RUM SURESİ


31. Hep o’na dönünüz ve o’ndan korkunuz ve namazı doğruca kılınız ve müşriklerden olmayınız.

31. Ey akıllarını güzelce kullanan müminler!. Siz (Hep o’na dönünüz) Allah’ın dinine îman etmiş olduğunuz halde o Yüce dinin emirlerine yasaklarına riayete çalışınız (ve ondan) o büyük mâbud’un dinine karşı gelmekten (korkunuz) o Kerem Sahibi Yaratıcı’ya ibadette bulunmakla beraber kötü âkibete uğramak ihtimalinden de gâfil bulunmayınız, daima korku ve ümid üzere bulunarak Allah’ın korumasına iltica ediniz (ve namazı doğruca kılınız) namazlarınızı belirlenen vakitlerinde şartlarına dikkat ederek edaya devam eyleyiniz (ve müşriklerden olmayınız) doğuştan gelen temiz halinizi deştirmeyiniz, müşrikler ile sevgiye ve düşüp kalkmaya devam edip, onlara benzemeğe meyletmeyiniz, kendi değerlerinizi korumaya çalışınız.

32. O kimselerden ki, dinlerini parçaladılar ve fırka fırka oldular. Onlardan her tâife, kendi yanlarında olan ile sevinicidirler.

32. Evet.. Siz ey müminler!. (O kimselerden) Olmayınız (ki) onlar (dinlerini) bir fıtrat dinî olan tevhid dinini (parçaladılar) birçok bâtıl dinlere, mezheplere tâbi oldular, birbirinin aleyhinde bulunup durdular. (ve fırka fırka oldular) birbirinden farklı grublara ayrıldılar, biribirinin aleyhinde çalışmaya başladılar. Onlardan (her taife kendi yanlarında olan ile) kendi inançlariyle, bâtıl dinleriyle (sevindiler) onlar, kendilerinin sadık, doğru bir dine bağlandıklarını zannederek mutlu bir şekilde yaşamak isteyen kimselerdir. Halbuki, onlar ileride ne müthiş azaplara, felâketlere, uğrayacaklar da ondan hiç haberleri yok!.

33. Ve insanlara bir ziyan dokunduğu vakit Rab’lerine dönerek o’na duada bulunurlar. Sonra onlara ondan bir rahmet tattırıverince o vakit onlardan bir güruh Rablerine ortak koşarlar.

33. Bu mübârek âyetler, insanların farklı psikolojik durumlarını gösteriyor. Bir belaya uğrayınca Cenab-ı Hak’ka yalvarmaya başladıklarını, bir ilâhi nimete kavuşunca da içlerinden bazılarının hiçbir delile dayanmaksızın şirke düştüklerini bildiriyor ve insanların bir nimete eriştikleri zaman sevindiklerini, kendilerinin sebebiyet verdikleri bir felâkete uğrayınca da ümitsizlik ve keder içinde kaldıklarını beyan buyuruyor. Yüce Yaratıcının dilediği kullarını fazlaca rızıklandırıp veya dar bir geçime düşürdüğünü, bunda da inananlar için ibretler bulunduğunu beyan ile Allah’ın fiillerinin birer hikmet ve menfaata dayanmış olduğuna işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve insanlara bir ziyan dokunduğu vakit) meselâ: Bir hastalığa, bir ihtiyaca uğradıkları zaman (Rab’lerine dönerek O’na duada bulunurlar) sapıklığı bırakarak Cenab-ı Hak’ka duaya, yakarışa başlarlar, bilirler ki,O’ndan başka kendilerini o belâdan kurtaracak yoktur. Evet.. Allah Teâlâ’nın böyle yaratıcı oluşunu, rabliğini bilmek, beşeri fıtrat gereğidir. (Sonra onları ondan) o beladan kurtarıp (bir rahmet tattırıverince) Cenab-ı Hak insanları bilâhara sıkıntılardan kurtarıp bir rahata erdirince (o vakit onlardan bir güruh rab’lerine ortak koşarlar.) kendilerini öyle bir nimete kavuşturan Kerem Sahibi Yaratıcıyı unutarak bir takım yaratıklara ilahlık isnât ederek onlara tapmaya başlarlar. Bu nekadar cehâlet ve nankörlük?. Bununla beraber insanların bir kısmı da kendilerini o felâketlerden kurtaran Cenab-ı Hak’kın birliğini tasdike ve nimetlerine karşı şükür vazifesini yerine getirmeye devam ederler. İşte insanlığa yakışan da budur.

34. Onlara verdiklerimize nankörlük yapsınlar için öyle şirke düşerler İmdi faidelenip durunuz, artık yakında bileceksiniz.

34. Evet.. Şirke düşenlerin o halleri nekadar cahilcedir. (Onlara verdiklerimize nankörlük yapsınlar için) öyle şirke düşerler. Halbuki, kavuştukları nimetlerden dolayı şükrederek Allah’ın birliğini tasdikten ayrılmamaları gerekmez mi idi?. Diğer bir görüşe göre de bu, tehdidi içinde bulunduran bir emirdir. Adeta buyrulmuş oluyor ki: O müşrikler, o kavuştukları nimetlerden dolayı varsın şirke düşsünler, artık ileride onun müthiş cezasını elbette göreceklerdir. İşte Büyük Yaratıcı Hazretleri, o müşrikleri tehdit için şöyle de hitap buyuruyor. (imdi) Ey müşrikler!. Bu geçici dünyada (faidelenip durunuz) ellerinizdeki varlıklardan istifadeye çalışınız (artık yakında bileceksiniz) bu istifadenizin neticesini ahiret âleminde anlayacaksınız, bu nankörlüğünüzden dolayı nekadar dehşetli âzaplar içinde kalacaksınız, dünyadaki küfr ve Allah’a şirk koşmanın müthiş cezasına kavuşmuş olacaksınızdır.

35. Yoksa biz onlara apaçık bir delil mi indirdikde o’na ortak koşmalarını bu mu söylüyor?

35. Ne cehalettir ki, Allah’ın birliğini tasdike devam etmeyerek öyle şirke düşüyorlar?. İşte Allah Teâlâ Hazretleri onları kınamak ve tehdit için buyuruyor ki: (Yoksa biz onlara apaçık bir delil mi indirdik de) açık bir hüccet, kesin bir delil vermiş olduk da (ona) o kâinatın Yaratıcısına (şerik koşmalarını bu mu) böyle kendilerine indirilmiş olan açık, kesin delil mi (söylüyor?.) kendilerine teklif ediyor?. Halbuki, böyle bir delil ne mümkün!. Artık neye dayanarak öyle şirke düşmek cehaletini göstermiş oluyorlar.

36. Ve insanlara ne zaman bir rahmet tattırdı isek onunla sevinivermişlerdir. Ve işledikleri günah sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet edecek olursa o vakit de onlar ümitsizliğe düşerler.

36. (Ve) İnsanlarda başka bir garip ruh hali de vardır. Bunu da Hikmet Sahibi Yaratıcı Hazretleri şöylece beyân buyuruyor: (Nâsa ne zaman bir rahmet tattırdı isek) sağlık gibi, geçim rahatlığı gibi, bir nimet ihsan eyledik ise (onunla sevinivermişlerdir.) onun bir ilâhi lütuf olduğunu dikkate almaksızın sadece o nimetten dolayı bir zevk ve sevince dalmış bulunurlar, Cenab-ı Hak’ka hamd ve senada, şükür azetmede bulunmak vazifesini hatırlarına getirmezler. (Ve) Bilâkis (işledikleri günah sebebiyle) kendi günahlarının uğursuzluğu neticesi olarak (kendilerine bir kötülük isabet edecek olursa) bir korkunç felâkete tutulursa (o vakit de onlar ümitsizliğe düşerler) artık Allah’ın rahmetinden ümitlerini keserler, ümitsizlik ve keder içinde kalır dururlar. Halbuki, böyle bir durum, müminlere yakışmaz, gerçek müminler, bir nimete kavuştular mı, onu Cenab-ı Hak’kın bir ihsânı bilerek hamd ve şükre devam ederler. Bir musibete, bir şiddete uğrayınca da onu bir hikmet gereği bilerek uzaklaştırılmasını Hak Teâlâ’dan ümid ve niyâz ederler, ümidlerinikesmezler.

37. Görmediler mi ki, muhakkak Allah Teâlâ dilediği kimse için rızkı yayar ve daraltır. Şüphe yok ki, bunda inanan bir kavim için elbette ibretler vardır.

37. Öyle kendilerine isabet eden bir ihtiyaçtan, bir musibetten dolayı ümitsizliğe düşenler (görmediler mi ki,) bakıp da anlamadılar mı ki, (muhakkak Allah Teâlâ dilediği kimse için rızkı yayar) onu geniş bir rızka, bir nimete erdirir (ve) sonra da o rızkı, nimeti (daraltır) dilediği bir kulunu böyle bir imtihana, bir belaya tâbi tutar ve yine bazı kullarını bol bir geçim vasıtasına, bir rahatlığa nâil kılan, diğer bazı kullarını da dar bir geçime üzüntülü bir hale sokar. Bütün bunlar, birer hikmet gereğidir ve geçicidir. Evet.. (Şüphe yok ki, bunda) Hak Teâlâ’nın kullarını bir vakit nimetlere, bolluğa kavuşturması, bir vakit de ihtiyaçlara, üzüntülere sokmasında (mümin olan bir kavim için elbette ibretler vardır) bütün bu farklı hayati olaylar, birer delildir, bunlar ile Hikmet Sahibi Yaratıcı Hazretlerinin kudretinin, hikmetinin eksiksiz oluşuna delil getirilir. Binaenaleyh insan, Allah’ın takdirine razı olmalıdır, bir nimete nâil olunca kadrini bilmeli, şükrünü yerine getirmelidir bir meşakkate düşünce de sabr etmelidir, onun da bir hikmete bağlı olduğunu düşünüp, teselli olmalıdır. Hayırlısiyle o meşakkatin ortadan kalkmasını Kerem Sahibi Yaratıcısından niyâz etmelidir, kesinlikle, ümitsizliğe düşmemelidir. Cenab-ı Hak durumları değiştirir. Biz buna inanmışızdır.

“şeb mabvolur hemişeki, necm-i seher doğar”

“Encamı inhizamda mihr-i zafer doğar”

“Abisteni safa-vü kaderdir leyâl hep”

“Gün doğmadan meşime-i şebden neler doğar”

Rahmi

38. Artık akrabana hakkını ver yoksula da,yolcuya da. Bu Allah’ın cemâlini dileyenler için pek hayırlıdır ve işte kurtuluşa erecek olanlar da onlardır.

38. Bu mübârek ayetlerde gücü yeter olan müminlerin bazı kimselere malî yardım etmelerini ve bu yardımın pek hayırlı olup Allah katında sevaba vesile olacağını bildiriyor. Sadece artması için verilen bir malın bir ihsanın Allah yanında sevaba vesile olamayacağını hatırlatıyor. Fakat Allah rızası için verilen zekâtların, sadakaların kat kat sevaba vesile olacağını ve Allah Teâlâ’nın Yaratıcı rızık verici, diriltici ve öldürücü olduğunu beyân ve o Büyük Yaratıcıya ortak koşanların bu üstün özelliklere sahip olmadıklarını hatırlatarak Allah’ın zâtını tenzih ve insanları güzel harekete teşvik buyurmaktadır. Şöyle ki: (Artık) Ey şânı Yüce Peygamber!. Veya geniş imkâna kavuşan dürüst müslüman!. (Akrabana hakkını ver) akrabandan olan kimselere iyilikte bulun, muhtaç olanlara sadaka ver, hatırlarını hoş et. (Yoksula da) Yani: Hiçbir şeye sahip olmayıp dilenmeye muhtaç olan kimseye de yardım et isterse, aranızda bir yakınlık bulunmasın (yolcuya da) yani: Malı beldesinde kalıp yanında bulunmayan kimseye de yardım, ihtiyacını gidermeğe gayret et. Böyle yardım, insanlık alâmetidir, islam terbiyesinin bir gereğidir. Diğer fakirlere, muhtaç olanlara elden gelen yardımda bulunmak da bu kabildendir. Böyle bir yardım, sevap kazanmaya güzel bir vesiledir. (Bu) yardım, böyle hukuka riayet (Allah’ın cemalini) ilâhi zâtına manen yaklaşmayı ve onun ilâhi ihsanlarına kavuşmayı (dileyenler için pek hayırlıdır) bu vesile ile o yüce gayelere kavuşmak tecelli eder (ve işte felâha nâil olacak olanlar da onlardır) çünki bu sebeple Allah’ın rahmetine, cennet nimetlerine aday bulunmuş olurlar. Halbuki, bu harcama vazifesini yapmayanlar, veya Allah’ın rızası için değil, bir gösteriş için yapanlar, böyle birkurtuluşa lâyık olamazlar. Onlar kendi varlıklarından hakkiyle istifade etmiş sayılamazlar.

39. insanların mallarında artsın diye faiz kabilinden verdiğiniz şey Allah indinde gelişip artmaz ve Allah’ın rızasını dilediğimiz hâlde verdiğiniz zekât ise böyle değildir. İşte mallarını kat kat arttıranlar ancak onlardır.

39. (İnsanların mallarında çoğalsın diye faiz kabilinden verdikleri şey) yani: Karşlığı olmaksızın artması istenilen bir mal istense, öyle bir muamele, kesinlikle haram olmayıp mekruh bir halde de bulunsa ahirete ait faide sağlayamaz. Meselâ: Bir ihsan adiyle verilip de ondan fazlası gözetilen bir mal, o ihsan (Allah indinde gelişip artmaz) o mal ahirete âit sevaba, bir mükâfata sebep olmaz. Nitekim bir âyeti kerime de

“karşılığında fazla bekleyerek iyilikte bulunma” (el-Müddessir 74/6) buyurulmuştur.

Yani: Bir kimseye bir iyilikte bulunup da ondan fazlasını dileme. (Ve Allah’ın rızasını dilediğiniz halde verdiğiniz zekât ise) böyle değildir. Onun ahiretteki faideleri pek çoktur. (İşte) Mallarını, servetlerini (kat kat arttıranlar, ancak onlardır) çünki bu vesile ile onların malları artar ve berekete kavuşur, ahirette de birçok sevaplara lâyık bulunurlar. Artık cimrilikte bulunmamalıdır. Cenab-ı Hak’ka tevekkül etmelidir, ondan lütf ve ihsan niyâzında bulunmalıdır.

40. Allah o yüce zat dır ki, sizi yarattı, sonra sizi rızıklandırdı. Sonra sizi öldürür, sonra da diriltir. Hiç sizin Allah’a ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapan var mıdır? Allah Teâlâ onların ortak koştuklarından münezzehtir ve çok yüksektir.

40. Çünkü (Allah o) Yüce zat (dır ki, sizi yarattı) hiçbir varlık sahibi olmadığınız hâldesizi varlık sahasına getirdi. (Sonra sizi rızıklandırdı) bu dünyada birçok nimetlere kavuşturdu yaşattı (sonra sizi öldürür) bu geçici hayatı terketmiş olursunuz (sonra da) sizi yeniden (diriltir) başka bir âleme gönderir. İşte ey insanlar!. Sizin Halikınız, mâbudunuz böyle kudret ve hikmet sahibidir, onun her emr ve yasağı yalnız birer hikmettir, ona riayet pek gereklidir. Artık ey o Kâinatın Yaratıcısının bu kudret ve azametini düşünmeyen müşrikler!. (Hiç sizin şeriklerinizden) O Büyük Yaratıcıya ortak koştuğunuz putlardan ve diğerlerinden (bunlardan birini yapan var mıdır?.) Onlar herhangi bir ferdi yaratmaya, yaşatmaya, rızıklandırmağa güç yetirebilirler mi? Ne mümkün!. Elbette ki, güç yetiremeyecekleri gâyet açık. Artık ne diye onlara tapıyorsunuz?. Evet.. O müşrikler, akıllarını kötü kullanmış, sapıklığa düşmüş kimselerdir. Elbette ki, Allah Teâlâ (onların) o müşriklerin ilâhi zâtına (şerik koştuklarından münezzehtir ve çok yüksektir.) ve Kâinatın Yaratıcısı Hazretlerinin yüce şânı, her türlü ortak ve benzerden uzaktır pek yücedir. Biz buna inandık.

41. insanların ellerinin kazandığı şey sebebiyle karada ve denizde fesat meydana geldi. Onlara yaptıkları şeylerin bazısını tattırsın için. Gerek ki, onlar dönüverirler.

41. Bu mübârek âyetlerde insanların fenâ hareketleri yüzünden karalarda, denizlerde bir takım felâketlerin meydana gelmiş ve bunu ne gibi bir hikmete bağlı bulunmuş olduğunu hatırlatıyor. Pek çoğu müşrik olan geçmiş kavimlerin korkunç âkibetlerine dikkatleri çekiyor. Artık daha dünyada iken Allah’ın dinine sarılmanın gereğini ve kıyametin ortaya çıkarılmasındaki hikmet ve menfaati bildirerek yararlı müminlerin mükâfatlara kavuşacaklarını müjdeleyip, kâfirlerin de küfrleri sebebiyle azab edileceklerine işaretle kendilerini tehdit buyurmaktadır. Şöyle ki: (İnsanların ellerininkazandığı şey sebebiyle) kendilerinin günahları yüzünden, öyle yasaklanmış hareketleri neticesinde (karada ve denizde fesat meydana geldi) birçok yerlerde kıtlık ve pahalılık, zararlı yağmur1ar gibi, deprem gibi, gemilerin parçalanıp batması gibi, korkunç savaşların olması gibi helâk edici hâdiseler yüz gösterdi. Bu ibret verici hâdiselerin ortaya çıkarılmasındaki hikmet ve menfaate ise şöylece işaret buyuruluyor: (Onlara) o günahkâr kullara Cenab-ı Hak, onların (yaptıkları şeylerin) gayrimeşru hareketlerin cezasını, kötü meyvesini (tattırsın için) o fesadın meydana gelmesini takdir buyurmuş. (Gerek ki,) lâyık olan o’dur ki, o günahkâr kullar, bu hâdiseleri düşünerek izledikleri fenâ yollardan geri (dönüverirler) onlardan umulmaya lâyık olan budur. Bu âyeti kerime, Cenab-ı Hak’kın kulları hakkındaki ihsan ve keremin koruma yumuşaklığını göstermektedir. Çünki onları küfrlerinden dolayı hemen mahvedip, cezalandırmıyor, bazı olayları onların uyanmalarına bir sebep kılmış oluyor. Küfrlerinde ısrar edenlerin asıl cezalarını ahirette bırakıyor, onlara bir uyanma devresi ihsan buyuruyor. Artık bundan istifade etmeli değil midirler?.

42. De ki: Yeryüzünde gezip dolaşın da bakınız ki, bundan evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuştur. Onların ekserisi müşrik kimseler idi.

42. İşte Kerem Sahibi Yaratıcı Hazretleri, kullarını uyanmaya dâvet için şânı yüce Peygamberine şöylece de emrediyor: Resûlüm!. O bütün dünyadan başkasını düşünmeyen gafillere (de ki, yeryüzünde gezip dolaşın da) bir ibret nazarı ile (bakınız ki, bundan evvelkilerin) bu sizin zamanınızdan önce dünyaya gelip gitmişler olanların (âkibeti nasıl olmuştur) onların harab olan yurtlarını görünüz, pek fecî bulunan hayat tarihlerini anlayınız, kendi kötü hareketlerinin cezalarına nasıl uğramış olduklarını düşünebiliniz.(Onların ekserisi müşrik kimseler idi) onun içindir ki, helâke uğratılmışlardır. Onların dünyadaki varlıkları kendilerini kurtaramamıştır.

43. İmdi yüzünü o müstakim dine çevir. Allah tarafından bir günün gelmesinden evvelki, o günü reddedecek yoktur. O gün fırka fırka olacaklardı.

43. (İmdi) Ey akıllı, düşünen insan!. Sen (yüzünü o müstakım dine çevir) İslâm dininin hükümlerine riâyete devam et (Allah tarafından bir günün gelmesinden evvelki,) yani: Kıyamet gününün meydana gelmesinden önce ki, (o günü reddedecek yoktur) onu hiçbir kimse red ile geriye bırakmaya gücü yetmez. (O gün) insanlar (fırka fırka olacaklardır) hesaba çekildikten sonra dağılarak bir kısmı cennetlere, bir kısmı da cehennemlere sevkedilecektir.

44. Kim kâfir olursa küfrü kendi aleyhinedir ve kim salih amelde bulunursa kendi nefisleri için konaklarını hazırlamış olurlar.

44. Artık o gelecek âlemi düşünülsün. İnsanlardan (Kim kâfir olursa küfrü kendi aleyhinedir) onun vebali kendisine yöneliktir, o cehenneme sevkedilecektir. (ve kim salih amelde bulunursa) Mümin olup dinî vazifelerini yerine getirmeye çalışırsa (kendi nefisleri için) konaklarını cennetteki makamlarını (hazırlamış olurlar) geleceklerini öyle güzelce sağlamaya muvaffak olmuş olurlar. Ne büyük ilâhî müjde.

45. Tâki, imân edenleri ve salih salih amellerde bulunanları fazlından mükâfatlandırsın, şüphe yok ki, o, kâfirleri sevmez.

45. İşte yarın ahiret âleminde insanlar öyle fırkalara ayrılacaklardır. (Tâki) Allah Teâlâ (imân edenleri ve yararlı yararlı amellerde bulunanları ihsanından mükâfatlandırsın.) O mümin kulları hakkında ilâhi lütufları fazlasıyla tecelli etsin. (Şüphe yok ki, o) Büyük Yaratıcı(kâfirleri sevmez.) Onlar Allah’ın sevgisine lâyık kimseler değildirler, küfrleri yüzünden, Cenab-ı Hak’kın nimetlerini, kudretinin eserlerini inkârları sebebiyle azaba lâyık olmuşlardır. Artık onlar da lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.

46. Ve onun âyetlerindendir. Rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi ve size rahmetinden tattırması için ve emriyle gemilerin akması için ve onun fazlından arayıp kazanmanız için ve olaki şükredesiniz diye.

46. Bu mübârek âyetlerde Kâinatın Yaratıcısı Hazretlerinin rahmet ve kudretini gösteren bir kısım mühim hilkat eserlerine dikkatleri çekiyor. Hz. Muhammed döneminden evvelki kavimlere de mühim mucizeler ile Peygamberlerin gönderilmiş olduklarını, inkârcıların cezalara, müminlerin de ilâhî yardıma lâyık bulunduklarını bildirerek Resûl-i Ekrem’e teselli vermiş oluyor. Rüzgârların gönderilmesindeki muazzam ilâhi ihsanları ve yağmursuzluktan dolayı ümitsizliğe düşen insanların daha sonra yağdırılan yağmurlar ile müjdelenerek sevinçler içinde kalmakta olmalarını beyân ve bu suretle de onları tevhid dairesine şükür vazifesini ifaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve en) O şânı büyük Yaratıcının (âyetlerindendir) kudret ve hikmetine açıkça delâlet eden yaratma hârikalarındandır (rüzgârları müjdeciler olarak göndermesi) yani: Yağmurların yağacağına veya havaların güzel olacağına dâir kuzey, saba güney rüzgârları birer müjdeci durumunda bulunmuşlardır (ve) bunları o hikmet sahibi Yaratıcı böyle yaratmaktadır. Ey insanlar!. (Size) Bu rüzgârlar vasıtasiyle (rahmetinden tattırması için) siz bu sayede vücut sağlığına nâil olursunuz, tatlı güzel suları içer, onlar ile bağlarınız, bahçeleriniz, tarlalarınız sulanmış olur, ve daha nice faideleri elde etmiş bulunursunuz. (Ve) Bu rüzgarlar, Kerem sahibi Yaratıcının (emriyle)ilâhi iradesiyle (gemilerin) denizlerde (akması) güzelce akıp, seyretmesi (için) gönderilmektedir. (Ve O’nun fazlından) Hak Teâlâ’nın ihsan ve kereminden size nasip buyurduğunu (arayıp kazanmanız) deniz ticaretlerinde bulunmanız (için) o rüzgarlar öyle gönderilmektedir. (Ve) O rüzgârlar, ey insanlar!. (Olaki şükredersiniz) diye vakit vakit gönderilmektedir. Elbetteki, böyle pek faideli şeyleri ihsan buyuran Kerem Sahibi Yaratıcıya kullukta, şükranda bulunmak gerekir. Aksine hareket ise Allah’ın azabını celbeder.

47. Celâlim hakkı için senden evvel, kavimlerine Peygamberler gönderdik de onlara açık açık deliller ile gelmişlerdi. Artık günahkâr olanlardan intikam almış idik. Müminlere yardım etmek ise bizim üzerimize bir hâk olmuştur.

47. Ey Resûllerin Sonuncusu!. (Celâlim hakkı için senden evvel, kavimlerine Peygamberler gönderdik de) onlara Allah’ın dinini telkin için (açık açık deliller ile gelmişlerdir.) fakat o kavimlerden birçoğu, o Peygamberleri inkâr etmiş, nimete nankörlükte bulunmuş idiler. (Artık günahkâr olanlardan intikam almış idik) öyle Peygamberleri yalanlayan, Allah’ın âyetlerini, nimetleri takdir eylemeyen topluluklar, elbetteki, ilâhi azab hak etmişlerdi. (Müminlere yardım etmek bizim üzerimize bir hak olmuştur) müminler, ilâhi yardıma ilâhi şefkate erecektir. Bu bir ilâhi va’ddir ki, herhalde gerçekleşecektir, bu bir ilâhî iltifatdır ki, mümine büyük bir şeref vermektedir, onların yardımlara kavuşacaklarını müjdelemektedir. Kerem Sahibi Yaratıcı ise herşeye gücü yeter, dilediği kullarına yardım, başarı ihsan buyurur, bütün hilkat eserleri o ilâhi kudrete şahadet etmektedir.

48. Allah o Kerem sahibi yaratıcıdır ki, rüzgârları gönderir de bir bulut kaldırır, sonra onu gökte dilediği gibi yayar ve onu parçaparça da eder. Artık görürsün ki, aralarından yağmur çıkıyor nihayet onu kullarından dilediğine kavuşturunca onlar hemen sevinirler.

48. Evet.. Şânı büyük Allah herşeye kaadirdir. (Allah o) Kerem Sahibi Yaratıcı (dır ki, rüzgârları gönderir de) o rüzgarlar hava boşluğuna (bir bulut kaldırır) arada bir tabaka teşkil eder (sonra onu) o bulutu Cenab-ı Hak (gökte dilediği gibi yayar) dilediği taraflara dağıtır, uzun veya kısa bir müddet havada tutar. (ve) Dileyince (onu) o bulutu hikmet sahibi Yaratıcı Hazretleri (parça parça da eder) biribirine bitişik bir vaziyette bulunmaz olurlar. (Artık görursün ki, aralarından yağmur çıkıyor) yeryüzüne şeffaf damlalar halinde dökülmeğe başlar. (Nihayet onu) o yağmuru (kullarından dilediğine kavuşturunca) onların ülkelerine, topraklarına yağdırınca (onlar hemen seviniverirler) yüzlerinde sevinme izleri meydana gelir.

§ “İsâre”; Koparmak, kaldırmak, harekete getirmek, etrafa yaymak demektir.

§ “Kisef”; Kesilmiş parçalar, kıt’alardır. “Vedk” Yağmur, yağmur damlası ve yakın olmak manâsınadır. “Hilâl” aralıklar, zaman arasındaki ayrılıklar demektir.

49. Halbuki, onların üzerlerine indirilmeden evvel ondan evvelce elbette ümitsizliğe düşmüşlerdir.

49. (Halbuki, onların üzerine) O yağmur suları (indirilmeden evvel) o yağmurların yağacağından önce, evet… (Ondan evvelce elbette ümitsizliğe düşmüşlerdi) artık, yağmurların yağmayacağına, ekinlerin yetişmeyeceğine, kendilerinin ihtiyaç içinde kalacaklarına kanaat getirmiş bulunuyorlardı. Halbuki, böyle bir ümitsizliğe düşmek, kulluk şânına yakışmaz, insan Kerem Sahibi Yaratıcının bereket ve ihsanından ümidini kesmemelidir. İnsan bazan bir darlığa, bir hoşolmayan duruma düşebilir, bunda elbetteki, bir hikmet vardır. İşte böyle bir hâl vukuunda yine Cenab-ı Hak’ka dua ve yakarışta bulunmalıdır ve tavrını düzeltmeye çalışmalıdır. İşte (50)’inci âyeti kerime de buna işaret buyurmaktadır. “İblas” üzüntülü, kalbi kırılmış, ümitsiz olmak demektir.

50. Artık Allah’ın rahmet eserlerine bak, yeri ölümünden sonra nasıl hayata kavuşturuyor. Şüphe yok ki, o, ölüleri elbette diriltecektir ve o, herşey üzerine fazlasıyla gücü yeter.

50. Bu mübârek âyetler, yağmurlar ile yeryüzünü hayata kavuşturan Yüce Yaratıcının insanları da öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturacağını bir ibret örneği olmak üzere bildiriyor. Birçok insanların ellerindeki nimetlerden belirli bir süre mahrum kalmaları üzerine hemen nankörlüğe başladıklarını gösteriyor. Resûl-i Ekrem’in dâvetini ölülere ve sağırlara duyuramayacağını, körleri de doğru yola iletemiyeceğini haber veriyor. Herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah Teâlâ’nın mahlûkatı üzerinde dilediği gibi idârede bulunacağını açıklamaktadır. Şöyle ki: (Artık) ey düşünen insan!. Bir ibret nazariyle (Allah’ın rahmet eserlerine bak) yağmurlar vasıtasiyle meydana getirmekte olduğu çeşit çeşit bitkileri ve diğerlerini seyre dal, gör ki, Hikmet Sahibi Yaratıcı Hazretleri (yeri ölümünden sonra) kupkuru oluşun peşinden (nasıl hayata kavuşturuyor) ona nasıl mükemmel bir hayatî kuvvet güç veriyor, üzerinde ne kadar çeşitli bitkiler, ağaçlar meydana getiriyor. (Şüphe yok ki, o) Şânı Yüce Yaratıcı hayvanlardan, bitkilerden olan (ölüleri elbette) dilediği vakit (dirilticidir) onları yeniden hayata, gelip, büyümeye kavuşturmaya elbette ki gücü yeter (ve o) Hikmet Sahibi Yaratıcı (herşey üzerine fazlasıyla gücü yeter) bütün bu mahlûkatı baştan yoktan var eden bir Büyük Yaratıcı elbette ki, onları öldürdükten sonra tekrar diriltmeye, fazlasıyla gücü yeter. Biz bunainandık…

51. Andolsun eğer, bir rüzgâr göndersek de onu o rüzgâr ile ekinleri sararmış solmuş görseler, elbette ki, onun ardından nankörlüğe başlarlar.

51. Ne yazık ki, insanlarda garip bir ruh hali vardır, ilâhi kudreti gereği şekilde düşünüp takdir edemezler, birçok vakit ümitsizliğe düşerler, elden kaçanı telâfi etmeğe imkân bulunmadığını zannederler. İşte buna işaret için Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: (Andolsun ki, eğer bir rüzgâr göndersek de onu) o ekinleri o rüzgâr ile (sararmış) solmuş bir halde (görseler) rüzgârın fazla çarpması, ya sıcaklığı veya soğukluğu sebebiyle ağaçları, bitkileri kurumuş, bozulmuş bulsalar (elbette ki, onun ardından) onun öyle sararıp solmasını, bozulmasını müteakip hemen (nankörlüğe başlarlar) nimete nankörlükte bulunurlar, ümitsizlik ve keder içinde kalırlar. Halbuki, böyle bir hareket, kulluk şânına lâyık değildir. İnsan, bir nimete nâil olunca şükretmelidir ve bir musibete uğrarsa uzaklaştırılmasını Cenab-ı Hak’tan dilemelidir, o yüzden ümitsizliğe düşüp ümitsizlik ve keder içinde kalmamalıdır, Hak Teâla’ya sığınmak vazifesini unutmamalıdır.

§ “Rih”; Rüzgâr demekdir. Çoğu kez zararlı olan rüzgâra “rîh” denilir.

§ “Riyâh”; ise rüzgarlar demektir. Faideli rüzgârlara denilmektedir. Böyle faydalı rüzgârlar daha çok olduğu için çoğul kalıbıyla getirilmektedir.

52. Çünkü sen o dâveti ölülere duyuramazsın ve arkalarına dönüp giderlerken sağırlara da duyuramazsın.

52. Resûl-i Ekrem Hazretleri, öyle nankör olan kimseleri uyandırmağa çalışmakta, onları dinî hükümlere riayete dâvet etmekte, onların o cahilce davranışlarından dolayı üzülmekte idi. İşte o şeref sahibi peygamberine tesellivermek üzere Cenab-ı Hak buyuruyor ki: Ey Resûlüm!. (çünki sen o dâveti ölülere duyuramazsın) kalpleri ölmüş, mânevi hayattan yoksun kalmış kimseler, senin o güzel davetini işitip kabul edecek bir durumda bulunmuyanlar, (ve arkalarına dönüp giderlerken) hak sözleri dinlemekten kaçınırlarken (sağırlara da duyuramazsın) artık öyle kabiliyetsiz kimseler, elbette pek hayırlı bir dâvete evet demezler.

53. Ve sen körleri ve sapıklıklarından kurtarıp doğru yola iletici değilsin. Sen ancak âyetlerimize imân edenlere dinletebilirsin. İşte Müslüman olanlar onlardır.

53. (ve) Ey şânı Yüce Peygamber!. (sen körleri de) Kalpleri körleşmiş, faideli şeyleri görmeğe gözlerini çevirmekten kaçınan kimseleri (sapıklıklarından) içine düştükleri sapıklık çukurundan kurtarıp (doğru yola iletici değilsin) onları doğru yola kavuşturamazsın. Onlarda böyle bir kabiliyet kalmamıştır. İşte kâfirler böyle korkunç bir vaziyette bulunmaktadırlar. (sen) Ey Kadri Yüce Peygamber!. (ancak âyetlerimize imân edenlere) Kur’an-ı Kerim’in beyanlarını kabul eyleyenlere (dinletebilirsin) onlar, Kur’an’ın yüceliğini takdir ederler, hükümlerini anlayıp kabul ederek güzel güzel amellerde bulunurlar (işte müslüman olanlar, onlardır) o âyetleri öyle kabul ve hürmet edenlerdir, onların hükmüne razı ve boyun eğenlerdir. Velhâsıl insanlar!. Hem zâhiri delillere ve hem de şu gibi bâtıni delillere bakmalıdır, haktan ayrılmamalıdır.

54. Allah o Büyük Yaratıcıdır ki, sizi bir zayıf şeyden yarattı, sonra zayıflık ardından bir kuvvet verdi, sonra da kuvvetin ardından zayıflık ve ihtiyarlık vücuda getirdi. Dilediğini yaratır ve o, öyle alîmdir, kadîrdir.

54. Şöyle ki: (Allah o) Büyük Yaratıcı (dir ki,) Ey İnsanlar!. (sizi bir zayıf şeyden yarattı)birer damla meniden meydana getirdi. (sonra zayıflık ardından) çocukluk çağını müteakip size (bir kuvvet verdi) gençlik zamanına kavuştu güçlü; kuvvetli birer şahıs oldunuz (sonra da kuvvetin ardından zayıflık ihtiyarlık vücude getirdi) yaşınız ilerledi, saçlarınız ağardı, birer piri fanî olmaya başladınız. Evet.. Büyük Yaratıcı Hazretleri, hikmetinin gereğine göre (dilediğini yaratır) öyle nice değişken hâdiseler vücude getirir (o) Hikmet Sahibi Yaratıcı (öyle alimdir) mahlûkatının davranışlarını sözlerini tamamen bilir ve (kâdirdir) her dilediğini mümkün olan şeyi yaratmaya gücü yeter. Biz buna inandık. İşte insanlara ait muhtelif, çeşitli devreler, değişmeler de bu cümledendir. Bütün bunlar, o kâinatın Yaratıcısının dinî, kudreti, hikmeti çerçevesinde meydana gelmektedir. Artık bu dünya hayatını gafletle geçirmemelidir, ahiret hayatını unutmamalıdır, ilâhi eserleri dikkate alarak uyanık bir halde yaşamalıdır.

“İlâhi sensin ancak kâinati eyleyen icad”

“Senin zâtı azîm’inden eder mahlûkun istimdad”

“İlâhi sen küçükten söyletirsin tıflı nevzadı”

“Ki, hiç yoktan verirsin mâdere kıymetli evlâdı”

“Senin lûtfunla bilcümle merasim cilve bahşadır”

“Bütün ruz-ü leyâlin çeşmi câna hayretefzâdır”

Ahmet Cemil

55. Ve o gün ki, kıyamet kopar, günahkârlar dünyada bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler. İşte onlar doğru sözden böylece çevrilir kimseler olmuşlardı.

55. Bu mübârek âyetler, kıyamette kâfirlerin şaşkın bir hâlde kalıp dünyada bir saaten fazla kalmamış olduklarına yemin edeceklerini bildiriyor. İlm ve imân sahiplerinin ise o kâfirlerin levh-i mahfuzda yazılmış olan kıyamet gününe kadar dünyada yaşamışolduklarını yeminle söyleyeceklerini haber veriyor. Ve dünyada iken zalim olanların ahirette bir mazeret ortaya koyamayacaklarını ve kendilerinden hakkın rızasını celbedecek bir âmel istenilmeyeceğini şöylece hatırlatmaktadır. (o gün ki, kıyamet kopar) Bütün insanlar yeniden hayat bularak kabirlerinden kaldırılır, mahşere sevkedilirler. İşte o günde (günahkârlar) yani: Kafirler, dehşetler içinde kalırlar, dünyada veya kabirde (bir saatten başka kalmadıklarına yemin ederler) onların böyle yemin etmeleri, ya yalan yeredin veya dünya hayatının müddetini unutmuş olmalarından dolayıdır veyahut ahiretin ebedî hayatına göre dünyanın pek çabuk geçmiş olduğuna işaret içindir. (işte onları) o günahkârlar, daha dünyadalarken doğru söz söylemekten (böylece çevirilir kimseler olmuşlardı.) evet.. Onlar dünyada iken de kıyamet gününü inkâr etmekte, yalan söylemekte bulunmuşlardı.

56. Kendilerine ilim ve imân verilmiş olanlar da dediler ki: Andolsun Allah’ın kitabında yazılmış olan diriltilme gününe kadar durdunuz. İşte bu, öldükten sonra diriltilme günüdür velâkin siz bilmez kimseler oldunuz.

56. (Kendilerine) Dünyadalarken (ilm ve imân verilmiş olanlar da) o kâfirleri tekzib, onların cehaletini ilân için (dediler ki,) yani: Kıyamette diyeceklerdir ki: (andolsun) Allah’ın adına yemin ederek sözümüzü teyit eyleriz ki: (Allah’ın kitabında) Yani: Cenab-ı Hak’kın ezeli takdiriyle levh-i mahfuzda yazılı olan işbu (bâs gününe) böyle tekrar dirilip mahşere sevkedildiğiniz güne değin (durdunuz) öyle bir saat durmuş değilsinizdir. (işte bu, bas günüdür) ki, siz dünyada iken bunun vuk’u bulacağını inkâr etmekte idiniz. (velâkin siz bilmez kimseler oldunuz) bugünün kesinlikle geleceğini bilmiyordunuz, bunun olmasını dünyada iken alay yolu ile acele ediyordunuz. İşte bu müthiş güne kavuşmuş oldunuz. Bütünfırsatları elden kaçırmış bulundunuz.

57. Zulmetmiş olanlara o günde özür dilemeleri kendilerine fâide vermez ve onlardan Allah’ın hoşnutluğunu celbeden birşey de istenmeyecektir.

57. Artık o mahşer gününde herkes dünyadaki inancına, âmellerine göre ya mükâfat veya ceza görecektir. Dünyada iken (zulm etmiş olanlara) yani: Ahiret hayatını inkâr ile küfre düşmüş, nefsini azaba lâyık kılmış olan kimselere (o günde) o mahşer zamanında (özür dilemeleri) cehaletlerine, kötü inançlarına dair bir özür beyan etmeleri (kendilerine fâide vermez) zaten o âlemde kabul edilebilir bir mâzeret beyan edemezler. Kendileri hiçbir şekilde mâzur değildirler. (ve onlardan Hakkın rızasını celbeden birşey de istenmiyecektir) yani: Hak Teâlâ’nın rızasına uygun kendilerinden günahlarının izlerini yok edecek bir âmelde bulunmaları, mesela: Tövbe etmeleri, ibadette bulunmaları gibi birşey de kendilerinden istenmeyecektir. Çünki artık bunların zamanı geçmiş bulunacaktır. İbadet ve amel yeri dünyadır, âhiret ise bir ceza yurdudur. Bir mükâfat ve ceza âlemidir. Binaenaleyh daha dünyada fırsat var iken insan, güzel inançta, güzel amellerde bulunmalıdır ki, bunun faidesini ahirette görsün, onu mahşerin şiddetlerinden kurtarsın.

§ “İsti’tâb” Bir kimsenin kendisini razı ve hoşnut etmesini, başkasından istemesi demektir. “İ’tâb” da bir kimseyi razı ve hoşnut etmek, onun şikayetini ve üzüntüsünü gidermek manasınadır.

58. Andolsun ki, bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali getirdik. Ve muhakkak ki, onlara herhangi bir âyet getirecek olsan elbette kâfir olanlar diyeceklerdir ki, siz bozguncu kimselerden başka değilsiniz.

58. Bu mübârek âyetlerde kâfirlerin ahirettebir mazeret beyan etmelerine yetkileri kalmamış olduğunu bildiriyor. Onlara dünyadalarken Kur’an-ı Kerim vasıtasiyle yeterinden fazla ikâzlarda bulunulmuş olduğunu haber veriyor. Onların ise küfrleri yüzünden kalpleri mühürlenmiş olduğu için o ikâzları değerlerdiremeyip Hz. Peygamber’e karşı lâyık olmayan iftiralarda bulunmuş olduklarını gösteriyor. Artık Resûl-i Ekrem’i sabr ve sebata davet ederek kendisine teselli vermiş olmaktadır. Ve o muhterem Peygamberin peygamberlik vazifesini yerine getirmeye devam etmesine işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Resûllerin sonu!. (Andolsun ki,) Allah hakkı için biz (bu Kur’an’da insanlar için her türlü misâli getirdik) her mühim hâdiseyi, hayret uyandıran kıssayı zihinlere yaklaştırmak için güzelce tasvir ve birer misâl ile açıklamış olduk. (ve muhakkak ki, onlara herhangi bir âyet getirecek olsan) öyle fâideli misalleri içinde bulunduran birer âyeti kerime tebliğ eylesen veya Hz. Musa’nın bastonu, beyaz el gibi birer mucize göstersen (elbette kâfir olanlar) yine ona kıymet vermeyecekler, onlara bakıp uyanmayacaklardır. Bilâkis onlar, Resûl-i Ekrem’e ve müminlere hitaben (diyeceklerdir ki, siz bozguncu kimselerden başka değilsiniz) siz hilede bulunuyorsunuz, bir takım gerçeğe ters düşen şeyler söylüyorsunuz!. Haşâ.. İşte dinsizler, müminlere karşı böyle iftirada bulunurlar, böyle eksiklikler isnada cür’et eder dururlar.

59. İşte bilmeyenlerin kalplerini Allah Teâlâ öylece mühürler.

59. (İşte bilmeyenlerin) Güzel bilgi sahibi olmak istemeyenlerin hak ve hakikatı araştırmayanların, hurâfelere kıymet verenlerin, bir takım ahlâka, insanlığa yakışmayan şeyleri, birer terakki alameti zannedenlerin (kalplerini Allah Teâlâ öyle mühürler.) kendi kötü tercihlerinden fenahareketlerinden dolayı kalpleri kararır, hakikatları göremez olurlar, karanlığa nur, nura karanlık demekten geri durmazlar.

60. Artık sen sabret. Şüphe yok ki, Allah’ın vâdi haktır ve kesin şekilde imânı olmayanlar, seni hafif görecek olmasınlar.

60. Bütün insanlığı irşada çalışan, bütün insanları mümin, mes’ut bir halde görmek isteyen şiarı merhamet olan Resûl-i Ekrem Efendimiz, o gibi inkârcıların hallerine acıyan, son derece şefkatli olmasından dolayı üzülüyordu. Kerem Sahibi Yaratıcı Hazretleri de o Kadri Yüce Peygamberine teselli vermiş olmak için şöylece emr ediyor: (artık) Ey Resûlüm!. (sen sabr et) O kâfirlerden gördüğün eziyet ve kabalığa karşı tahammül göster, onların inkârlarına, kötü düşünce sahibi olmalarına rağmen sen yine onların Allah’ın azabından korkutmağa irşada çalış, hak yolunda fedakârlıktan ayrılma (şüphe yok ki, Allahun vâdi haktır) sana yardım edecektir, senin dinini yüceltecek doğuya, batıya yayacaktır. Senin yüce dinini inkâr edenleri de neticede cezalarına kavuşturacaktır. Bu husustaki ilâhi vad, elbetteki, gerçekleşecektir. (ve kesin şekilde imânı olmayanlar) senin beyanlarını olduğu gibi kabul etmeyenler, tereddüt ve münafıklık içinde yaşayanlar (seni hafif) görüş ve düşüncelerinde isabetsiz (sayacak olmasınlar) sen sabırsızlığa sevkedecek, sen peygamberlik vazifesini yerine getirmekten alıkoymasınlar. Sen ey şânı Yüce Peygamber!. O inkârcılara karşı daima sağlam bir cephe olmuş ol, onlara ilâhi âyetleri, dinî vazifeleri anlatmaya devam et. Onlar seni öyle hayır ister çalışmalar sayesinde zayıf düşmüş, âciz kalmış bir hâlde görmesinler. Sen daima başarılara nâil olacaksın, ilâhi korumaya mazhar bulunacaksın. Senin hakkında ilâhi yardım şüphe yok ki tecelli edecektir. Ey Peygamberlerin Sonuncusu Hazretleri!. Allah’ınsalât ve selâmı sana ve diğer peygamberlere ve Resûllere olsun, hamd, âlemlerin rabbi Allah’a âittir.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN