TAHRİM SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre, Hucurât Sûresinden sonra Medine-i Münevvere’de nâzil olmuştur. Oniki âyet-i kerîmeyi kapsamaktadır. Bir haram kılma hâdisesi hakkındaki ilâhî uyarıyı içermiş olduğu için kendisine bu ad verilmiştir. Diğer iki adı da “Müteharrim Sûresi” ve “Nebî Sûresi”dir.
Bu sûreden evvelki “Talak Sûresinde” eşler ile güzelce geçinilmesi, onların hukukuna riâyet edilmesi emrolunmuştu. Bu mübârek sûrede de Yüce Peygamberimizin muhterem eşlerine karşı olan pek güzel muamelesi ve pek mülayimane olan aile siyaseti bir uyulacak örnek olmak üzere gösterilmiş ve bu bakımdan iki mübârek sûre arasında büyük bir münasebet bulunmuştur.

Bu mübârek sûrenin başlıca içeriği şunlardır:

1. Başkalarını memnun etmek için helâl olan bir şeyi haram imiş gibi terketmenin uygun olmadığına işaret.

2. Yapılması meşrû ve uygun olan bir şeyin terki hakkındaki yemin de sebat edilmeyip ona bir keffaret ile son verilmesinin meşrû olduğunu beyan.

3. Resûl-i Ekrem, Muhterem eşlerini boşasa da onlardan daha hayırlı, daha iyi eşlere nâil olabileceğini müjdeleme.

4. Mü’minlere nefislerini ve ailelerini pek şiddetli olan ateş azabından koruma ve samimice tevbe etmelerini emr ve onların günahlarını afv olunacağını ve kendilerinin cennetlere ve nice yad’îîliklara nâil olacaklarını müjdeleme.

5. Resûl-i Ekrem’in kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad ile memur olduğunu beyan ve dinsizlerin pek kötü mevkilerini ihtar.

6. İki pek muhterem zatın altındaki iki hain kadının kötü âkıbetleri ile kâfir olan Fir’avun’un iman sahibi olan eşi ile Hz. Meryem’in diyanet ve faziletlerini birer ibret numunesi olmak üzere beyan buyurmaktadır.

1. Ey Peygamber! Ne için sen zevcelerinin hoşnutluklarını ararsın da, Allah’ın sana helâl kıldığını haram kılarsın. Bununla beraber Allah, gafûrdur, rahîmdir.

1. Bu mübârek âyetler: Resûl-i Ekrem Sallâllâhü Aleyhi Vesellem ile muhterem eşleri arasında cereyan eden bir konuşmayı bildiriyor. Bu muhterem eşlerinin Yüce Peygambere karşı pek ziyade itaat ve ihtiram göstermelerinin lüzumuna işaret ediyor. O Yüce Resûl’ün daha hayırlı, daha itaatkar eşlere nâil olabileceğini beyan ile Peygamber eşlerini ikaz ve irşâd hikmetini kapsamaktadır.

Şöyle ki: Yüce Peygamber Efendimiz, bir gün muhterem eşlerinden “Zeyneb Binti Cehşin hücresine teşrif etmiş, orada bal şerbeti içmiş, biraz fazla ikamet buyurmuştu, diğer muhterem eşlerinden Hz. Ömer-ül Faruk’un kızı Cenab-ı Hafsa” ile Hz. Ebu Bekr’is Sıddık’ın kızı Cenab-ı “Âişe” annemiz, Hz. Peygamberin teşrifini beklemişlerdi, onun saadet huzurunda bulunarak kalben rahatlamak isterlerdi.

Bu iki muhterem annemiz, diğer temiz eşlerinden daha fazla bağlı, destekler bulunuyorlardı. Resûl-i Ekrem’in eşi Cenab-ı Zeyneb’in yanma gidip çok durmaması maksadîle aralarında karar vermişlerdi ki, O Yüce Peygamber hangimizin odasına gelirse diyelim ki: “Ben senden mügafir” yâni: Kötü kokuşu olan ağaç sakızı kokusunu buluyorum, mügafir mi yedin diyelim.

Bu karara müteakip Resûl-i Ekrem Efendimiz, Hz. Hafsa’nın odasına gelmiş, o muhterem eşi de öyle bir soru sormuş, Yüce Peygamber Efendimiz de: Hayır.. Ben Zeyneb’in yanında bal şerbeti içtim, artık ben onun yanma dönmem” demiş ve dönmeyeceğine dair yemîn eylemişti. Bu dönmeyeceğimi bir kimseye haber verme” diye de Hz. Hafsa’ya tembihte bulunmuştu.

Hz. Hafsa ise, kendisine çok bağlı olduğu Hz. Âişe’nin yanma gitmiş, Resûl-i Ekrem’in bu ifadesini ona haber vermiş, Hz. Peygamber’in tembihine muhalefette bulunmuştu. Bir rivâyete göre Peygamber Efendimiz, muhterem eşi Hafsa’ya “Onun babası Hz. Ömer ile Cenab-ı Âişe’nin babası, Hz. Ebu Bekr’in ileride kendisine halife olacaklarını” da bir sır olmak üzere haber vermişti. İşte bunlara işaret için buyruluyor ki: (Ey Peygamber!.)

Ey Hz. Muhammed Aleyhisselâm! (ne için eşlerinin hoşnutluklarını ararsın da,) Onları râzı etmek istersin de, (Allah’ın sana helâl kıldığını haram kılarsın?.) Helâl olan balı, yemîn ederek kendisine haram kılmak istersin? Bunu haram kılmaya ciddî bir sebep yoktur. (Bununla beraber) O Yüce Mâbud (gafurdur) kullarının nice kusurlarını affeder ve örter. Ve (rahimdir) Mü’mîn kulları hakkında rahmet ve şefkati pek ziyadedir. Böyle helâl olan bir şeyi bir Yüce Peygamberin kendisine haram kılması, daha iyi olanı terk etmek olsa da yine onun Peygamberlik sanma lâyık değildir. Fakat bundan dolayı mesul olmayacaktır. Hakkında ilâhî mağfiret ve ilâhî rahmet tecellî edecektir.

“Tahrim” bir şeyi haram kılmak, yasak etmek, bir şeyin geçici veya ebedî bir şekilde terk edilmesini emretmek veya yapmak demektir. Asıl haram, Allah tarafından men ve yasaklanmış, olan herhangi bir şeydir.
“Tehile” de helâl etmek, çözmek ve çözülmek mânâsınadır.

2. Allah, sizin için yeminlerinizin keffaretle çözülmesini meş’rû kılmıştır. Ve Allah, sizin mevlânızdır ve bilen, hikmet sahibi olan O’dur.

2. Ey Yüce Peygamber!. (Allah, sizin için) Siz kulları hakkında (yeminlerinizin keffaretle çözülmesini meşrû kılmıştır.) Yâni: Yapılması meşrû olan bir şeyi terketmek hususunda yapılan bir yemîne riâyet edilmesi her hâlde gerekmez, bir yemîn keffaretinde bulunmak sûreti ile o terk edilen şey yine yerine getirilebilir.

Rivâyete göre Resûl-i Ekrem Efendimiz de bu ilâhî müsaadeye binaen bir köle veya bir cariye olmak üzere âzad etmiş, yine bal şerbeti içmekte bulunmuştur, (ve Allah sizin Mevlânızdır.) Sizin efendinizdir. Bütün işlerinizi idare etmektedir. Size işlerinizi kolaylaştırır, size dünyevî ve uhrevî saadet yollarını gösterir (ve alîm) olan, sizin hakkınızda fâideli olup olmayan şeyleri bilen, bütün işlerin hakikatini bilen ve (hâlam olan O’dur.) o bir olan zât ve mevlâdır. O’nun bütün emirleri, yasakları, müsaadeleri birer hikmet ve fayda gereğidir. Hikmete uygun şeylerden sizleri men’etmez, hikmete muhalif şeyleri de size emreylemez. Binaenaleyh yeminden kurtulmak için gösterdiği keffarete böyle bir hikmet gereği bulunmuştur. Yemîn ve kefaret için “Maite” sûresinin (89) uncu âyetinin tefsîrine de müracaat.

3. Ve hatırla o vakti ki: Peygamber, eşlerinin bâzısına bir sözü gizlice söylemişti, vakta ki: o eş o sözü başka eşe haber verdi. Allah da o haber verişi Peygamberine açıkladı. Peygamber de o eşine haber verdiği şeyin bâzısını bildirdi, bâzısından vazgeçti. Vakta ki: Eşine onu anlattı, eşi dedi ki: Bunu sana kim haber verdi? Hazret-i Peygamber de dedi ki: Bana o bilen, haberdar olan Allah-ü Teâlâ haber verdi.

3. (Ve hatırla o vakti ki: Peygamber, eşlerinin bâzısına) Yâni: Muhterem eşi Hafsa’ya (bir sözü gizlice söylemişti.) Zeynep’in yanında bir daha bal şerbeti içmeyeceğini, buna dair yemîn ettiğini ve kendisinden sonra kimlerin hâlife olacaklarını başkalarına söylememek üzere Cenab-ı Hafsa’ya bildirmişi (Vakta ki,) Hz. Hafsa, (O sözü) başka bir eşe yâni, Cenab-ı Âişe’ye (haber verdi) bu hususta ki Peygamber uyarısına riâyette bulunmamış oldu. (Allah da o haber verişi) Hz. Hafsa ile Hz. Âişe arasındaki o konuşmayı (Peygamberine açıkladı) vahiy ile bildirdi, Yüce Resûlünü o hâdiseden haberdar kıldı, (Peygamber) de, o eşine, yâni: Cenab-ı Hafsa’nın Cenab-ı Âişe’ye haber verdiği şeyin tamamım Hz. Hafsa’ya söyleyerek onu daha ziyade mahcup etmek istemişti.

(vakta kî,) Resûl-i Ekrem (eşine) Hz. Hafsa’ya (onu aldattı) Hz. Âişe’ye haber verdiği şeyin bâzısını söyledi, ne için bunu ona haber verdin diye buyurdu. (Dedi ki:) Hz. Hafsa da sordu ki: Ya Resûlallâh!. (Bunu sana kim haber verdi) benim Hz. Âişe’ye mahremce haber verdiğini bu bal şerbeti içmeyeceğine dair hususu, Hz. Âişe mi sana haber vererek aramızdaki mahremce bir sözü ifşa etti. Hz. Peygamber de (dedi ki:) bunu bana başkası haber vermedi (bunu bana) ancak (o bilen, haberdar olan Allah, haber verdi) bütün Kâinatın sırlarını, bütün kevnî olayları hakkiyle bilen Hikmet Sâhibi Yaratıcı Hazretleri beni sizin o mahremce konuşmanızdan haberdar buyurdu.

4. Eğer ikiniz de Allah’a tevbe ederseniz pek muvafık olur çünkü ikinizin de kalbiniz dönüvermiştir. Ve eğer Peygambere karşı birbirinize yardımda bulunursanız artık şüphe yok ki: O Allah, onun mevlâsıdır. Cebrâil de, mü’minlerin sâlihi olan da ve bunların ardından melekler de O Peygambere yardımcıdır.

4. Ey Resûl-i Ekrem’in eşleri Hafsa ve Âişe -Radiyallâh-ü Anhüma!. (Eğer ikinizde tevbe ederseniz) Hakkınızda pek uygun olur. (çünkü ikinizin de kalbiniz dönüvermiştir.) Riâyeti lâzım olan husustan ayrılmıştır. Resûl-i Ekrem’in uyarılarına muhalif olan bir konuşmaya sizi sevk etmiştir. Artık bu hâlden dolayı tevbe etmelisinizdir.

(Ve eğer Peygambere karşı birbirinize yardımda bulunursanız) O Yüce Peygamberi üzecek hususlarda birbirinize yardımda bulunur, onun sırrım ifşaya cür’et eder, diğer eşlerine karşı kıskançlık gösterir durursanız (artık şüphe yok kî, o Allah, onun mevlâsıdır) ona dünyevî ve uhrevî her hususta yardım eder (Cebrâil de, mü’minlerin sâlihi olan da) bütün müslümanların sâlihleri, o Yüce Peygambere yardım ederler. (Ve bundan sonra da) Cenab-ı Hak’kın, Cibrîl-i Emîn’in ve Sâlih mü’mînlerin yardımlarını müteâkip bütün (melekler de) O Yüce Resûl’e (yardımcıdır.) O ulu Peygamberin yardımcıları bu kadar çoktur bu kadar muazzamdır, o Allah’ın desteklerine her bakımdan mazhardır.

5. Şâyet o sizi boşarsa umulur ki: Onun Rabbi, onun için sizin yerinize sizden hayırlı eşler verir ki: Onlar Müslüman hanımlar, mü’min hanımlar itaatlara devam edenler, tevbekâr olanlar, ibadetlerde bulunanlar, oruç tutanlar, dullar ve bâkire olanlar bulunurlar.

5. Ey Yüce Resûl’ün muhterem eşleri!. Ona karşı pek güzelce hizmetten, itaatten ayrılmayın, onun mübârek kalbini üzecek lâkırdılardan sakınınız: (Şâyet o sizi boşarsa) Sizi öyle pek büyük olan eşi olmak şerefinden uzaklaştırırsa (umulur ki:) Allah’ın lütfundan pek umulur ki: (Onun Rab’bi, onun için size bedel olarak sizden hayırlı eşler verir ki: Onlar müslîmeler) samimî olarak İslâmiyetlerini itiraf edenler (mü’mîneler) dinî hükümleri kalben ve lisânen tasdik eyleyenler (itaatlere devam edenler) namazlarını kılıp diğer dinî vazifelerini de muntazam îfaya ve Resûl-i Ekrem’e karşı tam bir hürmetle itaata çalışanlar (oruç tutanlar) din yolunda yürüyenler veya hicret edenler (dullar) evvelce kocaya varmış, bilâhare kocasız kalmış bulunanlar

(veya bâkire olanlar) henüz kocaya varmamış, bâkire bir hâlde yaşayanlar (bulunurlar) O Yüce Resûl, eşsiz kalmış olmaz. Artık o kadri yüce Peygamberin nikâhı altında bulunmak şerefine sâhip bulunan muhterem eşleri için lâzımdır ki: O pek yüce eş olmanın kadrini hakkiyle bilsinler, O Yüce Peygamber’in bütün emirlerine riâyetten aslâ ayrılmasınlar, o sâyede ne kadar mutlu olduklarını takdîr edip, Hak Teâlâ Hazretlerine şükür eylesinler.

Deniliyor ki: Evlenme hususunda bâkireler, dullara tercih olunur. Fakat bâzı dullar vardır ki: Soy itibarı ile, güzel huy itibarı ile, ahlâki itibarı ile bir çok bâkirelerden daha hayırlı bulunurlar. Ve kendilerinin nikâh altına alınmaları,
ihtiyaçlarının giderilmesine de sebep olabileceği için bu bakımdan da bir sevaba, insanlığa bir hizmete, bir şefkate vesîle bulunmuş olabilir. Bu hikmete binaendir ki: Hz. Peygamber Efendimizin pek muhterem refikalarından bâzıları dul bulunmuştur. Allâh-ü Teâlâ cümlesinden râzı olsun, âmin…

6. Ey iman etmiş olanlar! Nefislerinizi ve âilelerinizi bir ateşten korudunuz ki: Onun yakacağı insanlardır ve taşlardır. Üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır; onlar, Allah’ın kendilerine emrettiği şeyde âsî olmazlar ve emrolundukları şeyi yapıverirler.

6. Bu mübârek âyetler de mü’minlere kendilerini ve aile fertlerini müthiş cehennem azabından korumalarını emrediyor. Kıyamet gününde kâfirlerin bir mazeret ileri süremeyip kendi amellerinin cezasına uğrayacaklarını haber veriyor. Mü’mînleri samimice tevbeye dâvet buyuruyor, onların âhirette ne güzel makamlara, ne kadar nûranî sahalara kavuşacaklarını müjdeliyor. Peygamberimizin cehennem ehli olan kâfirlere karşı nasıl bir muamelede bulunmakla memur olduğunu göstermektedir.

Şöyle ki: (Ey îman etmiş olanlar!.) Ey Allah-ü Teâlâ’yı ve O’nun Resûlünü tasdik etmiş bulunanlar!. (Nefislerinizi ve ailelerinizi bir ateşten) bir cehennem ateşinden (koruyunuz ki,) isyanları terk ve ibadetleri îfa sûreti ile kendinizi korumaya çalışınız ki: (Onun) O ateşin (yakacağı insanlardır ve taşlardır.) o cehennem ateşinde kâfirler, asiller ve bir takım taşlardan yapılmış putlar yanıp yakılacaklardır. O ateşin şiddetini arttırmak için kibrit taşları gibi en hararetli şeyler o cehenneme atılmış bulunacaktır.

(Üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır.) Onlar, Zebaniyye denilen meleklerdir ki: Cehenneme ait şeylere bakarlar, cehennem halkının azaplandırılmasına memur bulunmuş olurlar. Bunların ondokuz muazzam melekten ibaret olduğu ve bunların memuriyetlerindeki hikmet ve fayda, “Sûretel Müddesir” de bildirilmiştir. (Onlar) O kuvvetli, şiddetli melekler (Allah’ın kendilerine emrettiği şeyde) aslâ Cenab-ı Hak’ka (âsi olmazlar) vazifelerinde kusur etmezler, (ve emrolundukları şeyi yapıverirler) Onu sonraya bırakmazlar. Hemen ifâya çalışırlar. Artık her akıllı insan için lâzımdır ki:

Kendisine düşen kulluk vazifelerini ifâya çalışarak kendisini o pek harikulade bir ateş azabına adaya bulundurmasın. Bir mükellef müslüman, kendi nefsini ıslâha, dinî hükümlere riâyete sevkedeceği gibi elinden geldiği kadar eşini, evlâd ve torunlarını ve diğer aile fertlerini ibadet ve itaatte teşvik etsin, onları irşâda çalışsın, bu kendisi için mühim bir vazifedir.

Bir hadîs-i şerif şu mealdedir: Allah o erkeğe rahmet buyurmuştur ki: Geceden kalkar, namazını kılar, eşini de uyandırır, eğer uyanmazsa yüzüne su serper. Ve Allah bir kadına da rahmet buyurmuştur ki: Geceden kalkar, namazını kılar, kocasını da uyandırır, eğer uyanmazsa yüzüne su serper, bütün bu gibi Yüce beyanlar, gösteriyor ki: Müslüman aileleri arasında bir intizam, bir dayanışma, bir hayır isterlik bulunmalıdır, hepsi de birbirini hayra, fazilete, İslâmî ahlâka riâyete sevke çalışmalıdır. İslâm toplumu bu sâyede melekler gibi temiz bir hayata nâil olmuş olur.

7. Ey kâfir olmuş olanlar! Bu günkü gün özür beyanında bulunmayın siz ancak yapmış olduğunuz şeylerin cezâsı ile cezâlandırılırsınız.

7. Hak Teâlâ Hazretleri İslâm nîmetlerinden mahrûm kalıp şirk ve küfre düşmüş olanların yarın âhirette nasıl bir ceza ve azaba mâruz kalacaklarını bizlere bir uyanma vesîlesi olmak üzere şöylece beyan buyuruyor. Zebâniler tarafından hitap edilecektir ki: (Ey kâfir olmuş olanlar!.) Dünyada iken îmandan kaçınmış, sapıklık ve yaramazlık içinde yaşamış olan inkârcılar!. (Bugünkü gün) Böyle cehenneme atıldığınız zaman (itizarda bulunmayın.) sizin bugün uğradığınız azap, haksız yere değildir. Siz mâzeretli görülecek bir vaziyette bulunmuş değilsinizdir. (Siz ancak) Dünyadalarken (yapmış olduğunuz şeylerin cezası ile cezalandırılırsınız) siz kendinize yönelen emirleri, yasakları dinlemezdiniz, küfür ve isyândan ayrılmadınız, işte o küfür ve isyânın âkıbeti de böyle pek korkunçtur, pek şedittir.

8. Ey mü’minler! Allah’a samimi bir tevbe ile tevbede bulunun, umulur ki: Rabbiniz sizden günahlarınızı örter ve sizi altlarından ırmaklar akar cennetlere girdirir. O gün ki: Allah, Peygamberi ve onunla beraber iman etmiş olanları rüsvay etmez, nûrları önleri ve sağ tarafları arasında koşar, derler ki: Ey Rabbimiz! Bize nûrumuzu tamamla, bizim için mağfiret buyur. Şüphe yok ki: Sen her şey üzerine hakkıyla kadirsin.

8. (Ey mü’mînler!.) Bildirilmiş oluyor ki: Âhirette mâzeret beyanı, bir fâide vermez, daha dünyada iken kaybedileni telâfiye çalışmalıdır. Binaenaleyh insanlık icabı sizden meydana gelmiş olan günahlar bulunabilir, artık onlardan dolayı (Allah’a samimi tevbe ile tevbede bulunun) Allah rızâsı için samimi olarak hayır ister bir şekilde pişman olduğunuzu açıklayarak ilâhî affı istirhama çalışın, böyle bir tevbede bulunur iseniz (umulur ki,) bir lütfu olmak üzere (Rab’biniz sizden günahlarınızı örter) afv ve setreder, hiç işlememiş gibi bir azap sebebi kılmaz.

(Ve sizi altlarından ırmaklar akar cennetlere girdirir.) Âhirette sizi nice ebedî bahçelere, bostanlara, yüce makamlara nâil buyurur. Evet.. (O gün ki,) O âhiret âlemindeki, (Allah, Peygamberi ve onunla beraber imân etmiş olanları) O Allah Resûlünü inkâr etmeyin onun risâletini tasdik eyleyen müslümanları (rüsvay etmez) rezâlete uğratmaz, onları aslâ cezalandırmaz. Bilakis onları izzetlendirir.

Kadrlerini ilâ buyurur, onların (nûrları önleri ve sağ tarafları arasında koşar) sırat-ı müstâkim üzerinden nûrlar içinde geçerler, Cennet yolunu nûrlar içinde takip ederler ve (Derler ki: Ey Rab’bimiz!. Bize nûrumuzu tamamla) Bizi nûrumuzdan aslâ mahrûm bırakma, küfür ve nifakları yüzünden nûrları sönmüş kimseler gibi kılma, hakkımızda sonsuz olan ilâhî lütufların parlayıp dursun, bizi cennetlere kavuştur, ilâhî tecellilerine nâil kıl, bizi mânevî yakınlığına mazhar buyur Yârabbi (Şüphe yok ki: Sen) Ey Yüce Kerem Sâhibi Yaratıcımız!. (her şey üzerine hakkı ile kaadirsin) Bizleri afv etmeye de, hakkımızda ilâhî lütuflarını bolca vermeğe de, bizleri nûrlar içinde cennetlere sokmaya da her bakımdan kaadirsin. Buna inanmışızdır.

“Tevbe-i nusuh” pek samimice bir kasdi ile yapılan tevbedir ki: İşlenilmiş olan günahtan, kusurdan dolayı pişmanlıkta bulunup artık ona bir daha dönülmemiş olur.
“Nesuh tâbiri de kuvvetli niyet, sâdıkane kast, samimi hareket, öğüt verici mânâlarını ifade eder.
“İmam-i Ali Radiyyallâh-ü Anh’tan rivâyet olunduğuna göre, makbul bir tevbenin meydana gelmesi, şu altı şeye bağlıdır:

1. Vakti ile yapılmış olan bir günahtan dolayı pişmanlıkta bulunmalıdır.

2. Yapılmamış olan farizeleri tekrara yapmalıdır.

3. Zulmen alınmış olan bir şey var ise sâhibine veya varislerine iâde edilmelidir.

4. Kendileri ile haksız yere düşmanlıkta bulunulmuş kimseler var ise onlardan helallik istemelidir.

5. O günahlara bir daha dönmemeye karar vermelidir.

6. Vakti ile günahla terbiye edilmiş ve günahtan zevk alır hâle getirilmiş olan nefsini tövbeden sonra ibâdet ve itaatle terbiye ve bunlara tahammül ederek asıl bunlardan zevk alır kılmaya çalışmalıdır. Böyle bir tevbe eden, hiç günah işlememiş gibi olur. Nitekim: ( ) buyurulmuştur.

9. Ey Peygamber! Kâfirler ile ve münafıklar ile cihadda bulunun ve onlara karşı sert davran ve onların varacakları yer, cehennemdir ve ne fenâ bir gidiştir.

9. (Ey Peygamber!.) Ey Son Peygamber!, ilâhî dine hizmet, din nûrunu ufuklara yayabilmek için (kâfirler ile ve münâfıklar ile cihad da bulun) Müslümanlığa karşı, alenen cephe alan kâfirleri kılıç ile cezalandırmaya münâfıkları da deliller ile, Allah’ın azabını ihtar ile, fikirlerini değiştirmelerini temîne vesîle olacak nasihatler ile irşâda himmet et (ve onlara) o iki tâifeye karşı (sert davran) şiddet göster, İslâm’ın gücünü göstermeye çalış (ve onların varacakları yer,) yarın âhirette (cehennemdir.) onlar küfür ve nifaklarında devam ederlerse o öldürücü hâllerinden tevbe ve istiğfarda bulunmazlarsa, elbette ki: Onlar kıyamette pek müthiş azaplara uğrayacaklardır. (Ve ne fenâ bir gidiştir) Evet.. Cehennem pek fenâ gidilecek bir yerdir. İşte o kâfirlerin, münâfıkların gidişleri de pek fenâ bulunacaktır. Artık onlar, bu âkibeti düşünmeli daha elde fırsat var iken, o öldürücü hâllerini değiştirmeli değil midirler?

10. Allah, kâfir olanlara Nûh’un eşi ile Lût’un eşini bir misâl olarak getirmiştir. Sâlih kullarımızdan iki kulun nikâhları altında idiler. Sonra o ikisine hiyanette bulundular, artık o sâlih kul da onları Allah’ın azabından hiçbir şey ile kurtaramadılar ve denildi ki: İkiniz de ateşe girenler ile beraber giriveriniz.

10. Bu mübârek âyetler: îmana kavuşmak ve ibadet ve itaate devam etmek için yalnız yüksek zâtlara mensub olmanın yeterli olmadığına, insanına kendi nefsinde bir kabiliyetin, bir saffet ve temizliğin bulunması lüzumuna işaret ediyor. Bu hakikatin inkişafı için Nûh ve Lût Aleyhimesselâm’ın eşleri ile Fir’avun’un eşini ve İmran’ın kızını birer misâl olmak üzere göstermektedir.

Şöyle ki: (Allah) ü Teâlâ ve Takaddes Hazretleri (kâfir olanlara Nûh’un eşi ile Lût’un eşini bir misâl olarak getirmiştir.) Onların hayret verici olan hâlleri ile onlara muhalif olanların enteresan hâllerini bir darb-ı mesel olmak üzere beyan buyurmuştur ki, maksat güzelce anlaşılsın, evet: O Hikmet sahibi Yaratıcı, buyuruyor ki: O iki kadın (Sâlih kullarımızdan iki kulun) biri Nûh Aleyhisselâm’ın, diğeri de Lût Aleyhisselâm’ın nikâhları (altında idiler) öyle bir şerefe nâil idiler, onların dîne ve dünyaya ait en lüzumlu emirlerini,

ihtarlarını alıp duruyorlardı, bundan pek çok istifade edebilirlerdi, halbuki: Onlar (Sonra o ikisine) kocaları olan o iki Yüce Peygambere (hıyanette bulundular) küfür ve nifak içinde yaşadılar, İbn-i Abbas Hazretlerinden rivâyet olunduğu üzere hiçbir Peygamberin eşi, iffet bakımından hıyanette bulunmamıştır.

Hepsi de iffetli bulunmuşlardır. O eşlere isnat edilen hıyanetten maksat, onların şirk ve nifak içinde yaşamalarından, insanların o Peygamberlere inanıp tâbi olmalarına engel bulunmuş olmalarından ibarettir. Bu bir dini hıyanettir. (Artık) O iki sâlih kul olan iki Yüce Peygamber de (onları) o eşlerini (Allah’ın azabından hiçbir şey ile kurtaramadılar.) O kadınlar, kabiliyetlerini kötüye kullandıkları için o muhterem kocalarının nasihatlerinden istifâde edip kendilerini ilâhî azaptan kurtarabilmiş olmadılar, çünkü: Küfre düşen, küfür ile ölmüş kimsenin babası da, kocası da Peygamber bulunmuş olsa, âhirette kendisine bir fâide veremez. Küfrün neticesi, sürekli azaptır.

(Ve) O iki kadına öldükleri zaman (denildi ki,) veya kıyamette denilecektir ki: İkiniz de (ateşe girenler ile beraber giriveriniz) Siz o muhterem kocalarınıza muhalefet edip dinden mahrûm kaldığınız için sizin varacağınız yer, cehennemden başka değildir. İşte, bu misâl, gösteriyor ki: bir insan kendi kabiliyetini kötüye kullanmamalıdır, eğer kullanırsa en büyük birer mürşit, birer hidâyet rehberi olan zâtların yanlarında bulunsa da yine onlardan istifâde edemez, yine geleceğini temine muvaffak olamayıp kendisini felâketten kurtaramaz.

11. Ve Allah, iman etmiş olanlara, Firavun’un eşini bir misâl olarak getirmiştir. O vakit ki, o kadın şöyle demişti: Yârabbi! Benim için ilâhî katında, cennette bir ev yap ve beni Firavun’dan ve onun amelinden kurtar ve beni zâlimler olan kavimden kurtar.

11. (Ve Allah îman etmiş olanlara) Kabiliyetlerini kötüye kullanmayıp îman şerefine nâil bulunanlara da (Fir’avun’un eşini) Âsiye Bint-i Mezahim’i (bir misâl olarak getirmiştir) Hükümdar olan bir kâfirin nikâhı altında bulunmuş olduğu hâlde onun küfrüne katılmamış, onun yalan yere ilâhlık iddiasında bulunduğunu bilmiş, ruhunda îman nûru tecellî edip durmuştur. (O vakit ki:)

O muhterem kadın, Cenab-ı Hak’ka yalvarıp şöyle (demişti: Yârabbi!. Benim için ilâhî katında) mânevî huzurunda, rahmetinin yakınında mü’mîn kullarına nasîb edeceğin (cennette bir ev yap.) bir ebedî ikâmetgâh tâyin buyur (ve beni Fir’avun’dan ve onun amelinden) pisce, kâfirce olan muamelelerinden (kurtar) onun zararlı tesirleri altında bırakma (ve beni zâlimler olan kavimden hâlas et) o küfür içinde yaşayan Kıbt tâifesinden beni koru, Ey Ulu Mâbudum!.

İşte ne büyük, ne yüceltmeye değer bir şahsî kabiliyeti. Bir hükümdar sarayında bir çok dünyevî varlıklar, saltanatlar içinde yaşarken onların hadd-i zâtında hiçbir kıymeti olmadığını anlamış, küfrün insanları ne kötü âkıbetlere uğratacağını takdîr etmiş, güzel bir imân ile nitelenmenin mutluluk vesîlesi her şeyin üstünde bulunduğunu bilmiş, tasdik eylemişti. İşte insanlara lâyık olan budur ki: Dünyanın fâni varlığı için ebedî olan âhiret saadetini, mukaddesatını fedâ etmek cehâletinde bulunmasınlar.

12. Ve İmran’ın kızı Meryem’i de bir misâl olarak getiririz ki: iffetini sağlam bir kâl’a gibi korumuştu, artık ona ruhumuzdan üfürdük ve Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve itaat edenlerden olmuş oldu.

12. Hak Teâlâ Hazretleri, öyle seçkin, sâlih hanımlardan bir kadının bir benzerini beyan için de buyuruyor ki: (Ve İmran’ın kızı Meryem’i) de bir misâl, bir eşsiz örnek olarak getiriniz ki: (İffetini sağlam bir kal’a gibi korumuşta.) Son derece iffetini koruyucu idi, temiz bir hayat sahibesi bulunuyordu. (Artık ona ruhumuzdan üfürdük.) Yâni: O mübârek Meryem’in yakasından içerisine yâ vasıtasız, veya Cibrîl-i Emîn vasıtası ile hayat sebebi olan bir ruh bırakılmış oldu.

Hz. İsâ, o şekilde anne rahminde vücuda gelmeğe başlamıştı. (Ve) O muhterem Meryem (Rab’binin kelimelerini) yâni: Peygamberlere verilmiş olan semâvî sahifeleri, ilâhî hükümleri veya bir Yüce Peygamberin annesi olacağına dair Allah tarafından Cibrîl-i Emîn vasıtası ile yapılan müjdeleri (ve) Cenab-ı Hak’kın diğer bütün (kitaplarını tasdik etti.) Tevrat, İncil gibi bütün kütüb-i semaviyeyi, bunlardaki ilâhî beyanları bilip kabul etmiş ve yüceltmiş bulundu (ve) pek seçkin, Allah katında kabul olan Hz. Meryem (itaat edenlerden olmuş oldu.)

Diğer âbid, zahid erkekler gibi ibâdet ve itaate devam eder olduğu için adetâ öyle seçkin erkekler zümresine dahil olmuş, itaate devam eden kullardan bulunmuştu.
Ruhul’beyanda bildirildiği üzere, Meryem lafzı, âbid’e mânâsınadır. Hz. Meryem, bu ismi ile Kur’an-ı Kerim’in yedi âyetinde isimlendirilmiştir. Ondan başka hiçbir kadının ismi Kur’anı-ı Kerimde açıkça söylenmemiştir.

İmam Ahmed, müsned’inde rivâyet ediyor ki: Kadınların seyyidesi, Meryem’dir, sonra Fatıma’dır, sonra Hatice’dir, sonra Âişe’dir. Allâh-ü Teâlâ cümlesinden râzı olmuştur.
Evet, Hz. Meryem, bir yaratılış hârikasının, bir yüce Peygamber’in annesidir. Son derece ihsân ile, yâni iffet ve ismetle vasıflanmış idi, bir erkek vasıtası olmaksızın Hz. İsâ’yı doğurmak şerefine nâil olmuştur.

“İhsân” bir mekânı, bir mevzii kâl’a gibi sağlam kılmak, namusu hıfz ve korumak gibi mânâları ifade eder.
“Ferç”de lûgatte açmak, ayırmak, yaka, paça gibi herhangi ayrık şey, iki şey arasındaki açıklık, gam ve kederi açıp gidermek gibi mânâları içermektedir. Özel organa da mecaz olarak ferç denilir. İmam Süheylî demiştir ki: Ferci İhsân, elbisenin temizliği mânâsınadır. Yâni: Şüpheli şeylerden berî olmasıdır. Hz. Meryem için Sûre-i Enbiyâ’daki (91). ci âyet-i kerîmenin tefsîrine müracaat..

Velhâsıl: Bu mübârek âyetler de gösteriyor ki: îman ve itaat sâhibi olanlara, kendi sağlam yaratılışlarını temizce bir şekilde muhafaza edenlere başkaları zarar veremez, onlar kendi ahlâkî fâziletlerinin temiz inançlarının mükâfatına kavuşurlar, Cihânda güzel bir ad bırakırlar, âhirette de ilâhî lütfa mazhar olarak cennetlere nâil olurlar. İşte her insanın amellerinin gâyesi, böyle ebedî bir saadete kavuşmaktan ibaret bulunmalıdır. Hak Teâlâ Hazretleri cümlemizi bu saadete nâil buyursun. Âmin.. Hamd âlemlerin Rabbı Allah’a mahsustur.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN