşleri ve sağ ellerinin sahip olduğu) cariyeleri (hakkında ne farzetmiş olduğumuz elbette bilmişizdir.) yani: Onların haklarındaki nikâhların doğru olması için riâyet edilmesi lâzım gelen şartlar ve diğer haklar ve hangi kadılar ile evlenmelerinin helal olup olmadığı Allah katında bilinmektedir, bu hususta hikmet ve menfaatin gereği ne ise o meşru bulunmuştur. Binaenaleyh bu husustaki ilâhi hükümlere riâyet edilmesi ehli imân içinbir görevdir. Ve ey Yüce Peygamber!. Sana bildirilen kadınlar ile evlenmeni sana helâl kılmış olduk. (tâki, senin üzerine bir darlık olmasın) taki, bir geniş hayat tarzına nâil, gönlü rahat olarak yaşayasın, peygamberlik vazifeni güzelce ve kolaylıkla ifâya muvaffak olasın. (ve Allah yarlıgayıcı) dir. Kullarının birnice kusurlarını af eder ve örter ve o Hikmet Sahibi Yaratıcı (bağışlayıcı bulunuyor.) kulları hakkında merhameti pek ziyâdedir. Onun içindir ki, haklarında hikmet ve menfaate muvafık, ictimai hayatı güzelce tanzime vesile olan hükümleri beyân buyurmaktadır.

51. Onlardan dilediğini geri bırakırsın ve dilediğini kendi yanına alabilirsin. Geri bıraktığından da kimi istersen yanına alabilirsin. bunda sana bir günâh yoktur, böyle senin reyine bırakılması gözlerinin aydın olmasına ve üzgün olmamalarına ve kendilerine verdiğinden razı olmalarına en yakın olandır. Ve Allah, kalplerinizde olanı bilir. Ve Allah bilen, hilim sahibi bulunmaktadır.

51. Bu mübârek âyetler de Resûl-i Ekrem’in muhterem eşleri hakkında memnuniyetlerini, hoşnutluklarını sağlayacak şekilde muamele yapacağını ve başka kadınlar ile ne kadar güzel olsalar da artık evlenemiyeceğini, yalnız câriye edinmesinin müstesnâ olduğunu ve Allah Teâlâ’nın herşey hakkında koruyucu ve bilici bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Allah’ın sevgilisi!. (Onlardan dilediğini geri bırakırsın) Eşlerinden hangi biriyle beraber yatmayı, geceleri bir arada bulunmayı terkedebilirsin (ve dilediğini kendi yanına alabilirsin) onu mutluluk katında bulundurarak geceleri onunla beraber bulunabilirsin. Bu senin reyine bırakılmıştır, onları eşitlik onunla beraber bulunabilirsin. Bu senin reyine bırakılmıştır, onları eşitlik üzere yanında bulundurmaya mecbur değilsin. Bu, senin tensibine brakılmıştır. Bununla beraber bir müddet (geri bıraktığından) talakı rec’i ileboşamış olduğun eşlerinden (de kimi ister isen) tekrar nikahın altında bulunmasını arzu eylersen (yanına alabilirsin) rüc’atte bulunarak onu tekrar eşlik şerefine kavuşturabilirsin. Eşlerin haklarında böyle bir muamelede bulunacağından dolayı (sana bir günâh yoktur) bundan mes’ul olmazsın, bu sana Allah tarafından hikmet gereği verilen bir selâhiyettir. Bu muamelenin böyle senin görüşüne bırakılması, sana tefvîz edilmesi, eşlerinin (gözlerinin aydın olmasına ve mahzun olmamalarına ve kendilerine verdiğinden râzı olmalarına en yakın olandır) çünkü bu takdirde hepsine karşı aynı selâhiyete sahip bulunmuş olursun. Artık aralarında kasme riâyet eden, eşitliği her bakımdan temine çalışır isen bunu senin bir lütfun bilerek kalben memnun, hoşnut olurlar ve eğer bazısını bazısı üzerine tercih edecek olursan bunu da hikmet gereği bir ilâhi hükme, bir ilâhi müsaadeye dayanmış ve takdir edilmiş olduğunu anlayarak kalben, razı, mutmain bulunurlar. (ve Allah ezeli ve ebedî olarak bilendir), herşeyi tamamen bilir ve o Yüce yaratıcı (hâlim bulunmaktadır.) isyankar olanların cezalarını hemen vermez kendilerine bir müddet verir, tâki hâllerini islâha çalışsınlar, ebedî nimetlere nâil olsunlar.

52. Bundan sonra sana başka kadınlar helâl olmaz ve bunları başka eşler ile değiştirmek de helâl olmaz, isterse, güzellikleri pek hoşuna gidecek olsun. Ancak sağ elinin sahip olduğu müstesnâ. Ve Allah herşey üzerine nâzır olmuştur.

52. Ve ey Resûl-i Ekrem!. (Bundan sonra) Böyle nikâhı altında dokuz eşin bulunduğunu müteakip (sana) başka (kadınlar helâl olmaz) artık başka bir kadınla daha evlenemezsin. (ve bunları) Şimdi nikahın altında bulunan eşlerini (başka eşler ile değiştirmek de) sana helâl olmaz. Bunlardan hangi birini boşayıp da yerine başkasını alamazsın, bunları boşamayamüsaade yoktur. (İsterse) O başka almak istediğin kadınlarm (güzelikleri hoşuna gidecek olsun) onlar pek güzel olsunlar, büyük bir soy ve sopa sahip bulunsunlar. Herhalde onlar ile artık evlenemezsin, bu câiz değildir. (ancak sağ elinin sahip olduğu müstesnâ) yani: Ancak sahip olduğun câriyeleri saadet katında tutabilirsin, onlar üzerinde sahipliğin geçerli olur. Nitekim Kostantaniye Rum İmparatorunun İskenderiye’de emiri bulunan Mukevkıs, hicretin sekizinici senesi Mariye adındaki câriyesini ve “Siyrin” adındaki hemşiresini hediye olarak Resûl-i Ekrem’e göndermişti. “Mariye Hazretleri İslâm şerefine nâil olup Resûl-i Ekrem’in câriyesi bulunmuş ve Peygamberimizin İbrahim adındaki mübârek oğlunu doğurmuştur. Hz. İbrahim daha süt emer bir yaşında iken vefat etmiştir, Hz. Mâriye de hicretin onaltıncı senesinde vefât edip cenaze namazını halife bulunan Ömerülfâruk Hazretleri kıldırmıştır. “siyrin” adındaki hemşire de ashab-ı kiramdan Hassan İbni Sâbit Hazretleri ile evlendirilmişti. (Ve Allah herşey üzerine gözetleyicidir) Bütün kullarını sözleri ve fiillerini bilmektedir, görmektedir. Binaenaleyh meşruiyet dâiresinden çıkmamak, ilâhi hükme razı ve riayetkâr olmak icabeder. “İbni Cerir’in rivâyetine göre Resûl-i Ekrem Efendimize eşleri hakkında serbestlik verilince muhterem eşleri boşanacaklarından korkmuşlar, o eşlik şerefinden mahrum kalmamaları için Hz. Peygambere müracaat etmişler, “Ya Resûlullah!. Bizi nikahın altında tut, da bize malından, nefsinden dilediğini işle, biz râzıyız, demişler, Hz. Peygamber’e olan pek ziyâde sevgi ve bağlılıklarını göstermişlerdi. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuş, artık o muhterem annelerimizin üzerine o bağlılıklarının bir mükâfatı olmak üzere Peygamber Efendimizin başka kadınlar ile evlilikte bulunmayacağını beyan buyurulmuştur.

53. Ey imân etmiş olanlar! Peygamberin hanelerine bir yemeğe dâvet olunmadan girip yemek pişmesini beklemeyin. Meğer ki, size izin verilmiş olsun. Fakat öyle dâvet olunduğunuz vakit giriniz. Yemeği yedikten sonra lâfa dalmaksızın dağılınız. Çünkü o, şüphe yok ki, Peygamber’e eziyet verir, o da sizden utanır. Fakat Allah hakkı bildirmekten çekinmez. Ve onlardan bir lüzumlu şey soracağınız vakit de onlardan bir perde ardından sorunuz bu sizin kalpleriniz için ve onların kalpleri için daha temizdir ve Allah’ın Resûlüne sizin eziyet vermeniz doğru değildir ve ondan sonra zevcelerini nikâh etmeniz de ebediyyen câiz değildir şüphe yok ki, o, Allah katında çok büyük bir günâh bulunmaktadır.

53. Bu mübârek âyetler de Resûl-i Ekrem’in hanei saadetine ne gibi ahlak kurallarına riayet edilmek suretiyle girileceğini, ve temiz eşlerden birşeyin ne şekilde sorulabileceğini ve Yüce Peygamberden sonra muhterem eşleriyle başkalarının evlilikte bulunamayacaklarını bildiriyor, bu husustaki dinî terbiye ve ictimai hikmete işaret buyuruyor. Ve Hak Teâlâ Hazretlerinin herşeyi hakkiyle bilir olduğunu beyân ile insanları uyanmaya dâvet buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey imân etmiş olanlar!.) Ey Resûlullah ile görüşmek şerefine sahip bulunan müslümanlar!. (Peygamber’in hanelerine) Muhterem âilelerinin ikamet ettikleri evlere (bir yemeğe davet olunmadan girip yemek pişmesini beklemeyin) böyle bir dâvet ve müsaade bulunmaksızın kendi kendinize öyle bir arzuda bulunmayın (meğer ki, size izin verilmiş olsun) saadet hânesine ginmek için bir müsaade bulunsun, o zaman girebilirsiniz. (fakat) öyle (dâvet olunduğunuz vakit) peygamberin evine (giriniz) o dêvete icabetten geri durmayınız. Şu kadar var ki, (yemeği yedikten sonra lâfa dalmaksızın) birbirinizle çokca sohbette bulunmaksızın (dağılınız) gideceğiniz yerlere gidiniz, hâneisaadeti işgal edip durmayınız (çünkü O) sizin öyle fazla lâkırdılara dalıp durmanız (şüphe yok ki, Peygamber’e eziyet verir) Resûl-i Ekrem’in kalp huzuruna, yüce mesaisine engel olabilir (o da sizden utanır) çıkıp gitmenizi emredemez, hilmi keremi buna mani olur. (Fakat Allah hakkı -bildirmek-den çekinmez.) Hak’kınızda uygun olanı, ictimai terbiyeniz icâbından bulunanı size ihtar buyurur. O bütün mahlûkatın Yaratıcısı ve rızık vericisi olan yüce mâbud hakkında öyle bir utanma tasavvur olunamaz. O bütün hakikatları kullarına açıkça beyân buyurur, O’nun ilâhi rahmeti, kulları hakkında bu şekilde de tecelli etmiş bulunur. Ve ey müminler!. (onlardan) Resûl-i Ekrem’in muhterem eşlerinden (bir lüzumlu şey) hane eşyasından çanak, çömlek, elbise gibi bir mal (soracağınız) isteyeceğiz (vakit de bemen bane içerisine girmeyiniz onlardan bir perde ardından) sorunuz, isteyiniz, onlar ile sizin aranızda, bir engel, bir perde bulunsun. (bu) Sizlere teklif edilen şey, izinsiz Hz. Peygamber’in evine girilmemesi, fazla lâkırdılarda bulunulmaması, perdesiz birşeyin istenilmemesi (sizin kalpleriniz için ve onların kalpleri için daha temizdir) böyle bir hareket, daha ziyâde, ahlâk temizliği icabıdır, böyle bir muâmele kalpleri şeytanın vesveselerinden uzak bulundurmuş olur. (Ve Allah’ın Resûlüne eziyet vermeniz doğru değildir,) Siz o Yüce Peygamber’e her bakımdan hürmette, saygı sunmakta bulunmakla mükellefsiniz, onun bütün ümmetin fertleri hakkındaki hayır isteyiciliğine karşı teşekkür etmelidir, onun mübârek kalbini hoş edecek şekilde harekette bulunmalıdır, bunun hilâfına hareketle onun mübârek kalbini incitmek nasıl muvafık olabilir?. (ve) O Yüce Peygambere karşı daha hayatta iken öyle hürmet ve tâzimde bulunmak lâzım olduğu gibi (ondan sonra) ahirete irtihalini müteâkip veya hangi bir eşini boşadıktan sonra (eşlerini nikâh etmeniz de ebediyyen) câiz değildir. Çünkü Resûl-iEkrem’in muhterem eşleri, manen müminlerin anneleridir, onların şerefleri pek fazladır, onlar ile evlenmeye kalkışmak, Yüce Peygamber’e karşı hürmete, bağlılığa aykırıdır, ümmetin fertleri arasında ihtilâfı, dargınlığı gerektiricidir. Binaenaleyh, öyle bir muamele, hikmete, İslâmi terbiyeye uygun olamaz. (şüphe yok ki, o) Resûl-i Ekrem’e eziyet vermek, hürmetsizlikte bulunmak, kendisinden muhterem eşleriyle evlenmeye kalkışmak (Allah katında çok büyük) bir günah (bulunmaktadır) müslümanların vazifeleri ile, Resûl-i Ekrem, Sallallâhu Aleyhi Vesellem Efendimiz hakkında gerek hayatta iken ve gerek ahirete irtihâlinden sonra daima hünmette, saygıda bulunmaktır, buna muhalif hareketlerden kaçınmaktır.

54. Eğer birşeyi açıklar veya onu saklar iseniz, şüphe yok ki, Allah herşeyi hakkıyla bilici bulunmaktadır.

54. Artık ey müslümanlar!. Bilmelisiniz ki, siz (Eğer bir şeyi açıklar) iseniz, dinen yasak, hürmete aykırı birşeyi lisânen söyler iseniz, meselâ: Hz. Peygamber’in vefâtından sonra muhterem eşlerinden biriyle evlenmek istediğinizi söylemek günâhında bulunursanız (veya onu saklar iseniz) öyle bir arzuyu kalplerinizde bulundurur iseniz, bütün bunları Cenab-ı Hak bilir. Zira (Şüphe yok ki, Allah herşeyi hakkiyle bilici bulunmaktadır) sizin o açık ve gizli olan lâkırdılarınızı da, kuruntularınızı da tamamen bilir. Ona göre sizi mükâfata ve cezaya kavuşturur. Artık güzelce düşünerek hareketinizi buna göre tanzime gayret etmelisiniz.

§ Birçok tefsirlerde ve Sahihi Buhârî ve Sahihi Müslim gibi hadis kitaplarında beyân olurduğu üzere Resûl-i Ekrem, Sallallâhü Aleyhi Vesellem Efendimiz, hicreti Seniyyelerinin beşinci senesi Zilkâde ayında “Zeynep Binti Cahş” Radiallâhü Teâlâ Anha ile evlendiği zaman saadet hanesinde bir ziyafet tertipbuyurmuştur. Bazı zâtlar dâvetli bulunuyorlardı, gelip oturdular, yemeklerini yediler, sonra oturup fazlaca sohbete daldılar, Hz. Peygamber, bir aralık yanlarından ayrıldı, sona yine teşrif etti, o zâtlar halâ konuşmakta idiler. Nihayet uzunca bir sohbetten sonra çıkıp gittiler. Bunun üzerine sabahleyin bu mübârek hicab âyeti nâzil olmuştur. Bu sayede bütün ümmetin fertleri için de bir fazilet dersi verilmiş bulunmaktadır.

55. Onların üzerlerine bir vebâl yoktur, ne babalarında ve ne oğullarında ve ne kardeşlerinde ve ne kardeşlerinin oğullarında ve ne kız kardeşlerinin oğullarında ve ne kendi kadınlarında ve ne de ellerinin sahip olduklarında. Bunlar ile görüşebilirler. Ve Allah’tan korkun. Şüphe yok ki, Allah herşey üzerine bir şahittir.

55. Bu mübârek âyetler, müslüman kadınların kimler ile perdesiz görüşebileceklerini bildiriyor ve kendilerine Allah korkusunu telkin buyuruyor. Allah Teâlâ’nın rahmetine ve meleklerini istiğfarına mazhar olan Yüce Peygambere müminlerin de selâtüselâmda bulunmalarını emrediyor. Allah Teâlâ’nın emrine muhalefet ve Peygamberine ezaya cür’et edenlerin dünyada da ahirette de ilâhi lânete ve pek fecî bir azaba uğrayacaklarını ihtarda bulunuyor. Ehli imân olan erkekler ile kadınlara haksız yere ezada bulunanların da, büyük ihanetten ibâret olan bir iftirada ve pek açık bir günâhta bulunmuş olduklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (onların) O islam kadınlarının (üzerlerine bir vebâl yoktur) perdesiz bir arada buluşup görüşmelerinden dolayı bir günah terettüp etmez. (ne babalarında ve ne oğullarında ve ne kardeşlerinde ve ne kardeşlerinin oğullarında ve ne kız kardeşlerininn oğullarında) bunlar ile perde arkasında olmaksızın görüşmelerinde bir sakınca yoktur. Bu hususta süt babalar da soy bakımından olan baba hükmündedir. Amucalarve dayılar da baba hükmünde oldukları için ayrıca zikredilmemişlerdir. (ve) Müslüman kadınlarının (ne kendi kadınlarında) kendileri gibi müslüman bulunan kadınlar ile görüşmelerinde bir günah yoktur, aralarında bir akrabalık bulunsun bulunmasın. Müslüman bulunmayan kadınlar ise bir görüşe göre yabancı erkekler hükmündedirler. İmam-ı Nevevi’ye göre iş görürken açılan azalara o yabancı kadınların bakmaları câizdir. (ve ne de ellerinin sahip olduklarında) Bir vebal yoktur, bunlar ile görüşebilirler. Bunlardan maksat, köleler ve cariyelerdir. Bunların üzerindeki sahiplik hakkı, onların saygılı bir vaziyet almalarını gerektirir ve bunlar daima hizmetle meşgul bulunurlar, onlardan tamamen kaçınmak, müşkül bulunur. Bundan dolayı bunlar tam yabancı erkekler ve kadınlar gibi değildirler. Bununla beraber bir görüşe göre bunlardan maksat yalnız cariyelerdir. Özet olarak: Bu bildirilen kimseler ile perdesiz görüşebilir, bu yasak değilir. (ve) Ey İslâm kadınları! (Allah’tan korkun) Onun emrettiği ve yasakladığı şeylere lâyıkiyle riâyette bulunun ve özellikle bu örtünme meselesinde Hikmet Sahibi Yaratıcının hükümlerine uymaktan ayrılmayın (Şüphe yok ki, Allah herşey üzerme bir şâhittir) O Yüce Yaratıcı’ya karşı hiçbir şey gizli kalamaz, onun ezelî ilminden hiçbir şey hariç bulunamaz. Binaenaleyh sizin de bütün fiilleriniz ve amellerinizi O Yüce Mabûd bilmektedir, bunu düşünerek ona göre hareketlerinizi tam bir temizlik ile tanzime gayret eyleyiniz. Deniliyor ki: Perde âyeti kerimesi nâzil olunca babalar ve oğullar ve diğer akrabalar demişler ki: Ya Resûlullah!. Bizlerde mi perde arkasından konuşacağız?. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuş, onların bu hususta müstesnâ bulundukları bildirilmiştir.

56. Muhakkak ki, Allah Teâlâ ve melekleri Peygamber üzerine sel âtta bulunurlar. Eyimân etmiş kimseler! Onun üzerine selâtta, teslimiyetle selâmda bulunun.

56. (Muhakkak ki, Allah Teâlâ ve melekleri Peygamber üzerine selâtta bulunurlar.) yani: Allah Teâlâ Yüce Peygamberine rahmet eder, onu meleklere karşı övgüde bulunur. Melekler de o Yüce Resûl hakkında duada, istiğfarda bulunarak ona olan muhabbet ve hürmetlerini göstermiş olurlar. Artık (ey imân etmiş kimseler!.) O Allah Resûlünün peygamberliğini kabul, kendisine mensup olmakla iftihar eden müslümanlar!. Siz de (onun üzerine selâtta, teslimiyetle selâmda bulunun) mesela: Onun mübârek ismi anılınca: “Ey Allah’ım! Muhammed Aleyhisselâm’a Selatüselâm buyur” diye temenniye devam edin. O kadri Yüce Peygamber’e olan muhabbet ve bağlılığınızı bu şekilde de göstermiş olan, bu sebeple de mükâfata nâil olursunuz. Nitekim bir hadisi şerifte buyurulmuştur: Her kim bana bir selâtta bulunursa Allah Teâlâ ona on selâtta bulunur, ondan on hatasını düşürür, onun için on derece yükseltir. “Essirac-ül-Münir.”

57. Şüphe yok ki, o kimseler ki, Allah’a ve Peygamberine ezâda bulunurlar onlara Allah Teâlâ dünyada ve ahirette lânet etmiştir ve onlar için pek hakaretli bir azap hazırlamıştır.

57. (Şüphe yok, o kimseler ki, Allah’a ve Peygamberine ezâda bulunurlar) yani: O kâfirler ki, Cenab-ı Hak’ka ortak, evlat isnât ederler, ilâhî ayetlerini inkâra cür’et gösterirler ve onun Yüce Peygamberine şâir, sihirbaz, deli demek terbiyesizliğinde bulunurlar, onun muhterem âile hayatına dil uzatma alçaklığında bulunmuş olurlar. Artık (onlara) öyle kâfir, iftiracı şahıslara (Allah Teâlâ dünyada ve ahirette lânet etmiştir.) onlar ilâhi rahmetten uzak düşürülmüşlerdir. (ve onlar için pek hakaretli bir azap hazırlamıştır) Onlar ahirette pek büyük bir ihanete, ebedî bir cehennem âteşine tutulmuş olacaklardır.

58. Ve o kimseler ki, mümin erkeklere ve mümin kadınlara yapmamış oldukları birşey sebebiyle ezâda bulunurlar, artık muhakak ki, pek mühim bir iftirayı ve bir açık günâhı yüklenmiş olurlar.

58. (Ve o kimseler ki, müminlere ve müminelere yapmamış oldukları birşey sebebiyle) Cezayı ve kınama ve ayıplamayı icâbeden bir hareket kendilerinden meydana gelmemiş olduğu halde (ezada bulunurlar) öyle ahlak dışı, iftiracı şekilde bir harekete cür’et gösterirlen (artık muhakkak ki, pek mühim bir iftirayı) büyük bir alçaklığı, dünyada da ahirette de cezayı gerektiren bir hareketi işlemiş (ve bir açık günâhı yüklenmiş) ahirette de cezayı gerektiren pek açık bir günahı işlemiş (olurlar) ve Yüce Peygamber’in ümmetinin fertlerinden herhangi birine böyle haksız yere dil uzatmakta bulunmak, o merhamet sahibi Peygambere karşı da bir eza mahiyetinde olacağından bu bakımdan da o cür’etkar kimseler her türlü kınamaya, cezaya lâyık bulunmuş olurlar. “Deniliyor ki: Bu ayeti kerime, münafıklar hakkında nazil olmuştur. Onlar İmam-ı Ali Hazretlerine ezada bulunuyorlar, “Onda bir hayr yoktur” diyorlar imiş. Veyahut iffetli müslüman kadınlarına söz atarak onlara iffetsiziik isnâdına cür’et eden iftiracı şahıslar hakkında nâzil olmuştur

59. Ey Peygamber! Eşlerine ve kızlarına ve müminlerin kadınlarına deki, üzerlerine ferâcelerini sıkı örtsünler. Bu, onların tanınmalarına ve ezâ edilmemelerine en yakın en uygun bir sebepdir. Ve Allah çok mağfiret edendir, çok merhametli olandır.

59. Bu mübârek âyetler, Resûl-i Ekrem’in muhterem eşlerinin, kızlarının ve diğer müslüman kadınlarının şereflerinin korunması ve onun bunun kötü lakırdılarından muhafaza edilmeleri için örtünmeye riâyetle mükellef bulunduklarını gösteriyor. Münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların ve yalanneşriyat yapanların da sonunda lânetlenmişce bir halde kalır ve şidetli cezaya maruz kalacaklarını ve bunun bir ilâhi kanun gereği bulunduğunu ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ey Peygamber!.) Ey peygamberlik şerefine sahip olan Hz. Muhammed Aleyhisselâm!. (eşlerine ve kızlarına ve müminlerin kadınlarına de ki: Üzerlerine ferâcelerini sıkı örtsünler) başörtülerini vücutlarına yaklaştırsınlar, açık-saçık bir hâlde gezip durmasınlar. (bu) Böyle kendilerini örtmeleri (onların tanınmalarına) onların birer cariye olmayıp birer hürriyet sahibi hanımlar bulunduklarına (ve ezâ edilmemelerine) birer cariye, birer âdi kadın sanılarak onun-bunun söz atmalarından, rahatsız etmelerinden kurtulmalarına (en yaki) en uygun bir sebeb (dir) böyle bir hareket, kendi menfaatları ieâbidir. Çünkü, böyle bir örtünmeğe riâyet onların şerefli birer hün kadın olduklarını gösterir, vaktiyle cüniyelere, açık-saçık gezenlere karşı vuk’u bulan çirkin bakışlara, lakırdılara mâruz kalmaktan korunmuş olurlar. (Ve Allah çok mağfiret edendir) Vaktiyle bu usule riâyet etmemiş olduklarından dolayı onların cezalandırmaz ve o Yüce Yaratıcı (çok merhametli olandır) onları korumaktadır. Onlara böyle faideleri temin edecek şeyleri emretmektedir. Böyle bir emir, bir ilâhi rahmetin tecellisidir ki, insanlar hakkında hayrdır, hikmet gereğidir.

§ Celâbıb; Kadınların örtündükleri çarşafları, ferâceler, elbiselerinin üzerinden giydikleri giysiler, yani çarlar demektir. Müfredî Cilbâb’dır.

60. Andolsun ki, eğer münafıklar ve kalplerinde bir hastalık bulunan kimseler ve şehirde kötü haberler yayanlar, bu hâllerine son vermezlerse elbette seni onların üzerlerine musallat ederiz. Sonra sana orada ancak pek az komşu olabilirler.

60. (Andolsun ki, eğer münâfıklar) Görünüştemüslüman görünüp içerilerinde küfrlerini saklayanlar (ve kalplerinde hastalık bulunan kimseler) sinelerinde kin ve haset besleyenler (ve şehirde kötü haberler yayanlar) müslümanlar aleyhinde yalan söyleyenler, meselâ: Düşmana karşı gitmiş olan İslâm kuvvetlerini bozguna uğramış olduğunu yalan yere neşre çalışanlar, bu hallerine son vermezlerse (elbette seni) ey Yüce Resûlum!. (onların üzerlerine musallat ederiz.) Onları öldürmek ve sürgün eylemek için sana emr ederiz. (Sonra) O hâin şahıslar (sana orada Medine-i Münevvere’de ancak pek az komşu olabilirler.) orada artık fazla ikamet edemezler, oradan çkarılmış, koğulmuş ve cezalandırılmış bulunurlar.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN