ZUHRUF SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Seksen dokuz âyet-i kerîmeyi içermektedir. “Hâ, Mim” ile başlanılan sûrelerin dördüncüsüdür. Şûra sûresini müteâkip indirilmiş, o sûrenin nihâyetinde işâret edilen ruhun mânevî hayatın medârı olan Kur’an-ı Kerîm’in nasıl bir kitap olduğunu açıklamıştır. (35) inci âyet’i kerîmesindeki yaldızlı ziynet, altun ve gümüş mânasına olan “Zuhruf” kelimesi münâsebetiyle bu mübârek sûreye böyle “Zuhruf Sûresi” adı verilmiştir. Başlıca konuları şunlardır:

1. Kur’an-ı Kerim’i tavsif etmek, Resûl-i Ekrem’in o ilâhî kitap ile insanları İslâm dinine dâvet etmekle emrolunduğunu beyân etmek.

2. Müşriklerin Hz. Peygamberi yalanlamaya cür’et etmiş olduklarını, Meleklere Allah’ın kızları demekte bulunduklarını ve semâları, yeri Cenab-ı Hak’kın yaratmış olduklarını itiraf ettikleri hâlde putlara tapınmaktan geri durmadıklarını kınamak.

3. Kâfirlerin atalarını körü körüne taklit ederek ilâhî dini kabulden kaçındıklarını beyân ve bu yüzden kıyamet gününde nasıl azaplara mâruz kalacaklarını ihtar etmek, mümin kulların ise o gün korkudan, hüzn ve kederden emin olarak cennetlere ve nice nîmetlere nâil olacaklarını müjdelemek.

4. İnsanlara âid üstünlüğün maddî servetlerle, altın ve gümüş ile değil, güzel bir itikat ile, güzel ahlâk ve amellerle mümkün olduğuna işâret etmek, peygamberlik ve risâletin hangi zâtlara ihsân buyurulmuş olduğunu açıklamak.

5. Resûl-i Ekrem’e teselli vermek üzere Peygamberlerin babası Hz. İbrâhim gibi bâzıpeygamberlerin kıssalarına işâret etmek ve sapıklara karşı hâkimce bir üslup ile hareket edilmesini tavsiye etmek.

1. Hâ, Mim.

1. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in nasıl bir hidâyet rehberi olup Levh-i mahfuzda sâbit bulunduğunu, onun peygamber tarafından tertip edilmiş bir eser olmadığını bildiriyor. Bir takım kâfirlerin kaçınmalarına rağmen bir ilâhî rahmetin tecellîsi olmak üzere o apaçık kitap ile halkın irşâdına devam edileceğini müjdeliyor. Eski inkârcıların asr-ı saadetteki inkârcılardan daha kuvvetli, daha varlıklı oldukları hâlde Peygamberlerine karşı göstermiş oldukları hürmetsizlikten dolayı ilâhî azaptan yakalarını kurtaramamış olduklarını ihtar ile o eski kavimlerin tarihî hâllerine dikkatleri çekmektedir. Şöyle ki: (Hâ, Mim) bu kelimelere dâir evvelce bilgi verilmiştir.

2. Apaçık bildiren kitaba andolsun ki.

2. (Apaçık bildiren) İnsanlığın muhtaç olduğu en mühim dinî meseleleri, dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadete vesîle olacak vazifeleri, ahlâkî hareketleri izah eden (Kitaba) Kur’an-ı Kerîme (and olsun ki,) şu yüksek beyânlar, hakikatin tâ kendisidir.

3. Muhakkak biz onu bir arapça Kur’an kıldık, umulur ki, siz düşünürsünüz.

3. Evet.. (Muhakkak ki, biz onu) o apaçık kitabı (bir arapça Kur’an kıldık) Resûl-i Ekrem’in kendi lisânı üzere inzal ettik, onu en geniş en ebedî olan bir lisân ile bütün insanlığa hitabeder bir şekilde insanlığa ihsân buyurduk, (umulur ki, siz düşünürsünüz) O kitabın yüce hitaplarını düşünür, anlarsınız, hakkınızda ne kadar fâideli olduğunu takdir edersiniz.

4. Ve şüphe yok ki, O, katımızdaki ana kitapta elbette pek yüksektir, çok hikmetle vasıflanmıştır.

4. (Ve şüphe yok ki: O) Mukaddes kitap, o muazzam Kuran (katımızdaki ana kitapta) levh-i mahfuzda veya ezelî ve ebedî olan Allah’ın ilminde (elbette pek yüksektir.) kadri pek yücedir ve (çok hikmetle vasıflanmıştır.) Çünkü insanlığa en mühim dinî hakikatları telkin etmektedir. Nice hikmetleri, sırları içermektedir, bütün insanlığa hidâyet yolunu göstermektedir. Artık öyle apaçık bir kitabın ebedi bir mûcize olduğu, semâvî kitaplar arasında büyük bir yere sâhip bulunduğu, Allah katındaki yüceliği nasıl inkâr edilebilir?.

5. Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizden Kur’an ı vazgeçip bertaraf eder miyiz?

5. (Siz) Ey inkârcılar!. Ey o yüksek kitaba karşı düşmanca cephe alanlar!. (haddi aşan kimseler oldunuz diye) Nîmetlerin değerini bilemez, hayatlarını boş yere sarfeden inkârcı kimseler oldunuz diye (sizden o Kur’an-ı vaz geçip bertaraf eder miyiz?.) sizin o câhilce hareketinize göre hakkınızda hemen muamele yaparak sizi helâk eyler miyiz?. Bütün insanlığı Allah’ın bir rahmet eseri olarak irşâda, aydınlatmaya çalışan o Kur’an-ı Kerim’in indirilişini eksik bırakır mıyız?. Elbette öyle bırakılmayacaktır. O Kur’an-ı Kerim tamamen nâzil olarak kıyamete kadar bütün insanlığa hitap edecektir, onlara doğru yolu gösterecektir. Bu ne bir ilâhî lütuf, bunu takdir etmeli değil misiniz?.

6. Halbuki, biz evvelkiler için de nice Peygamber gönderdik.

6. (Halbuki, biz evvelkiler içinde) Geçmiş kavimler arasından (nice Peygamber gönderdik) o cemiyetlere birer Peygamber gönderilmiş, kendileri ilâhî dine dâvet edilmiş oldu. Şimdi Ey Peygamber!. Sen de kavmine ve bütün insanlığa gönderilmiş bir Peygamber bulunuyorsun. Senden evvelki Peygamberlerin tarihî hâllerini dikkate alarak tesellî bul, sana karşı kavminin gösterdiği düşmanlıktan dolayı üzülme.

7. Onlara bir Peygamber gelmiş olmazdı ki, illâ onunla alay eder olmuşlardı.

7. (Onlara) O eski kavimlere (bir Peygamber gelmiş olmazdı ki: İllâ) o kavimler (onunla) o kendilerine gönderilen Peygamber ile (alay eder olmuşlardı) o Peygamberin nübüvvetini kabul etmez, kendisine karşı maskaralıklarda bulunur, o muhterem zâta lâyık olmayan şeyleri isnâda cür’et ederlerdi. işte ey Son Peygamber!. Senin kavmin arasındaki inkârcılar da öyle alaycı hareketlere cür’et eden âdi kimselerden başka değildirler. Bu dünyada bu gibi câhilce hâdiseler öteden beri görülmekte bulunmuştur. Sen üzülme!.

“Erbab-ı kemâli çekemez nâkıs olanlar”

“Rencide olur dide-i hıfaş ziyâden”

ZİYA PAŞA

8. Artık bunlardan daha şiddetlisini de helâk ettik ve öncekilerde örneği geçmiştir.

8. (Artık bunlardan) Asr-ı saadetteki inkârcılardan (daha şiddetlisini) eski kavimler arasındaki daha kuvvetli, daha haşmetli olan kâfirleri (helâk ettik) onları o inkârlarının, alaylarının cezasına kavuşturduk, binaenaleyh şimdiki inkârcılar da kendilerini öyle bir cezadan kurtarabilirler mi?, (o evvelkilerin sıfatı geçmiştir.) Eski kavimlerin inkârları yüzünden nasıl felâketlere uğramış olduklarına dâir tarihî misâller, nümuneler Kur’an-ı Kerim’in âyetleriyle bildirilmiştir. Artık sonraki inkârcı kavimler de öyle bir felâketten yakalarını kurtaramayacaklarını bir düşünmeli değil midirler?. Sen müteessir olma, ey merhametli Peygamber!. Hak Teâlâ Hazretleri seni dâima destekleyecektir. Bu âyeti Kerîme, Peygamber efendimiz hakkında vâ’di, inkârcılar hakkında da tehdidi içermektedir.

9. Andolsun ki, onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? Diye soracak olsan elbette derler ki:Onları güçlü olan ve her şeyi bilen Allah yarattı.

9. Bu mübârek âyetler, müşriklerin sözleriyle işleri arasında ihtilâf bulunduğunu ihtar ediyor, bütün yerleri, gökleri Cenab-ı Hak’kın yaratmış olduğunu itiraf ettikleri hâlde bir takım mahlûkata tapınmaktan geri durmadıklarını bildiriyor. O Kerem Sâhibi Yaratıcının yarattığı yerden sulardan ve birçok nakl vasıtalarından nasıl istifâde ettiklerini beyân buyurarak insanları uyanmaya ve Allah’ın zâtını kutsamaya ve nîmetlerden dolayı şükür vazifesini yerine getirmeye ve nihâyet Allah Teâlâ’nın mânevî huzuruna gideceklerini itirafta bulunmaya dâvet buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey Yüce Peygamber!. (And olsun ki,) Muhakkaktır ki (onlara) o müşriklere (gökleri ve yeri kim yarattı?. Diye soracak olsan) sana cevap olarak (elbette derler ki: Onları azîz, âlim olan) yâni: Her şeye, düşmanlarından intikam almaya kaadir olan ve göklerde ve yerde olanları, bütün mahlûkatının durumunu bilen (Allah yarattı) işte onlar, bu hakikati inkâr edemezler, bilâkis itiraf ederler. Bununla beraber o Yüce Yaratıcıdan başka putlara da taparlar, öyle âciz, fâni şeylere de mâbutluk vasfını vermekten geri durmazlar. Bu ne kadar cehâlet!. Ne kadar hakikata muhalefet!.

10. O Allah ki: Sizin için yeri bir beşik kıldı ve sizin için orada yollar kıldı, tâki, dosdoğru gidebilesiniz.

10. Allah Teâlâ Hazretleri, Yaratmanın ve mâbutluğun tek olan zâtına âid olduğuna şâhitlik eden yaratıklara dikkatleri çekmek için buyuruyor ki: (O) mutlak galip ve her şeyi bilen Allah (ki, sizin için yeri bir beşik kıldı) bir yatak hâline getirdi, üzerinde ikâmet ve istirahat edesiniz diye döşedi (ve sizin için orada) yeryüzünde (yollar kıldı) nice caddeler, sahâlar meydana getirdi (tâki, dosdoğru gidebilesiniz) yer yüzünün her tarafında gezipdolaşabilesiniz, ticaretle ve diğer bir şekilde istifâde edebilesiniz. Yâhut Allah’ın bu lütfunu düşünüp Allah’ın birliğini tasdike, ilâhî dini kabule muvaffak olabilesiniz.

11. Ve O ki, gökten belirli bir miktar su indirmiştir. Artık onunla bir ölmüş beldeye hayat neşretmiş olduk. İşte siz de kabirlerinizden öyle çıkarılacaksınızdır.

11. (Ve O ki,) O ihsânı sonsuz olan Kerem Sâhibi Yaratıcıdır ki; (gökten belirli bir miktar su indirmiştir.) İnsanlığın ihtiyacına, hikmet ve menfaat gereği yağmurları yağdırmaktadır. Fazla yağmur yağdırıp bir daimî Tûfanın ortaya çıkmasına meydan vermemektedir. Hiç yağdırmayıp da insanlığın susuzluktan mahvını da irâde buyurmamaktadır. İşte o Kerem Sâhibi Yaratıcı, bu lütfunu açıklayarak buyuruyor ki: (artık onunla) O su ile (bir ölmüş beldeye) yâni: Bitkilerden büyüyüp gelişmeden uzak kalmış herhangi, bir yer sahasına bir hayat (neşretmiş olduk) orasını yeniden canlanmaya, çeşit çeşit otlar ile, çiçekler ile, meyveler ile bezenmeye muvaffak kıldık, (işte siz de) Ey insanlar, öldükten sonra kabirlerinizden (öyle çıkarılacaksınızdır.) Evet.. Yer yüzünde dâima görülmektedir. Bu çeşitli hâdiseler, yer sahasının vakit vakit canlanıp ne mükemmel bir hâle gelmekte olması, birer kudret delilidir, insanların da öldükten sonra ilâhî kudret ile yeniden hayata kavuşacakları için en kuvvetli bir delildir. Bunları bir ibret nazariyle seyretmeli değil misiniz?.

12. Ve O ki, bütün çiftleri yaratmıştır ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri de yapmıştır.

12. (Ve O ki,) O Yüce Yaratıcı ki: (bütün çiftleri yaratmıştır) çeşitli, birden çok, birbirine benzer, yaratılış eserlerini meydana getirmiştir, hayvanları, bitkileri, ağaçları, çiçekleri, meyveleri ve daha nice eserleri vakit vakit yaratmaktadır, (ve) Ey insanlar!, (sizin için gemileri ve hayvanlardan) otlar, develergibi (bineceğiniz şeyleri de yaratmıştır.) bunları yaratıp varlık sahasına çıkarmıştır. Vakit vakit nice muhtelif, fevkalâde nakl vasıtalarını da, meselâ: Uçakları vesâire de keşf için insanlara kabiliyet ihsân buyurmaktadır. Bu ilâhî beyân, bütün bunlara işâreti içermektedir.

13. Tâki, sırtlarında yerleşip oturasınız, sonra O’nun üzerine yerleştiğiniz zaman Rabbinizin nimetini düşünesiniz ve diyesiniz ki: Bunu bizim hizmetimize veren Rabbimizin şânı pek yücedir. Halbuki, biz bunu zapt edebilenler değil idik.

13. Evet.. O Kerem Sâhibi Yaratıcı, bu kadar çeşitli nakl vasıtalarını size ihsân buyurmuştur (Tâki:) onların (sırtlarında) üzerlerinde (yerleşin) rahatça (oturasınız) dilediğiniz taraflara gidip, seyahatte bulunasınız (sonra onun üzerine yerleştiğiniz zaman) o nakl vasıtası üzerinde karar kılıp tam bir selâmetle yolunuza devama başlayınca (Rab’binizin nîmetini düşünesiniz) ne büyük nîmettir ki, öyle çeşit çeşit binek hayvanlarını, öyle muhteşem vapurları, trenleri, uçakları sizin istifâdenize tahsis buyurmuştur. Bunları güzelce tefekkür etmelisiniz (ve diyesiniz ki, bunu) bu üzerine bindiğiniz nakl vasıtasını (bizim hizmetimize veren Rab’bimizin şânı pek yücedir) o Yüce Yaratıcı, bütün noksanlıklardan uzaktır, o müşriklerin ona ortak edinmelerinden münezzehtir. Bu vasıtayı da bize boyun eğdiren, itaatkâr kılan ancak o Hikmet Sâhibi Yaratıcıdır (halbuki, biz bunu) bu nakl vasıtasını kendi kendimize (zaptedebilenler değil idik.) biz bunu itaatımız altına alamazdık. Dağlar kadar büyük vapurların demirlerden yapılmış tayyarelerin ve diğer değişik nakl vasıtalarının hepsi de birer ilâhî kudret eseridir, birer ilâhî irâdeye itaatkâr, garîp, enteresan, insanlardan daha kuvvetli, fevkalâde şeylerden ibârettir. Bunlardan insanların öyle diledikleri gibiistifâdeye muvaffak olmaları, ancak ilâhî bir lütuf sâyesinde mümkün olmaktadır. Artık bundan dolayı o kerîm Haalıkımıza ne kadar şükürde bulunsak yine kulluk vazifemizi hakkıyla yerine getirmiş olamayız. Onun affına sığınırız. İmamı Müslümin, Ebû Dâvûd’un, Tirmizi’nin ve diğer muhaddislerin rivâyet ettikleri bir hadis-i şerif, şu meâldedir: Resûl-i Ekrem Sallallâhü Aleyhi Vesellem bir sefere çıktığı zaman devesine binip yola giderken üç kere tekbir alır, sonra da   (Zuhruf 43/13) âyeti kerîmesini okurdu. Diğer bir rivâyete göre de Peygamber Efendimiz bir yere inince

(Ey Allah’ım bizi mübârek bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın) diye buyurdu. İnsan, sefer hâlinde uyanık bulunmalıdır, yurdundan ayrılmış, başka bir yere gitmiştir. Bâzı seferlerin ârızâlardan uzak olmadığı görülmektedir. Binaenaleyh insan, dâima ve bilhassa sefer hâlinde dua edip Allah’ın himâyesine sığınmalıdır ve son âhiret seferini de düşünmelidir. İşte (14) üncü âyet-i kerîme buna işâret etmektedir.

§ Üstüvâ; Karar kılmak, karar etmek, beraber bulunmak, bir seviyede bulunmak mânasınadır.

§ Mukrinin; de tâkat getirebilenler, zapt ve rabta güç yetirenler, kaadir olanlar demektir.

14. Ve şüphe yok ki, biz Rabbimize elbette dönüp gidicileriz.

14. (Ve şüphe yok ki, biz) Öldükten sonra(Rab’bimize) bizi yaratıp yaşatan, besleyen mâbudumuzun mânevî huzuruna muhasebe ve muhakeme için (elbette dönüp gedicileriz.) Her şahıs dünyadaki amellerine göre mükâfat veya ceza görecektir. Binaenaleyh o gün için hazırlanmalıdır. Gerek ikâmet hâlinde ve gerek sefer hâlinde olsun hiçbir vakit o âkıbeti hatırdan çıkarmamalıdır. Dâima Cenab-ı Hak’kın koruma ve himâyesine sığınmalıdır, Allah’ın birliğini, ilâhî hâkimiyyetini tasdik etmek ve yüceltmekten dalgın olmamalıdır.

15. Öyle iken O’nun için kullarından bir cüz isnat ettiler. Şüphe yok ki, bu gibi bir insan elbette apaçık bir nankördür.

15. Bu mübârek âyetler de müşriklerin nasıl birbirine zıt sözlerde, kanaatlerde bulunduklarını bildiriyor. Kendilerine mensub olmalarını bir noksanlık sandıkları âciz kimseleri o Yüce Yaratıcıya nisbet etmekten sıkılmadıklarını bildirerek onların ahmaklıklarını teşhir ediyor. Hak Teâlâ’nın kulları olan melekleri o Ezelî Yaratıcının kızları sanarak gerçeğe aykırı şâhitlikte ve mahlûkata ibâdette bulunduklarından dolayı mes’ul olacaklarını ihtar eyliyor. Bir delile dayanmayan câhilce bir iddiaya cür’et ederek kendilerinin müşrikçe hareketlerinden dolayı mâzur olduklarını ve atalarının yollarını tâkibeder olduklarını ileri sürdüklerini beyân buyurmaktadır Şöyle ki (Öyle iken) yâni O müşrikler, gökleri ve yeri Cenab ı Hak’kın yaratmış olduğunu itiraf ettikleri hâlde (onun için) O Yüce Yaratıcı için (kullarından bir cüz isnad ettiler) O’nun için çocuk ısbâtına kalkıştılar, melekler Allah’ın kızlarıdır dediler (şüphe yok ki,) bu gibi itikatta bulunan bir (insan elbette pek apaçık bir nankördür.) bir küfürbazdır. Hak Teâlâ’nın yüceliğini, mahlûkatı hakkındaki lütfunu inkâr eden, açık bir küfre düşen bir kimsedir Çünkü melekler, birer mahlûktur, birer yaratıktır Çocuk ise babasının bir parçasıdır, onunla aynı cinstir,çocuk mahlûk olunca babasının da mahlûk olması lâzım gelir Halbuki, Allah Teâlâ ezelidir, çocuktan münezzehtir, bütün mahlûkatı yaratmış, olup o Yüce Yaratıcı’nın birer kudret eseridir. Binaenaleyh o Ezelî Yaratıcıya evlâd isnad etmek o Yüce Yaratıcı’nın da mahlûk, cinsine sâhip ve mahlûkatı ile aynı cins olduğunu iddiadır ki, bu şirkten başka bir şey değildir

16. Yoksa O, yaratır olduklarından kendisine kızlar edindi de sizlere oğulları mı ayırdı?

16. Ey müşrikler!. Bir kere düşünmez misiniz?. (Yoksa O) Yüce Yaratıcı (Yarattıklarından) mahlûkatı arasından kendisine (kızlar edindi de oğulları size mi ayırdı?.) Böyle bir iddiaya nasıl cür’et ediyorsunuz? Bir kere meleklerin kızlardan ibâret olduğuna nasıl inanabilirsiniz”’ Onlar, erkeklikten de dişilikten de uzaktırlar Sonra onlar birer mahlûktur, ilâhlık ve mâbutluk vasfına aslâ sâhip değildirler Onlar âlemin Yaratıcısı’nın evlâdı nasıl olabilirler?. Daha sonra ey Müşrikler’ Kız evlâdına nisbetle erkek evlâd daha kuvvetli, daha bilgili, daha seçkin bulunmaktadırlar. O hâlde insanlar öyle seçkin evlâda nâil oldukları görülmekte iken Kâinatın Yaratıcısı hâşâ öyle seçkin evlâda mı sâhip bulunmuş oluyor?. Bu ne ahmakça bir iddia!. İşte bu, bir küfrden başka bir şey değildir.

§ İsfâ, Seçmek, üstün kılmak demektir.

17. Halbuki, onlardan iri O Rahmâna bir benzer isnat ettiği ile müjdelense, kendisi pek öfkeli olarak yüzü kapkara kesilir.

17. (Halbuki, onlardan biri) O müşriklerden herhangi bir şahıs (o rahmâna bir benzer) bir misl, bir ortak (isnad ettiği ile) yâni kız evlâdı ile (müjdelense) bir kızın dünyaya geldi diye kendisine müjde verilse bundan dolayı (pek öfkeli olarak yüzü kapkara kesilir) bir kızı doğmuş olduğundan dolayı utanır, başkalarının yüzlerine bakamayarakgizlenmeğe başlar Vaktiyle araplar, kız evlâdından dolayı utanırlardı, birinin öyle bir çocuğu dünyaya gelince pek mahzun olur, başkalarıyle görüşmekten utanırdı artık kendilerince hoş görülmeyen evlâdı, Cenab-ı Hak’ka nasıl isnâda cür’et etmiş oluyordu?. bunun ne kadar câhilce şuursuzca bir kanaat olduğunu hiç düşünmezler mi idi?.

§ Kezîm, Öfke ile gam ile dolmuş, pek mahzun ve kederli olmuş kimse demektir

18. Yoksa süs içinde yetiştirilecek olup da O mücadele halinde delilini gösteremeyecek olanı mı? o Rahmâna isnat ediyorlar.

18. (Yoksa) O müşrikler, (süs içinde yetiştirilecek) tezyinat ile kendisine kıymet verilecek (olup da o) bezenilmesine rağmen (mücadele hâlinde delilini gösteremeyecek olanı mı?.) O Rahmân’a isnad ediyorlar? Öyle âciz mahlûklar, dişi denilen melekler o Yüce Yaratıcı’nın kızları olabilirler mi? O müşrikler, meleklere dişilik isnâdı sebebiyle de küfre düşmüş oluyorlar da bundan hiç haberleri yok!.

§. Yüneşşeü; Süslenilir ve terbiye olunur demektir. “Hısam” da mücadelede, tartışmada, düşmanlıkta bulunmak mânasınadır. “Hilye” de ziynettir.

19. Ve O Rahmânın kulları olan melekleri dişi saydılar. Onların yaradılışlarında hazır mı bulundular? Elbette onların şâhitlikleri yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.

19. (Ve) Müşrikler (o rahmânın) o rahmet ve merhameti kulları hakkında sonsuz olan Kerem Sâhibi’nin (kulları olan melekleri) o seçkin mahlûkları (dişiler kıldılar) onların birer dişi mahlûk olduğuna inandılar (onların yaradılışlarında) bu müşrikler (hazır mı bulundular?.) ki böyle bir iddiaya cür’et gösteriyorlar?. (elbette onların şâhitlikleri yazılacak) Meleklerin dişi olduklarına dâir olan gerçek dışı ifâdeleri onların amel defterlerindekaydedilmiş bulunacaktır, (ve) Onlar kıyamet günü bu iddialarından (sual olunacaklardır) iddialarını isbatdan âciz kalacakları için lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.

20. Ve dediler ki: Eğer O Rahmân dilemeseydi onlara ibadet etmezdik. Onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar başka değil, ancak yalan söylerler.

20. (Ve) O müşrikler, kendilerini mâzur göstermek için veya bir alay yoluyla (dediler ki: Eğer o rahmân) o Kerem Sâhibi Yaratıcı (dilemeseydi) takdir buyurmuş olmasa idi (onlara) o putlara, melekler adına yapılmış olan putlara, şekillere (ibâdet etmezdik) onlara ibâdetimiz, Allah’ın dilemesine dayanmaktadır. Eğer Allah Teâlâ râzı olmasa idi bizi bu ibâdetimizden dolayı derhal azaba uğratırdı. Müşriklerin bu iddiaları ne kadar yanlış!. Evet.. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (onların) O müşriklerin (buna dâir) bu iddialarına âid, kendilerinin Allah’ın rızâsına aykırı harekette bulunmamış olduklarına yönelik (hiçbir bilgileri yoktur) bu hususta dayanabilecekleri bir delilleri mevcud değildir, (onlar başka değil, ancak yalan söylerler.) Bâtıl bir iddiada bulunurlar, Cenab-ı Hak’kın buyurmadığı bir şeyi o Yüce Yaratıcıya isnad etmekten sıkılmazlar.

§ Yahrüsûn; Yalan söylerler demektir, “Hars” yalan söylemektir.

21. Yoksa onlara bundan evvel bir kitap mı vermiştik ki, artık onlar O’na tutunuculardır.

21. (Yoksa onlara) O müşriklere (bundan evvel) bu Kur’an-ı Kerim’den önce (bir kitap mı vermiştir ki, artık onlar, O’na) o kitaba (tutunuculardır?.) Halbuki, kendilerine öyle bir kitap verilmemiştir, onlar öyle istinat edecekleri bir kitaba, bir delile sâhip değildirler.

22. Hayır… Dediler ki: Şüphe yok, biz babalarımızı büyük bir din üzere bulduk.Muhakkak ki, biz de onların izleri üzerinde yürüyüp doğru yolu bulmuşlarız.

22. Hayır… Onların öyle bir dayanakları yoktur, onlar (Dediler ki, şüphe yok, biz babalarımızı büyük bir din üzere bulduk) kendimizden daha akıllı, daha anlayışlı olan atalarımızı kendimize rehber edindik (muhakkak ki, biz de onların izleri üzere) yürüyüp (doğru yolu bulmuşlarız) artık bize itiraza mahâl yok!. İşte o müşrikler, bir delile dayanmayıp sadece babalarını, dedelerini taklit yüzünden o müşrikçe hareketlere devam etmiş ve bunu doğru bir hareket telâkkî eylemişlerdir, kusurları olsa da onun bir ilâhî takdir eseri olduğunu ileri sürerek kendilerini mâzur göstermek istemişlerdir. Halbuki: bu pek yanlış bir iddiadır, ne kadar bâtıl bir yol tâkibettiklerini hiç farkında bulunmuyorlar. Bir kanıta, bir delile dayanmaksızın sadece baba ve dedelerinin yollarını tâkibetmek, insanı mes’uliyetten kurtaramaz. Kaza ve kadere gelince: Bilinmektedir ki: Bizim mezhebimize göre kaza: Allah Teâlâ’nın ezelde irâde ve takdir buyurmuş olduğu şeyleri zamanı gelince o irâdesi doğrultusunda meydana getirmesi demektir. Evet.. O Ezelî Yaratıcı, kullarının istikbâlde kulların kabiliyetlerine ihtiyarlarına göre tecellî etmiş oluyor, yoksa o Hikmet Sâhibi Yaratıcı, kullarını zorla o işledikleri amellere sevk etmiş olmuyor ki, kullar bu hususta kendilerini mâzur görebilsinler. Evet.. Allah Teâlâ bizleri hikmet gereği bu imtihan âlemine getirmiş, bizlere bir kabiliyet bir irâde kuvveti vermiş ve ilâhî rızâsına uygun olup olmayan şeyleri de Peygamberleri, kitapları vasıtasiyle bildirmiştir. Artık biz kabiliyetimizi, ihtiyarımızı herhangi bir işe yöneltirsek Cenab-ı Hak da hikmet gereği onu dilemiş ise yaratır, ve bu hâdisenin böyle vuku bulacağını o Ezelî Yaratıcı, ezeli ilmiyle bildiği için onun öyle vukua geleceğini tesbit ve takdirbuyurmuştur. Binaenaleyh bu hususta bir zorlama meselesi söz konusu olamaz ve hiçbir kimse kendisini mâzur göremez. Herhangi bir fiil, herhangi bir hâdise vücuda gelmeden evvel onun hakkındaki ilâhî takdirin neden ibâret olduğu bize meçhuldür. Bizim vazifemiz, o fiilin yapılması câiz veya vâcip ise onu yapmağa çalışmaktır. Câiz değilse onu terk etmektir. Yoksa Allah’ın takdiri ne ise o ortaya çıkar diyerek kendimizi boş bir hâlde bırakamayız. Veya o câiz olmayan fiili işledikten sonra kendimizi mâzur sayamayız. Eğer insanlar, Allah’ın takdirinden dolayı yaptıkları fiillerden dolayı mâzur sayılacak olsalar, hiçbir kaatilin, hiçbir câninin, mes’ul tutulmaması lâzım gelir. Halbuki, buna hangi bir akıllı inanabilir?. Allah’ın takdiri böyle imiş diye kendisini mâzur gören bir şahsa bir tokat atılacak olsa, acaba o tokatı atanı mâzur görür mü? Ya kendisini neden mâzur görüyor? Bir kere insaflı düşünmeli değil midir?. Demek ki, o haksızlık yapanın o fiilinde bir tesiri, bir ihtiyarı vardır ki, ondan dolayı mes’ul bulunuyor ve bu mesuliyeti pek mâkul görülüyor. Kısacası: Hiçbir kimse, ilâhî takdir böyle imiş diyerek kendisini gayrimeşrû bir hareketinden dolayı mâzur sayamaz.

23. Ve böylece senden evvel bir kasabaya bir korkutucu göndermedik ki, illâ O’nun refah içinde yaşayanları dedi ki: Biz babalarımızı bir büyük din üzere bulduk ve şüphe yok ki, biz de onların izlerine uymuş kimseleriz.

23. Bu mübarek âyetler de müşriklerin öteden beri atalarına âid bâtıl yolları tâkib etmiş ve kendilerini dosdoğru bir yola sevketmek istemiş olan Peygamberlerini yalanlamaya cür’et göstermiş olduklarını sonra o müşriklerden Hak Teâlâ Hazretlerinin intikam almış olduğunu, onların ne fecî bir âkıbete uğramış bulunduklarını beyân ile öyle inkârcıları uyanmaya dâvet buyurmaktadır.Şöyle ki: (Ve) Ey Son Peygamber!. Senin zamanındaki bir takım müşrikler (böylece) çirkin, akıl ve mantığa muhalif lâkırdılarda bulundukları gibi (senden evvel) senin Peygamberliğinden önce herhangi (bir kasabaya bir korkutucu) ilâhî azabı ihtar ederek kendilerini uyandırmak isteyen bir Peygamber (göndermedik ki, illâ onun) o kasabanın (refah içinde yaşayanları) onların reisleri, büyükleri, servet sâhipleri (dedi ki: Biz babalarımızı bir büyük yol üzere bulduk) onları bir ümmet, yâni: Bir dîne, bir mezhebe bağlı bir cemaat hâlinde gördük (şüphe yok ki, biz onların izlerine uymuş kimseleriz.) onların yollarını tâkibten geri durmayız. İşte eski kavimler de böyle bâtıl bir iddiada bulunmuşlardır, babalarının çıkmaz yollarını tâkibetmekten geri durmak istememişlerdir. Bu asr-ı saadetteki müşriklere mahsus, cahilce bir taklit değildir, eski kavimlerde böyle bir cehâletin kurbanı olmuşlardı. Bu âyet-i kerîme, Resûl-i Ekrem’e teselli vermektetir ve çok kere dünyevî varlıkların, cahilce taklitlerin sâhiplerini böyle zararlı iddialara hareketlere sevketmekte olduğuna işâret etmektedir.

24. Dedi ki: Ya size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirdimse de mi? Dediler ki: Şüphe yok biz, kendisiyle gönderilmiş olduğun şeyi inkâr edicileriz.

24. O atalarının çıkmaz yollarını tâkibetmek istemiş olan müşrikleri uyanma dairesine dâvet için kendilerine Allah tarafından gönderilmiş olan Peygamber, onlara (Dedik ki: Ya size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu) daha açık, daha ziyade hidâyet ve saadete kavuşturan bir dini (getirdimse de mi?.) yine atalarınızın yollarından ayrılmayacak, yine taklide devam edip duracaksınız?. En yüce, en açık bir dini yine kabulden kaçınacak mısınız?. OPeygamberin bu kadar iyilik sever ihtarına rağmen o müşrikler (Dediler ki: Şüphe yok, biz) ey Peygamberlik iddiasında bulunan zât (kendisiyle gönderilmiş olduğun şeyi inkâr edicileriz.) biz senin teblîğ ettiğin dini kabul etmeyiz, kendi atalarımızın yollarını tâkibten geri durmayız.

25. Artık onlardan intikam aldık, işte bak, O yalanlayanların âkıbeti nasıl oldu?

25. Allah Teâlâ Hazretleri de buyuruyor ki: (Artık onlardan) O Peygamberlerini yalanlayan, ilâhî dini kabulden kaçınan müşriklerden (intikam aldık) onları lâyık oldukları azaplara kavuşturduk, cemiyetlerini mahv-ı perişan ettik (işte bak!. O yalanlayanların) Peygamberlerinin tebligâtını kabul etmeyip ilâhî dini inkâra cür’et eyleyen o eski kavimlerin (âkıbeti nasıl oldu!.) onlar çeşit çeşit felâketlere uğratılmış, sonradan dünyaya gelenler için birer ibret vesîlesi kesilmişlerdir. Artık Ey Son Peygamber!. Seni inkâr edenler de öyle müthiş bir âkıbeti düşünsünler. Sen onların inkârlarından dolayı üzülme. Onlar da lâyık oldukları müthiş âkıbete kavuşacaklardır. Bu ilâhî beyân, Resûl-i Ekrem hakkında teselliyi, müjdeyi ve onu inkâr edenler hakkında da korkutma ve tehdidi içermektedir.

26. Ve hatırlat! O vakti ki, İbrâhim babasına ve kavmine dedi ki: Şüphe yok, ben sizin ibadet ettiğiniz şeyden uzağım.

26. Bu mübârek âyetler, pek büyük bir zât olan İbrâhim Aleyhisselâm’ın tevhid dinine sarılıp baba ve dedelerinin yollarını tâkibetmemiş olduğunu uyulması gereken bir örnek olmak üzere bildiriyor. O Yüce Peygamberin yaydığı tevhid kelimesini kabul etmeleri için zürriyyeti arasında devam etmekte olduğunu haber veriyor. Kureyş kabîlesinin ve atalarının da birçok nîmetlere nâil olduklarını, fakat kendilerine hak ve hakikati açıkça bildiren Kur’an-ı Kerim ile Son Peygamber gelince o Kur’an-ı Kerim’in bir sihirolduğuna inanarak ona îmandan kaçındıklarını teşhir ediyor. Ve o ilâhî kitabın iki beldedeki iki meşhur şahıstan birine neden nâzil olmadığını söylemek cehâletinde bulunduklarını, Cenab-ı Hak’kın da onların bu iddialarını red ile ilâhî rahmetini taksime ve inkârcıların selâhiyetleri olmadığını ihtar buyuruyor. Yüce Yaratıcının dünyevî varlıklarda bile insanları hikmet gereği farklı derecelerde bulundurduğunu, artık en yüksek, en şerefli olan peygamberlik ve risâlet nîmetini de uygun gördüğü kuluna ihsân buyuracağını, buna kimsenin itiraza selâhiyetli bulunamıyacağını beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) ey son peygamber!, (hatırlat) Atalarını taklide devam eden kavmine hatırlat (o vakti ki, İbrâhim) Aleyhisselâm, putlara tapmakta olan (babasına) Azer’e (ve kavmine dedi ki: Şüphe yok, ben sizin ibâdet ettiğiniz şeyden) herhangi bir puttan, (uzağım) onlardan uzak bulunmaktayım.

27. O beni yaratmış olan müstesnâ. Çünkü, O şüphesiz ki, beni doğru yola erdirecektir.

27. (O beni yaratmış olan) Kâinatın Yaratıcısı ise (müstesnâ) ben ancak O’na ibâdet ederim, ancak O’nun mâbutluğuna inanırım (şüphesiz ki, O beni doğru yola erdirecektir.) o kerîm mâbudumuz beni ilâhî dinine nâil kılmıştır, beni dâima ibâdet ve itaate muvaffak kılacak, hidâyet yolundan ayırmayacaktır.

28. Ve onu o ifadesini zürriyyeti arasında bâkî bir kelime kıldı. Belki onlar, dönüverirler diye.

28. (Ve) İbrâhim Aleyhisselâm (onu) o kelime-i tevhidi, yâni: Kendisini yaratmış olan Yüce Yaratıcı’dan başkasına ibâdet etmeyeceğine dâir olan ifâdesini “lâ ilâhe illâllah” cümlesini (zürriyyeti arasında bâki bir kelime kıldı) kendi zürriyetine bu kelime-i tevhîdi tavsiye etti (belki onlar) o zürriyyetinden olanlar (dönüverirler) Cenab-ı Hak’tan başkasına ibâdeti bırakıp yalnız Allah Teâlâ’ya ibâdet ederler, Hz. İbrâhim’in dini olan tevhid dini,İslâm dinine dönerler diye öyle tavsiyede bulundu. Gerçekte Hz. İbrâhim’in zürriyeti arasında tevhid dinine bağlı olanlar eksik olmamıştır, kıyamete kadar da olmayacaktır. Kureyş tâifesi de İbrâhim Aleyhisselâm’a bağlılıkla iftihar ediyorlardı, artık onlar da Hz. İbrâhim’in tavsiye etmiş olduğu tevhid dinine, yâni: İslâm dinine dört el ile sarılmalı değil midirler?. Ne yazık ki, bir kısmı bu tavsiyeye muhalefette bulunmuştur. İşte Allah Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki:

29. Fakat onları ve atalarını kendilerine O hak ve apaçık Resûl gelinceye kadar fâidelendirdim.

29. (Fakat onları) Hz. İbrâhim’in zürriyetinden olan Mekke-i Mükerreme ahâlisini (ve) onların (atalarını kendilerine o hak) o hakikati beyân eden Kur’an ile (ve apaçık Resûl) Peygamberliği pek parlak mûcizeler ile açık bir hâlde belli olan ve desteklenen Muhammed Aleyhisselâm’a (gelinceye kadar fâidelendirdim) onlara uzun ömürler, bolca nîmetler ihsân buyurdum. Ne yazık ki, bu nîmetlerin kadrini bilmediler, Hz. İbrâhim’in tavsiyesinden gâfil bulundular, tevhid dinine muhalif hareketten vaz geçmediler.

30. Ne zamanki, kendilerine hak geldi, dediler ki: Bu, bir sihirdir ve şüphe yok ki, biz bunu inkâr edicileriz.

30. Evet.. (Vaktaki, kendilerine hak geldi) Kur’an-ı Kerim’in âyetleri indi (dediler ki: Bu) Kuran (bir sihirdir) bu bir ilâhî vahiy eseri değildir (ve şüphe yok ki, biz bunu inkâr edicileriz) biz buna inanmıyoruz. İşte o müşrikler, kendilerini cehâlet karanlığından kurtararak en parlak bir selâmet sahasına sevk etmek isteyen öyle pek kutsî bir ilâhî kitabı takdîr edemediler, onu inkâra cür’et gösterdiler.

Lütfen Paylaşın!
1Shares

BİR CEVAP YAZIN