ZÜMER SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek Sûre, Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Yalnız (53, 54, ve 55)’inci âyetlerinin Medine-i Münevvere’de nâzil olduğunu savunanlar da vardır. Yetmişbeş âyeti kerimeyi içermektedir. Cennet ehli ile cehennem ehlinin hakkı kabul edenler ile etmeyenlerin guruplar hâlinde cennete ve cehenneme sevkedileceklerini beyan buyurduğu için kendisine “Zümer Sûresi” adı verilmiştir. Bununla beraber cennet ehlinin gurfelerde = köşklerde ikamet edeceğini müjdelediği için kendisine “Guref sûresi” ismi de verilmiştir. Bu sure-i celîle, Sâd sûresinin nihayetini, onun işaret ettiği Kur’an-ı Kerim’i ve dünya ve ahiret itibariyle yaratıkların hallerini bir nev’i izah mesabesindedir. Başlıca içeriği şunlardır:

(1): Kur’an-ı Kerim’in nasıl bir hidayet vesilesi olduğu.

(2): Allah Teâlâ’ya itaat edenler ile etmeyenlerin hâlleri ve âkibetleri.

(3): Kur’an-ı Kerim’i kabul etmeyip de redde cür’et edenlerin nasıl bir felâkete maruz kalacakları.

(4): Kusurlarından dolayı pişmanlıkta bulunarak tevbekâr olanların ilâhi affa kavuşmaları.

(5): Kıyamet gününün durumunu beyan etmek ve müminlerin cennetlere sevkini müjdelemek, kâfirlerin de cehenneme sevkedileceklerini ihtar etmek.

(6): Meleklerin Allah’ın arşı etrafında tesbih ile hamd ile meşgul olacaklarını beyan etmek.

1. Bu kitabın indirilişi, aziz, hakim olanAllah’tandır.

1. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in yüceliğini ve inişindeki hikmeti bildiriyor. Sad ve hakiki dinin, Allah’ın dininden ibaret olduğunu, Cenab-ı Haktan başkasına tapanların yalancı, nankör, ilâhi kahra lâyık kimseler bulunduklarını ihtar buyuruyor. Alemin Yaratıcısının çocuk edinmekten uzak olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Bu (Kitabın) yani: Kur’an-ı Kerim’in (indirilişi) Cibril-i Emin vasıtasiyle Son peygambere tebliğ buyurulması (azîz) mülkünde galip, kâdir ve (hâkim) yarattığı şeyler birer hikmet ve menfaata dayanan (Allah’tandır) bütün mükemmel sıfatlarla vasıflanmış olan o Yüce Mâbud’un mukaddes ilâhi vahyinin neticesidir.

2. Şüphe yok ki, biz sana kitabı hak olarak indirdik. O halde sen de dini Allah’a has kılarak ihlas ile ibadet eyle.

2. Evet.. O kerem sahibi mâbud, buyuruyor ki: Ey mahlûkatın en şereflisi!. (Şüphe yok ki, biz sana kitabı) Her hayrı içeren, her fenalığa mâni ve bütün insanlık için bir hidayet rehberi olan Kur’an-ı Kerim’i (hak olarak indirdik) o kitap, hakka, hakikate tamamen uygundur, onun Allah’ın birliğine, peygamberliğine, ahirete, kulluk vazilelerine ait bütün beyanları birer hakikattir, onları kabul etmek, onlara göre hayatı tanzim eylemek bir dinî vazifedir. (O hâlde Allah’a dinî) İslâm dinini (onun için) o Yüce Mâbud’a ait olmak üzere (samimi) bir şekilde (tahsis ederek ibadet eyle) Kur’an-ı Kerim’in izahları doğrultusunda Allah’ı birlemeye ve kutsamaya devam et.

3. İyi biliniz ki, halis din yalnız Allah’a mahsustur. Ve o kimseler ki, ondan başkasını dost edindiler, onlara ibadet etmeyiz, ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar diye ibadet ederiz derler şüphe yok ki, Allah, onların kendisinde ihtilafa düştükleri şeyler hakkında hüküm verecektir. Muhakak ki, Allah, yalancı, nankörlüğe düşkün olan kimseyi hidayeteerdirmez.

3. Evet.. Ey insanlar!. Uyanınız, (İyi biliniz ki, hâlis din Allah’a mahsustur) hakiki, Allah’ın rızasına uygun, şirk ve riya şüphesinden uzak olan din, Allah Teâlâ’nın kabul buyurmuş olduğu İslâm dinidir, o tevhid dinidir. Binaenaleyh ondan başka hakiki bir din yoktur ve o ezeli mabûddan başka ibadet ve itaate lâyık bir yaratıcı mevcut değildir. İlahlık sıfatlarında tek olan, ancak O’dur. (ve o kimseler ki) Bu hakikatten gafil bulunurlar da (O’ndan başkasını) o ortak ve benzerden uzak olan Allah Teâlâ’dan başkasını da kendilerine (dost edindiler) kendileri için birer mâbut tanıdılar, melekler gibi, Hz. İsa ve Hz. Üzeyr gibi kulları ve putlar gibi âciz şeylere birer mâbudluk isnâd ederek onlara da tapınmakta bulundular ve kendilerinin bu müşrikce hareketlerini doğru göstermek için de biz (onlara ibadet etmeyiz) o mahlûkları mâbut edinmiş olmayız (Ancak bizi Allah’a yaklaştırsınlar) bize şefaat eylesinler (için) onlara ibadette bulunuruz derler, böyle pek cahilce bir mâzeret ileri sürerler, bir takım heykellerden fâide beklerler. Cenab-ı Hak’da onların bu pek yanlış düşüncelerini şöylece red ediyor: (Şüphe yok ki, Allah onların arasında) O müşrikler ile onları tevhid dinine dâvet eden müslümanlar arasında (onların kendisinde ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında) herbirinin tercih etmiş olduğu itikat esaslarına, dinî meselelere dair (hükmedecektir.) kıyamet gününde bu ilâhi hüküm tecelli edecektir. Samimi kullarını mükâfatlara erdirecektir. Küfr ve şirk sahiplerini de ebedî olarak cezaya uğratacaktır. (Muhakkak ki: Allah ) Teâlâ (yalancı) olanı, bir takım yaratılmış şeylere mâbudluk isnâdında bulunanı, bir kısım cansız varlıklardan şefaat bekleyen kimseyi ve (nankörlüğe düşkün olanı) kendi yaratıcı ve rızıklandırıcısının birliğini inkâr ederek büyük bir küfr ve isyan içinde olan (kimseyi hidayeteerdirmez.) Öyle bir şahıs, kendi kötü iradesi yüzünden sapıklığa düşmüş, ebedî bir azabı hak etmiş olur.

4. Eğer Allah çocuk edinmek istese idi, elbette yarattığından dilediğini seçiverirdi. O bundan uzaktır, o tek ve kahhar olan Allah’tır.

4. O müşrikler, düşünmeli değil midirler ki, Allah Teâlâ evlat edinmekten uzaktır. Bütün mahlûkat, O’nun birer yaratılış eseridir, O’nun kutsal zatına denk, O’nunla aynı mahiyete sahip olabilirler mi ki, O’nun evladı olabilsinler?. Maamafih faraza (Eğer Allah çocuk edinmek istese idi) kendisi için evlât edinmeği, kastetseydi (elbette yarattığından dilediğini seçiverirdi) en mükemmelini kendisine evlât edinirdi, erkek evlât daha kıymetli görüldüğü halde onların dediklerine göre melekleri kendisine kız edinir miydi?. Hz. İsa ve Hz. Üzeyr gibi insan acziyetinden uzak olmayan zatlar da birer mahlûk olduğundan hiç O ezelî Yaratıcı için evlat olabilirler mi?. Velhâsıl (O) Yüce Yaratıcı (bundan uzaktır) kendisine evlat isnâd edilmesınden beridir, mukaddestir ve (O) Kâinatın Yaratıcısı (tek)dir. Mülkünde ortak ve benzerlerden uzaktır ve kahhar olan her yönüyle mükemmel, bütün mahlûkatına galip ve hâkim olan ancak o (Allah’tır) o bütün mükemmel sıfatlarıyla vasıflanmış, noksan sıfatlardan uzaktır. Bütün yaratmış olduğu şeyler, bu hakikate şahittir. Artık O’na nasıl evlat, ortak ve benzer isnât edilebilir?.

5. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine sarar ve gündüzü de gecenin üzerine sarıverir ve güneşi ve ay’ı emri altına almıştır. Herbiri belirli bir zamana kadar akıp gider. Haberiniz olsun ki: Herşeye galip, çok bağışlayıcı olan, O’dur.

5. Bu mübârek âyetler, ortak ve benzerden ve evlat edinmekten münezzeh olan Allah Teâlâ’nın birliğine, kudret ve azametine şahitlik eden yaratılış eserlerine dikkattleriçekiyor. O Yüce Yaratıcının yaratıklarına ihtiyacı bulunmadığını, onların küfrlerine razı olmadığını ve şükreden kullarından ise razı olacağını beyan buyuruyor. Herkesin yalnız kendi amelinden mes’ul olacağını ve bütün kullarının hallerini bilen Yüce Yaratıcının mânevi huzuruna getirileceklerini ve kendi amellerinden haberdar edileceklerini ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Alemin Yaratıcısı (Gökleri ve yer hak ile yarattı) bütün bu gök ve yeryüzü varlıkları, birer kudret eseridir, birer hikmet ve menfaati içermektedir, hepsi de hak ve sevap üzere bulunmaktadır, hiçbiri boş yere yaratılmamıştır. (geceyi gündüzün üzerine sarar) Güneşi batırarak geceyi meydana getirir (ve gündüzü de gecenin üzerine sarıverir) güneşin doğuşunu sağlayarak gecenin karanlığını giderir (ve güneşi ve ay’ı emri altına almıştır) onlar Allah’ın emirlerine boyun eğer, O’nun iradesi doğrultusunda harekette bulunurlar. (herbiri belirli bir zamana kadar akıp gider) Herbirinin belirli doğuş ve batış zamanı vardır, o zamanlar muhtazaman meydana gelir. Evet.. Ey insanlar!. haberiniz olsun ki) Uyanık bir kalp ile düşünüp anlayınız ki, (herşeye galip, çok bağışlayıcı olan, O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Bu kadar kudret eserlerini muntazam eserleri meydana getirmiş olan o kerim mâbud, elbette ki, herşeye kâdirdir. Ahiret âlemini meydana getirmeğe de yüce kudreti fazlasiyle kâfidir. Buna inancımız tamdır.

§ Tekvir; lügatte sarık, tülbend sarmak, birşeyin üzerini örtüp gizlemek demektir. Burada kastedilen mana, geceyi giderip yerini gündüz ile gündüzü giderip, yerini gece ile örtmektir.

6. Sizi bir tek kişiden yarattı, sonra ondan eşini meydana getirdi ve sizin için dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içine bir yaradılıştan sonra bir yaradılışla yaratıverir.İşte Rabbiniz olan Allah O’dur. Mülk O’nun içindir. Ondan başka ilâh yoktur. Artık nasıl döndürülüyorsunuz?

6. Evet.. Ey insanlar!. Bir kere düşününüz ki, o kudret sahibi Yaratıcı (Sizi bir tek kişiden yarattı) Adem Aleyhisselâm’ın zürriyeti olarak peyderpey meydana getirdi (sonra ondan eşini vücude getirdi) Hz. Ademin cinsinden olarak eşi Havva’yı halk etti (ve) Ey insanlar!. (sizin için) Menfaatlerinizi temin maksadından dolayı (dört ayaklı hayvanlardan sekiz çift indirdi) yani: Deve, sığır, koyun, ve keçi hayvanlarını erkek ve dişi olmak üzere sekiz gurup olarak sığır, koyun, ve keçi hayvanlarını erkek ve dişi olmak üzere sekiz gurup olarak varlık alanına getirdi, bunları insanların menfaatlerini temine vasıta kıldı. Ve ey insanlar!. (sizi) De (annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde) yetiştirdi. Yani: Her insan çocuğunu, gelişip büyümesini temin için “oğlan yatağı” denilen ana rahminde ve “batn” denilen karın içinde “neşime” denilen ince deri arasında muhafaza etti. Ve yahut üç nevi pek ince perde içinde besledi. Evet.. Sizi ey insanlar!. O Kerem Sahibi Yaratıcı (bir yaradılıştan sonra bir yaradılışla yaratıverdi) yani: Her insanı kendi annesinin içerisinde evvela bir nutfeden ibaret kıldı, sonra o nutfeyi “alaka” denilen uymuş kan parçası hâline getirdi, daha sonra da “mudga” denilen bir et parçası şekline soktu, onu müteakip de et, kemik, sinirden ibaret bir insanî şekle erdirerek kendisine ruh ihsan buyurdu onu, yeni bir mahlûk olarak vücude getirmiş oldu. Ne kadar eşsiz bir kudret eseri!.. (işte Rabbiniz olan Allah, O’olur) Bütün bu yaratılış eserlerini meydana getiren o Yüce Yaratıcıdır. O’ndan başkası değildir. (mülk O’nun içindir) Dünyada ve ahirette her ne var ise, hepsi de o Kerem Sahibi Yaratıcının birer kudret eseridir, O’nun hâkimiyeti altında bulunmaktadır. (O’ndan başka ilâh yoktur) İbadete lâyık olan ancak O’dur (Artık nasıl döndilrülüyorsunuz?.) bu kadar çeşitli eserlero ezeli Yaratıcının birliğine, mabutluğuna birer açık delil iken artık nasıl oluyor da mâbutluk isnat ederek cür’et gösteriyorsunuz?.

7. Eğer küfre düşerseniz, şüphe yok ki, Allah size muhtaç değildir. Fakat kulları için küfre râzı olmaz ve eğer şükrederseniz onun için sizden râzı olur ve hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. Sonra dönüp gidişiniz, Rabbinizedir. Artık neler yaptığınızı size haber verir. Şüphe yok ki, O, kalplerde olanları tamamiyle bilendir.

7. Artık ey insanlar!. Bu kadar kuvvetli, parlak deliller mevcut iken bunlara rağmen siz (Eğer küfre düşerseniz) zararı size aittir (şüphe yok ki, Allah sizden müstâğnidir.) hiçbir mahlûkuna muhtaç değildir. O’na sizin kötü hareketiniz asla zarar veremez (Fakat) o kerim olan Yaratıcı (kulları için küfre razı olmaz) ona müsaade buyurmaz. Bu da kulları hakkında ilâhi bir merhametten dolayıdır, onlar için menfaati çekmek zararı def etmek hikmetine dayanmaktadır. Çünkü küfr, insanları zelil eder, mânevi hayattan mahrum ve azaba lâyık kılar (ve eğer) ey insanlar!. (şükr ederseniz) imân şeretine ulaşmanızı takdir ederek ondan dolayı Cenab-ı Hak’ka şükreder, üzerinize düşen şükür vazifesini yerine getirmeye çalışırsanız (onun için) o Kerem Sahibi Yaratıcı sizden (razı olur) çünki o şükr, sizin için dünyevî ve uhrevî saadete bir vesiledir (ve hiçbir günahkâr başkasının günâhını yüklenmez.) meselâ: Bir mümin, sebebiyet vermedikçe, razı olmadıkça başkasının günahından dolayı sorumlu bulunmaz. (sonra) Ey insanlar!. (dönüp gidişiniz Rab’binizedir) Ahirette Cenab-ı Hak’kın mânevi huzuruna varacaksınızdır. Dünyadaki amellerinizden dolayı muhasebeye, muhakemeye tâbi olacaksınızdır. (artık) O Yüce Yaratıcı, sizin dünyada iken (neler yaptığınızı) o ahiret âleminde (size haber verir) O’na hiçbir amel gizli kalmaz. Güzel amel sahiplerini sevabaerdirir, kötü amel sahiplerini de lâyık oldukları cezalara kavuşturur. (şüphe yok ki, O) hikmet sahibi Yaratıcı (kalplerde olanları da tamamiyle bilendir.) bütün kullarının kuruntularını, kalplerindeki düşüncelerini bilmektedir. Artık açıkca yaptıkları şeyleri de bilmez mi?. Elbette ki, o ilim sahibi Yaratıcıya karşı hiçbir şey gizlenemez, o halde insan daima uyanık bulunmalıdır, hakiki istikbâlini düşünmelidir, başına bir bela gelmeden evvel hak’ka yönelerek Allah’ın himayesıne sığınmalıdır kalbini temiz tutarak güzel amellere çalışmalıdır. Nitekim Sahih-i Müslim’deki bir hadis-i şerif şu meâldedir: “şüphe yok ki, Allah Teâlâ sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz. Fakat muhakkak ki, sizin kalblerinize ve amellerinize bakar.”

8. Ve insana bir zarar dokunduğu zaman Rabbine yönelerek duada bulunur. Sonra ona Allah kendi tarafından bir nimet lûtfedince ona evvelce yapmış olduğu duayı unutur ve Allah için ortaklar koşmağa başlar, insanları O’nun yolundan sapıttırmak için. Deki: Küfrün ile biraz fâidelen, şüphe yok ki, sen cehennem ehlindensin.

8. Bu mübârek âyetler, müşriklerin çelişkili hareketlerini gösteriyor. Bir zarara uğrayınca Cenab-ı Hak’ka yalvarmaya mecbur olduklarını, o zarardan kurtulunca da putlara tapınmaya başladıklarını bildiriyor ve onların korkunç âkibetlerini ihtar buyuruyor. Böyle müşrik günahkâr kimselerin Allah’ı birleyen, ona ibadet ve itaatden zatlara eşit olamayacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve insana) yani: Putlara, herhangi bir mahlûka ibadet eden bir şahsa (bir zarar) hastalık gibi, ihtiyaç gibi bir çirkin gördüğü musibet (dokunduğu zaman) başkalarından ümidini keser (Rab’bine yönelerek duada bulunur.) o zararın bertaraf edilmesini o kerem sahibi rabbinden rica etmeğe başlar (sonra buna) bu insana Cenab-ı Hak (kenditarafından) bir şey karşılığında olmaksızın (bir nimet lutfedince ona) o kerem sahibi Rabbe (evvelce yapmış olduğu duayı unutur.) mübtela olmuş olduğu zararın Allah’ın lütfu ile bertaraf edilmiş olduğunu düşünmez. (Ve Allah için ortaklar koşmaya başlar) Yine bir takım âciz, yaratılmış şeylere tapınmaya, onlardan faide beklemeye cür’et eder, insanları (O’nun yolundan saptırmak için) öyle müşrikce bir harekette bulunur, bir takım kimseleri de kendisi gibi tevhid dininden, İslâmiyet yolundan mahrum bırakmaya çalışır durur. Resûlüm!. O gibi küfrüne hükmedilen şahsa (deki: Küfrün ile biraz fâidelen) ömrün nihayet buluncaya değin. Öyle müşrikce hareket (şüphe yok ki, sen cehennem ehlindensin) sen cehenneme atılacak kimseler ile beraber bulunacaksın, artık bu müthiş âkibeti düşün. Bu âyeti kerime, bir görüşe göre, Ebu Huzeyfetü’bnü’l-muğire veya Utbetübnü Rebia hakkında nâzil olmuştur. Fakat hükmü umumidir. Bütün kâfirler hakkında büyük bir tehdidi onlar için uhrevî bir faide bulunmadığını ihtar etmektedir.

§ Havl = Tahvil; bahşetmek vermek demektir.

§ Tehavvül; de teahhüt etmek ve korumak manasınadır.

9. Yoksa o kimse ki, gece saatlerinde ibadete devam eder, secde edici ve kıyamda durucu olarak ahiret azabından çekinir ve Rabbinin rahmetini diler, bununla böyle olmayan eşit olur mu? Deki: Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olabilirler mi? Ancak saf akıl, sahipleri düşünüverir. bundan ibret alırlar.

9. Evet.. Öyle bir müşrik ile bir mümin arasında ne kadar fark vardır!. Bir kere düşünmeli!. (Yoksa o kimse ki:) O mümin zat ki: (gece saatlerinde) Uyanık bulunarak ibadete (devam eder) meşakkatlere katlanır, riyâdan uzak olarak tam bir samimiyetle ibadet zevkine dalar, kulluk vazifelerini yerine getirmeyeçalışır (secde edici ve kıyamda durucu olarak ahiret azabından çekinir) namaz gibi yüce bir ibadeti yerine getirmeye devam eder (ve Rab’binin rahmetini diler) ahirette cennete girmeyi ve Allah’ın cemalini müşahede şerefine kavuşmayı temennide bulunur. Artık böyle bir zat ile küfr ve isyana müptela bir şahıs eşit olabilir mi?. Elbette olamaz. Ne mutlu öyle samimi, itaatkar mü’minlere Resûlüm!. (de ki: Hiç bilenler ile bilmeyenler eşit olabilirler mi!.) Allah Teâlâ’nın birliğini, kudret ve azametini bilip kulluk vazifesini yerine getirenler ile böyle bir olgunluğa sahip olmayanlar, aynı mertebede, aynı fazilette bulunmuş sanılabilirler mi?. Buna imkân mı var?. (ancak saf akıl sahipleri düşünüverir.) Bundan ibret alırlar. Bu âyeti kerime: Rivayete göre Hz. Ebu Bekir veya Hz. Ömer veya Hz. Osman veyahut İbni Mes’ut, Ammar ve Selmanı Farisî radiyallâhü anhüm hakkında nazil olmuştur. Maamafih hükmü umumidir.

§ Kanıt; üzerine vâcip olan ibadet ve itaati yerine getiren zat demektir.

§ Anaülleyl’de gece saatleri, vakitleri manasınadır.

10. De ki: Ey imân eden kullar! Rabbinizden korkunuz. Bu dünyada ihsanda bulunanlar için bir güzellik vardır. Ve Allah’ın ülkesi geniştir. Şüphe yok ki, sabredenler için mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir.

10. Bu mübârek ayetler, Resûlullah’ın müminlere ne şekilde nasihat vermekle mükellef bulunmuş olduğunu gösteriyor ve Hz. Peygamber’in ne gibi ibadetlere devam ettiğini ve Allah korkusu ile vasıflanmış olduğunu bildiriyor. Hüsrana uğrayanların da kimlerden ibaret bulunduğunu ve onların nasıl müthiş, ateşli azaplara, felâketlere uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Resûl-i Ekrem!. Mü’minlere hitaben (Deki: Ey imâneden Kullar!. Rab’binizden korkunuz) O’nun emrlerine itaat ediniz, yasakladığı şelerden kaçınınız (bu dünyada ihsanda bulunanlar) takva ile, ibadet ve itaat ile vasıflanmış olanlar (için) ahirette (bir güzelik vardır) cennetlere nâil olacaklar, nice nimetlere kavuşacaklardır. (ve Allah’ın ülkesi geniştir) O’nun kulları için güzelce barınacakları nice yerler vardır. Binaenaleyh bir kul bir yerde barınamazsa, üzerine düşen vazifeleri yerine getirmezse başka bir yere çıkıp gidebilir. Bu âyeri kerime’deki arzdan maksat, Ebu Müslim’in beyanına göre cennettir. Nitekim diğer bir âyeti kerim’e, şu meâldedir. Takva sahipleri için hazırlanan cennetin eni göklerin ve yerin genişliği kadardır. (Şüphe yok ki, sabr edenler için) Düşmanlarının eziyetlerine karşı sabr ederek ibadet ve itaatten ayrılmayanlara mahsus (mükâfatları hesapsız olarak ödenecektir.) sayılamayacak, kıymetleri takdir edilemiyecek derecelerde fazla olacaktır. “Rivâyete göre bu âyeti kerime, Mekke-i Mükerreme’de müşriklerin eziyetlerine uğramış olan müminlerin veya oradan Habeşistan’a hicret eden Cafer İbni Ebi Talip ve onun arkadaşları gibi zatların haklarında nazil olmuştur.

11. De ki: Şüphe yok ben emrolundum ki, dini Allah’a hâlis kılarak ibadet edeyim.

11. Ey en şerefli Peygamber!. (De ki: şüphe yok ben emrolundum ki) yalnız (Allah’a) kullukta bulunayım (Onun için dinî ona hâlis kılarak) O’nu birleyerek ve kutsayarak (ibadet edeyim.) işte o Yüce Peygambere tâbi olanların da vazifeleri, böyle tam bir ihlas ile Cenab-ı Hak’ka kullukta bulunmaktadır.

12. Ve emrolundum ki: Ben Müslümanların ilki olayım.

12. O Yüce Peygamberler, şöyle de demekle mükellef bulunmuştur. (Ve emr olundum ki, Ben) öyle takva ile, ibadet ve itaatle meşgulolarak bu ümmeti meydana getiren (müslümanların evveli olayım.) onlara uyulması gereken bir örnek olarak tam bir samimiyetle tevhide, ibadet ve itaate devam edeyim.

13. De ki: Muhakkak ben Rabbime isyân eder isem pek büyük bir günün azabından korkarım.

13. Ve ey Son Peygamber!. İnsanlara hitaben (De ki: Muhakkak ben Rab’bime isyân eder isem) O Yüce Yaratıcıyı, birleme ve kutsama hususunda, O’nun dinini insanlara tebliğ hususunda faraza ihlası terk ederek kusurda bulunursam (pek büyük bir günün) kıyamet zamanının (azabından korkarım.) binaenaleyh her mümin için de lâzımdır ki, o pek müthiş günü düşünerek kulluk görevini yerine getirmeye gayret göstersin.

14. De ki: Ben dinimde ihlâs ile ancak Allah’a ibadet ederim.

14. Ve ey Yüce Resûl!. Ümmetine şöyle de (De ki:) ben (Ancak Allah’a dinimi O’nun için hâlis kılarak ibadet ederim) yani: Ben Allah’tan başkasına ne tek olarak ve ne de toplu olarak ibadette bulunmam, yalnız tam bir samimiyetle o eşsiz Yaratıcıya ibadette bulunurum. Bunun hilâfına hareket, hem kulluk vazifesine, aykırıdır, hem de Allah’ın kahrını gerektirmektedir. Artık ey insanlar!. Siz de uyanın, tevhid dinine aykırı hareketlerde bulunmayın, sonra kendinizi ilâhi azaptan kurtaramazsınız.

15. Artık siz de onun ötesinde dilediklerinize ibadet ediniz! De ki: Şüphe yok hüsrana düşenler, o kimselerdir ki, kendi nefislerin ve kendi mensuplarını kıyamet gününde helâke düşürmüş olurlar. Uyanık olunuz! İşte en apaçık helâkta ondan ibârettir.

15. Ve ey müşrikler!. Eğer siz Allah’ın birliğini tasdik etmiyor iseniz (Artık siz de onun ötesinde) Cenab-ı Hak’tan başka (dilediklerinize ibadet ediniz) putlara, heykellere tapınız, bunun müthiş âkibetiniyakında görürsünüz. Yüce Resûlüm. O gibi cahillere (deki: Şüphe yok hüsrâna düşenler) en büyük zarar ve ziyana uğrayanlar (o kimselerdir ki, kendi nefislerini ve kendi mensuplarını) aile fertlerini vesâireyi küfr ve isyan içinde yaşatarak (kıyamet gününde helâke düşürmüş olurlar.) Dikkat ediniz. İşte en apaçık helakte ondan ibarettir. Öyle ebediyyen cehenneme mahküm olup bir daha selâmet yüzü görmemektir. Ne büyük bir ihtar!. Ve ne mühim bir ilâhi tehdit aile fertlerini vesâireyi öyle bir sapıklığa uğratan kimse, kendisini ebedî bir helâke maruz bırakrmş olacağı gibi kendisine uyanlar da o pek korkunç bir âkibete uğratmış olur. Binaenaleyh o gibi kâfirce hâllerden kaçınmalı ve başkaları için o yolda bir sapıklık rehberi olmamalıdır. Sonra onun alçaklığından, ebedî cezasından hiçbiri yakasını kurtaramaz. Maamafih bir kâfir kimse, başkalarını saptırmaya çalıştığı hâlde saptıramayıp da kendi küfriyle kalırsa, kendisi ebedî hüsrâna uğrar, o kimseler ile araları açılmış bulunur, onlardan da mahrumiyet ziyanına uğramış olacaktır.

16. Onlar için üst taraflarından ateşten tabakalar ve alt taraflarında da tabakalar vardır. İşte bu, Allah kullarını bununla korkutur. Ey Kullarım! Benden korkunuz.

16. Evet.. (Onlar için) öyle küfrleri yüzünden cehenneme atılacak şahıslar için (üst taraflarından âteşten tabakalar ve alt taraflarından tabakalar vardır) yani: Cehennem âteşi onları her taraftan kuşatır, ondan bir daha kurtulamazlar (işte bu) kâfirler için hazırlanmış olan azaptır ki (Allah) mümin (kullarını bununla kotkutur) tâki, O’na kâfirlerin izlerinden giderek kendileri de öyle müthiş bir azaba atılmasınlar. O kerem sahibi Yaratıcı, lütfen şöyle de buyuruyor ki. (ey kullarım!. Benden korkunuz) Allah’ın azabını gerektirecek şeyleri işlemeyiniz. Ne büyük birilâhî öğüt! Bu mühim, tenbih Cenab-ı Hak’kın bir lütf ve merhametini içermektedir.

“İbad” tâbirinin Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak’ka izafe edilmesi, meselâ: Ey kullarım, Ey Allah’ın kulları denilmesi, müminlere mahsustur. Çünki böyle bir izafet, kullar hakkında büyük bir şeref ve kıymeti kapsayıcı bulunur.

§ Zulel; gölge manâsına olan “Zıl” lafzının çoğuludur. Bundan maksat, gölgeler gibi biribiri üzerine birikmiş olan ateş tabakalarıdır.

17. Ve o kimseler ki, şeytandan, ona ibadet etmekten kaçındılar ve Allah’a ibadete yöneldiler, onlar için müjde vardır. Artık kullarımı müjdele.

17. Bu mübârek âyetler, takva sahibi zâtların müjdelere erişeceklerini bildiriyor. Hidayet üzere bulunan zâtların kimlerden ibaret bulunduğunu tayin ediyor. Cehenneme aday olanları da kimsenin kurtaramayacağını haber veriyor. Takva sahiplerinin ise nice yüksek mevkilere nâil olacaklarını müjdeliyor. Dünya varlıklarının da değişikliğe, yok olmaya mahküm olduğuna işaret ederek akıl, sahiplerini uyarmaya dâvet ediyor. Şöyle ki: Şeytana tapanlar, yani: Onun aldatmalarına kapılarak putlara vesâir mahlûkata ibadette bulunanlar, ebedî azaba mahkümdurlar. Fakat (Ve o kimseler ki, şeytandan, ona ibadet etmekten kaçındılar) Öyle bir isyan sahibinin vesveselerine aldanmadılar (ve Allah’a) ibadete (yöneldiler) başkalarından kaçınarak tam bir samimiyetle ilâhi dine sarıldılar, (onlar için müjde vardır) onlar dünyada güzel bir övgüye kavuşurlar. Ölecekleri veya kabire konulacakları veya kabirlerden kaldırılıp ahirete varacakları günde Peygamberlerin veya meleklerin lisanlariyle kendileri için sevaba uhrevî nimetlere kavuşma müjdesi verilecektir. (artık) Ey Yüce Resûl!. Sen de (kullarımı müjdele) öyle büyük mükâfatlar ilekendilerini müjdele.

§ Tağut; gayet azgınlık ve son derece isyân sahibi olan demektir. Bundan maksat, şeytandır. Putlara tapanlar, şeytanın vesvesesine, söylemesine kapılarak öyle şirke düştükleri için şeytana tapmış hükmünde bulunmuşlardır.

18. O kimseleri ki: Sözü dikkatle dinlerler, sonra onun en güzeline tâbi olurlar. İşte onlar, o kimselerdir ki, onları Allah hidayete erdirmiştir. Ve işte gerçek akıl sahipleri de ancak onlardır.

18. Evet.. (O kimseleri) Müjdele (ki, sözü dikkatle dinlerler) kendilerine verilen öğütleri bütün kalpleriyle dinleyip kabul ederler (sonra onun en güzeline tâbi olurlar) en faziletlisini, sevabı en fazla olanını tercih ederler, amellerin en faziletlisi ile vasıflanmaya çalışırlar (elbette onlar) o seçkin amellerle vasıflanmış olanlar (o kimselerdir ki, onları Allah hidayete erdirmiştir.) onları hak dine kavuşturmuş, en güzel amellere muvaffak buyurmuştur. (ve işte gerçek akıl sahipleri de ancak onlardır.) çünki, hakikaten akıllı, gerçekten aydın olan zâtlar, o kimselerdir ki, nefislerinin arzularına ve başkalarının aldatmasına tâbi olmayıp dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadet yolunu takibe devam edip dururlar.

19. Ya üzerine azap kelimesi hak olmuş kimseyi mi, âteş içinde bulunan şahsı mı sen kurtaracaksın?

19. Ey Yüce Resûl!. (Ya üzerine azap kelimesi hak olan kimseyi mi?) Sen himaye edebileceksin?. Evet.. (Ateş içinde bulunan şahsı mı sen kurtaracaksın?.) Bu senin selahiyetin dahilinde midir?. Elbette ki, değildir. Öyle kimselerin işleri Cenab-ı Hak’kın hükmüne tabidir. Onları hikmet ve adaleti gereğince cezalara uğratacaktır. Sen onların o hâllerinden dolayı üzülme, sen onlardan dolayımes’ul değilsin. İbni Abbas Hazretlerinden rivayete göre o kimseden maksat, Ebu Leheb ile O’nun oğludur. Benzerleri de o hükmdedirler.

20. Fakat o kimseler ki, Rab’lerinden sakınmışlardır, onlar için köşkler vardır, onların üstlerinden de yapılmış köşkler vardır. Altlarından ırmaklar akar. Bu, Allah’ın vaadidir. Allah, verdiği sözden caymaz.

20. (Fakat o kimseler ki,) Üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmiş yasaklanan şeylerden kaçınmış, (Rab’lerinden sakınmışlar) dır. Onlar, müstesnâ bir mevkide bulunmaktadırlar. (onlar için) öyle hakkıyla mümin olan zatlara mahsus (köşkler vardır. Onların üstlerinde yapılmış köşkler vardır) onlar öyle kat kat yüce makamlarda ikâmet edeceklerdir. (altlarından ırmaklar akar) O köşklerin altındaki ağaçların arasından nehirler akıp gider. Bu (Allah’ın va’didir) herhalde meydana gelecektir. Çünki (Allah verdiği sözden dönmez) ilâhlik şânı, böyle bir muhalefetten uzaktır. Onun yüce kudreti ise herşeyi vücude getirmeğe fazlasiyle kâfidir. O’nun rahmetinin eserleri ise daima gözlere çarpıp durmaktadır.

21. Görmedin mi ki, şüphesiz Allah gökten bir su indirmiş, onu yeryüzündeki kaynaklara yerleştirdi, sonra onunla renkleri muhtelif ekinleri çıkarıyor, sonra kuruyor da artık onu sararmış görüyorsun, sonra da onu kupkuru bir kırıntı kılıveriyor. Şüphe yok ki, bunda akıl sahipleri için elbette bir öğüt vardır.

21. Ey insan!. (Görmedin mi) Bakıp bilmedin mi (ki, şüphe yok, Allah gökten bir su indirmiş) üstünüzdeki bulutlardan yağmurları yağdırmış (onu) o suyu (yeryüzündeki gözelere girdirmiş) oradan da bir cereyana tâbi tutmuş (sonra onunla) o su ile (renkleri muhtelif ekinleri çıkarıyor) yeşil, kırmızı sarı, beyaz renkli çeşit çeşit otları, ağaçları, meyveleri vücude getiriyor (sonra) o ekinler (kuruyor daartık onu sararmış görüyorsun) o, güzel bir renkten, bir gelişme ve büyümeden mahrum bir halde kalmış bulunuyor. (daha sonra da onu kuru bir kırıntı kılıveriyor) artık yeryüzünde böyle garip bir değişiklik, yüz göstermiş oluyor. (Şüphe yok ki, bunda) Böyle bir şekilde vuk’u bulan değişim hadisesinde (akıl sahipleri için elbette bir tenbih vardır) bu güzel, garip, değişime uğramış manzaralar, bir Yüce Yaratıcının birliğine, kudret ve azametine şehadet ediyor. Böyle gözlere çarpan bu yaratılış eserlerini böyle vakit vakit değişmeye ve başkalaşmaya uğratan hikmet sahibi bir Yaratıcının insanları da öldürdükten sonra tekrar hayata erdirerek başka bir âleme sevk edeceğine pek mükemmel bir şekilde bir delil teşki1 etmektedir. Binaenaleyh insanlar, geçici ömürlerine aldanmamalıdırlar, daha fırsat elde iken ebediyet âlemine ait olan selâmet ve saadeti temine gayret etmelidirler, kalblerini îman nuru ile hakkıyla aydınlatmaya çalışmalıdırlar. Cenab-ı Hak’tan muvaffakiyetler niyâz etmelidirler.

§ Hutam; gayet kuruluğundan dolayı kırılmış ot, saman ufağı ve fâide manasınadır.

22. O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmişte o Rabbinden bir nur üzere bulunmaktadır. O, hiç kalpleri kararmış kimseler gibi midir? Artık Allah’ın zikrinden kalpleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine! İşte onlar apaçık bir sapıklık içindedirler.

22. Bu mübârek âyetler de îman nuru ile kalbi açılmış ve nurlanmış olan bir zâtın gaflet ve cehalet içinde kalmış bir şahıs gibi olmadığını ve katı kalp sahiplerinin pek korkunç durumlarını bildiriyor. Kur’an-ı Kerim’in ruhlar üzerinde ne güzel bir tesir bırakmakta olduğunu tasvir buyuruyor. Kendisini Allah’ın azabından elleri ile korumaya çalışan bir kimse ile o azaptan emin bulunacak bir zatın eşit olamayacaklarını ihtar ediyor. VaktiylePeygamberlerini yalanlamış olan kavimlerin de ansızın ne müthiş azaplara uğramış olduklarını ve ahiretteki azaplarının ise daha şiddetli olacağını, sonrakiler için bir uyanma vesilesi olmak üzere beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanların Allah katındaki kıymetleri, dinî terbiyeleri, kalplerinin nurluluğu itibariyledir. Evet.. (O kimse ki, Allah onun göğsünü İslâmiyet için genişletmiş) İslâmiyet’i kabul için onu mükemmel bir kabiliyete sahip kılmış, (da) bu cihetle (o Rab’binden bir nûr üzere bulunmaktadır) pek parlak bir kalbe sahiptir, Cenab-ı Hak’kın âyetlerini, kudretinin eserlerini seyrettikce kalbinde ilâhi feyizler tecelli edip durmaktadır. Artık (o) zât (hiç kalbleri kararmış) kendi temiz yaratılışlarını kaybetmiş, iradelerini kötüye kullanmış (kimseler gibi midir?.) elbette ki, değildir. (Artık Allah’ın zikrinden kalbleri kaskatı kesilmiş olanların vay hallerine!.) Onların kalbleri açılmaz onları, hayvani bir hayatın eseri olarak her türlü mânevi zevkten mahrum bir halde yaşarlar. Onlar, Hikmet Sahibi Yaratıcının yarattığı eşsiz varlıkları kudret eserlerini bir ibret gözüyle seyredemezler. (işte onları) öyle kalbleri karanlıklar, katılıklar içinde kalmış olanlar (apaçık bir sapıklık içindedirler.) Onlar hidayet yolunu tâkibetmezler, selâmet ve saadete eremezler, daima hak ve hakikattan uzak bulunurlar. Deniliyor ki: Bu âyeti kerime, Resûl-i Ekrem ile Ebu Cehl veya Hz. Ebu Bekr ile Übey İbni Half veya Hz. Ali ve Hz. Hamza ile Ebu Lehb ve oğlu hakkında nâzil olmuştur.

23. Allah sözün en güzelini, âyetleri birbirine benzer ve ikişer ikişer olarak bir kitap halinde indirdi. Rablerinden korkanların derileri ondan ürperir, sonra derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine yumuşar. O Kur’an Allah’ın bir hidayet rehberidir. Allah onunla dilediğini hidayete kavuşturur ve her kimi ki, Allah sapıklığa düşürür, artık onun için bir yol göstericiyoktur.

23. (Allah, sözün en güzelini) En edebi, en güzel olan ve en güzel hükmleri, öğütleri içinde toplayan Kur’an-ı Kerim’i (âyetleri birbirine benzer) birnice hakikatları, hikmetleri aynı şekilde birer mükemmel üslup ile beyan eder (ve ikişer olarak) bazı kıssaları, emrleri, yasakları zihinlerde yerleşmesi için tekrar ederek bildiren (bir kitap halinde indirdi) Son Peygamber’e vahy ve inzâl buyurdu. O, ruhlar üzerinde öyle tesirli bir kitaptır ki, ondaki azap ayetleri okundukça (Rab’lerinden korkanları derileri ondan) o kitaptaki tehdide ait ayetlerin okunmasından dolayı (ürperir) kalblerinde büyük bir ilâhi korku tecelli eder (sonra) Allah’ın vadini içeren, ilâhi rahmeti müjdeleyen âyetler okununca da (derileri ve kalbleri Allah’ın zikrine) karşı (yumuşar) bir sükunete, kalp ferahlığına kavuşurlar. İnsan o sayede korku ile ümit içinde yaşar, uyanık bir ruha sahip olur, hayatına güzel intizam vermeğe çalışır. (o) Kur’an, o sözlerin en güzeli (Allah’ın bir hidayet rehberidir.) Cenab-ı Hak (onunla) o Kur’an ile (dilediğini hidayete kavuşturur) îmana muvaffak kılar (ve her kim ki, Allah sapıklığa düşürürse) yani: Herhangi bir şahsı ki, onu kendisinin kötü iradesinden, Allah’ın nurundan istifadeye çalışmadığından dolayı kalben katılıklar, karanlıklar içinde bırakırsa (artık onun için bir hidayet edici yoktur.) Onu hiçbir mahlûk o dinsizlik karanlığından kurtararak îman ışığına kavuşturamaz. Öyle bir şahıs, kendi yaratılışının, tabiatının zayi olmasına sebebiyet verdiği için böyle bir felâkete lâyık olmuş bulunur.

§ Müteşabih; Bazısı bazısına benzeyen demektir.

§ Mesâni; İkişer demek olan “mesnâ”nın çoğuludur”

§ Takşe’ırrü; Ürker, harekete gelir, ızdırap duyar, nefret eder manasınadır.

§ Telinü; Sükunet bulur, mutmain olur demektir.

24. Kıyamet günü azabın en şiddetlisinden yüzü ile kendisini koruyan kimse ve zalimler için; kazandığınız şeyi tadın denilmiş olduğu vakit bunlar o azaptan emin olanlar gibi midirler?

24. Artık bir kere şu iki gurubun hâlini düşünmeli!. (Kıyamet günü) Kendisine yönelen (azabın en şiddetlisinden yüzü ile) öyle en nazik, en şerefli bir uzvu ile kendisini (koruyan) o azabı güyâ bertaraf etmeğe çalışan (kimse) hiç azaptan emin olan salih bir mümin gibi olabilir mi?. Evet.. (ve zalimler için kazandığınız şeyi tadın denilmiş olduğu vakit) bunlar o azaptan emin olanlar gibi midirler?. Elbette ki, değildirler. İki guruptan biri, küfrünün ebedî cezasına uğramış olacaktır. Diğer gurup ise îmanları sayesinde bu azaptan emin bulunmuş, cennetlere kavuşmuş bulunacaktır.

25. Onlardan öncekiler yalanladılar, sonra onlara azap hiç hatırlarına gelmeyen bir taraftan geliverdi.

25. (Onlardan evvelkiler) Yani: Peygamber zamanındaki kâfirlerden evvel Sebâ ve Tüb’ba kavimleri gibi birnice eski milletler, Peygamberlerini (yalanladılar) kendi küfrlerinden ayrılmadılar (sonra onlara azap) Allah’ın kahrı (hiç hatırlarına gelmeyen bir yönden geliverdi) hepsi de mahv ve yok olup gitti. Artık onların o fecî tarihi hallerinden sonrakilerin bir ibret almaları icabetmez mi?.

26. Artık Allah, onlara dünya hayatında rezilliği tattırdı ve elbette ki, ahiret azabı daha büyüktür, eğer bilen kimseler olsalardı, elbette öyle yalanlamaya cür’et edemezlerdi.

26. (Artık Allah) Teâlâ o eski kavimlere (dünya hayatında) aceleyle (zilleti tattırdı) onları suret değişikliğine, öldürülmeye, esarete mâruz bıraktı. (ve elbette ki, ahiret azabıdaha büyüktür) o bir ebedî, müthiş azaptır, dünyevî felâketlerden pek fazla şiddetlidir, ona da mâruz kalacaklardır. (eğer bilen kimseler olsalardı) elbette öyle yalanlamaya cür’et edemezlerdi, öyle kâfirce bir halde yaşayıp da o kadar fecî azaplara, felâketlere uğramış olmazlardı. İşte küfr ve şirkin müthiş neticesi!

27. Andolsun ki, insanlar için bu Kur’an’da misâlin her türlüsünden zîkrettik, gerek ki onlar iyi düşünsünler.

27. Bu mübârek âyetler, Arab lisanı üzere nâzil olmuş olan Kur’an-ı Kerim’de insanların uyanması, istifâde etmesi için her türlü misâllerin zikredilmiş olduğunu haber veriyor. Allah’ın birliğinin sabit olduğunu bir misâl yoluyle anlatıyor. Yüce Peygamber’in de diğer insanların da vefat edeceklerini ve ahiret âleminde bir muhakemeye tâbi olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İnsanları Allah’ın birliğinden, kulluk vazifesinden haberdar etmek için Kur’an’i beyanlar, en mükemmel şekilde zikrnedilmiştir. Evet.. (Andolsun ki, insanlar için bu Kur’an’da misalin her türlüsünden anlattık.) Din hususunda muhtaç oldukları esaslar bildirilmiştir, geçmiş milletlerin dinsizlikleri yüzünden uğramış oldukları felâketlere dair bilgi verilmiştir ve birçok ahlaki, ictimai meselelere işaret olunmuştur. (gerek ki onlar iyi düşünsünler.) Ondan nasihat alsınlar, hayatlarını güzelce tanzim ederek istikballerini temin etmiş bulunsunlar.

§ Darb-ı mesel; Enteresan bir durumu, diğer bir enteresan duruma benzetmek, onları birbirinin benzeri gibi göstermektedir.

28. Bir eğriliği olmayan Arabca bir Kur’an ki, belki sakınırlar.

28. Evet.. O misalleri kapsayan kitap (bir eğriliği olmayan Arapça bir Kur’an) dır (ki) bütün beyanları hakikatın, hikmetin takendisidir, ihtilaflardan, tezatlardan uzaktır, son derece doğrudur. (belki) O inkârcılar, bu yüce beyanları düşünürler de küfr ve isyandan (sakınırlar) takva sahipleri gurubuna girerek kurtuluşa kavuşunlar. Evvelki ayette öğüt alma, bu ayette de takva sahibi olma tavsiye buyuruluyor. Çünkü takva öğüt alma ve düşünceden sonra meydana gelir.

§ İvec; Düşünmek ile bakmakla anlaşılan eğrilik, aksaklık, bozukluk, ihtilaf demektir. “Avc” de duyularla anlaşılan bozukluktur.

29. Allah bir misâl olarak vermiştir, bir erkeği ki, onda çekişip duran ortaklar vardır. Ve bir adam ki, yalnızca bir adama âittir. Bunların ikisi hâl ve durum itibariyle birbirine eşit olabilirler mi? Hamd Allah’a mahsustur. Fakat onların çokları bilmezler.

29. (Allah) Teâlâ, Allah’ın birliği inancıyla çok tanrıcılık inancı arasındaki farkı aydınlatmak, müşrikleri cehaletten kurtarmak için (bir misâl olatak zikretmiştir) şöyle farzediniz: (Bir erkeği ki,) Bir köleyi ki (onda çekişip duran) birbirlerine karşı tartışan ve başka başka arzularda bulunan (ortaklar vardır) herbiri o köleye başka türlü tekliflerde bulunup, duruyor. (ve) diğer (bir erkeği) bir köleyi de farzet (ki, yalnızca) tek olarak (bir erkeğe âittir.) onun sahibi efendisi bir zâttan ibarettir. Artık (bunların) bu iki kölerin (ikisi) hal ve durum itibariyle (birbirine eşit olabilirler mi?.) elbette ki, olamazlar. Bir efendinin kölesi, yalnız ona hizmet eder, onun sâyesinde rahat yaşar, geçimini, hareketini tanzim etmiş olur. Birçok efendiye ait bir köle ise onların hangi birine hizmet edecektir. Birinin rızasını kazansa diğerlerinin gazabına, düşmanlığına uğrar, hayretler içinde kalır, vicdanen rahat yüzü göremez. İşte bir Yüce Yaratıcıya, kulluk bağlılığında bulunmayıp da bir takım âciz mahlûklara tapanların vaziyetleri de böyledir. Müşrikler, bir takım putlaratapıyorlar, onları bir takım yıldızların, feleki ruhların heykelleri sanıyorlar, o ruhlar arasında ise çekişmelerin, ihtilafların varlığına inanıyorlar. Artık böyle birbirinin muhalifi olan ve haddi zâtında birer mahlûk bulunan şeyler tanrılık vasfına sahip olabilirler mi ki, onlara tapılsın, onlardan menfaat beklenilsin!. Halbuki, (Hamd Allah’a mahsustur) bütün mükemmel vasıflara sahip ve yaratıcılıkla vasıflanmış olan, ancak Allah Teâlâ’dır. O’nun asla ortak ve benzeri yoktur. (fakat onlar) İnsanların (çokları bilmezler) bu hakikate vakıf değildirler. Öyle âciz mahlûklara da tapınarak onları Cenab-ı Hak’ka ortak koşarlar. Ne büyük bir cehalet!.

§ Müteşakisûn; Tabiatlarının kötülüğünden ve huylarındaki yaramazlıklarından dolayı muhalefette, çekişmede bulunan kimseler demektir.

30. Şüphe yok ki, sen öleceksin ve muhakkak ki, onlar da öleceklerdir.

30. (Şüphe yok ki, sen) Ey Peygamberlerin sonuncusu!. Birgün (öleceksin) bu dünya hayatı kimse için bâki değildir (muhakkak ki, onlar da) o senin tebliğlerini kabul etmeyen müşrikler de ve başkaları da (öleceklerdir.) bütün mahlûkat ölüme mahkümdur, baki olan ancak Allah Teâlâ’dır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN