NUR SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre, Medine-i Münevverede nâzil olmuştur. Altmış dört âyeti kerimeyi kapsar. Bu sûredeki dört âyeti kerime, bütün kâinatı, ilâhi bir nurun ziyaları içinde bıraktığını, bütün mahlûkata o kutsî nurun hayat verici olduğunu pek beliğ, güzel bir harici misâl ile dikkat nazarlara sunduğu için bu aydınlık saçan sûreye “Nûr Sûresi” ünvanı verilmiştir. Bu sûrei celîlenin kapsadığı başlıca konuları şunlardır:

1. İslâm Cemiyeti’nin temiz bir hayat içinde yaşamalarını temin edecek bir kısım cezai hükümler.

2. İslâm cemiyetlerinin gelişmeye nâil olacaklarına, bu cemiyetler arasında ahlâka, nezahate muhalefet edenlerin hallerini ıslaha ne şekilde çalışılacağı.

3. İffet ile, güzel ahlâk ile vasıflanmış namuslu müslüman kadınlar hakkında hürmete aykırı, şereflerini ihlâl edecek boş, haince, sözlerden yakıştırmalardan kaçınmanın lüzumu.

4. İslâmiyetin bütün ufukları aydınlatacak ilâhi bir nur olduğu, bu kutsî nurun daima insanlık âlemine aydınlık saçıp asla sönmiyeceğini müjdelemek.

5. İctimai hayatın temizlenmesini ve yücelmesini temin için ne şekilde hareket edileceğini emir ve tavsiye.

6. İman nimetinden mahrum olanların pek karanlık vaziyetlerini tasvir ve onları uyandırmak için en kuvvetli delilleri getirmek, alâmetleri beyan.

7. Müminlerin yüce Peygamberimize karşıalacakları hürmetkârane vaziyetlerin ve İslâmi ahlak kurallarına uymanın gereğine emir ve işaret.

1. Bu bir sûredir ki, bunu indirdik ve bunu farz kıldık ve bunda açık açık âyetler indirdik gerektir ki, düşünesiniz.

1. Bu mübârek âyet, bu sûrenin yüceliğine, bir takım hükümleri muhtevi olduğuna ve bunun nûzulündeki hikmet ve menfaate işaret buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey insanlar!. Biliniz ki (bu) Nûr sûresi (bir suredir ki) şerefi yüce, içindekiler pek mühim bir Kur’an sûresidir ki (bunu) kudret ve azametli Levh-i Mahfuz’da Cibril-i Emin vasıtasiyle Resûl-i Ekrem’e (indirdik) ihsan buyurduk. (Ve bunu farz kıldık) bu suredeki hükümleri kesin bir sekilde takdir veya vahyeyledik, onlara uyulması icabetmektedir. (ve bunda) bu mübârek surede (açık açık âyetler indirdik.) Hadlere, dinin esaslarına, öğütler, ve ibret veren misallere dair pek açık âyetler indirmiş olduk, (gerektir ki, düşünesiniz) bu âyetleri güzelce düşünüp ve tefekkür ederek nasihat alasınız, gerektirdiği gibi hareketinizi tanzim edesiniz. Çünkü umumun selâmeti, bunlara uymakla temin edilmiş olur.

2. Zina eden kadın ile zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun, eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız. Allah’ın dinindeki bir emri tatbik ederken bu ikisi hakkında bir acımak sizi tutmasın ve bunların cezalarına tatbik edilirken müminlerden bir taife de şahit bulunsun.

2. Bu mübârek âyetler, zina rezaletini işlemiş olan erkekler ile kadınlar hakkındaki şeri hükmü beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey yetkili olan hâkimler!. (Zina eden kadın ile zina eden erkekten her birine) zinaları usulen sabit olunca (yüzer değnek vurun) vücutlarının belirli yerlerine kamçı ile veya değnek ile yüzer darbede bulunun. Köleler ile cariyeler hakkında ise bu cezanın yarısı tatbik edilir,yani herbirine ellişer değnek vurulur. (Eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız) ilâhi hükümlere son derece riayetkâr olmamız gerektiği için artık (Allah’ın dininde) ona itaat husunda onun hadler hakkındaki emirlerini hükümlerini tatbik ederken (bu ikisi hakkında) zina eden erkek ile zina eden kadına karşı (bir acımak) bir acıma ve merhamet (sizi tutmasın) ilâhi hüküm ne ise onu yerine getirin. Çünkü kamunun selâmeti onunla kaimdir. (ve bunların cezalarına) haklarında tatbik edilen zina haddi cezasına (müminlerden bir taife de şahit bulunsun) o cezanın tatbiki zamanında hazır bulunsunlar. Tâki bu suretle de onların o çirkin halleri teşhir edilmiş, başkaları için de bu ceza bir uyanma vesilesi bulunmuş olsun. Bu zatların hazır bulunmaları, bir denetleme vazifesini de içermektedir. O cezanın usulü dairesinde yapılıp ifrnat ve tefrite meydan verilmemesine bir sebep olabilir. Bu taife; en az olarak üç veya dört kişi olmalıdır. İbni Abbas Hazretlerine göre dörtten kırka kadar olmalıdır. Böyle bir cezaya uğrayan erkek hâkimce uygun görülürse bir sene kadar sürgün edilmesi de sünnetle sâbittir. Bu âyeti kerime, bu suredeki birinci hükmü kapsamaktadır. Bununla beraber Muhsan ve muhsana olmayan, yani: Evvelce evlenmiş bulunmayan erkekler ve kadınlar hakkındadır. Evlenmiş bulunanlar hakkında ise usulen recm cezası tatbik edilir. Bu âyeti kerimedeki umumilik, hadis-i şerif ile kayıtlanmış nesh edilmiştir, İhsan=evlenmiş olma vasfına sahip olmayanlara mahsus bulunmuştur. Ancak köleler ile cariyeler hakkında recm cezası uygulanmaz. Çünkü recm yarı bülünemez. Recm, ölümü doğurur, köleler ile cariyeler hakkında bu zina cezası, hür kimseler hakkındaki bu cezanın yarısı kadar olmak lâzımdır. Ölümün yarısı ile cezalandırmak ise mümkün değildir.

3. Zina eden erkek, zina eden kadından veyamüşrik kadından başkasıyla evlenmez. Zina eden kadın da zina eden erkekten veya müşrikten başkasıyla izdivaçta bulunmaz. Ve bu evlenme müminlere haram kılınmıştır.

3. (Zina eden erkek, zina eden kadından veya müşrik kadından başkasiyle evlenmez) yani: Onların âdi tabiatları ekseri böyle bayağı kimselere meyyal bulunur. (Zina eden kadın da zina eden erkekten veya müşrikten başkasiyle izdivaçta bulunamaz) çünkü zinaya düşkün olan kadınlar da iffetli, salih kimseler ile evlenmek eyiliminde bulunmazlar. Kendilerinin o rezaletlerine karşı öyle temiz, iffetli erkeklerin müsamahada bulunmayacaklarını bilirler. Huylar, hareketler arasında bir birlik, bir benzeyiş bulunmayan kimseler arasında kaynaşma ve muhabbet görülemez, bilakis o hal, nefret ve ayrılığa sebebiyet vermiş olur. (Ve bu) evlenme, zina eden erkek ve zina eden kadın ile evlenmek (müminlere haram kılınmıştır.) Çünkü böyle bir nikâh, birçok fenalıklara sebebiyet verebilir, böyle bir evlilik, kötü şöhrete sebep olur, soy hakkında kötü zanna sebebiyet verir, güzelce yaşamak vaziyetini ihlâl eder. Binaenaleyh böyle bir nikâhtan kaçınmak, bir temizlik görevidir. Binaenaleyh bu evlilikten aşırı derecede kaçınılması için temiz tutmak maksadiyle olan engellemeye haram kılma denilmiştir. Gerçek şu ki: Her selim tabiat, temiz kalp, iffetten mahrum olan kimselerden nefret eder, kaçınır bununla beraber zina etmiş bir kadının veya erkeğin zina etmemiş bir kimse ile nikâhları da sahih olabilir. Elverir ki, bir daha zina rezaletini işlemesinler. Bu görüşe göre de bu haram kılınma, bu âyeti kerimenin inmesine sebebiyet vermiş olan belirli kimselere mahsustur veyahut bu hüküm,

(Aranızdaki bekârlarıevlendirin. Nur sûresi, 32) âyeti kerimesiyle nesh edilmiştir.

Çünkü “Eyama” kocaları olmayan kadınlar demektir ki, bu tabir zina eden kadınları da içine alır. Binaenaleyh bir müslüman, vaktiyle zina etmiş olan bir müslüman kadın ile veya zimmiyye ile evlenebilir. Elverir ki, bir daha iffete aykırı harekette bulunmasın. Öteden beri iffetle vasıflanmış kadınlar ile evlenmek ise elbette ki: Daha iyidir. Bu üçüncü âyet de bu suredeki ikinci hükmü içermektedir.

1. “Zina” bir şer’i akde dayanmış olmaksızın irade ile yapılan bir cinsel ilişkidir: Bunu yapan erkeğe “Zani” kadına da “Zaniye” denir. Bu haram ilişkiyi kendi iradesiyle değil, cebren yapmış olan erkeğe “mezniyyün bih”, kadına “mezniyye” ve “mezniyyün biha” denilir. Zina, en büyük günahlardan olan bir edepsizliktir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de şirk ve adam öldürme ile birlikte yasak edilmiştir. O öyle pek çirkin bir hareket olduğundan onun hakkında büyük bir ceza tayin kılınmıştır. Bir hadis-i şerifte beyan olduğu üzere zinanın altı kötü hasleti vardır ki: üçü dünyada, üçü de ahirette ortaya çıkar. Dünyada insanın şeref ve şânını giderir, kendisine fakirliği getirir, ömrünü kısaltıverir, ahirette Hak Teâlâ’nın gazabına uğrar fena bir hesaba tâbi tutulur, ateş azabına uğrar. Evet.. Şüphe yok ki, zina rezaleti, soyları zayi eder, aileler arasına hiyanet ve alçaklık düşürür, cemiyet hayatını bozar, insanlar arasına düşmanlık ve husumet bırakır, ince temiz aileleri mahcubiyet içinde yaşatır, zinadan meydana çıkan çocukların yüzlerinde bir talihsizlik vardır, onlar kendi vatanlarına ciddi şekilde bağlı olamazlar, binaenaleyh cemiyet arasında böyle bir cinayetin meydana gelmemesi veyahut azalması için etkili bir cezanın tatbikine lüzum vardır. İşte hikmet dolu olan İslâm dinî bu etkili cezayı tâyin buyurmuştur ki, hikmet ve faydanın kendisidir. Bununla beraber bu gibicinâyetlerden töbe ederek bir daha böyle bir rezaleti işlemeyecek kimseler bulunabilir ve cemiyet fertleri arasında bir düşmanlığa veya bir şüpheye binaen birbirine böyle bir cinayeti isnât edenlerde eksik olmaz. İşte bu bakımdan da zina cezasını tatbik hususu, en ağır şartlara bağlanmıştır. Meselâ Bir öldürme hâdisesi, bir ikrar ile veya iki şahit ile sâbit olacağı halde zina hâdisesi için ayrı ayrı dört defa ikrara veya dört şahidin şahitliğine lüzum gösterilmiştir. Nitekim bir hadis-i şerifte de: Hadleri şüpheler ile terk ediniz, buyurulmuştur. Gerçekten bu şartlarda zina cezası nadiren tatbik edilebilse de bunun tesiri pek ziyadedir, cemiyetin ahlâkını, temizliğini temin için pek büyük bir çaredir.

2. “Celd” lügatte deri üzerine vurmaktır. Her bir vuruşa “celde” denir. Fıkh ıstılahınca celde muhsan ve muhsana (yani evvelce evlenmiş) olamayan zina eden erkek ve zina eden kadının belirli azalarına hususi bir şekilde değnek veya kamçı ile vurmaktır ki, bu ceza suçlunun cildi, yani derisi üzerine yapıldığı için kendisine böyle celde denilmiştir. Bu cezanın tatbikinde uyulması lâzım gelen hususlar vardır. Şöyle ki: Değnek orta halde ve acıtacak bir surette olmalıdır, cezalandırılacak şahsın vücut azalarından bir kısmına vurulmalıdır. Onun başına, yüzüne, karnına, husyelerine, tenasül organına vurulmaz, bunlar müstesnadır. Yüklü bir kadın hakkında da çocuğunu doğurmadıkça bu ceza tatbik edilmez. Çünkü çocuğa zarar verir.

3. “Recm” lügatte öldürmek, sövmek, terk etmek, lanetlemek, iftira etmek, atılan taş gibi mânaları ifade eder. Çoğulu “Rücum” dur. Istılâhta recm, evvelce evlenmiş olup da zina eden erkek ile yine evlenmiş olup zina eden kadını özel bir şekilde taşlayarak öldürmektir.

4. “Hudud” lügatte menetmek mânasına olan haddin çoğuludur. Cenab-ı Hak’kın haram kıldığı şeylere ve bütün ilâhi hükümlere”hududullah”=Allah’ın hududu denir. Çünkü bunların üzerine tecavüz etmek, dinen yasaklanmıştır. Şeriat ıstılâhında ise had, Allah’ın hakkı olmak üzere uygulanması gereken, belirli miktarda bulunan cezadır, azaptır. İşte zina cinayetini işleyenler hakkındaki, cezaya da “zina haddi” denilmektedir. Zina cinayeti, selâhiyetli olan bir hâkimin huzurunda usulen sâbit olmadıkça bu husustaki ceza, tatbik edilemez. Binaenaleyh zina haddinin icra edilebilmesi için bir kısım şartlar vardır. Şöyle ki:

1. Zina cinayetini işleyen, akıllı, büluğ çağına ermiş olmalı ve zorla yaptırılmış olmamalıdır.

2. Zina hadisesi, mülk şüphesinden, ve karışıklığa mahal olan yerde karışıklık şüphesinden uzak bulunmalıdır. Binaenaleyh bir kimse, kendi oğlunun cariyesine yaklaşsa veya bir kör kendisinin karısıdır diye kendisine teslim edilen kadına yaklaşıp da daha sonra kendi karısı olmadığı anlaşılırsa haklarında zina haddi uygulanamaz.

3. Bu cinsel birleşme, nikâh akdi şüphesinden uzak bulunmalıdır. Bir akde bağlı olursa İmamı Azam’a göre zina haddi icra edilmez. Fakat bunun haram olduğunu bildikleri takdirde haklarında tazir şeklinde bir ceza lâzım gelir. İmameyne göre ise bile böyle bir nikâh ile cinsel ilişkide bulunanlar hakkında zina haddi lâzım gelir. Bilmemiş oldukları takdirde yalnız tâzin olunurlar. Yani haklarında münasip görülecek bir terbiye cezası verilir.

4. Bu cinsel birleşme, bir ücret karşılığında olmamalıdır. Bir bedel karşılığı olursa bundan dolayı yalnız tazir cezası lâzım gelir. Bu İmamı Azam’a göredir. İmameyne göre bundan dolayı da zina haddi lâzım gelir.

5. Bu birleşmede bulunan şahıs, dilsiz olmamalıdır. Dilsizlik bir şüphe doğurur, dilsiz kendisini müdafaa edemez. Bu sebeple hakkında zina haddi icare edilemez, hadcezasını mümkün olduğu kadar az tatbik etmek İslâmiyette gerekli görülmüştür. Mebsut ve Bedayi kitaplarında yazılı olduğu üzere Hz. Ömer Radiallahu Teâlâ anh buyurmuştur ki: “hadları muktedir olduğunuz derecede düşürmeye çalışınız” yani: Haddi uygulayarak hâkimin affetmede hatâ etmesi, ceza vermekte hata etmesinden hayırlıdır, bir müslüman hakkında bir çıkış yolu bulduğunuz zaman ondan haddi hemen düşürünüz.

6. Bu gayrı meşru birleşme, adalet yurdunda İslâm yurdunda meydana gelmelidir ki, haddi icabetsin binaenaleyh darı harbte yaptığı böyle bir cinsel ilişkiden dolayı bir müslüman veya bir zimmi hakkında daha sonra İslâm yurduna gelince zina haddi tatbik edilemez. Çünkü bu hâdise, İslâm hâkimiyetinin dışında meydana gelmiştir.

7. Bu birleşme, İslâm yurdunda bulunan bir gayrı müslim tarafından yapılmış olunca o, İslâm yurdunda bulunan gayrı müslimlerden bir erkek veya bir kadın İslâm yurdunda bulunsa hakkında zina haddi uygulanmaz. Çünkü onlar İslâm hükümlerini kabul etmiş değildirler. Bu mes’ele, İmamı Azam ile İmamı Muhammed’e göredir. İmamı Yusuf’un ictihadına göre bunların hakkında da zina haddi lâzım gelir. Zina bunlar İslâm yurdunda bulundukca zimmi hükmünde bulunmuş olurlar.

8. Bu cinsel birleşimi yapan, bunun haram olduğunu bilebilecek bir durumda bulunmalıdır. Binaenaleyh zinanın haram olduğunu bilmeyen bir millet arasında yaşamış olup da İslamiyeti henüz kabul eden bir şahıs, bu husustaki şeri hükmü daha öğrenmeden zinada bulunsa hakkında zina haddi tatbik edilmez.

9. Bu cinsel ilişki, hayatta bulunan bir insan ile gerçekleşmiş olmalıdır. Bir ölü ile gerçekleşmiş bulunursa, tazir cezasını icabederse de zina haddini gerektirmez. Çünkü bundan insan tabiatı zaten nefret eder. Nitekim hayvanattan hangi birine bir yaklaşmada esasen tiksinilecek bir rezalet olduğundan bunu yapan hakkında ağır bir tazir cezası verilir, had yönüne gidilmez. Fakat bazı fakihlere ve İmamı Şafii’den rivayet olunan üçüncü bir görüşe göre böyle bir şahsın evlenmiş olsun olmasın kılıc ile öldürülmesi icabeder. O hayvana gelince o da kesilip yakılır, bu hayvandan artık istifade etmek, mekruhtur. Bedayi ve hedaye kitaplarında yazılı olduğu üzere o hayvanın böyle aradan yok edilmesi, o çirkin ilişki hâdisesinin kapatılmasına yardım eder. O hayvan başkasına ait ise ondan kıymetiyle satın alınıp kesilmesi menduptur. Bu hayvan yiyilmesi helal olan hayvanlar kısmından ise İmamı Azam’a göre bunun kesilip etinin yiyilmesi caizdir. İmameyne göre ise mutlaka yakılmalıdır.

10. Bu cinsel ilişki, tenasül organı yoluyla vuku bulmuş olmalıdır. Ters bir yol ile vuku bulunsa ağır bir cezayı gerektirir. Fakat zina haddini gerektirmez. Şu kadar var ki, yönetici, yönetim açısından lüzum görürse bunu işleyeni öldürebilir. Bu İmamı Azama göredir. İmameyne göre bu çirkin iş bir ecnebi hakkında işlenilmiş olunca zina haddini gerektirir.

11. Bir gayrı meşru ilişki usulen sabit olunca artık bunu işleyen şahsın cezası, yalnız tövbe etmesiyle düşmez. Cumhuri fukaha bu görüştedir.

12. Hak’kında zina haddi tatbikedilen ve ehli îmandan bulunan bir erkek veya bir kadın ölünce yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır ve İslâm mezarlığına defnedilir. Çünkü zinayı işleyen bir müslüman, büyük bir günaha girmiş olursa da kâfir olmuş olmaz. Ancak zinayı helal görür olması ayrı..

4. Hür, iffetli olan Müslüman kadınlarına zina isnat eden, sonra dört şahit getirmeyen kimselere seksener değnek vurun ve onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin ve onlarise fasık kimselerdir.

4. Bu mübârek âyetler, namuslu olan kadınlara isnat ettikleri zina suçunu dört şahit ile isbat edemiyenlerin haklarında tatbik edilecek cezayı bildiriyor. Ve kendi eşlerine zina cinayetini isnat eden erkekler ile o cinayeti inkâr eyleyen eşlerin de ne suretle şahitlikte ve bed duada bulunacaklarını ve Cenab-ı Hak’kın lütuf ve rahmetini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Muhsenata yani: (Hür, iffetli olan müslüman kadınlarına) kazfde bulunan, yani: Onlara (zina isnat eden) öyle bir kadına: “Sen zina edensin”, ” sen zina ettin” veya “şu kadın zina etmiştir” yahut “karnındaki çocuk zinadandır” gibi bir ifade ile gayrı meşru cinsel ilişki isnadında bulunan (sonra) bu isnatlarını isbat için (dört şahit getiremeyen kimselere) bir kazf haddi olmak üzere ey selâhiyetli olan hâkimler!. (Seksener değnek vurun) çünkü bu halde onların yalan yere zina isnadında bulunmuş oldukları ortaya çıkmış olacağı için böyle bedeni bir cezaya çarpılmaları icabeder. (ve onların şahitliklerini ebediyen) hayatta bulundukları müddetçe (kabul etmeyin) isterse, daha sonra tövbekâr olsunlar. Bu da onlar için manevî bir cezadır (ve onlar ise) öyle yalan yere kazfte, zina isnadında bulunan şahıslar ise (fasık kimselerdir) çünkü, iffetli olan erkek ve kadınlara zina isnadında bulunmak, en büyük günahlardandır.

5. Bundan sonra tövbe edenler ve hallerini islâh eyleyenler müstenâ. Çünkü Allah Teâlâ şüphe yok ki, çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

5. (Bundan sonra) böyle bir günahı işlemenin ardından (tövbe edenler ve) tövbeden başka da (hallerini islâh eyleyenler) iyi hal iyi ahlâk sahibi olanlar, kalplerini kırmış oldukları kimselerden af dileyenler (müstesnâ) onlar bu fasıklık lekesinden kurtulmuş olurlar. Bununla beraber onların yine şahitlikleri kabul edilmez.Ancak onları, o fasıklıktan dolayı artık sorumlu tutulmazlar. (çünkü Allah Teâlâ şüphe yok ki, gafurdur) evvelce işlemiş oldukları günahı af eden ve örter ve o yüce yaratıcı (rahimdir) onların haklarında kerem merhametle muamelede bulunur. İmamı Şafii’ye göre bu tövbeden sonra onların şahitlikleri de kabul olunur.

§ Bu dürdüncü ve beşinci ayetlerde bu suredeki üçüncü hükmü şer’i kapsamaktadır.

6. Ve o kimseler ki, eşlerine zîna isnat ederler ve kendileri için kendi şahıslarından başka şahitler de bulunmazsa her birinin şahitliği, Allah Teâlâ’nın ismiyle elbetteki, kendisi doğru söyleyenlerdendir diye dört defa şahitlik etmektir.

6. (ve o kimseler ki,) kendi (eşlerine) gerek mümin, hür kadınlar ve gerek kâfir veya cariye bulunsunlar (zina isnât ederler) meselâ: “Sen zina eden bir kadınsın”, “sen zina ettin” derler (ve kendileri için) bu yaptıkları isnâdı isbata mahsus (kendi şahıslarından başka şahitler de bulunmazsa) bu halde o isnâtta bulunan kimselerden (her birinin şahitliği) iddiasının doğruluğu hakkında (Allah Teâlâ’nın ismiyle) Allah’ın adıyla şahitlik ederim ki diyerek (elbette ki, kendisi) o zina isnadında (doğru söyleyenlerdendir, diye dört defa şahitlik etmektir.) bu dört şahitlik, dört şahidin şahitliklerine karşılık demektir.

7. Beşinci de: Eğer yalancılardan olmuş ise üzerine hakikaten Allah’ın lâneti olsun demektir.

7. Bu şahitliklerin (beşincisi de: Eğer yalancılardan olmuş ise) o zina isnâdı hususunda iftirada bulunmuş ise (üzerine hakikaten Allah’ın lâneti olsun) demek suretiyle yapılır. Koca, böyle deyince “Lean” da bulunmuş olur, artık kendisine kazf haddi uygulanmaz, karısı ise tevkif edilir, ya zinayı itiraf ederek cezaya uğrar veya o da, liandabulunarak cezadan kurtulur.

8. Ve o kadından cezayı bertaraf eder, dört defa: Billâhi o kendisine zîna isnat eden kocası muhakkak ki, yalancılardandır diye şahitlik etmesi.

8. (Ve o) kendisine kocası tarafından zina isnât edilen (kadından) hapis gibi, recm gibi dünyevî azaptan ibaret olan (cezayı kaldırır) o kadının mahkemede (dört defa Allah’ın adıyla şahitlik ederim ki o) kendisine zina isnât eden kocası (muhakkak ki, yalancılardandır.) İsnât ettiği zina iftiradan ibarettir (diye şahitlik etmesi) bu da kadın eşe ait dört şahitliktir.

9. Beşincisi de: “Eğer o kocası doğru söyleyenlerden ise kendi üzerine muhakkak ki, Allah’ın gazabı olsun” demesidir.

9. Karıya ait şahitliğin (beşincisi de: Eğer o) kendisine zina isnât eden kocası, (doğru söyleyenlerden) o iddia ettiği zina hususunda doğru sözlü bulunmuş ise (kendi üzerine muhakkak ki, Allah’ın gazabı olsun demesidir). İşte kadı da böyle bir şahitlikte bulununca kendisinden zina cezası kalkmış olur, kocasıyle araları da ayrılmış bulunur. Bu (6,7,8,9)uncu âyetler de bu suredeki dördüncü hükmü kapsamaktadır.

§ Bu âyeti kerimenin iniş sebebi hakkında birkaç rivayet vardır. Bununla birlikte bir âyetin inmesi için birçok sebepler de olabilir. Bu cümleden olarak deniliyor ki: “Kazf” âyeti nâzil olunca Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem minbere çıkmış, onu ashab-ı kirama karşı okumuştu. Asım İbni Ediyyilensarî ayağa kalkarak: “Allah Teâlâ beni sana feda etsin, bir erkek karısıyla beraber başka bir erkeğin cinsel ilişkide bulunduğunu görür de haber verirse kendisine seksen kırbaç vurulacak şahitliği kabul edilmeyecek ve eğer gördüğü şahsi kılıç ile öldürürse kendisi de katlolunacaktır, sükût ederse kin içinde kalacaktır, dört şahit getirmeğe gitse oyabancı erkek, ihtiyacını yerine getirmiş bulunacaktır. Böyle derken ensardan Hilâl İbni Umeyye oraya gelmiş, karısı Havle ile Şüreyk bin Sehma’nın cinsel ilişkide bulunduklarını gördüğünü söylemiş, durumu Resûlullaha arzetmişler, Havle ise bu isnâdı inkâr etmiş, bu isnâdı yapan kocası ise müşkül durumda kalmış iken bu âyeti kerime nâzil olmuş, aralarında lean muamelesi yapılmış, bu sayede kazf haddinden, zina haddinden kurtulmuşlardır.

10. Ve eğer üzerinize Allah’ın lütufu ve rahmeti olmasa idi haliniz ne olurdu? ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ tövbeleri kabul edicidir, hikmet sahibidir.

10. (ve) ey lanetleşmede bulunan koca ile karı (eğer üzerinize Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasa idi) haliniz ne olurdu?. Ne müşkül, ne rezilce bir vaziyette kalmış bulunurdunuz, o kerem sahibi rabbiniz, size bir kurtuluş lütuf etti de bu şahitlikleriniz vasıtasiyle cezadan kurtulmuş oldunuz. Artık bu ilâhi lütufu tekdir ve tebcil ederek tövbekâr olunuz, halinizi ıslaha çalışınız. Evet.. (ve şüphe yok ki, Allah Teâlâ tövbeleri kabul edicidir) işte bu hâdisede de eşlerden biri şahitlikte yalancıdır. Böyle iken Cenab-ı Hak, onların bu şahitliklerine binaen kendilerinden cezayı kaldırmıştır. Bu büyük bir ilâhi rahmet eseridir. Artık tövbe ederek uhrevî sorumluluktan da kurtulmaya gayret etmelidir. Ve o yüce yaratıcı (hâkimdir) bütün yüce hükümleri hikmet ve menfaati içermektedir, bunu takdir ederek ilâhi zatına şükür sunmaya devam etmelidir.

§ Kazf “lügatte rem=atmak mânasınadır. Fıkh istilahınca; Bir kimseye ayıplamak ve sövmek maksadiyle zina cinayetini isnât etmektir ki, bu isnâdı yapana (kazif) denir. Kendisine zina isnât edilen şahısa da “makzuf” ve zina isnâdında kullanılan söze de “mekzufün bih” denilmektedir.

§ İffetli kadınlara ve namuslu erkeklere kazfdebulunan = zina isnat eden şahıs hakkında kazf haddi cezasını verebilmek için şöyle şartlar vardır.

1. Kazıf, akıllı, büluğ çağına ermiş, hür, isnat ettiği zina hâdisesini dört şahit ile isbattan âciz olmalıdır.

2. Mekzuf = kendisine zina isnât edilen şahıs, iffetli erkek veya kadın olmalıdır, tanınır bulunmalıdır, kazıfın firuundan olmamalıdır.

3. Mekzuf, konuşur bulunmalıdır, tenasül organları kesilmiş, hunsayi müşkül bulunmamalıdır. Makzufe de retka, yani: Tenasül organında cinsel ilişkiye mâni bir bez veya bir et parçası bulunmamalıdır. Bu şartlar bulunmayınca kazif tazir cezasını hak etmiş olabilirse de kazf haddini hak etmiş bulunmaz. Bununla beraber kazifin hür; müslüman, zina etmeyen olması, iftira ettiği anda sarhoş olmaması şarttır.

§ “Lan” kelimesi, lügatte tardetmek, uzaklaştırmak, nefrette bulunmak demektir. Lian, telâun, mülâane tâbirleri bu lan maddesinden alınmışlardır. Lian tâbiri, fıkh istılahınca: Koca ile karısı tarafından yemin ile pekiştirilmiş ve lânet, ve gazap lâfzlarıyla birlikte olarak yapılan 4 şahitlikten ibaret bulunmuştur. Bunu yapan koca, haddi kaziften, karı da haddi zinadan kurtulmuş olur. Şöyle ki: Karısına zina isnât eden veya çocuğunun zinadan meydana geldiğinin iddiada bulunan, dava açıldığında hâkimin huzuruna getirilerek karısına öyle zina isnâdında “Allah’ın adıyla şahitlik ederim ki ben doğru söyleyenlerdenim” diye dört defa şahitlik eder, beşinci defa da “eğer bu zina isnâdında yalancılardan isem Allah Teâlâ’nın lâneti üzerime olsun” der ve her defasında karısına işret eder. Sonra da karısı dört defa “Allah’ın adıyla şahitlik ederim ki bana öyle zina isnâdında kocam yalancılardandır” diye şahitlik eder, beşinci defa da: “Eğer kocam bu isnâtta doğru söyleyenlerden ise üzerimeAllah Teâlâ’nın gazabı olsun” diye bed duada bulunur. Bu lanetleşmede kocanın lânet, karının gazab tâbirini kullanmalarının çeşitli sebepleri olabilir. Kısaca deniliyor ki: Gazab tabiri burada lânet tabirinden daha şiddetlidir. Bu hâdiseye karının sebebiyet vermiş olması daha ziyade düşünülmüş olduğundan bu sebeple onun gazab tabiriyle şahitlikte bulunması tercih edilmiştir. Mamafih koca, bu şahitiliği ile karısını uzaklaştırdığı onun şahitliğinde lânet lâfzı münasip bulunmuştur, karı da kocasını kızdırmış olacağı için onun üzerine gazab ile dua etmesi uygun bulunmuştur. Lian yapılması, bir vecibedir. Hâkime müracaat vukuunda bakılır, eğer karı müracaat etmiş ise hâkim, kocaya cebreder, ya lianda veya kendi yalanlamada bulunmadıkça onu serbest bırakmaz, hapseder. Tersine koca lian talebinde bulunmuş ise kadın hapsedilir, lianda veya ikrarda bulunmadıkça serbest bırakılmaz. Leanda af ve sulh ve vekalet geçerli değildir. Ve lian, zaman aşımına uğramakla düşmez. İmamı Şafii’ye göre lian, bir vecibe değildir. Eşlerin liana tâbi tutulmaları herhalde icabetmez. Şu kadar var ki, kendileri lianı gerekli görürlerse kazif haddinden, zina haddin kurtulmuş olurlar. Lian yapılabilmesi için bir takım şartlar vardır. Şöyle ki:

1. Koca ile karıdan her bir şahitliğe ehil olmalıdır. Yani: Akıllı, büluğ çağına ermiş, konuşabilen, hür ve müslüman bulunmalıdır, evvelce kaziften dolayı hakkında had icra edilmemiş olmalıdır.

2. Aralarında nikâh, sahih bir nikâh olup zina isnâdı zamanında devam eder olmalıdır ve bu kaziften sonra da aralarında bir talak-ı bain ile boşanma meydana gelmiş bulunmamalıdır.

3. Lian yapılmasını koca ile karıdan her ikisi de veya biri talep etmiş olmalıdır.

4. Kadın, zinadan iffetli ve kendisine isnâtedilen zinayı inkâr edici bulunmalıdır.

5. Zina isnadı, açık veya açık yerinde geçerli bir tâbir ile yapılmış ve zina ile kazf, tenasül organı hakkında vuku bulmalıdır.

6. Zina isnâdı: İslâm yurdunda yapılmış ve isbatı için delil bulunmamış olmalıdır. Bu şartlar, Hanefi fakihlerine göredir. Bu şartlar bulunmadıkça lian yapılamaz. Diğer müctehitlere göre bu hususlarda bazı ihtilâflar vardır. Hukuki İslâmiye kamûsunda geniş bilgi mevcuttur. Bu lian sebebiyle koca ile karı arasında meydana gelen ayrılık, İmamı Azam ile İmamı Muhammed’e göre bir lian boşama hükmündedir. Bu hüküm, müebbet değildir, koca bundan sonra kendisi yalanlayıp hakkında kazf haddi icra edilse o kadın ile tekrar evlenmesi câiz olur. Fakat İmamı Ebu Yusuf’a İmamı Züfere ve İmamı Şafii’ye göre bir lian ile talaksız bir ayrılık meydana gelir ki, ebedî olarak haram kılmayı icabeder. Artık onların bundan sonra yeniden evlenmeleri câiz olmaz.

11. Muhakkak o kimseler ki, iftira ile geliverdiler, sizden bir zümredirler. Onu sizin için bir şer saymayın, belki o sizin için bir hayırdır. Onlardan her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır. Onlardan o kimse ki, onun büyüğünü üstlenmiştir, onun için de pek büyük bir azap vardır.

11. Bu mübârek âyetler, münafıklar tarafından iftiraya uğrayan bir temiz yaratılışın iffet ve yüceliğini beyan ile kendisine teselli verici olmaktadır. Bu iftirayı duyan müslümanların bunu reddederek bunun aksine nasıl bir vaziyette, nasıl güzel bir kanaatta bulunmaları gereğini bildiriyor. Bu iftiralarını dört şahit ile isbat edemiyecek olan iftiracıların da Allah’ın kahrına uğrayacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey yüce Resûl!. (Muhakkak o kimseler ki,) o kısmen münafık ve kısmen güzelce düşünmeyen şahıslar ki, (iftira ile geliverdiler) yani: Doğruluktan çok uzak olup “İfk” denilenbir yalanı söyleyerek etrafa yaymak istediler, en iffetli, temiz yaratılışa sahip, melek özelliğinde bir müslümanların annesi hakkındaki bir iftirayı, aralarında söylemek gaflet ve cehaletinde bulundular, onlar (sizden bır zümredirler) aranızda bulunan bir taifedir, o iftiranın yapılmasına sebebiyet veren onlar olmuştur. Bununla beraber ey yüce Peygamber!. (onu) o iftirayı (sizin için bir şey sanmayın) öyle gerçeğe aykırı bir isnât, sizin için haddizatında bir fitne değildir, onu hiçbir mümin tasdik etmez, (belki o sizin için bir hayırdır) o yüzden sevaba nâil olmuş olursunuz, bu husustaki âyetlerle sizlerin temizliğinizi, kadrinizin yüceliğini göstermiş olacaktır. (onlardan) o iftirayı yapan ve etrafa yayan (her kişiye de günahtan kazandığı şey vardır) onlar bu iftira ile meşgul oldukları nisbette günaha girmiş, azabı hak etmiş bulunacaklardır. Bu azabı dünyada da kazf haddi cezası şeklinde göreceklerdir. (onlardan) o iftirada bulunan taifeden (o kimse ki, onun) o iftiranın (büyüğünü üstlenmiştir.) o iftirayı ilk evvel kendisi çıkarmış, Hz. Peygambere düşmanlığından dolayı insanlar arasında o yaymaya çalışmıştır. (onun için de pek büyük bir azap vardır) bu şahıs ise münafıklardan olan Abdullah İbni Ubeyyi’dir. Evet.. Bu şahıs, ahiret azabını hak etmiştir. Dünyada da kazf haddine uğramış, şahitliğe ehliyetten mahrum kalmış, münafıklık ile şöhret bulmuştur. “Bu iftira kıssası da bu suredeki beşinci hükmü göstermektedir. Şöyle ki: Bu mübârek âyetlerin iniş sebebine dair bazı tefsirlerde genişce bilgi vardır. Özeti şöyledir: Resûl-i Ekrem Sallallahu aleyhi vesellem Hazretleri bir sefere çıkınca muhterem eşleri arasında kur’a çeker, hangisinin adına isabet ederse onu beraberine alır götürürdü. Hicretin altıncı senesi “Beni Mustalik” seferinde Hz. Aişei Sıdıka validemizi saadet yanlarına alarak sefere çıkmıştı. Medine-i Münevvere’ve dönüşbaşlarında beraberindeki kuvvetler ile bir sahada akşamlamışlar, sonra yollarına devam edilmesi için emir etmiş, yine yollarını takibe başlamışlardı. Bu esnada ise Hz. Aişe, tuvalet ihtiyacını gidermek için o kafileden uzakça bir yere çekilmişti, bununla beraber de neceften yapılmış gerdanını mübârek boynundan düşmüş olduğunu anlayarak onu da aramakla meşgul bulunmuştu. Kendisi ise pek zayıf bir genç bulunduğundan devesindeki şutufun içinde zannedilmişti. Kafileden uzaklaşmış olduğu bilinmeyerek yola devam edilmişti. Hz. Aişe, kafilenin bulunduğu yere dönünce kafilenin gitmiş olduğunu görmüş, kendisini elbette arayıp bulacaklardır diye beklemiş, bir aralıkta uykuya dalmıştı. Böyle seferber olan kafilelerde bir âdet var idi ki, kafile yoluna devama başlayınca görevlendirilmiş olan bir kimse o kafilenin konmuş olduğu yerde dolaşır, bir şey unutulup unutulmadığını araştırırdı. Bu kafilede de bu vazifeye Sefvan İbnilmüettelisselem’i görevlendirmiş bulunuyordu. Bu zat, kafile mahallini dolaşırken Hz. Ayşe’ye tesadüf etmiş, hemen onu kendi devesine bindirmiş, ikinci bir konaklama yerinde kafileye yetişmişlerdi. İşte bu iki mübârek zatın böyle sonradan gelip kafileye kavuştuklarını gören münafıkların reislerinden Abdüllâh İbni Ubey, yaratılışındaki adiliği göstererek o tertemiz, üstün ahlâki vasıflara sahip iki zat hakkında kötü zanda bulunarak iftiraya başlamış, etrafında bulunanlar da öyle haince, münafıkca haber yaymaya cür’et göstermişlerdi. Onun o gerçek dışı, düşmanca lakırdısından dolayı bazı saf müminler de fae, Mistah, Hemne binti Cehş bu cümledendir. Halbuki, Hz. Aişe’nin temizliği, yaratılışındaki yüceliği pek açık bulunuyordu, fevkalade tesettüre riayet etmiş yolda Sefvan ile konuşmakta bile bulunmamıştı. Sefvan ise ashab-ı kirnamın pek hayırlılarından idi, Peygamberimizin bütün savaşlarında bulunmuştu. Bu muhterem zat, Hz. Ömer’inhalifeliği zamanında hicretin (19)uncu senesinde ‘Ermeniyye’ savaşında şehit olmuştur. Radiyallahü anh. Aişei Sıddıka validemiz, o münafıkların o kötü dedikodularından haberdar değildi. Bu seferden dönünce bir ay kadar hasta kalmıştı. Bu müddet içinde Resûl-i Ekrem’in üzüntülü yaşadığını görüyor, sebebini anlamıyarak pek üzülüyordu. Bir ay sonra iyileşince münafıkların dırıltılarından haberdar olmuş, üzüntüsünden dolayı tekrar hastalanmıştı, Cenab-ı Hak’ka sığınarak iffet ve temizliği hakkında Allah tarafından bir aklamanın olmasına dua etmekte bulunmuştu. Bu düşmanca dedikodunun yayılması üzerine yüce Peygamber Efendimiz, saadet mescidinde bir hutbe okuyarak buyurmuştu ki: Ey müslümanlar topluluğu!. Benim ehli beytim hakkındaki ezası, bana yetişmiş olan bir heriften dolayı bana kim teselli verici olabilir?. Allah’a yemin ederim ben ailem hakkındaki hayırdan başka bir şey bilmiş değilim. Hazreti Aişe ise: “Allah benim günahsız olduğumu bilir, ben bir şey demem, ben bir salih kul olan

Hz. Yusuf’un pederi gibi  (artık (bana düşen) hakkıyla sabretmektir.) Anlattığınız karşısında yardım edecek olan ancak Allah’tır. (Yusuf Sûresi, 18)

derim diyerek Cenab-ı Haktan yardım dileğinde bulunuyordu. Derken yüce Peygamberimize ilâhi vahy inmeye başladı. Hz. Aişe’nin temizliği, kendisine isnât edilen şeyden uzak olduğu Allah tarafından bildirilmiş, oldu. Resûl-i Ekrem de ıztırap içinde bulunan hakiki müminler ve özellikle Hz. Aişe’yi ve muhterem pederi Ebu Bekri Sıddık’ı müjdeleyerek onlarınkalplerindeki ıztıraba son verilmiş oldu. Aişe sıddıka validemiz de: Ben kimseye değil, yalnız Allah Teâlâ’ya hamd ederim demiştir. Radiyallahu anhuma. “Usbe” ondan kırka kadar olan bir cemaat, bir güruh demektir.

12. Onu işittikleri zaman mümin erkekler ile mümin kadınlar kendi vicdanlarında hayırlı bir zanda bulunarak bu bir apaçık iftiradır demeli değil mi idiler?

12. Ey cemaati müslimin!. (Onu) o iftirayı (işittikleri zaman mümin erkekler ile mümin kadınlar) güzelce düşünüp de (kendi vicdanlarında hayırlı bir zanda bulunarak) bir takım münafıkların sözlerine kıymet vermiyerek (bu) isnat edilen hâdise (bir apaçık iftiradır demeli değil mi idiler?.) bunu idrâk edemediler mi?. Güzel ahlâk bütün müminlerce bilinen bir iffet ve fazilet örneği hakkında nasıl kötü zan edilebilir?. Resûl-i Ekrem’in eşi olmak şerefine sahip olan, Hz. Sıddık’ın kerimesi olup müminlerin annesi olma vasfına sahip bulunan pek muhterem bir annemizin iffet ve ismeti daima Allah’ın korumasındadır. Bir yüce Peygamberin eşi kâfir bulunmuş olabilir. Fakat bütün insanlığın tiksineceği iffetsizlikle vasıflanmış olamaz. Bu bir hikmet gereğidir,

13. Onun üzerine dört şahit getirmeli değil mi idiler? Madem ki, şahitleri getiremediler, artık onlardır. Allah katında yalancılar onlardır.

13. O iftirada bulunanlar (Onun üzerine) o iftiralarını isbat için (dört şahit getirmeli değil mi idiler?) herhangi bir iffetli kadın aleyhindeki böyle bir iftiradan dolayı dört şahit getirilmesine şer’an lüzum görüldüğü halde iffetlilerin en üstünü olan, müminlerin annesi bulunan fevkalâde temiz bir iffet örneği aleyhindeki münafıkça sözlerden dolayı dört şahit olsun getirmekten âciz olanlar iftiraya nasıl cür’et etmiş bulunuyorlar?. Halbuki, onların bu iddialarını isbat için bir şahitleri bileyoktur. (madem ki, şahitleri getiremediler) zaten getirebilmelerine de imkân yoktur. (artık onlardır) o iftiracılardır, o kötü zanda bulunanlardır. (Allah katında yalancılar) evet (onlardır) yalan söylemekte pek ileri gitmiş, yabancı oldukları gün gibi açık bulunmuş olan kimseler onlardan ibarettir. Hiçbir şahide, bir görgüye dayanmış olmaksızın öyle bir iftiraya, suizanna cür’et etmek, ne kadar çirkin bir yalandır, sorumluluğu gerektiren bir harekettir. Binaenaleyh böyle kimseler hakkında kazf haddi cezası bir hikmet ve fayda gereğidir. Binaenaleyh yukarıda isimleri yazılı olanlar hakkında kazf haddi cezası tatbik olunmuştur.

14. Ve eğer Allah’ın fazlu rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı sizi pek büyük bir azap kaplardı.

14. Bu mübârek âyetler de temiz, iffetli zatların haklarında iftirada, kötü zanda bulunan kimselerin büyük bir günah işlemiş, büyük bir azab hak etmiş olduklarını ihtar ediyor. Öyle bir şayiaya karşı müslümanlara lâyık olan hareketi bildirerek o gibi iftiralara bir daha temayül gösterilmemesini tenbih buyuruyor ve insanlığın üstünlüklerine ve güzel ahlâkına delâlet eden âyetlerin açıklanmış olduğunu beyan ile insanlığı uyanmaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: (ve) ey o iftirayı söyleyenler, dinleyenler (eğer Allah’ın fazlü rahmeti dünyada ve ahirette üstünüzde olmasa idi) sizi öyle günahlarınızdan dolayı hemen cezaya uğratmayıp tövbe etmenize imkân vermesi gibi bir tövbeden sonra sizi af ve mağfirete nâil buyurup ahirette sorumlu tutup cezalandırmaması gibi ilâhî lütufları hakkınızda tecelli etmese idi (elbette o içine daldığınız yaygaradan dolayı) o pek çirkin, mesuliyeti gerektiren iftiradan dolayı, onu söyleyip durmanız yüzünden (sizi pek büyük bir azapkaplardı) elbette ki, dünyada kınamaktan, kazf haddinden binlerce kat daha şiddetli olan ahiret azabını hak etmiş olurdunuz. Böyle pek büyük bir felâketten, azaptan ancak bir ilâhi lütuf sayesinde kurtulmuş oldunuz.

15. O vakit ki, onu iftirayı dillerinizle karşılayıp kabul ediyordunuz. Kendisine sizin bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söylüyordunuz ve onu kolay sanıyordunuz. Halbuki, o, Allah katında pek büyüktür.

15. Evet.. Eğer hakkınızda ilâhi lütuf tecelli etmemiş olsa idi sizi öyle pek müthiş bir azap yakalardı. (o vakit ki onu) o iftirayı (dillerinizle karşılayp) yani: O asılsız, mücerret lakırdıdan ibaret olan çirkin iftirayı, ağızlardan dinleyip (kabul ediyordunuz) sonra da (kindinsine sizin bilginiz olmayan) öyle iftiradan ibaret bir (şeyin ağızlarınızla söylüyordunuz) onu başkalarına söylemekten geri durmuyordunuz (ve) siz (onu) öyle bir iftirayı (kolay sanıyordunuz) büyük bir mesuliyeti gerektirdiğini tahmin edemiyordunuz. (halbuki, o) sizin öyle kötü zanda bulunarak onu söyleyip durmanız (Allah katında pek büyüktür.) son derece büyük bir günahtır, pek muazzam bir azabı gerektirmektedir, ona nasıl cür’et etmiş oldunuz?. Eğer Cenab-ı Hak, tövbenizi kabul etmeyecek olsa idi haliniz ne olurdu?.

16. Onu işittiğiniz zaman, bunu söylemek bize lâyık olmaz, hâşâ, bu, pek büyük bir iftiradır, demeli değil mi idiniz?

16. Evet.. Ey müslümanlar!. (onu) o iftira lakırdısını uyduranlardan veya onu etrafa yayanlardan (işittiğiniz zaman) onları yalanlamak için (bunu söylemek bize) hiçbir şekilde (lâyık) câiz, sahih (olmaz) bu, pek düşmanca bir isnâttır (hâşa bu, pek büyük bir iftiradır) ne kadar şaşılacak bir iftira! (demeli değil mi idinniz?.) müminlere yakışan, derhâl böyle diyerek o isnâdı reddetmekten ibarettir. “Hayreti gerektiren bir şey görüldüğü vakit”subhanallah” denilmesi bir âdettir. Burada bu iftiranın öyle temiz bir müslümanların annesi ile ashab-ı kiramdan temiz bir zat hakkında yapılmasının son derece hayrete şayan bir bâtıl iddia olduğuna işaret için “subhaneke” buyurmuştur.

17. Allah size öğüt veriyor ki, bunun bir benzerine ebedî olarak dönmeyesiniz, eğer siz mümin kimseler iseniz.

17. Binaenaleyh (Allah size) Ey müminler!. (öğüt veriyor) sizi uyandırıyor, kalplerinizi aydınlatıyor (ki, bunun bir misline) böyle bir iftirayı söyleyip etrafa yaymak gibi pek büyük bir günaha (ebediyyen) hayatta bulundukça (dönmeyesiniz) bu pek büyük bir günahtır (eğer siz mümin kimseler iseniz) kuvvetli bir îman sahibi bulunuyorsanız artık bu gibi bir günaha bir daha dönmeyiniz. Çünkü hakiki bir îman, sizi bundan engeller.

18. Ve Allah sizin için âyetleri apaçık beyan ediyor ve Allah bilendir, hikmet sahibidir.

18. (Ve) Ey müminler!. (Allah sizin için âyetlerini) dinî hükümlere ait delilleri, ahlâki faziletlere, güzel ahlâka dair öğütleri (apaçık beyan ediyor) tâki ona göre hareket edesiniz, ahlâk ve tavırlarınızı düzeltmeye muvaffak olasınız, İslâm, ahlâkına, üstün insani vasıflara aykırı hareketlerden, lakırdılardan sakınınız. İnsanlık hakkında ne büyük bir ilâhi lütuf!. (ve Allah bilendir) mahlûkatının büyük, küçük, gizli ve aşikar bütün sözlerini, hallerini, bilir. Ve o yüce yaratıcı (hikmet sahibidir) onun bütün emirleri, yasakları, bütün ilâhi fiilleri birer hikmet ve menfaata dayanmaktadır, artık o yüce yaratıcının öğütlerine, hükümlerine hakkiyle riayete çalışınız ki, dünyevî ve uhrevî selâmet ve saadete eresiniz.

19. Muhakkak o kimseler ki, îmân etmiş olanlar arasında çirkin, yaramaz şeylerin yayılmasını arzu ederler, o kimseler için dünyada ve ahirette pek acıklı bir azap vardır ve Allahbilir, sizler ise bilmezsiniz.

19. Bu mübârek âyetler, İslâm muhitinde kötü sözleri, iffet ve temizliğe aykırı şeyleri neşretmeğe cür’et edenlerin pek kötü akıbetlerini bildiriyor yüce yaratıcının lütufu, rahmeti olmasa insanların ne kadar felâketlere uğrayacaklarına işaret buyuruyor. Mümin olan kulları şeytanların izlerini tâkibetmekten menediyor. O şeytanlar ne kötü şeyleri insanlara telkin ettiklerini ve onlara uyanların pek kötü bir durumda kalacaklarını ihtarda bulunuyor, ancak Allah Teâlâ’nın lütuf ve rahmeti sayesinde insanların iffet ve temizliklerini muhafazaya muvaffak olacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (muhakkak o) Abdullah İbni Ubeyyi gibi münafık (kimseler ki: îman etmiş olanlar arasında) onların aleyhinde olan (çirkin, yaramaz şeylerin) sözleri ve fiilleri ile çirkin sözlerin ve hareketlerin (yapılmasını arzu ederler.) bazı zatları veya bir insan zümresini kirletmek kasdında bulunurlar. Bundan dolayı (o kimseler için dünyada ve ahirette pek acılı bir azap vardır.) dünyada yaptıkları iftira cezasına uğrarlar, müminler arasında kötü şöhret bulmuş, gözden düşmüş olurlar. Tövbe ve istiğfar etmesizin ahirete gidince de orada cehennem azabına ve Cenab-ı Hak’kın bildiği daha nice felâketlere uğrarlar. (ve Allah bilir) bütün mahlûkatının halleri yüce zatınca bilinmektedir. Herkesin fill ve amellerini bilir, ona göre haklarında mükâfat ve ceza verir. (sizler ise) Ey insanlar!. Öyle Cenab-ı Hak’kın bildiği her şeyi (bilemezsiniz) sizler haberdar olamazsınız, ancak görünen şeyleri sahip olduğunuz duyu organları vasıtasiyle görüp anlayabilirsiniz ve Hak Teâlâ’nın sizlere emir ve beyan buyurduğu şeylerden haberdar olursunuz. Artık ona göre hareketinizi tanzime çalışmalısınız.

20. Ve eğer Allah’ın fadlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi elbette ki, siziazaplandırırdı ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir, çok merhametlidir.

20. (ve) Ey insanlar!. Allah Teâlâ’nın hakkınızdaki lütuf ve iyiliğini düşününüz, (eğer Allah’ın fadlı ve rahmeti sizin üzerinize olmasa idi) öyle pek temiz, fedakâr zatlar hakkındaki iftiradan ve benzeri günahlardan dolayı elbette sizi derhal cezalandırırdı, helake mâruz bırakırdı (ve şüphe yok ki, Allah çok esirgeyicidir) rahmet ve şefkati sonsuz derecededin ve (çok merhametlidir) merhamet ve şefkati pek ziyade olup sürekli olarak mahlûkatı üzerinde görülmektedir. Bunun içindir ki, günahkâr kullarını hemen köklerini kesecek şekilde bir azaba uğratmamaktadır. “İbni Abbas Hazretlerine göre bu âyeti kerimedeki, hitap, Hassan İbni Sabit ile Mıstaha ve Himneye yöneliktir. Ve onlar için bir müjdeyi, affa mazhar olduklarını içermektedir. Bununla beraber bunun umuma yönelik olması da caizdir. Nice insanlar birçok günahları işledikleri halde yine derhal azaba tutulmuyorlar, kendilerine bir tövbe, bir kaybedileni telafi edecek zaman verilmiş oluyor ki, bütün bunlar birer ilâhî lütuftur. Elverir ki, insanlar bunun kadrini bilip Cenab-ı Hak’ka hamd ve şükürde bulunsunlar.

21. Ey îmân etmiş olanlar! Şeytanın adımlarına uymayın ve her kim şeytanın adımlarına uyarsa elbette ki o, çirkin ve inkâr edilmiş şeyler ile emreder. Ve eğer üstünüzde Allah’ın lütufu ve merhameti olmasa idi sizden hiç bir kimse ebediyen temize çıkamazdı velâkin Allah dilediğini temize çıkarır ve Allah hakkıyla işiticidir, bilicidir.

21. (Ey îman etmiş olanlar!.) Ey Allah Teâlâ’yı da, onun dinî hükümlerini de, onun bildirdiği ahiret hayatını da bilip tasdik eden zatlar!. Sakın (şeytanın adımlarına uymayın) onun gösterdiği yola gitmeyin, onun süslediği şeylere el atmayın, onun dininize aykırı telkinlerine bir kıymet vermeyin (ve her kimşeytanın adımlarına uyarsa) ona tâbi olursa, onun vesveselerine kanarsa, hakkı bırakıp bâtılı tutarsa (elbette ki, o) şeytan (çirkin ve inkâr edilmiş şeyler ile emreder) çirkin fiilleri dinen kötü şeyleri tavsiyede bulunur, bunları yaldızlayarak sizleri aldatmak ister, artık ondan ne bekleyebilirsiniz?. (ve eğer) Ey müminler!. (üstünüzde Allah’ın lütfu ve rahmeti olmasa idi) kısaca sizi irşad eden bu ilâhi beyanlar, bu Kur’ani nasihatlar bulunmasa idi ve bir kısım günahlar için birer kefaret olan hudud cezası meşru, tövbeler makbul olmasa idi tövbelere nâil olmak için ilâhî yardım yetişmeseydi (sizden hiçbir kimse ebediyen temize çıkamazdı) hayatının sonuna kadar günahtan pâk olamazdı (velâkin Allah dilediğini teiniz çıkarır) onun kalbine lütuf ve rahmetinin eserlerini akıtarak onu uyanmaya, tövbe ve istiğfar etmeye muvaffak kılar, tövbesini kabul ederek kendisini günahlarından ter temiz bir hale getirir. (ve Allah her şeyi hakkiyle işiticidir) işte kullarının her söylediklerini ve tövbe ettiklerini, afları hususundaki niyâzlarını da hakkiyle işitmektedir ve o kâinatın yaratıcısı, her şeyi (bilicidir) bütün mevcudat onca bilinmektedir. Binaenaleyh kullarının kalplerinde olanı da, tövbelerine düşen en mühim vazife de o pek yüce ilâhi vasıfları yüceltmektir, kendilerine göstermiş olduğu hidayet yolunu takip edip bir takım şeytan meşreb aldatıcı, dinî terbiyeden mahrum kimselerin aldatmalarına kapılmamalıdır. Başarı Allah’tandır.

22. Ve sizden fazilet ve servet sahibi olanlar yakınlarına ve yoksullara Allah yolunda hicrette bulunmuş olanlara birşey vermemek için yemin etmesin ve af etsinler, bağışlasınlar, siz sevmez misiniz ki, Allah sizin için mağfiret buyursun ve Allah çok bağışlayan, pek esirgeyendir.

22. Bu mübârek âyet, müslümanlardan fazilet ve servet sahibi olan zatların kendiyakınlarına ve diğer yardıma lâyık kardeşlerine yardım etmekten geri durmamalarını ve o din kardeşlerinde görülen bazı kusurları af ve bağış ile karşılayarak ilâhi mağfirete nâil olmalarını emir ve tavsiye buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve) Ey müslümanlar!. (sizden fazilet ve servet sahibi olanlar) Ebubekris Sıddık gibi güzel vasıflara sahip bulunanlar (yakınlarına) kendi akrabalarına (ve yoksullara) fakirlere (ve) Mistah gibi (Allah yolunda hicrette bulunmuş) yardıma muhtaç (olanlara) bazı kusurlarından dolayı kendilerine (birşey vermemek için) onlara yardım etmemek için (yemin etmesin) böyle bir yemin uygun değildir. Hattâ böyle yemin edilen bir şeyin aksi daha hayırlı bulunursa o hayırlı şeyi işleyip bu yeminden dolayı kefaret verilmesi lazım gelir. (ve) onlarda görülen bazı kusurları (af etsinler, bağışlasınlar) başlarına kakıp durmasınlar (siz) Ey müslümanlar!. (sevmez misiniz ki,) pek ziyade arzu etmez misiniz ki, sizin bu affınız karşılığında (Allah sizin için mağfiret buyursun) elbette ki, seversiniz. Öyle ise bu af ve bağışlamayi terk etmeyiniz (ve Allah gafurdur) kullarının nice günahlarını af edip örtmektedir. Onları cezalandırmaya kâdir olduğu halde cezalandırmayıp kendilerini mağfirete nâil kılmaktadır. Ve o yüce yaratıcı (rahimdir) kullarına merhameti pek ziyadedir. Artık ey o kerem sahibi mabûdun kulları. Siz de onun ahlâkı ile ahlâklanmaya çalışınız. “Bu âyeti kerime, Hz. Ebu Bekir ve emsali hakkında nâzil olmuştur. Bir kere bu âyeti kerime, Hz. Ebu Bekir’in değerinin yüceliğini gösteriyor, dinen fazilet sahibi olduğuna bu sebeple Peygamberlerden sonra en büyük zat bulunduğuna işaret buyuruyor. Bazı kusurlara karşı af ile muamele yapılmasının ilâhi mağfirete nâil olmak için bir vesile olacağını göstererek müslümanları bu hususa özendirip ve teşvik ediyor, müslümanların birbirine karşı af ve kerem ile muamele yapmaya sevkederek sosyal hayata büyük bir ahlâki fazilet dersivermiş bulunuyor. Evet.. Hazreti Aişe’i Sıdıka validemiz hakkındaki lâyık olmayan, uydurma sözlerde bulunan bir münafıkı dinlemiş, bunu reddetmeyip bundan dolayı gülümsemiş olan bir zat da vardır ki, adi “Misteh” idi. Bu zat, Hz. Ebu Bekr’in teyzesinin oğlu idi, Bedir savaşında bulunmuştu, durumu fakir olduğu için öteden beri Hz. Sıddık’ın himayesinde yaşıyordu. O iftira hâdisesinden sonra Hz. Sıddık, onu reddetmiş, ona bir daha yardım etmiyeceğine dair yeminde bulunmuştu. Misteh, ihtiyaç içinde müşkül bir durumda kalmış oldu. Bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuş, bu gibi yakınları ve diğer muhtaç kimseleri ve muhacir zatları bazı kusurlarından dolayı korumadan mahrum bırakmanın uygun olmayacağını bildirmiş, bu husustaki affın, müsamahanın ilâhi mağfiretin tecellisine vesile olacağını müjdelemiştir. Hz. Sıddık da bu ilâhi emri öğrenince hemen Misteh’i affetmiş onu yine yanına kabul buyurmuş, sizi kovduğum, Cenab-ı Hak’kın size gazap ettiği zamanda idi. Şimdi madem ki, Cenab-ı Hak sizi affetmiştir, artık bu husutaki ilâhî hükmü başım ve gözüm üzerine kabul ettim. Diyerek ilâhi emre olan tam bağlılığını bu suretle de göstermiştir. İşte müslümanlara lâyık olan, böyle iyilik sever, affedici harekette bulunmaktır.

23. Muhakkak o kimseler ki, iffetli, habersiz, mümine olan kadınlara kötülük isnadında bulunurlar, o kimseler dünyada ve ahirette lânete uğratılmıştır. Onlar için pek büyük bir azap da vardır.

23. Bu mübârek âyetler de iffetli, çirkin kuruntulardan kalpleri temiz, îman ile vasıflanmış, müslümanlar namuslu kadınlar hakkında iftirada bulunanların pek müthiş âkibetlerini ve o iftiracıların aleyhine kendi azalarının şahitlikte bulunacağını ihtar ediyor. Murdar olan kadınların murdar olan erkeklere, murdar erkeklerin de murdar olan kadınlara ait olduğunu ve bilakis iffetli kadınların iffetli olanerkeklere ve iffetli olan erkeklerin de iffetli kadınlara mahsus bulunduğunu ve böyle iffetli, temiz zatların kendilerine isnat edilen kötülüklerden uzak bulunduklarını şöylece beyan buyurmaktadır. (Muhakkak o kimseler ki) o münafık, ahlâkı İslâmiyeden mahrum şahıslar ki (afife) tam bir iffet ve temizlik vasfı ile vasıflanmış (habersiz) kendilerine isnad edilen kötülüğü hatırlarına getirmekten bile uzak ve (mümine) îman edilmesi icabeden her şeyi bilip inanmış (olan) İslâm (kadınlarına kötülük isnadında bulunurlar) onların üzerlerine çirkin sözleri atarlar (o kimseler dünyada ve ahirette lânete uğratılmışlardır) o kötü isnatlarından dolayı kendilerine müminler de, melekler de lanet okurlar. (Onlar için pek büyük bir azap da vardır) o lanetten başka pek müthiş bir cehennem azabına da tutulacaklardır. Bütün bunlar, o iftiralarının bir cezasıdır. İşte bu ceza, bu ilâhi tehdit Abdullah Bir Ubey ile onun gibi bu iftiraya cür’et eden münafıklara has bulunmuştur. Ne kadar büyük bir ilâhi tehdit!.

24. O günde ki onların aleyhine dilleri ve elleri ve ayakları neler yapmış olduklarına dair şahitlikte bulunacaktır.

24. Evet.. Bu azap, o iftiracılara yönelcektir. (o günde ki) o kıyamet zamanındaki, o vakit (onların aleyhine dilleri ve elleri ve ayakları neler yapmış olduklarına dair şahitlikte bulunacaktır.) onlar, ahirette müthiş felâketleri, azap merkezlerini görünce titreyeceklerdir, dünyadaki yapmış olduklarını inkâr etmek isteyecekler, ne yazık ki, buna imkân mı var?. Zaten dünyada yapmış oldukları amel defterlerine yazılmış bulunacaktır. Bundan başka da ilâhi kudret ile onların bedeni azaları dile gelecek, her aza, kendisinden nelerin meydana gelmiş olduğunu haber verecektir. Bunu inkâra mahal yok. Allah’ın kudreti ile neler vücude gelemez. Dünyada bile görüyoruz ki, bir demir parçasıbile hayata sahip olmadığı halde söylenilen sözleri tamamen aynı ahenk ile zaptediyor, o sizleri tekrar tekrar aksettirip duruyor. Bu ne hârika!. Bir demire bu hassayı vermiş olan bir yüce yaratıcı, kullarının esasen hareketli, hayat sahibi olan azalarında böyle bir şahitlik özelliği yaratamaz mı?. Buna inanmışızdır!. Bunun daha nice üstünde hârikaları da yaratabilir. Allah’ın varlığını, kudretini tasdik eden bir kimse, bunda asla şüphe etmez.

25. O gün Allah onlara hak ettikleri cezalarını tamamen verecektir. Ve bileceklerdir ki, şüphe yok Allah apaçık haktır.

25. Evet.. (O gün) o kendi azalarının kendi aleyhlerinde şahitlik edeceği kıyamet zamanında (Allah onlara) o münafık iftiracılara, tövbe ve istiğfar etmeksizin ahirete gittikleri takdirde (hak ettikleri cezaları) hakkiyle sabit olan cinayetlerinin cezasını (tamamen verecektir) onlar azap görüp duracaklardır. (Ve) öyle felâketleri, azapları görünce, haklarındaki cezaların tahakkukunu anlayınca (bileceklerdir ki, şüphe yok Allah) o her dilediğine gücü yeten hikmet sahibi yaratıcı (apaçık haktır) onun yaratıcılığı, mâbudluğu açıktır, adaleti, hikmeti zahirdir ve bir nice hakikatları kullarına göstermekte ve beyan buyurrmaktadır.

26. Murdar olan kadınlar, murdar olan erkekler içindir ve murdar olan erkekler de murdar olan kadınlar içindir ve temiz kadınlar da temiz olan erkekler içindir ve temiz olan erkekler de temiz olan kadınlar içindir. Bu temiz olanlar, onların dediklerinden iftiralarından uzaktırlar. Bunlar için bir mağfiret vardır ve bir kerim rızık vardır.

26. Bir takım münafıklar, nasıl cür’et edenler de iffet ve temizlikleri açık olan bir kısım İslâm kadınları hakkında iftirada bulunurlar? (murdan olan kadınlar) habisce olan lakırdılar, isnatlar (murdar olan erkekler içindir) onlar ona lâyıktırlar aynı şekilde (murdar olanerkekler de murdar olan kadınlar içindir) öyle murdar kadınlara, lakırdılara lâyık bulunmaktadırlar. (ve temiz olan kadınlar da) sözlerinde (temiz olan erkekler içindir) onlara da böyle temiz olan erkekler lâyıktırlar. (ve temiz olan erkekler de temiz olan kadınlar) sözler (içindir) evet. Murdar olanlara lâyık olan, mundarlardır, temiz zatlara lâyık olan da temiz şeylerdir. (bu temiz olanlar) özellikle en büyük bir temizliğe sahip bulunmuş olan Hz. Aişe de (onların) o münafıkların (dediklerinden) yaptıkları iftiradan, kötü zandan (uzaktırlar) bu temiz olanlar, insani üstün vasıflara sahip, isnat edilen şeylerden mâsum bulunmaktadırlar. Binaenaleyh (bunlar için) bu temiz olan erkek ve kadın zatlar için (bir mağfiret vardır) onlar Allah’ın korumasına mazhardırlar. (ve) bunlar için (bir kerim rızık vardır) bunlar cennetlere nâil, orada çeşitli nimetler ile rızıklanacaklardır. Ne mutlu böyle Allah tarafından aklanan, böyle saadet dolu bir gelecek ile müjdelenen temiz fıtret sahiplerine.

27. Ey îmân edenler, kendi evlerinizden başka evlere müsaade istemeden ve sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz. Bu sizin için hayırlıdır. Umulur ki, düşünüp anlarsınız.

27. Bu mübârek âyetler, görgü kurallarının en mühim bir kısmına işaret buyuruyor. Başkalarının evlerine müsaadeleri alınmaksızın ve kendilerine selâm verilmeksizin girilmemesini emrediyer. İçinde kimse bulunmayan bir eve de müsaade ile girilmesini ve izin verilmeyince dönülüp gidilmesini, böyle bir hareketin ise sosyal temizlik bakımından faideli olacağını bildiriyor. Belirli kimselere mahsus olmayıp içinde kendisi için bir intmfa hakkı bulunan binalara girilmesinde bir sakınca bulunmadığını beyan bu burmaktadır. Şöyle ki: (ey îman edenler!.) Ey müslüman fertler!. (kendi evlerinizden başka evlere) sahiplerinden, içlerinde oturanlardan(müsaade istemeden) izin talebinde bulunmadan (ve sahiplerine selâm vermeden girmeyiniz) kendi kendinize sormadan, müsaade almadan girmek cür’etinde bulunmayın (bu) izin talebiyle selâm verilmesi (sizin için) öyle müsaade edilmeksizin: Selâm verilmeksizin girmekten (hayırlıdır) bunun aksine hareket, cahiliyet zamanına ait bulunuyordu. Bir kimse, başkasının evine müsaadesini almadan hemen giriverirdi. Böyle bir hareket, ictimai terbiyeye aykırıdır, bazı hoş olmayan hallerin, sözlerin meydana gelmesine sebebiyet vermiş olabilir. İslâm terbiyesi ise buna aykırıdır. (umulur ki) siz bu husustaki ilâhi emrin hikmet faydasını güzelce (düşünüp anlarsınız) onun gereğince hareketinizi tanzim edersiniz. “Evet… Hususi ikametgâhına müsaadesi olmaksızın girmekte birçok sakıncalar vardır. Bu cümleden olarak: Böyle bir hareket, başkasının mülkünde izni olmaksızın bir nevi tasarruf sayılır ki, bu câiz olamaz. Evde bulunan kimse, başkalarından saklanılması icabeden bir şeyi açıkta bulundurmuş olabilir, onun izni olmaksızın hanesine giren kimse ise bu maksadı ihlâl etmiş olur. Bununla beraber böyle müsaadesiz başkasının hanesine girilmesi, bir nevi hırsızlık ve suikast şüphesinden de uzak bulunamaz.

28. İmdi onlarda kimse bulamaz iseniz artık size izin verilinceye değin içerilerine girmeyin ve eğer size geri dönün denilirse geri dönün. Bu sizin için daha temizdir. Ve Allah yapar olduklarınızı bilicidir.

28. (İmdi onlarda) o içlerine girmek istediğiniz evlerde, içlerine girmeniz için size izin vermeğe selahiyetli (kimse bulamaz iseniz) sabrediniz, hemen içine atılmayınız, (artık size) selâhiyetli olan kimse tarafından gelip (izin verilinceye değin) o hanelerin (içerlerine girmeyin) aksi takdirde bir takım dedikodulara, mahzurlara sebebiyet verilmiş olabilir. (ve eğer size) o haneler içindebulunan kimseler tarafından (dönün denilirse) o hanelere girmenize müsaade edilmezse (geri dönün) orada durup içerisine girmek için ısrarda bulunmayın, böyle bir hareket, insanlığa aykırıdır. Kalplerde nefret uyandırır (bu) dönüp gitmek (sizin için daha temizdir) ısrar edip kapı önünde durmak ise adilik ve rezalet şüphesinden uzak olamaz, buna tenezzül edilmemelidir, bu insanın simasını kirletir, lekeler (ve Allah yapar olduklarınızı bilicidir.) başkalarının hanelerine onların müsaadeleri ile mi, müsaadeleri olmaksızın mi girmiş olacağınızı bilir, ona göre hakkınızda cezada bulunur. “Evet.. Bazen olabilir ki, bir hane sahibi, başka bir yere gideceği için veya başkasiyle bir hususu mahremce görüşeceği için veya başka bazı engellerden dolayı kendisiyle görüşmeğe gelen kimseyi kabul etmemek mecburiyetinde kalabilir. Artık onu mâzur görmelidir, gelen kimse, hemen kabul edilmediğinden dolayı üzülüp onun aleyhinde bulunmamalıdır.

29. Meskûn olmayıp kendinize ait içlerinde menfaat bulunan evlere girmenizde sizin için bir günah yoktur ve neyi açıklar ve neyi gizler iseniz Allah bilir.

29. (Meskun olmayıp) yani muayyen kimseler için bir mesken edinilmeyip (kendinize ait içlerinde menfaat bulunan evlere) yani: İnsanların faydalanmaları için, umumun istifadesi için hazırlanmış, açık bulunmuş hanlar, misafirhaneler, hamamlar, dükkânlar gibi binalara (girmenizde sizin için bir günah yoktur.) bunların vücude getirilmesindeki gaye, zaten herkesin bunlardan usulen istifade etmesidir. (ve neyi açıklar ve neyi gizler iseniz Allah bilir) binaenaleyh kendi evlerinizin dışındaki evlere girmenizdeki maksatlarınızı da o yüce yaratıcı tamamen bilmektedir, iyilik kasdiyle olan hareketler ile kötülük maksadiyle olan hareketler de onca tamamen malûmdur. Artık bunu düşünüp dehareketlerinizi buna göre tanzim ediniz. Ne büyük, bir ilâhi tehdit ve ne yüce bir ilâhi öğüt. ‘Bu mübârek âyetler bu suredeki altıncı hükmü kapsamaktadır.”

30. Müminlere de ki: Gözlerini sakınsınlar ve avret mahallerini muhafaza etsinler bu onlar için çok temizliktir. Şüphe yok ki, Allah ne yapar olduklarından haberdardır.

30. Bu mübârek âyetler de ehli îmanı bir iffet ve temizlik içerisinde yaşamaya sevkediyor. İman sahipleri olan erkekler ile kadınların gözlerini, namuslarını nasıl koruyacaklarına dair kendilerine büyük bir ictimai terbiye dersi veriyor. Kadınların ziynetlerini kimlere karşı saklayıp kimlere karşı açık bulundurabileceklerini belirtmekte ve ehli îmanın hepsini de tövbeye, iyi hal sahibi olup saadete nâil olmaya davet buyurmaktadır. Şöyle ki: Ey yüce Resûl!. (müminlere de ki: Gözlerini) kendisine bakmaları helâl olmayan şeylere bakmaktan (sakınsınlar) men etsinler, helâl olan şeylere bakmakla iktifa eylesinler, (ve avret mahallerini) kendilerine helâl olmayan şeylerden (muhafaza etsinler) o mahalleri örtsünler, eşleri, cariyeleri gibi kendilerine helâl olan kimselerden başkasına göstermesinler. (bu) gözleri sakınmak, avret mahallerini korumak (onlar için) o müminler hakkında (çok temizliktir) pek hayırlıdır, onların hallerinin iyiliğine hizmetçidir, kendilerini töhmet altına, başkalarını fitneye, kötü zanna düşürmeğe engeldir (Şüphe yok, Allah) kullarının (ne yapar olduklarından haberdardır.) Evet hikmet sahibi yaratıcı Hazretleri, kullarının amellerini, niyetlerini, maksatlarını tamamen bilir, ona göre mükâfat ve ceza verir. Binaenaleyh her hususta ilâhi emre uymalıdır, haram olan şeylerden gözlerini de kalplerini de korumaya çalışmalıdır, başkalarının fitneye, günaha tutulmalarına sebebiyet vermemelidirler.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN