RUM SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek Sûre de Mekke-i Mükerreme’e inmiştir. Yalnız (18)’inci âyetinin Medine-i Münevvere’de indiği naklediliyor. Altmış âyeti kerîmeyi kapsar. Ehli kitaptan olan Roma’lıların putlara tapmakta bulunan eski İran halkına birkaç sene zarfında galip geleceklerine bir mucize olmak üzere haber verdiği için böyle “Rûm Sûresi” adını almış bulunmaktadır. Bu yüce sûre, bir tarihi olayı ortaya çıkışından evvel haber vererek müslümanları müjdeliyor ve Kur’an-ı Kerim’in bir ebedî mucize olduğunu göstermiş oluyor. Bir kısım fetihlerin meydana geleceği hakkındaki ilâhî va’din gerçekleşeceğini bildiriyor. Cenab-ı Hak’kın yüce sıfatlarından bir kısmını açıklıyor, o Büyük Yaratıcının birliğine, ilmine, hikmetine, kudretine şahitlik eden dıştaki ve içteki birçok hilkat eserlerini açıklamakla insanların dikkat nazarlarını o yaratılış hârikalarını seyretmeye çekmektedir. Allah’ın dinine aykırı, alaylı hareketlerde bulunanların da pek fena âkıbetlerini ve ahirette azaplara uğrayacaklarını hatırlatmak ile halkı uyanmaya dâvet etmektedir. Müslümanların İslâm dinine sarılmalarını, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmeye çalışmalarını, akrabalık hukukunu da gözetmelerini emrediyor. İslâmiyet’in her tarafa yayılacağına ve müslümanların maddî ve mânevî bereket ve zafere kavuşacaklarına işaret etmektedir. İnsanların fena hareketlerinden dolayı da yeryüzünde bir takım fenalıkların meydana gelmiş olduğunu hatırlatıyor. İnsanların dikkatini istifadesini sağlamak için Kur’an-ı Kerim’in birçok ibret verici misalleri kapsadığıbildiriyor. İlâhî va’din mutlaka gerçekleşeceğini tekrar açıklamak ile müminleri sabr ve sebata dâvet etmektedir.

1. Elif, Lâm, Mim.

1. Bu mübârek âyetler, ehli kitaptan olan Roma’lıların, müşriklerden olan eski İranlılara galip ve müminlerin gönül rahatlığına kavuşacaklarını müjdeliyor. Her hususta emr ve irade bir olan zâtına âit olan Büyük Yaratıcının herşeye gücü yettiğini ve pek merhametli olduğunu bildiriyor ve o Hikmet Sahibi Yaratıcının vâ’dından vazgeçer olmadığını, birçok insanların ise bunu bilmeyip yalnız dünyanın pek açık olan varlığını bilmekte, ahiret hayatından ise gâfil bulunmakta olduklarını açıklamaktadır. Şöyle ki: (Elif Lâm, Mim) bu mübârek harflere dâir “Bakare” ve “Ankebut” sûrelerinin birinci âyetlerine âit açıklamalara müracaat!.

2. Rûm mağlûp oldu.

2. Vaktiyle (Rûm mağlûp oldu) yani: Ehli kitaptan olan Doğu Roma’lılar, putlara tapan Eski İranlılar tarafından bir savaş neticesinde büyük bir yenilgiye uğratılmıştı.

3. Yerin en yakınında. Bununla beraber onlar mağlûbiyetlerinden sonra muhakkak ki, galip olacaklardır.

3. Bu yenilgi (Yerin en yakınında) meydana gelmiştir. Yani Arabistan’a veya Rum Başkentine en yakın bir Roma arazisi dahilinde vuk’u bulmuştu. Buranın Ürdün veya Filistin veya Şam bölgelerinden ibaret olduğu da naklediliyor. (Bununla beraber onlar) O Roma’lılar, müşrik olan İranlılara (yenilgilerinden sonra muhakkak ki,) o müşriklere (galip olacaklardır) diğer bir savaş neticesinde o mağlûbiyetlerinin intikamını alacaklardır.

4. Üç ile nihayet dokuz sene içinde. Önceden de, sonradan da emr Allah’a aittir ve o günmüminler mutlu olacaklardır.

4. Bu galibiyet ise (Üç ile nihayet dokuz sene içinde) gerçekleşecektir. Bunun hakkında ilâhî takdir böyle tecellî etmiştir. Şüphe yok ki, (önceden de sonradan da emr, Allah’a âittir) vaktiyle İran’lıların gâlip gelmesi, sonra da Roma’lıların galip olacakları ilâhî takdir gereği bulunmuştur. Elbette ki, bütün tabii olaylar, o Büyük Yaratıcının emr ve takdirine göre meydana gelmektedir. (Ve o gün) O Roma’lıların galibiyeti zamanında (müminler) de bir zafere kavuşarak (mutlu olacaklardır) yani: O tarihte müslümanlar da Bedir Savaşında müşriklere gâlip gelerek bir fetih zevkine kavuşacaklardır. Ve o zaman Kur’an-ı Kerim’in bu haberi gerçekleşecektir, onun bir ebedî mucize olduğu bu vesile ile de ortaya çıkacaktır, bu da müslümanlar için büyük bir iftihar ve gönül rahatlığı vesilesidir.

5. Allah’ın yardımı ile. Dilediğine yardım eder ve O, azîzdir, râhimdir.

5. Evet.. Roma’lıların o galip geldikleri günde Cenab-ı Hak’kın müslümanlar hakkında da şefkatli tecellî edecektir. (Allah’ın yardımı ile) müslümanlar da mutlu kalbleri huzurlu olacaklardır. Bu kesindir, nitekim öyle de olmuştur. Şüphe yok ki, Allah Teâlâ (dilediğine yardım eder) dilediği herhangi bir kavmi, diğer bir kavim üzerine galip kılar, kulları üzerinde istediği şekilde tasarruf hakkı, o Hikmet sahibi Yaratıcı’ya âittir, (ve o) büyük mâbud (azîzdir) en büyük bir izzet ve kudret sahibidir, dilediğini yardıma kavuşturur, dilediğini de mağlûp eder, hikmetin gereği ne ise onu yaratır, kimse ona engel olamaz ve o Kerim Yaratıcı (rahîmdir) kulları hakkında merhameti pek çoktur. Ondan dolayıdır ki, onlara peygamberlerini göndermiş, onların selâmet ve saadetlerine vesile olan hükümleri bildiren kitaplarını ihsan etmiş, kendilerini gafletten uyandırmak için bir takım ibret verici hâdiseleri, tarihî olayları o mübârek kitaplarıvasıtasiyle insanlara bildirmiştir.

6. Bu Allah’ın vâdi. Allah vadinden dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.

6. -Bu Roma’lıların düşmanlarına üstün geleceklerine dâir olan kesin açıklama da (Allah’ın vâ’di) dir. Artık gerçekleşecektir. Çünki (Allah vâ’dinden dönmez) ilâhî va’dinden vaz geçmez. Gerek dünyaya ve gerek ahirete ait ilâhî va’di mutlaka yerine gelecektir, hakikate aykırı açıklamalarda bulunmaktan ilâhlık şânı münezzehtir. Biz buna inandık. (Ancak insanların çoğu bilmezler) bilgisizliklerinden düşünce yoksunluklarından dolayı ilâhî va’din kıymetini, kesinliğini takdir edemezler. Bu galibiyet hususundaki ilâhî va’di de takdir edemeyip onu uzak görenler de bulunur. Nitekim bulunmuştur. Fakat bilâhara bu ilâhî va’d de gerçekleşerek onu inkâr edenler, mahçubiyetler içinde kalmışlardır.

7. Dünya hayatından bir aşikâre olanı bilirler, ahiretten ise habersiz olanlar onlardır, onlar.

7. Evet… O insanların birçokları yalnız bu (Dünya hayatından bir âşikâre olanı bilirler) onlar yalnız maddî menfaatlerini sağlayan, nefsî arzularına hizmet eden şeyleri bilir, göster ise kapılır dururlar, ebedî menfaatlerini, selâmet ve saadetlerini temin edecek şeyleri düşünüp kazanmak istemezler. (Ahiretten ise habersiz olanlar) O ebedî hayatı düşünmeyenler, onu temine çalışmayı hatırlarına getirmeyenler, işte (onlardır) o yalnız dünyanın geçici varlığiyle mutlu olanlardır. Evet.. Tam gaflt ehli işte (onlar) dır. Böyle bir hâl ise üzülmeye lâyıktır. İnsan, yaradılışındaki, hikmeti, gayeyi düşünmelidir, ona göre çalışmalıdır, üzerine düşen vazifelerden habersiz bulunmamalıdır.

§ Bu mübârek âyetlerin iniş sebebi şöylece nakledilmektedir. Peygamberimizin Peygamberliğinin beşinci senesinde bu âyetlerin nâzil oluşandan yedi sene evvelİranlılar ile Roma’lılar arasında bir muharebe başlamış, bu savaşta Roma’lılar büyük bir yenilgiye uğramışlardır. Bu mağlûbiyet, Arabistan’a ve Roma’lıların Başkenti olan Kostantiniye şehrine en yakın bir yerde meydana gelmiş, Roma’lıların ellerinden bir çok şehirleri çıkmıştı. Bu hâdise, Mekke-i Mükerreme’deki müşrikleri sevindirdi. Diyorlardı ki: Bizim gibi müşrik olan İranlılar kitap ehli olan Roma’lılara galip geldiler, biz müşrikler de kitap ehli olan müslümanlara galip geleceğiz. Bunların bu saçmalamaları, eshab-ı kiramı üzmekte idi. İşte bu hâdise üzerine bu mübârek âyetler nâzil olup Roma’lıların da o mağlûbiyetlerinden sonra İranlılara nihayet üç ile dokuz sene arasında galip olacaklarını ve o zaman müslümanların da ilâhî yardıma kavuşacaklarını müjdelemiştir.

Hz. Ebu Bekir, bu ilâhî müjdeyi Mekke müşriklerine karşı ilân ederek artık o kadar sevinmeyin, az sonra Roma’lılar da İranlılara galip olacaklardır, demiş, onlar ise buna imkân olmadığını düşünüyorlardı. Öyle zayıf, perişan düşmüş bir millet, o koskoca muhteşem bir millete nasıl galip olabilir diyorlardı. Çünki o zaman Roma’lılar pek mağlûp perişan bir halde bulunuyorlardı. Hatta o müşriklerden “Übeyy İbni Halef” Hz. Ebu Bekr’i yalanlamış, Hz. Ebu Bekr de: Ey Allah’ın düşmanı!. Yalancı olan sensin, diye karşılıkta bulunmuş, nihayet aralarında bir bahis akdetmişlerdi. Şöyle ki: Üç seneye kadar Roma’lılar galip olurlarsa Übeyy İbni Halef Hz. Ebu Bekr’e on deve verecek, aksi takdirde ise Hz. Ebu Bekr, ona on deve verecekti. Resûl-i Ekrem Efendimiz bu mukaveleden haberdar olunca buyurdu ki: Ya Ebi Bekr!. Bu mukavelenin süresini ve develerin sayısını arttırınız. Çünki bu galibiyet, üç sene ile dokuz sene arasında meydana gelecektir. “Bid’ı sinîn” sözü bunu bildirmektedir. Ebu Bekr Radiyallahü anh da bu Peygamber emrine göre “Übeyy İbni Halef” iletekrar görüşmüş, o bahsin süresini dokuz seneye, verilecek develerin mikdarını da yüze çıkarmışlardı. Nihayet bu mukaveleden itibaren altı sene geçmiş, yedinci senenin başında Roma’lıların galib oluşu gerçekleşmişti. “Übeyy İbni Halef” ise Uhud Savaşında Resûl-i Ekrem tarafından aldığı bir kılıç darbesiyle yaralanmış Mekke-i Mükerreme’ye dönerek ölmüştü. Hz. Ebu Bekr de o mukavele gereğince yüz deveyi Übeyy İbni Halef’in mirasçılarından almıştı. Bu develeri Resûl-i Ekrem’in emriyle fakirlere tesadduk etti. Deniliyor ki: Bu mukavele, faizin, kumarın haram kılınmasından önce meydana gelmişti.

Bunların haram olduklarına dair ayetler ise daha sonra Medine-i Münevvere’de inmiştir. Fakat “Zemahşeri” demiştir ki: İmamı Âzam ile İmamı Muhammed’in mezheplerine göre faiz ve kumar gibi şeylere ait fasit akitler dari İslâm’da câiz değildir. Dar-ı harpte ise, müslümanlar ile kâfirler arasında câizdir, yapılabilir. İşte Hz. Ebu Bekr’in yapmış olduğu o mukavele de bunun sıhhatine bir delildir. Fakat sair fukehaya göre bu gibi fasit akitler, hiçbir yerde câiz değildir. Essiracil Münir ve tefsiril merağı. “Rum” ismi, Roma şehrinden alınmıştır. Roma halkına “Rum” adı verilmişti. Roma hükümdarlarına da “Kayser” adı verilmişti. Eski İran = Fars hükümdarlarının ünvanları da “Kisra” idi. Çoğulu ekâsire’dir. Bilâhara Roma devleti Doğu ve batı devletleri namiyle iki kısma ayrılmıştı. Doğu Roma devletine tâbi olanlara “Rum” adı ve batı Roma’ya tâbi olanlara da “Firenk” ünvanı verilmiştir. Peygamberimizin Peygamberliğinin senesindeki, milâdın (613)’üncü yılına rastlamaktadır. Roma ve İran devletlerinin sınırları, Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde birbirine temas ediyordu.

Mısır, Suriye, Filistin ve Irak’ın bir kısmı ve Anadolu, Roma hükümetine tâbi idi. Bu tarihte vuk’u bulan bir muharebede Roma orduları, İran ordularına yenilmiş, Suriye’deki birçok şehirleri ve bütünFilistin’i İranlılar elde etmişlerdi. Anadolu’yu da işgâl ederek İstanbul boğazına kadar gelmişlerdi. Bu sırada Roma hükümdarına karşı kendi valileri de isyan etmiş, onun hükümeti hemen hemen parçalanıp yok olacak bir hâle gelmişti. Aynı zamanda hükümdarları da eğlenceye düşmüştü, ülkesini savunacak vasıtalardan yoksun kalmıştı. Artık öyle bir hükümetin pek kuvvetli ve galip olan İran hükümetine karşı tekrar cephe alacağı hiç ümit edilmiyordu.

İşte Kur’an-ı Kerim, Roma’lıların galip olacaklarına böyle bir zamanda haber vermiş, tâbi duruma göre buna imkân görülmemişti. Fakat o ilâhi kitabın bu haberi öyle hiç umulmayan bir zamanda gerçekleşti. Roma hükümdarı, kendisini muayyen bir zaman için mümkün mertebe toplamış, perişan bir milletten topladığı bir kuvvet ile o muhteşem İran hükümetine karşı savaşa atıldı ve parlak bir galibiyete kavuştu. Bu galibiyet zamanında İslâm orduları da Bedr Savaşında büyük bir başarı göstermişti. İşte Kur’an-ı Kerim’in müjdeleri de gerçekleşmiş, ilâhi kitabın bir ebedi mucize olduğu bu vesile ile de anlaşılmış bulundu. Bu, rabbimizin ihsânıdır…

8. Nefsleri hakkında tefekkürde bulunmadılar mı? Allah gökleri ve yeri ve bunların aralarındakilerini yaratmadı, ancak hak ile ve muayyen bir vakit için yaratmıştır. Ve şüphe yok ki, insanlardan birçokları Rab’lerine kavuşmayı elbette inkâr ederler.

8. Bu mübârek âyetler, Cenab-ı Hak’kın birliğini, kudret ve azametini inkâr edenlerin o pek cahilce hallerini ortaya koyuyor. Onların güçlü olma belirtilerini ve kendilerinden daha varlıklı olan eski inkârcı kavimlerin pek fecî olan tarihî durumlarını dikkate almadıklarını kınamak için beyan buyuruyor. Fenalıklarda bulunanların, Allah’ın âyetlerini inkâr ve inananlar ile istihza edenlerin pek korkunç, çirkin sonlarına işaretle insanlığı uyanmaya dâvet buyurmaktadır. Şöyle ki: Bakışlarınıyalnız dünyanın kabuk kısmına atfedip duranlar (Nefsleri hakkında tefekkürde bulunmadılar mı?) kendilerinin yaradılmış olduklarını düşünmediler mi? Kalplerinde bir düşünce duygusu bir vicdâni kanaat hâsıl olmadımı ki, bakıp da anlasınlar ki: (Allah, gökleri ve yeri ve bunların aralarındakilerini) birçok mahlûkatı, muhtelif sanat eserlerini birbirinden farklı kudretini gösteren eserleri boş yere (yaratmadı) hepsini de şüphe yok ki, (ancak hak ile) gerçeğe uygun, sabit bir emr ile, bir menfaat ve hikmete dayalı bir halde yaratmıştır. Kendilerinin yoktan yaratılmış olduğu bu cümleden değil midir? (ve hepsini de muayyen bir vakit için yaratmıştır) Yüce zatının programlayıp, belirlemiş olduğu bir zamana kadar onlar devam edip duracaklardır. O belirli zaman gelince de; yani kıyamet kopunca da hiçbiri bu âlemde kalmayacaktır, hepsinin de bu dünyadaki varlığı sona erecektir, sorumlu olanlarda bu âlemdeki âmellerinin mükâfat veya cezasına kavuşacaklardır. (Ve şüphe yok ki, insanlardan birçokları) Bu kesin âkıbete inanmış değildirler, onlar (Rab’lerine kavuşmayı) yeniden hayat bulup mahşere sevk, ilâhi mahkemeye teslim edileceklerini (elbette inkâr ederler) onlar ahiret hayatına, oradaki sevap ve azaba inanmazlar.

9. Yeryüzünde gezip de bakmadılar mı ki, onlardan evvelkilerin âkibetleri nasıl olmuştur. Onlardan kuvvetçe daha şiddetli idiler ve onların imar ettiklerinden daha ziyade yeri altüst etmiş ve imarda bulunmuşlardı ve onlara Peygamberleri açık deliller ile gelmişlerdi. Artık Allah onlara zulmeder olmadı velâkin onlar kendi nefislerine zulüm eder oldular.

9. Nedir o kadar cehalet ki, o dinsizler, ahiret hayatını inkâr ediyorlar, kendilerinin yok olacak varlıklarına güvenip duruyorlar? Onlar hiç (Yeryüzünde gezip de bakmadılar mı?.) hiçdünya tarihini ibret nazarı ile görüp okumadılar mı?. (ki, onlardan evvelkilerin âkıbeti nasıl olmuştur?.) Âd, Semud kavimleri gibi eski ümmetlerin küfrleri yüzünden başlarına gelmiş felâketleri işitip, alâmetlerini görmüş bulunmuyorlar mı? O eski kavimler ki, (kuvvetçe daha şiddetli idiler) şimdiki inkârcı kavimlerden daha güçlü bedenî yapıya, kuvvete sahip bulunuyorlardı (ve onların) şimdiki inkârcı kimselerin dünya yüzünden (imâr ettiklerinden) yapıp vücude getirdiklerinden (daha ziyade yeri alt üst etmiş) ziraatte bulunmuş, madenler arayıp bulmuş, su kaynakları bulup her tarafa akıtmış idiler. Yeryüzünde şimdikilerden daha fazla (imârda bulunmuşlardı) nice görkemli binalar, kaleler, saraylar yapmışlardır. Artık o eski milletler, inkârları yüzünden öyle helâk olmuş olunca onların gerisinde bulunan sonraki inkârcılar, yok olmaya mâruz kalamazlar mı? Bu nasıl uzak görülebilir.?. (Ve onlara) o eski kavimlere de (Peygamberleri açık delil ile gelmişlerdi) kendilerinin Allah’ın dinini tebliğe memur, doğru sözlü zâtlar olduklarını gösterir birçok mucizeler, hârikalar göstermişlerdi. Buna rağmen onları tasdik etmeyenler, neticede yok olup cezalarına kavuşmuşlardı. (Artık Allah onlara zulm eder olmadı) Onları günahsız kimseler oldukları halde cezalandırmadı. (Velâkin onlar kendi nefislerine zulm eder oldular) Allah’ın birliğini inkâr etmeğe, Peygamberleri yalanlamaya devam ettiler, ahiret hayatına inanmadılar, birçok çirkin hareketlerde bulundular da o yüzden Allah’ın azabına mâruz kaldılar. Artık ey Son Peygamber’e karşı da öyle inkârcı bir halde bulunanlar!. Siz de öyle korkunç bir âkıbete lâyık olduğunuzu bir kere düşünmeli değil misiniz?

10. Sonra fenalık yapanların âkıbeti, pek fena oldu. Çünkü Allah’ın âyetlerini tekzib ettiler ve onlar ile alayda bulunur olmuşlardı.

10. Evet.. O âkıbeti siz de düşünmelisiniz. Şüphe yok ki, (Sonra fenalık yapanların) kötü inançlarda, çirkin hareketlerde bulunanların (âkıbeti pek fena oldu) pek şiddetli bir cezalandırmaktan ibaret bulundu, dünyada da, ahirette de, âzaba, felâkete uğradılar (çünkü) onlar (Allah’ın âyetlerini tekzib ettiler) Peygamberlerin tebliğ ettikleri ilâhi kitapları, gösterdikleri mucizeleri inkâra yeltenip durdular. (ve onlar ile) O âyetler ile, mucizeler ile (alayda bulunur olmuşlardı) artık şüphe yok ki, o kadar dinsizlikte, kutsal şeylere karşı saygısızlıkta bulunan kimseler, öyle korkunç bir âkibete lâyık olmuşlardı. Binaenaleyh sonrakiler için lâzımdır ki, onların o pek fecî âkıbetlerinden bir ibret dersi alsınlar, Kâinatın Yaratıcısı Hazretlerinden korkup onun mukaddes dinine karşı gelmesinler, aksi takdirde hiçbiri Allah’ın azabının pençesinden kendisini kurtaramaz. Cenab-ı Hak, herşeye gücü yeter, onun kudretinin alâmetleri onun yaratıcılığındaki büyüklüğü isbata yeter. Biz buna inanmışızdır.

§ “Sûâ” kelimesi çok çirkin mânâsına olan “esve” kelimesinin çoğuludur. Cehennemden kinaye bulunmaktadır.

11. Allah halkı evvelâ yaratır, sonra onu geri çevirir, nihayet ona döndürüleceksinizdir.

11. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’nın bu yaratıkları nasıl yaratmış ve sonra nasıl iade edeceğine dikkatleri çekiyor. İnsanların ahirette nasıl grublara ayrılacaklarını, salih müminlerin cennette nasıl mesûd bir şekilde, gönülleri rahat bir halde kalacaklarını müjdeliyor. Allah’a ortak koşanların, âyetlerini yalanlayanların da nasıl yardımdan mahrum, sahte mâbutlarını inkâr eder bir halde kalarak cehenneme sevkedileceklerini hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar!. Bir kere düşünün (Allah) ilm ve kudretini bütün kâinatı kuşatan büyük yaratıcı (halkı evvelâ yaratır) insanları ve diğerlerini önce budünyada yaratır, yaşatır (sonra onu) o halkı, o kullarını kıyamet gününde (geriye çevirir) onları ölmüş oldukları halde yeniden hayata kavuşturur. Artık ey insan!. Kesindir ki, (nihayet) o kıyamet âleminde (o’na) O büyük Yaratıcının mânevi huzuruna, hisap ve ceza mevkiine (döndürüleceksinizdir) artık orada amellerinize göre mükâfata veya cezaya kavuşmuş olacaksınızdır.

12. Ve o gün ki, kıyamet kopar, günahkârlar susup duracaklardır.

12. (Ve o gün ki, kıyamet kopar) Bütün insanlar yeniden hayat bularak mahşere sevkedilir, pek muazzam bir manzara meydana gelir, o zaman (günahkârlar susup duracaklardır) şaşkın bir halde susmaya mecbur kalacaklardır. Müşrikler kendilerini savunabilmek için bir delil bulamayacakları için hayretler içinde kalıp susmaya mecbur olacaklardır.

13. Ve kendilerine şeriklerinden şefaat ediciler de bulunmuş olmayacaktır ve şeriklerini inkâr ediciler olacaklardır.

13. (Ve kendilerine) O müşriklere o müthiş günde (şeriklerinden) Cenab-ı Hak’ka ortak koşmuş oldukları putlardan ve diğerlerinden (şefaat ediciler de bulunmayacaktır) onları cehennem âzabından kurtaramayacaklardır (ve) o müşrikler, o kıyamet gününde (şeriklerini) dünyadalarken kendilerine tapıp da şefaat beklemiş oldukları putları (inkâr ediciler olacaklardır.) Onların birer mâbud olmadığını anlayarak onlardan kaçınacaklardır. Fakat ne yazık ki, artık bu inkârları, kendilerine bir faide vermeyecektir.

14. Ve o gün ki kıyamet kopar, o gün birbirinden ayrılırlar.

14. (Ve o gün ki, kıyamet kopar) O sevap ve ceza kâlemi meydana gelir (o gün) müslümanlar ile kâfirler (birbirinden ayrılırlar) bir kısmını müminler bölümü, diğer bir kısmınıda kâfirler bölümü teşkil etmiş olur.

15. İmdi o kimseler ki, imân etmişler ve sâlih sâlih amellerde bulunmuşlardır, artık onlar bir bahçede sevinç içinde kalırlar.

15. (İmdi o kimseler ki) Dünyadalarken (îman etmişler ve yararlı amellerde bulunmuşlardır) imânlarını Allah’ın rızasına uygun hareketleriyle, ibadetleriyle kuvvetlendirmişlerdir (artık onlar) o hâlis, muhlis müminler, o ahiret âleminde (bir bahçede) gülleri, çiçekleri, suları bol, parlaklık ve tâzeliği içinde bulunduran birer cennette (sevinç içinde kalırlar) pek büyük nimetlere, ilâhi lütuflara kavuşmalarından dolayı kalben pek büyük bir rahatlık içinde ebediyyen yaşar dururlar.

§ “Yuhberun”; kelimesi, sevinirler, ikrama nâil olurlar, güzelce yankılar ve nağmeler ile zevk duyarlar diye tefsir edilmiştir.

16. Fakat o kimseler ki, kâfir olmuşlar ve bizim âyetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalan saymışlardır, artık onlar da azap içinde kalmaya hazırlanmış olurlar.

16. (Fakat o kimseler ki) Dünyadalarken (kâfir olmuşlar) Allah’ın birliğini inkâr etmişlerdir (ve bizim âyetlerimizi) Kur’an-ı Kerim gibi en nurlu bir ilâhi kitabı ve birçok kudret eserlerini inkâra yeltenmişlerdir. (ve ahirete kavuşmayı yalan saymışlardır) Özellikle haşr ve neşri de inkâr edip küfreder bir halde yaşamaya devam etmişlerdir. (artık onlar da) o gibi kötülenmiş, çirkin özelliklere sahip kimseler de (azap içinde kalmaya hazırlanmış olurlar) onlar sürekli olarak cehennem ateşi içinde kalmaya mahkûmdurlar. Onlar cehenneme sevkedileceklerdir, oradan asla ayrılıp kurtulamayacaklardır. İşte küfrün dehşetli, ebedî cezası!.

17. Artık akşamladığınız vakit ve sabahladığınız vakit Allah Teâlâ’ya tesbihte bulunun.

17. Bu mübârek âyetlerde Yüce Yaratıcı Hazretlerini daima tesbih ve takdiste bulunmanın ve belirli vakitlerde namaz gibi ibadetleri yerine getirmenin gereğine işaret buyuruyor. Ve o Büyük Yaratıcının insanlık hakkındaki ilâhi tasarruflarını ve ilâhi şefkatini bildiriyor. İnsanları düşünmeye ve Allah’ın kudretine şahadet eden yaratma eserlerini düşünmeye dâvet etmektedir. Şöyle ki: Allah Teâlâ, bir büyük mâbuddur, her veçhile tesbih ve takdise lâyıktır. (artık) Ey o ezelî Yaratıcının kulları!. (Akşamladığınız vakit ve sabahladığınız vakit Allah Teâlâ’ya tesbihte bulunun) yani: Gece vakti olunca akşam ve yatsı namazını ve sabah vakti olunca da sabah namazını kılın, en büyük tesbih ve ululamayı kapsayan o mübârek ibadeti yerine getirin.

18. Ve Hamd, göklerde ve yerde o’na mahsustur ve gündüzün nihayetinde de ve öğle vaktine vardığınızda da.

18. (Ve hamd, göklerde ve yerde o’na mahsustur) O büyük mâbuda göklerde bulunanlar da, yerde bulunanlar da hamd-u senâ etmekle yükümlüdürler. Zaten bütün kâinat birer hâl lisanı ile o Yüce Yaratıcıyı tasdik etmekte, o’na hamd ve senâda, yakarışta bulunmaktadırlar. Artık nasıl olur ki, mahkûkat arasında büyük bir mevkii olan insanlar o büyük Yaratıcıya hamd-u senâda bulunmasınlar?. Binaenaleyh ey sorumlu insanlar!. Siz de bu yüksek kulluk vazifesine devam ediniz (ve gündüzün nihayetinde) yani: İkindi vaktinde de ikindi namazını kılın (ve öğle vaktine vardığınızda da) öğle namazı vakti olunca da öğle namazını edâ edin. Bu vesile ile tesbih ve hamd-u senâ vazifesi yerine getirilmiş olur. Kerim mâbudun bir rahmet eseridir ki, bu ulvî namaz ibadeti için böyle belirli zamanları tayin etmiş, kullarını sürekli olarak böyle bir ibadetle sorumlu kılmamıştır. Yalnız gündüzün evvelinde, ortasında ve ahirinde, gecenin de evveli ileortasına doğru bir zamanda namaz kılmasını emretmiştir. Bu vakitlerdeki ibadeti yerine getiren bir mümin, bütün gün ve gece ibadet etmiş gibi olur. İbni Abbas Hazretleri diyor ki:”Bu (17 ve 18)’inci iki âyeti celîle beş vakit namazı vakitleriyle beraber bildirmektedir” bu beş vakit namaz, Mekke-i Mükerreme’de hicretten evvel farz kılınmıştır. Peygamberin mirâcı hakkındaki hâdisi şerif de bunu göstermektedir.

19. Ölüden diriyi çıkarır ve diriden ölüyü çıkarır ve yeri ölümünden sonra diriltir ve işte siz de öylece çıkarılacaksınız.

19. O Büyük Mâbud’un varlığı, kudreti, azameti nasıl inkâr edilebilir?. Onun kutsal emirlerine nasıl muhalefet edilerek namaz gibi bir ibadet terk olunabilir?. O Büyük Yaratıcı ki, (Ölüden diriyi çıkarır) meselâ: İnsanları, kuşları birer nutfeden, birer yumurtadan vücude getiriyor (ve diriden ölüyü çıkarır) meselâ: Yumurtayı kuşlardan, nutfeyi de insanlardan meydana çıkarıyor. Yahut mânen ölü olan bir kâfirin sülbundan mânen diri olan bir mümini yaratıyor ve bilâkis mânen diri olan bir müminin sülbunden de mânen ölü sayılan bir kâfiri meydana çıkarıyor. Bütün bunlar birer hikmet gereğidir. (ve) o Hikmet Sahibi Yaratıcı (yeri) de, arz sahasını da (ölümünden sonra diriltir.) solmuş, bitki bitirme gücünden mahrum kalmış olan yeryüzünü de baharın bereketi ile yeniden hayata erdirir, üzerinde çeşit çeşit otlar, ekinler, çiçekler vücude gelmiş olur. Bunlar birer ibret vesilesi değil midir?. (ve işte) Ey insanlar!. (Siz de öylece) Öldükten cesetleriniz darmadağın olduktan sonra tekrar kabirlerinizden hayat sahasına (çıkarılacaksınız) bu da Allah’ın kudretine göre pek kolay bir hâdisedir. İşte örnekleri meydanda. Artık kıyamet hayatı nasıl inkâr edilebilir?.

20. Ve o’nun âyetlerindendir ki, sizi topraktan yaratmıştır, sonra siz şimdi insansınız.yeryüzüne yayılmaktasınız.

20. Evet.. (Ve onun) O Büyük Yaratıcının birliğine kudretinin yüceliğine delâlet ve şahadet eden (âyetlerindendir ki, sizi) sizin aslınız olan Âdem Aleyhisselâm’ı (topraktan yaratmıştır) onun zürriyeti olan diğer insanlar da su ile topraktan ve onlar ile elde edilen gıda maddelerinden meydana gelen birer dölsuyu ile yaratılmış bulunmaktadır. (sonra siz şimdi insansınız) böyle mükemmel organlar ve kuvvetler ile mücehhez birer yaratık bulunuyorsunuz. O Kâinatın Yaratıcısının takdiriyle kudretiyle çoğalarak yeryüzüne (yayılmaktasınız) yeryüzünün her kıtasını işgal etmiş, orada yaşamaktasınız. Bütün bunlar, Büyük Yaratıcının kudretine, şânının yüceliğine birer açık, yüce deliller değil de nedir?.

21. Ve o’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden zevceler yaratmış, onlara ısınasınız diye ve aranızda bir sevgi ve merhamet yapmıştır. Şüphe yok ki, tefekkür edecek olan bir kavim için bunda elbette ibretler vardır.

21. (Ve o’nun) O Kerim Yaratıcının yine (âyetlerindendir ki) kullarını yeniden hayata erdirip mahşere, bir mükâfat ve ceza âlemine sevkedeceğine delâlet ve şahadet eden eserlerdendir ki, (sizin için nefislerinizden) kendi cinslerinizden (zevceler yaratmış) tır. Nitekim Hz. Havva’yı da Âdem Aleyhisselâm’ın kaburga kemiğinden yaratarak onun hayat arkadaşı kılmıştı. Bu zevceleri (onlara ısınasınız diye) yaratmıştır. Bundaki başlıca hikmet ve fayda, onlar ile güzelce kaynaşıp, birbirinize yaklaşmanızdır, temiz, iffetli olarak yaşayıp evlât ve torun sahibi olmanızdır. (Ve) O Hikmet Sahibi Yaratıcı sizin (aranızda bir sevgi ve merhamet yapmıştır) siz birer âile teşkil edersiniz, aranızda bir sevgi ve şefkat duygusu yüz gösterir, birbirinizin hayrını, rahatını, hukukunu korumaya çalışırsınız. İşte yaratılıştan gelen temizliği koruyan, İslâmahlâkı ile vasıflanan insanlar, böyle mutlu, iyilik dileyen bir âile hayatına kavuşmuş olurlar. (Şüphe yok ki, tefekkür edecek olan bir kavim için) Yani: Âile kurumlarındaki faideyi, gayeyi düşünen, böyle bir varlığın güzelce korunmasını takdir ederek onu temine çalışan bir cemiyet fertleri için (bunda) öyle kocaların ve karıların yaratılmasında, âile kurmaya müsaade buyrulmuş olmasında (elbette ibretler vardır) Kâinatın Yaratıcı Hazretlerinin kudretine hikmetine ve İslâm dininin ne kadar yüce, sosyal hükümleri ihtiva ettiğine dâir pek açık şahidler, deliller vardır. Binaenaleyh hakikaten akıllı, düşünen, aydın olan bir sosyal kurul bütün bu ilâhi nimetleri düşünür, özellikle aile hayatının kıymetini bilir, onu güzelce temiz bir şekilde devam ettirmeye ve böyle büyük nimetlere kavuştuklarından dolayı Yüce Yaratıcı Hazretlerine hamd eder, üzerine düşen kulluk vazifelerini ifaya çalışır. Başarı yalnız Allah’tandır.

22. Ve o’nun âyetlerindendir: Semaların ve yerin yaradılışı ve dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu, muhakkak ki, bunda bilginler için elbette âyetler vardır.

22. Bu mübârek âyetlerde diğer bir kısım kudret eserlerini dikkat nazarlarına sunuyor. Aile teşkilatındaki ilâhi lûtuflar, göklerin ve yerin yaradılışındaki ve lisanların, renklerin farklı oluşundaki hikmet ve faydaya işaret buyuruyor. İnsanların gece ve gündüz istirahate daldıklarını ve geçimlerini temin için ilâhi ihsan olan istirhamda bulunduklarını gösteriyor. İnsanları korkuya ve ümide düşüren şimşekleri ve gökten yağdırılan yağmurlar ile yerin yeniden hayat bulduğunu bildiriyor. Göklerin ve yerin Allah’ın emri ile ayakta durduklarını, ölmüş insanların da bir ilâhi çağrı anında yeniden hayat sahasına çıkacaklarını haber veriyor. Bütün bu yaratılış harikalarının bilir, işitir, akıllıca düşünür olan insanlar için birer ibret, birer Allah’ın birliğinindelili teşkil etmekte olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve o’nun) O Kâinatın Yaratıcısının (âyetlerindendir) o’nun varlığına, birliğine, kudretine, ahiret hayatını da yaratacağına delâlet ve şahadet eden alâmetlerdendir. (semaların ve yerin yaradılışı) bu muazzam âlemler, dış âleme âit ne mühim birer ilâhi kudret eseridir. (ve) ey insanlar!. Sizin (dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu) da birer hayranlık uyandıran iç âleme dâir delildir, birer ibret vesilesidir. İnsanlar esasen bir babadan bir anadan doğmuş oldukları halde çeşitli zümrelere ayrılmışlardır, muhtelif lügâtler ile konuşmaktadırlar, renkleri de beyaz, siyah gibi kısımlara ayrılmıştır, her birisinin siması da başka başka bir vaziyette görülmektedir. (Muhakkak ki, bunda) insanların böyle yaradılışlarındaki mükemmelliği, farklılığı dikkate alarak Büyük Yaratıcının birliğini, kudret ve hikmetini elbette ki, tasdike vicdânen mecbur olurlar.

23. Ve o’nun âyetlerindendir. Gecede ve gündüzde uyumanız ve o’nun fadlından talepte bulunmanız. Şüphe yok ki, bunda kulak verip dinleyen bir kavim için elbette âyetler vardır.

23. (Ve onun) O Büyük Yaratıcının yine (âyetlerindendir) hikmet ve şefkatine delâlet eden hâdiselerdendir, ey insanlar!. Sizlerin (gecede ve gündüzde uyumanız) evet.. Sizlerin öyle vakit vakit uykuya dalarak istirahatinizi temine, tabii kuvvetinizi takviyeye muvaffak olmanız ne büyük bir kudret eseridir?. (Ve o’nun) O Kerem Sahibi Yaratıcının (fazl’ından talepte bulunmanız) geçiminizi te’min için çalışıp bolluğa kavuşmanız. Evet.. Bunlar da ne büyük bir âyettir, birer ibret vesilesidir. (Şüphe yok ki, bunda) Böyle uykuyu da uyanıklığı da yaratmakta ve gece gündüz istirahate ve çalışmaya başarı vermekte de (kulak verip,dinleyen bir kavim için) söylenilen faideli sözleri, verilen güzel nasihatları işitip kabul eylemek kabiliyetinde bulunan zümreler için (elbette âyetler vardır) bunlarda da Cenab-ı Hak’kın kudretine, dilediğini yaratacağına ve özellikle ahiret hayatını da vücude getireceğine âit büyük deliller vardır ki: Bir insan, nâil olduğu nimetleri birer ilâhi ihsan kabul etmelidir, kendi varlığına, kabiliyetine güvenmemelidir, nice kuvvetli, kabiliyetli kimseler vardır ki, büyük bir nimete, servete nâil olamazlar, bilâkis nice zayıf, kabiliyetsiz kimseler de görülür ki, pek fazla bir nimete, servete nâil olmuşlardır. Velhâsıl insana düşen vazife, aklını, kuvvetini güzelce kullanmak, muvaffakiyeti de Allah’ın lütfundan beklemektir.

24. Ve o’nun âyetlerindendir. Size bir korku ve bir ümit olmak üzere şimşeği gösterir ve gökten bir su indirir de onunla yeri ölümünden sonra diriltir. Muhakkak ki, bunda da akıllıca düşünen bir kavim için elbette âyetler vardır.

24. (Ve o’nun) O Büyük Yaratıcının (âyetlerindendir) o’nun pek parlak kudreti, birliğinin delilinin eserlerindendir ki, ey insanlar!. (siz bir korku ve bir ümit olmak üzere şimşeşi gösterir) onu başınızın üzerinde parlak ve korkunç bir şekilde, bir mahiyette görmeğe başlarsınız, yakıcı yıldırımlar yağdırılacağından korkarsınız ve bol bol lezzetli yağmurların yağacağı ümidine düşerek de sevinirsiniz. (Ve) O Kerem Sahibi Yaratıcı (gökten) bulutlar vasıtasiyle (bir su indirir de onunla yeri ölümünden sonra diriltir) solmuş, gelişip büyümekten mahrum kalmış olan yeryüzü, tekrar o ilâhi bereket sayesinde yeniden canlanmaya başlar, üzerinde renk renk bitkiler meydana gelir, bunlar âdeta yeryüzünün ruhu mesabesinde olup onu yeniden canlandırır. (muhakkak ki, bunda akıllıca düşünen bir kavim için elbette âyetler vardır) bu kadar harikaları gören, böyle ölmüşmesabesinde bulunan yerlerin yeniden bir hayat bereketine nâil olduğunu seyreden akıllı, güzelce düşünen zâtlar için bu, bir ibret vesilesi, kudret delili teşkil etmektedir. Böyle bir hâdise, insanların da öldükten sonra tekrar hayat bularak başka bir âlemde yaşayacaklarına bir delil bir örnek mahiyetinde bulunmaktadır.

25. Ve o’nun âyetlerindendir. O’nun emriyle göğün ve yerin durması, sonra sizi bir çağırışla çağırdığı zaman derhal yerden çıkacaksınızdır.

25. (Ve o’nun) O Hikmet Sahibi Yaratıcının (âyetlerindendir) o’nun kudretinin eksiksiz oluşunu, hikmetinin yüceliğini gösteren delillerdendir (o’nun emniyle) ilâhi iradesiyle (göğün ve yerin durması) evet.. Onların kendi muhitlerinde birşeye dayanmaksızın pek muntazam bir surette kalim ve belirli vakte kadar devam edecek olmaları, pek büyük bir kudret delilidir. İşte bütün bu yaratma harikalarını meydana getirmiş olan büyük Yaratıcı, şüphe yok ki, herşeye kâdirdir. İnsanları da belirli bir zaman için yaşatıyor, tayin edilmiş vakit gelince de hepsini dünya hayatından mahrum bırakacaktır. Evet.. Ey insanlar!. (Sonra sizi bir çağırışla çağırdığı zaman derhal yerden çıkacaksınızdır.) yani: Bütün ölmüş insanlar kıyamet âlemine sevk için o Büyük Yaratıcının emriyle İsrafil Aleyhisselâm tarafından sür’a üfürülecek, bütün ölüler kabirlerinden diri olarak çıkarılacaklardır. İşte gözlerimizin önünde parlayıp duran şu kadar kudret eserleri, birer muazzam delildir ki, Kâinatın Yaratıcı Hazretlerinin insanları öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturacağı ve dilediği âleme sevke kâdir olduğunu pek mükemmel göstermektedir.

26. Ve onun içindir, göklerde ve yerde kim varsa, hepsi de o’na itaatkârdırlar.

26. Bu mübârek âyetlerde Allah Teâlâ’nın bütün kâinata malik, hepsinin de o BüyükYaratıcıya itaat ettiğini ve bütün mahlûkatını yoktan var eden o şânı Yüce Yaratıcıya göre onların diriltilip, tekrar gönderilmesi de pek kolay olacağını bildiriyor, efendiler ile köleler arasında bir ortaklık ve eşitlik ve bir korku bulunmadığını bir misâl olarak ortaya koyup kâinatın sahibi olan Buyük Yaratıcının ortak ve benzerden uzak olduğunu izah etmektedir. Şöyle ki: (Ve onun içindir) Mülkiyet ve mahlûkiyyet itibariyle o Büyük Yaratıcıya âittirler (göklerde ve yerde kim var ise) bütün onları yaratan onların üzerinde hâkim olan ancak Allah Teâlâ Hazretleridir (hehsi de o’na itaatkârdırlar) bütün bu mahlûkat, o kudret sahibi Yaratıcının iradesine, fiiline boyun eğmektedirler, hepsinin de yaradılışı, yaşayışı, ölümü, sonra da diriltilmesi, Allah’ın irâdesine tâbidir, hiçbiri buna muhalefet edemez. Kulluk vazifesi hususundaki bazı asi hareketler ise mükelleflere hikmet gereği verilmiş olan bir ihtiyar, bir cüz’i irâde sebebiyle meydana gelmektedir. Eğer hikmet gereği böyle bir ihtiyar bir kabiliyet verilmemiş olsa idi o âsiler de asla muhalefet ederek isyanda bulunmuş olamazlardı.

27. Ve o zât dır ki, halkı bidâyeten yaratır, sonra onu iade eder. Bu, o’na göre pek kolaydır ve o’nun için göklerde ve yerde en yüksek şan vardır. Ve o, azîzdir, hakîmdir.

27. (Ve o) Kâinatın Yaratıcısı, o sıfatları yüze zat (dır ki, halkı bidayeten yaratır) dünyaya çıkarır (sonra onu) o yarattığını öldürdükten, yok ettikten sonra kıyamet günü (iade eder) yeniden hayata, varlığa kavuşturur (bu) o mahlûkatı yeniden geri getirmek, hayata kavuşturmak (o’na göre pek kolaydır) Kâinatın Yaratıcısına göre bütün mahlûkatı ilk defa yaratmak ile ikinci kez vücude getirmek eşittir, hepsini de dileyince derhal var veya yok edebilir. Bizlere göre ise elbette ki, birşeyi yoktan var etmeğe nisbetle o şeyi iade etmek daha kolaydır.Artık herhangi birşeyi icâda kaadir olan bir Büyük Yaratıcı, o şeyi öldürdükten, mahvettikten sonra tekrar geri getirmeye kaadir olamaz mi?. Elbette ki, kaadir olur Amennâ.. (Ve o’nun için göklerde ve yerde en yüksek şân vardır) O Kâinatın Yaratıcısı en yüksek, en mukaddes sıfatlara sabittir. En tam, umumi kudretle, hikmetle muttasıftır, onun asla bir benzeri ve nazırı yoktur. Bütün semalar da yer de o’nun bu yüce sıfatlarına şehadet edip durmaktadır. (Ve o) Kâinatın Yaratıcı Hazretleri (azizdir) her dilediğini darhal vücude getirebilir, herşey o’nun iradesine boyun eğmeye mecburdur. Ve o Kerem Sahibi Yaratıcı (hâkimdir) o’nun her emri, her fiili birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır.

28. Sizin için kendi nefislerinizden misâl irâd etti. Sizi rızıklandırdığımız şeyde sizin için sağ ellerinizin mâliki olduğu köle ve cariye gibi şeylerden ortak olanları var mıdır ki, onda siz müsavi olasınız? Kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız? İşte böyle âyetleri akılıca düşünen bir kavim için tafsilatlı olarak bildiririz.

28. Artık ey o Kâinatın Yaratıcısının bu kudret ve azametini, O’nun ortak ve benzerden münezzeh oluşunu, anlayıp, itiraf etmeyen müşrik kimseler!. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, sizi uyandırmak için (sizin için kendi nefislerinizden misâl getirdi.) tâki, şirkin bâtıl olduğunu anlayabilesiniz. Şöyle ki: (sizi rızıklandırdığımız şeyde) size verdiğimiz mallarda ve diğerlerinde (sizin için sağ ellerinizin mâlik olduğu) köleler verdiğimiz mallarda ve diğerlerinde (sizin için sağ ellerinizin mâlik olduğu) köleler ve cariyeler gibi (şeylerden ortak olanları var mıdır?.) Sizin köleleriniz olan kimseler, sizin servetinize mallarınıza sizinle beraber ortak olarak tasarrufta bulunabilirler mi (ki, onda siz müsavî olasınız?.) o servet vesâire sizinle ohâkimiyetiniz altında bulunan kimseler arasında eşit, müşterek bulunsun da (kendi nefislerinizden korktuğunuz gibi onlardan da korkasınız?.) yani: Kendiniz gibi hür olan kimseler ile olan şirketlerdeki korku gibi o köle ve câriyeler ile olacak bir şirketten dolayı da korkup durasınız?. Elbette bu, böyle değildir. Köleler, efendilerinin mallarına ortak olamazlar ki, onlardan bu hususta korkulabilsin. Artık birer insan olan efendiler ile köleler arasında bir ortaklık bulunmadığı halde bütün mükevvenata sahip olan bir Büyük Yaratıcının birer âciz mahlûku olan, o’nun mülkü ve hâkimiyeti alımda bulunan putlar vesâire o Kâinatın Yaratıcısının nasıl ortağı olabilirler?. O’nun mülkünde nasıl diledikleri şekilde tasarrufta bulunabilirler ki, onlara da ilâhlık isnat ediyorsunuz, onları kendilerinin de Yaratıcısı ve sahibi olan Cenab-ı Hak’ka ortak kabul ediyorsunuz, bu ne bilgisizlik! (İşte böyle âyetleri) misal ve açıklama yolu ile beyan olunan delilleri, hüccetleri (akıllıca düşünen bir kavim için tafsilatlı olarak bildiririz.) Artık akıllı olanlar, bu gibi misâllerden ibret alırlar, bir efendinin kölesi, cariyesi kendisine eşit kendisinin mülkünde kendisine ortak olamadığı halde bütün Kâinatın Yaratıcısı, sahibi olan bir şânı yüce mabuda onun mahlûkatı nasıl ortak olabilirler?. Bunun mümkün olmadığı çok açık değil midir?. Elbetteki pek açıktır. Bunun aksini savunanlar, elbette güzelce düşünmekten, aklını çalıştırmaktan mahrum kimselerdir. Binaenaleyh bu âyeti kerime, müşrikler hakkında büyük bir kınama ve bilgisizlik halini kapsamaktadır.

29. Fakat zulmedenler, bilmeksizin kendi hevalarına tâbi oldular. Artık Allah’ın dalâlete düşürdüğünü kim hidayete erdirebîlir? Ve onlar için yardım edecekler de yoktur.

29. Bu mübârek âyetler, müşriklerin ne gibi bir sebeple tevhid dininden İslâm yolundan,yardımcıdan mahrum kalmış olduklarını bildiriyor. Bir dinî fıtriden bir hilkat-ı ilâhiyeden ibaret olan İslâm dinine yönelinmesini, onda değiştirmenin câri olamayacağını ve namaza devam edilmesini emr ediyor, dinlerini parçalamış, ayrılığa düşmüş olan müşriklerden kaçınılması lüzumunu da hatırlatmaktadır. Şöyle ki: Evet.. O müşrikler, ilâhi âyetleri, delilleri akıllıca düşünüp uyanmadılar (fakat) onlar öyle nefislerine (zulmedenler) kendilerini azaba mâruz bırakanlar (bilmeksizin) işledikleri küfür ve şirkin bâtıl oluşunu bilmedikleri hâlde (kendi hevalarına tâbi oldular) nefislerinin meyl ettiği fâidesiz zararlı şeylerin ardına düşüp durdular. (Artık Allah’ın dalâlete düşürdüğünü) öyle kendi heveslerine tâbi olup irâdelerini küfre harcamış olmalarından dolayı doğruyu bulmaktan mahrum kalmış kimseleri (kim hidayete erdirebilir?.) Elbetteki kimse erdiremez, onları hidayete erdirmeğe kimse kaadir olamaz. (Ve onlar için yardım edecek) bir kimse de (yoktur) onları ahirette Allah’ın azabından kurtaracak bir yardımcı bulanamaz, öyle kendilerinden medet, şefaat bekledikleri putlarından ve diğerlerinden bir yardım göremeyeceklerdir.

30. Artık yüzünü çevirerek nezih bir müvehhit olarak dine” Allah’ın yaradışına tut ki, insanları onun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaradışı için değişiklik yoktur. İşte müstakîm olan din o’dur. Velâkin insanların çokları bilmezler.

30. (Artık) Ey sorumlu insan!. Ey imân sahibi!. sen o müşrikleri bırak, sen (yüzünü) bütün varlığını, gâye ve iradeni (çevirerek) temiz ve müslüman olarak (dine, Allah’ın yaradışına tut) bir fıtri din olan İslâm dinine tamamiyle yönelt, ona sarıl, ona daima yöneltmiş bulun (ki, insanları onun üzerine yaratmıştır) bütün insanları tevhid dinine müsait bir kabiliyette vücude getirmiştir. Her insan, İslâm fıtratı üzere dünyaya getirilmektedir, sonra bazılarıkendi nefsinin arzusuna uyarak bu temiz yaratılışına aykırı hareketlerde, kanaatlerde bulunur (Allah’ın yaradışı için değişiklik yoktur) yâni: Onu insanların değiştirmeğe selahiyetleri olamaz, yaratılış gâyesine ve kendisine yönelinmesi gereken ilâhi dine aykırı hareketleri câiz görülemez. Özellikle o fıtretten maksat, Allah’ın dinî olduğuna göre o yüce dinî kimsenin değiştirmeğe selâhiyeti yoktur, ona olduğu gibi bağlanılması gereklidır. (İşte müstakim olan din o’dur) O tevhid dirinden ibaret olan İslâm dinidir (velâkin insanların çokları bilmezler.) O Allah’ın dininin kıymetini, yüceliğini, gerekliliğini takdir edemiyerek nefislerinin arzularına uyarlar, bâtıl dinlere tâbi olur dururlar.

§ Hanif; Bâtıldan hakka meyleden, İslâm dinine uyan, İslâmiyet’te sabit, Allah’ın birliğini itiraf eden zat demektir.

§ Fitret; de tıynet, hilkat, yaradılış ilk yaradılış hali manâsınadır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN