MÜMİN SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek Sûre, Mekke-i Mükerreme’de “Zümer Sûresi”nden sonra nâzil olmuştur. (58) Âyet-i Kerîmeden meydana gelmektedir. Yalnız “35, 56, ve 57)inci âyetlerin Medine-i Münevvere’de nâzil olduğu da rivâyet olunmuştur. Bu sûrede beyân olunan Fir’avun ailesi arasında bir seçkin, kahraman, mümin zâtın bulunup Fir’avun’u ikaza çalışmış olduğu bildirildiği için bu mücahit zâta bir işâret olmak ve müminlerin değerini yüceltmeye vesîle olmak üzere bu mübârek sûreye böyle “El mü’min Sûresi” adı verilmiştir. Maamafih bir adı da “Elgâfir Sûresi”dir. Diğer bir ismi de “Ettavl Sûresi”dir. Çünkü bu sûrenin üçüncü âyetinde Cenab-ı Hak’kın “gâfir” yâni: Günâhları bağışlayıcı olduğu ve “zittavl” yâni, fazl, lütuf, ihsân ve kudret sâhibi bulunduğunu bildirdiği için bu mübârek sûreye bu isimler de verilmiştir. Bir de bu sûre ile bunu tâkibeden altı sûre-i celîle, “Hâ Mim” harfleriyle başladıkları için bunların yedisine de “Hâ Mim Sûresi” adı verilmiştir. Bu yedi sûre, birbirinin ardından ve Mushaf-ı Şerifteki tertip üzere nâzil olmuştur. Fâziletleri hakkında birçok rivâyetler vardır. Bunlara “Lübabülkur’an = Kur’an’ın seçkin, hâlis sûreleri ve “Dibacülkur’an = Kur’an’ın pek kıymetli atlası ve “Arâisülkur’an” Kur’an’ın çiçekleri adı da verilmiştir. Bu mübârek sûrenin başlıca içeriği şunlardır:

(1): Kur’an-ı Kerimin yüceliği, Cenab-ı Hak’kın birliği ve affedici ve şiddetli azap edici olduğu ve “Ezzümer” sûresinin sonunda müthiş âkıbetleri bildirilen kâfirlere bir kurtuluş çaresi olarak tevbekâr olmalarına işâret buyurulması.

(2): Nûh kavminin ve benzerlerininPeygamberlere karşı tutumları ve nasıl azap gördükleri.

(3): Arşı taşıyan meleklerin özellikleri ve müminler hakkındaki duaları.

(4): Kâfirlerin cehennemdeki durumları ve boş temennîleri.

(5): âlemin Yaratıcısının kutsal varlığı hakkındaki deliller, kâfirlere yönelik ilâhî yasaklar ve tarihî ibretler.

(6): Mûsa Aleyhisselâm’ın Fir’avun’u dine dâveti ve bir mü’min zâtın Fir’avun’a ihtarı.

(7): Fir’avun gibi dinsizlere tâbi olanlar ile olmayanların âkıbetleri.

(8): Resûl-i Ekrem’in sabr ile ve insanları irşâda devam ile yükümlü olması.

(9): Allah Teâlâ’nın kulları hakkındaki çeşitli nîmetleri ve inkârcılara bilâhare vuk’u bulacak pişmanlıklarının bir fâide vermeyeceği.

1. Hâ, Mim.

1. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in bağışlayıcı, azabı şiddetli, ilâhlığında ortaktan uzak olan Allah Teâlâ tarafından Peygamber Efendimize ihsân buyurulmuş olduğunu bildiriyor. Kur’an-ı Kerim hakkında ancak kâfir olanların tartışmada bulunacaklarını ve öyle kâfirlerin geçici varlıklarına ehemmiyet verilmemesini beyân buyuruyor. Hz. Nûh’tan itibaren birçok Peygamberlere karşı kendi kavimlerinin muhalefette bulunarak felâketlere uğramış olduklarını, Son Peygamber’e karşı cephe alan dinsizlerin de nihâyet mahv ve yok olacaklarını beyân ile Resûl-i Ekrem’e teselli vermektedir. Şöyle ki: (Hâmîm) Bu mübârek kelime, müteşabihattandır. Bundan maksadın ne olduğunu, Allah’ın ilmine havale ederiz. Bu, Cenab-ı Hak ile arasında bir sırdır. Maamafih bunun Allah’ın bir ismi olduğunu söyleyenler de vardır… Ve şöyle deniliyor ki: “Ha” harfi Allah Teâlâ’nın “hay (diri,), Hamid, (övülmeye lâyık,) Hakîm (hikmet sâhibi,) Hannan (Çokacıyan)” gibi mübârek isimlerinin ilk harflerine ve “Mim” harfi de “Melik (hükümdar), Mucib (duaları kabul edici), Mennan (çok ihsân eden) gibi mukaddes isimlerinin ilk harflerine işâret etmektedir. Bir de deniliyor ki: “Ha Mim” bu sûrenin ismidir. Şöyle de deniliyor ki: Bu sûreye böyle mânası bilinmeyen birer kelime ile başlanılması bunu tâkib edecek âyetlere nazarı dikkati çekmek içindir. Bunlar “ya, elâ” harfleri gibi birer tenbîh, birer uyanma vesîlesi bulunmaktadır.

2. Kitabın indirilmesi, mutlak galip, hakkıyla bilen Allah tarafındandır.

2. Kur’an-ı Kerim gibi bir (Kitabın indirilmesi) Ey Peygamberlerin Sonuncusu!. Sana böyle kutsî bir kitabın ihsân buyurulması, şüphe yok ki, (azîz) mülkünde galip, her şeye kaadir olan ve (alîm) her şeyi tamamen bilip kullarının bütün sözlerini, işlerini ilmen kuşatıcı bulunan (Allah tarafındandır.) O Allah’ın bir vahyidir, levh-i mahfuzdan Cibril-i Emîn vasıtasiyle Son Peygamber’e indirilmiştir. Bütün sûreleri birer mûcizedir, insanlığın yükselmesine bir vesîledir. Artık böyle kutsî bir kitap nasıl inkâr edilebilir?.

3. Günâhı bağışlayan ve tövbeyi kabul eden, azabı şiddetli olan geniş ihsân sahibi bulunan Allah tarafındandır. O’ndan başka ilâh yoktur. Dönüş Ancak O’nadır.

3. Evet.. O mukaddes kitap (Günâhı örten) dilediği müminleri hakkında insanlık icabı işlemiş oldukları herhangi bir günâhı affeden ve örten (ve tevbeyi kabul eden) küfr ve isyânda bulunmuş olan kullarının bilâhare pişman olup yaptıkları tevbelerini kabul buyuran, küfr ve isyânlarında devam eden dik kafalı kimseler hakkında da (azabı şiddetli olan) ve umum mahlûkatı hakkında (geniş ihsân sâhibi bulunan) fazl ve keremi pek ziyade tecellî edip duran (Allah tarafındandır) o kerem sâhibi mâbud’un kulları için indirilmiş olduğu hakikati beyân eden bir kitaptır.(O’ndan) o Kur’an’ı böyle indirmiş olan Allah Teâlâ’dan (başka ilâh yoktur) ilâhlık ve mâbudluk ancak O’na mahsustur. Ve (dönüş ancak O’nadır) bütün yaratıklar, O’nun mânevî huzuruna sevk edileceklerdir. Dünyadaki amellerine göre mükâfat ve ceza göreceklerdir. Artık bu âkıbeti düşünmeli!. Bu âyet-i kerîme, büyük bir teşvik ve tehdidi içermektedir. İnsanlar, bunun bu yüksek işâretlerine güzelce dikkat ederek ona göre hareketlerini tanzim etmelidirler.

4. Allah’ın âyetleri hakkında kâfir olanlardan başkası mücadelede bulunmaz. Onların şimdilik şehirlerde dolaşıp durmaları seni bir endişeye düşürmesin.

4. (Allah’ın âyetlerinde) Kur’an-ı Kerim gibi ilâhî bir kitabın yüceliğini inkâr, evrensel görünümünü söndürmek hususunda (kâfir olanlardan başkası mücadelede) kâfirce bir düşmanlıkta (bulunmaz) ancak onlardır ki, o evrensel nûru inkâra cür’et gösterirler, aleyhinde dedikodu da bulunurlar (onların) öyle ilâhî din düşmanlarının (şimdilik şehirlerde dolaşıp durmaları) büyük servetlere, ticaretlere, maddî kuvvetlere sâhip bulunmaları, ey düşünen mümin kul!. (Seni bir endişeye düşürmesin.) Onların o varlıkları bir imtihan olarak geçicidir. Onlar az sonra küfrlerinin ebedî cezasına kavuşacaklardır. Nitekim bir kısmı daha dünyada iken kavuşmuştur, bir kısmı da ölür ölmez âhirette o cezaya çarpılacaktır. Bu âyeti kerîme, peygamber zamanındaki Şam, Yemen ve diğer taraflardaki İslâmiyet düşmanlarının yakın bir zamanda köklerinin kesileceğine işâret etmektedir, (ve) Onlardan (her kavim, Peygamberlerine kastetmişlerdi) düşmanları az sonra mağlûp ve yok olmuşlardır.

5. Onlardan evvel Nûh kavmi Peygamberlerini yalanlamıştı. Onlardan sonraki guruplar da yalanlamışlardır. Ve her kavim, Peygamberlerine azmetmişlerdi, onuyakalayıversinler diye ve bâtıl ile mücadelede bulunmuşlardı, onunla hakkı gidermek için. Sonra onları yakaladım. Artık cezalandırmam nasıl oldu bir düşünülmelidir!

5. Evet.. (Onlardan evvel) Hz. Peygamber zamanındaki din düşmanlarından önce (Nûh kavmi) de Peygamberlerini (yalanlamıştı) onlar vaktiyle kuvvetli, tek bir topluluk hâlinde bulunuyorlardı, kendilerini irşâda çalışan Hz. Nûh’a karşı düşmanca bir tavır almışlardı (onlardan sonraki guruplar da) Âd ve Semud kavimleri gibi diğer milletler de Peygamberleri yalanlamışlardı. (ve) Onlardan (her kavim, Peygamberlerine kastetmişlerdi) düşmanca bir tavır almışlardı. (O’nu) O kendi Peygamberlerini (yakalayıversinler diye) onlara eziyet vermek, onları mübârek hayatlarından ayırmak için suikastlere cür’et göstermişlerdi. (ve) O câhil kavimler (bâtıl ile mücadelede bulunmuşlardı) aslı esası olmayan, hakikate muhalif bulunan şeylere dayanarak münakaşalara atılmış, o Peygamberlerin akıl ve hikmete uygun olan tebliğlerini dinlememişlerdi. Evet.. Öyle câhilce bir mücadeleye atılmışlardı (onunla hakkı gidermek için) o Peygamberlerin teblîğ ettikleri ilâhî hükümleri aradan kaldırmak maksadiyle öyle câhilce hareketlere cür’et göstermişlerdi. Fakat bu hâlleri devam etmedi. Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (sonra onları yakaladım) Onları o küfrleri sebebiyle kahrettiğini, onları zelilce bir hâlde lâyık oldukları azaba kavuşturdum. (artık cezalandırmam nasıl oldu) Onlar nasıl fecî bir sûrette mahv ve yok olup gittiler, onlar dünya tarihinde bir ibret numunesi teşkil ettiler. Artık onların o müthiş âkıbetleri sonraki inkârcılar tarafından düşünülmelidir.

6. İşte öylece Rabbin kelimesi, kâfir olanların üzerine hak olmuştur. Şüphe yok ki, onlar, cehennem ehlidirler.

6. (İşte öylece) Eski ümmetler hakkında gerçekleşmiş olduğu gibi (Rab’bin kelimesi)azap ile hükm ve takdir etmesi, sonraki (kâfir olanların üzerine) de (hak olmuştur) vâcip bulunmuştur. Çünkü sonrakiler de Allah’ın dinine karşı cephe almış, o ilâhî nûru söndürmek istemektedirler. Binaenaleyh bunlar da o eski ümmetler gibi aynı sebeplerden dolayı öyle bir helâke aday bulunmaktadırlar, (şüphe yok ki onlar, cehennem ehlidirler) Onlar da âhirette cehenneme atılacaklardır, lâyık oldukları cezaya kavuşacaklardır. Artık ey Yüce Peygamber!. Sen müteessir olma, onların inkârları, kendilerinin kahrına sebep olacaktır. Allah’ın dini ise onlardan beridir. Bütün kâinat, lisân-ı hâl ve söz ile Kâinatın yaratıcısını birlemeye ve kutsamaya devam etmektedir.

7. Arşı yüklenmiş olanlar ve onun etrafında bulunanlar, Rab’lerini hamd ile tesbîhte bulunurlar ve O’na imân ederler ve imân etmiş olanlar için af dilerler. Yarabbi! Sen herşeyi rahmet ile ilim ile kuşatmışsındır. Artık tövbe etmiş, senin yoluna tâbi olmuş olanları bağışla ve onları cehennem azabından koru diye niyâzda bulunurlar.

7. Bu mübârek âyetler, ilâhî arşın çevresinde bulunan meleklerin Cenab-ı Hak’ka hamd ile ve tesbîh ile ve müminler hakkında bağış talebi ile meşgul olduklarını bildiriyor. O mübârek meleklerin bütün mümin aileleri hakkında ne kadar güzel niyâzlarda bulunduklarını ve Hak Teâlâ’nın himâye buyuracağı kullarının ne kadar büyük bir rahmete kurtuluş ve selâmete kavuşacaklarını müjdeliyor. Artık kâfirlerin inkârına, düşmanlığına bir ehemmiyet verilmemesine işâret buyurmaktadır. Şöyle ki: (Arşı yüklenmiş olanlar) “Hamele-i Arş” denilen ve meleklerin en yüksek tabakasını teşkil edenler (ve onun) arş-ı alânın (etrafında bulunanlar) yüce arşa âid işleri yönetmekle emrolunan seçkin melekler (Rab’lerini hamd ile tesbîhte bulunurlar) Cenab-ı Hak’kın mukaddes ilâhî vasıflarını hatırlar (ve O’naimân ederler.) Allah Teâlâ’nın birliğini tasdikte, yüce varlığını bütün noksanlardan tenzihte bulunurlar. (ve imân etmiş olanlar için mağfiret dilerler) Müslümanların Allah’ın affına kavuşmalarını Cenab-ı Hak’tan niyâzda bulunur, onların haklarında büyük bir şefkat göstermiş olurlar ve derler ki: (Yarabbi!. Sen her şeyi rahmet ile ve ilm ile kuşatmışsındır.) Senin rahmetin kullarının günâhlarını, kusurlarını affetmeye ve örtmeye fazlasiyle kâfidir ve senin ilmin bütün mahlûkatını kapsayıcıdır, kullarının bütün işlerini, sözlerini kuşatıcı bulunmaktadır. (Artık) Ey Rabbim!. Günâhlardan dolayı (tevbe etmiş, senin yoluna tâbi olmuş) İslâmiyet’in yolunu tâkib ederek bâtıl yolları terkeylemiş (olanlara mağfiret buyur) onları evvelce yapmış oldukları kötülüklerden dolayı bağışla, (ve onları cehennem azabından koru.) O mümin kullarımı koru ve gözet. İşte o kutsal melekler, müminler hakkında böyle bir sevgi ve şefkat gösterir, böyle hayırlı dualarda bulunurlar. Artık o müminlere karşı, dinsizlerin gösterdikleri düşmanlığın ne ehemmiyeti olabilir?. Müminler, öyle yüce zâtların muhabbetlerine, dualarına ulaşmıştırlar. Allah’a hamdolsun.

8. Ey Rabbimiz! Ve onları, kendilerine vaad buyurmuş olduğun Adn Cennetlerine girdir ve onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları da o cennetlere ulaştır. Şüphe yok ki, mutlak galip, hikmet sahibi olan sensin, sen.

8. Evet.. O mübârek melekler, o müminler hakkında dualarına, niyâzlarına devam ederek derler ki: (Ey Rab’bimiz!. Ve onları) O mümin kullarını (kendilerine) Peygamberleri lisâniyle, semâvî kitaplar vasıtasiyle (vâd buyurmuş olduğun Adn cennetlerine girdir) onları o ebedî, güzel ikâmetgâhlara kavuştur. (ve onların babalarından ve eşlerinden ve zürriyetlerinden iyi olanları da..) Onlardanimân ile ölmüş bulunanları da o cennetlere sok. Tâki, onlar ile de toplanarak o sâyede de pek büyük bir huzura, bir gönül ferahlığına kavuşmuş bulunsunlar. (şüphe yok ki,) Ey Kerem Sâhibi Yaratıcı!, (azîz, hakîm olan) Her şeye galip,her fiili, hikmet gereği olan ancak (sensin sen) Buna inanıyoruz!. Sâid Bin-i Cübeyr Radiyallâhü Teâlâ Anh demiştir ki: Bir zât, cennete girer, der ki: “Yarabbi!. Nerede babam, dedem ve anam?. Ve nerede çocuğum ve çocuğumun çocuğu?. Ve nerede eşlerim?. Denilir ki: Onlar senin amelin gibi amelde bulunmadılar. O da der ki: Yarabbi!. Ben, kendim ve onlar için amelde bulunmuş idim. Artık denilir ki: Onları da cennete girdiriniz. Sonra Sâid Hazretleri, bu âyet-i kerîme’yi okumuştur. “Tefsir-ül Merâğî” Velhâsıl, imân ile âhirete gidenler, er geç cennetlere dahil olacaklardır.

9. Ve onları kötülüklerden koru ve her kimi o gün kötülüklerden korur isen ona muhakkak ki, rahmet etmiş olursun ve işte büyük kurtuluş budur.

9. O mübârek melekler, dualarını daha kapsamlı yaparlar, müminlerin dünyevî ve uhrevî ezalardan korunmalarını niyâz ederler. (Ve) Şöyle duada bulunurlar: (onları) O mümin kullarını (kötülüklerden koru) günâhlardan uzaklaştır, tevbeden evvel yapmış oldukları kötü amellerinin kötü neticelerinden onları muhafaza buyur, onlar ile kendilerini hesaba çekme (ve her kimi o gün) o kıyamet zamanında (kötülüklerden korur isen) onu dünyadaki günâhlarının kötü âkibetine uğratmazda hakkında af ile muamelede bulunur isen (ona muhakkak ki, rahmet etmiş olursun) hakkında pek büyük bir merhametin tecellî etmiş bulunur (ve işte büyük kurtuluş budur) böyle bir ilâhî rahmetin tecellîsine kavuşmaktan ibârettir, artık bu, ebedî bir kurtuluş ve selâmettir. Cenab-ı Hak, bunu cümlemize nâsip buyursun Âmin…

10. Muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuşlardır. Onlara nidâ olunacaktır ki: Elbette Allah’ın buğzu sizin kendi nefislerinize olan buğzunuzdan daha büyüktür. Çünkü siz imâna dâvet olunduğunuz zaman küfre devam edip duruyordunuz.

10. Bu mübârek âyetler, kıyamette kâfirlerin nasıl bir azarlama hitabına uğrayacaklarını ve onların cinâyetlerini itiraf edip kaybettiklerini telâfi için dünyaya dönmek temennîsinde bulunacaklarını bildiriyor. Onlara uğradıkları azabın kendi kâfirce, müşrikçe hareketlerinin bir cezası olduğunu ihtar ediyor. Kulları hakkında hükmedecek olan Allah Teâlâ’nın kudret ve hikmetinin mükemmelliğine işâret eden eserlere tefekkür sâhiplerinin dikkatlerini şöylece çekmektedir, (muhakkak o kimseler ki, kâfir olmuşlardır) Dünyada iken imân etmeyip küfr ve şirk içinde yaşamışlardır. (onlara) Âhirette cehenneme atılacakları zaman melekler tarafından (nidâ olunacaktır ki:) Ey şimdi âhiret âleminde birbirinize karşı mücadelede, lânet okumakta bulunan dinsizler!, (elbette) Sizin hakkınızda imândan kaçınmış olduğunuzdan dolayı (Allah’ın buğzu) yâni: sizin hakkınızda o hikmet sâhibi Yaratıcının gazabı, azabı, şimdi (sizin) bu cehennemde (kendi nefslerinize olan buğzunuzdan daha büyüktür) dünyadaki küfrünüzden ve birbirinizi aldatmış olmanızdan dolayı şimdi ortaya koyduğunuz pişmanlıkların, düşmanlıkların üstünde bir ilâhî azaba uğramış bulunacaksınızdır. (Çünkü siz) Peygamberler tarafından imâna dâvet olunduğunuz zaman (küfre devam edip duruyordunuz) nefslerinizin arzularına ve bir takım dinsizlerin aldatmalarına uymaktan geri durmuyordunuz. Artık bu hak etmiş olduğunuz azap içinde şimdi çırpınıp durunuz. “Makt” kelimesi, buğzun en şiddetli bir çeşidi demektir. Allah’ın buğzundan maksat ise bunun gereği olan gazap ve azap etmektir.

11. Diyeceklerdir ki: Ey Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün ve bizi iki defa dirilttin. Artık günâhlarımızı itirafta bulunduk, imdi çıkmak için bir yol var mıdır?

11. O kâfirler de kıyamette azaba uğradıklarını görünce (Diyeceklerdir ki: Ey Rab’bimiz!.) Ey bizi dünyada nice nîmetlerle beslemiş olan Yaratıcımız! (bizi iki defa öldürdün ve bizi iki defa dirilttin) yâni: Bizi babalarımızın zürriyetinde ölü mesabesinde bulundurmuş iken sonra dünyaya getirip hayata erdirdin, sonra da bizi dünyada öldürdün, daha sonra da kıyamet gününde yeniden dirilterek hayata kavuşturdun. Yarabbi!. (artık günâhlarımızı itirafta bulunduk) bu kıyamet âlemini inkâr ediyorduk, Allah’ın emirlerine muhalefette bulunuyorduk. Biz şimdi ne kadar inkârcı hareketlerde bulunmuş olduğumuzu anladık (imdi) dünyaya tekrar (çıkmak için bir yol var mıdır?.) Bu âteşten çıkıp tekrar dünyaya varalım, üzerimize düşen vazifeleri yapalım da bu azaptan kurtulmuş olalım. “Bu hâdise, muhakkak sûrette vücuda geleceği için geçmiş zaman kipiyle beyân buyurularak: Dediler ki: Şeklinde ifâde edilmiştir.

12. Onlara cevaben denilecektir ki: Bu, size o sebeptendir ki: Allah, birdir diye beyan olununca siz inkâr ettiniz ve ona ortak koşulacak olursa inanıveriyordunuz. Artık hükm, o pek yüce, pek büyük olan Allah’a aittir.

12. Öyle temennîlerde bulunan kâfirlere cevaben denilecektir ki: (Bu) Âteşte böyle kalmanız (o sebeptendir ki, Allah birdir diye beyân olununca siz inkâr ettiniz) Allah’ın birliğini tasdik etmediniz (ve O’na) o eşsiz Yaratıcıya (ortak koşulacak olursa inanıveriyordunuz) bir müşrik çıkıp da birçok ilâhın varlığını iddia edince siz de onun gibi şirke düşmüş bulunuyordunuz, (artık hükm O pek yüce, pek büyük olan Allah’a âidtir) O Yüce Yaratıcının hükmü kesindir. Artık âhireteintikâl edenlerin bir daha dünyaya dönmeleri takdir edilmiş değildir. Küfr ve şirk üzerine ölenlerin ebedî sûrette cehennemde azap görmeleri hikmet gereğidir.

13. O, O Yüce Yaratıcı dır ki: Size âyetlerini gösteriyor ve sizin için gökten bir rızk indiriyor. Bu âyetleri Hak’ka dönenlerden başkası anıp düşünemez.

13. (Ve O) Yüce Yaratıcı (dir ki,) Ey insanlar!, (size âyetlerini gösteriyor) O’nun birliğine, kudret ve büyüklüğüne işâret eden alâmetler, sizin gözlerinizin önünde parlayıp duruyor. Onları akıllı bir sûrette dikkate almalı değil misiniz?, (ve sizin için gökten bir rızk indiriyor) Yağmurları yağdırıyor, onların vasıtasiyle bütün insanlığın gıdasını teşkil edecek olan çeşit çeşit, rengârenk ürünleri meydana getiriyor. Bunlar, ne kadar birer kudret eseridir, birer ilâhî lütuftur. Bunlar Allah’ın birliği hakkında ne kadar mükemmel birer delil bulunmaktadır. Birçok kimseler ise akıllarını kötüye kullanıyor, gaflet içinde yaşıyor, yanlış telkinlere kulak veriyorlar. Bundan dolâyıdır ki, bu âyetleri Hak’ka (dönenlerden başkası anıp düşünemez.) gaflet içinde yaşarlar, bu âyetler ile, bu yaratılış eserleriyle bunların Yaratıcısının varlığına, birliğine, kudret ve büyüklüğüne delil getirme kabiliyetini zâyi etmiş bulunurlar. Onun içindir ki: Öyle küfr ve şirk içinde yaşar dururlar ve bilâhare onun ebedî cezasına kavuşurlar. Artık tâbîi yeteneğini zâyi etmemiş olan bir insan, öyle kâfirlere hiç tâbi olur mu?.

14. Artık Allah’a dini O’nun için hâlis kılarak ibadet ediniz. İsterse kâfirler hoşlanmasınlar.

14. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’ya samimi bir şekilde ibâdet edilmesini emrediyor. Ve o Yüce Yaratıcının diğer bir kısım yüce sıfatlarını bildiriyor. Resûl-i Ekrem’in insanları pek müthiş olan kıyamet günü ile korkutmakla emrolunduğunu gösteriyor ve Hak Teâlâ’nın gizli ve açık her şeyi ilmen kuşatmış olduğunubeyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Güzelce tefekküre, ilâhî âyetleri anlamaya muvaffak olacak olanların madem ki, Hak’ka yönelen zâtlardan ibâret olduğu beyân buyuruluyor (Artık) sizler de ey mümin kullar!. Yalnız (Allah’a) tapınız (dini O’nun için hâlis kılarak ibâdet ediniz) Allah’ın dininden başka din sanılan şeylerin bâtıl olduklarını bilerek tam bir samimiyetle İslâm dininin emirleri doğrultusunda Cenab-ı Hak’ka ibâdet ve itaatte bulununuz, (isterse, kâfirler hoşlanmasınlar) Siz onların sözlerine bir kıymet vermeyiniz, öyle din düşmanlarının lâkırdılarına iltifat etmeyiniz, bırakınız onlar, öyle ilâhî dine olan düşmanlıklarından dolayı kahrolsunlar, siz kendi yüce vazifelerinizi ifâya çalışınız, insanlığın saadeti bu sâyede tecellî eder, düşmanlar da o düşmanlıkları yüzünden elbette ki, bir gün Allah’ın kahrına uğrar giderler.

15. Dereceleri yükselten, arşın sahibi olan Allah Teâlâ, kendi emrinden olan vahyi kullarından dilediğine indirir ki, kavuşulacak gün ile korkutsun.

15. (Dereceleri yükselten) Peygamberin, velilerin, meleklerin mertebelerini yükselten, bir kısım mahlûkatın kabiliyetlerini, bilgilerini, huylarını kat kat arttıran (arşın sâhibi olan) bütün âlemin tabakalarının en muazzamı olan arşın sâhibi ve yöneticisi bulunan (Allah Teâlâ) o hikmet sâhibi mâbud (kendi emrinden dolayı vahyi) mânevî bir ruh mesabesinde olup kabiliyetli kimseler için ebedî bir hayat vesîlesi bulunan semâvî kitapları, âyetleri (kullarından dilediğine indirir) dilediği mümtâz kulunu peygamberlik ve risâletle şereflendirir (ki) o zât (kavuşulacak gün ile) yâni: Ruhların cesetlere ve gökler ile yerlerdeki kimselerin birbirlerine kavuşacakları kıyamet günü ile ümmetlerini (korkutsun) onlara o ceza gününü ihtar ederek kendilerini kulluk şânına lâyık hareketlerde bulunmaya teşvik eylesin.”Yevmüttelak” buluşma günü demektir, bundan maksat, kıyamet günüdür. Çünkü o günde birçok buluşma vuku bulacaktır.

16. Bir gün ki, kabirlerinden dışarı çıkarlar, onlardan hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz. Bugün hükümranlık kimindir? Tek ve kahhar olan Allah’ındır.

16. (Bir günki) Bir kavuşulacak zaman ki, herkes kabirlerinden vesâir bulundukları yerlerden (dışarı çıkarlar) kendilerini hiçbir şey gizleyemez, bütün hâlleri ortaya çıkmış olur. (onlardan hiçbir şey Allah’a karşı gizli kalmaz) Bütün gizli ve açıkça yaptıkları şeyler, Allah katında bellidir, ona göre haklarında muamele olunacaktır. Artık öyle bir günde Allah tarafından buyurulur ki: Ey Mahlûkat!. Bakınız (bugün mülk kimindir?.) bu kıyamet gününde bütün mahlûkat üzerinde hükmü geçerli olan zât, kimden ibârettir?. Yine Allah tarafından veya bütün mahşer ehli tarafından denilecektir ki: Mülk, mutlak hâkimiyet (tek) ortak ve benzerden uzak ve (kahhâr) her mahlûkuna kudretiyle galib ve hâkim (olan Allah’ındır) işte öyle büyük ve hakikatların tamamen tecellî edeceği bir günü bütün insanların düşünmeleri icâbetmez mi?. “Bârizûn” gizlenmelerine yol bulunmayacak bir şekilde ortaya çıkan kimseler demektir.

17. Bugün her nefis kazanmış olduğu ile cezalandırılacaktır. Bugün zulüm yoktur. Şüphesiz ki, Allah hesabı çabukça görendir.

17. Buyurulacaktır ki: (Bugün) Bu mahşer anında (her nefs) dünyada iken (kazanmış olduğu ile cezalandırılacaktır) herkes hakkında yapmış olduğu hayıra ve şerre göre muamele olunacaktır. İnanan ve iyilik yapan kullar, mükâfatlara nâil olacaklardır. Kâfir ve âsi kullar da lâyık oldukları azaplara kavuşacaklardır, (bugün zulm yoktur) hiçbir kimsenin sevabı azaltılmaz, azabı da artırılmaz. Herkese hak ettiğine göre muameleyapılır. (Şüphe yok ki, Allah hesabı çabukça görendir.) O’na hiçbir şey mâni olamaz. Bütün yaratıkları az bir zamanda muhasebeye tâbi tutmuş, haklarında adâletle hükm vermiş olur. O Yüce Yaratıcının kudreti, ilmi her şeyi kuşatmıştır, Her şeye kâfidir. Bunda kimse şüphe edemez. Artık her insan o günü düşünmeli, ona göre hazırlanmalıdır.

18. Ve onları o yakın gün ile korkut. O vakit ki, yürekler gırtlağa dayanmış olarak korku ile dolmuş bulunur. Zâlimler için ne bir yakın dost vardır, ne de itaat olunacak bir şefaatcı vardır.

18. Cenab-ı Hak, Yüce Peygamberine emr ediyor ki: (Ve) Ey Resûlüm!. Sen (onları) o kavmini (o yakın gün ile korkut) o vukuu yakın olan kıyamet gününü onlara ihtar et, bir mâzeret ileri sürmelerine mahâl kalmasın, ve haklarında ne kadar iyilik sever olduğun tecellî etmiş bulunsun (o vakit ki,) o pek müthiş bir günde ki, (yürekler gırtlağa dayanmış olarak korku ile dolmuş bulunur) herkes o günün dehşetli tesiriyle öyle pek heyecanlı, muztarib bir hâlde bulunmuş olur. Artık o günde (zâlimler için) kendi nefslerine küfr ve şirk ile zulm etmiş kimseler hakkında (ne bir yakın dost vardır) ki, kendisine bir fâidesi dokunsun (ne de itaat olunacak) yâni ne de şefaati kabul edilecek (bir şefaatçi vardır.) ki, o sâyede azaptan kurtulabilsin. Artık o gibi dinsizler, her yardımdan mahrum kalarak cehenneme sevk edilmiş olacaklardır.

§ Azife: Yakın olan şey demektir. Kıyamet de nispeten yakın olduğu için kendisine Azife adı verilmiştir. “Hanâcir” de boğaz, hulkum mânasına olan “hançere”nin çoğuludur. Bu baş ile boyun arasındaki bir et parçasından ibârettir. “Kâzımın” de içlerindeki hüznü, gazap ve düşmanlığı gizleyen, saklayan ve hapseden kimseler demektir. “Hâmim” de fâideli, yakın kimse ve sıcak su mânasınadır.

19. Allah, gözlerin hain bakışını bilir ve kalplerin gizledikleri şeyi de bilir.

19. Evet.. (Allah) Teâlâ bütün kullarının hâllerini bilmektedir. O Hikmet Sâhibi Yaratıcı (gözlerin hain bakışını bilir) gözlerini kötüye kullanıp nâmahremlerine bakanları, kötü bir maksatla etrafa göz atanları bundan dolayı mes’ul tutar, (ve kalblerin gizledikleri şeyi de) Bilir, herkesin kalben ne düşündüğünü, kendisi veya başkaları hakkında hayır mı, şer mi düşünür olduğu Cenab-ı Hak’a tamamen malûmdur. Artık herkes, bu hakikati bilerek ona göre hareketini tanzim etmeli, temiz ve iyilik sever bir kalbe sâhip olmaya çalışmalıdır, gerek kendisi ve gerek başkaları hakkında dine, ahlâka muhalif şeyleri düşünmeğe, işlemeye cür’et etmemelidir. Sonra kendisini onun müthiş mes’uliyetinden kurtaramaz.

§ Hainetül’ayün’dan maksat: Hain gözlerdir ki, bakılması câiz olamayan şeylere gizlice bakar, hırsızlıkta bulunur.

20. Ve Allah, Hak ile hükmeder. O’ndan başka ibadet ettikleri ise bir şey ile hükmedemezler. Şüphe yok ki, hakkıyla işiten, gören ancak Allah’tır.

20. Bu mübârek âyetler de Allah Teâlâ’nın adâlet ve hakkaniyetle hükmettiğini, kendilerine tapılan putların, bâtıl tanrıların ise hiçbir şey ile hükmetmeye kaadir olmadıklarını beyân ile müşriklerin cehâletlerini teşhir ediyor. Vaktiyle şirke düşmüş, Peygamberlerini inkâr etmiş ve şimdiki müşriklerden daha kuvvetli bulunmuş olan eski kavimlerin günâhları yüzünden başlarına gelen mûsibetlere, felâketlere sonraki müşriklerin dikkatlerini çekmek ve kendilerini tehdit ile uyanmaya dâvet ve ilâhî azabın şiddetini kendilerine ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ve Allah hak ile hükmeder) Allah’ın emrine riâyet edenler ile etmeyenler hakkında ilâhî adâleti tecellî eder, ilâhî emre uyarak gözlerini, kalblerini gayrı meşrû bakışlardan, düşüncelerden muhafaza edenleri mükâfata erdirir, hilâfına hareket edenlere de azapeder. O müşriklerin (O’ndan) O Hikmet Sâhibi Yaratıcıdan (başka ibâdet ettikleri ise) o putları o bâtıl mâbudları ise (birşey ile hükmedemezler.) çünkü onlar birşey bilemez, bir şeye kaadir olamaz, ehemmiyetsiz şeylerdir, (şüphe yok ki, hakkıyla işiten, gören ancak Allah’tır.) artık öyle her şeye kaadir, her şeyi bilen bir Yüce mâbud var iken ibâdet ve itaati O’na mahsus kılmayıp da öyle ehemmiyetsiz, âciz, fâni şeylere nasıl ibâdet edilebilir?. O müşrikler, öyle hareketlerinin mesuliyetini, müthiş neticesini hiç düşünmezler mi?.

21. Yeryüzünde bir gezip dolaşmadılar mı ki, bakıversinler ki: kendilerinden evvelkilerin âkıbetleri nasıl olmuştur. Onlar, bunlardan kuvvetçe ve yerdeki eserlerce daha şiddetli idiler. Sonra onları günâhları sebebiyle yakaladı ve onlar için Allah’tan bir koruyucu bulunmadı.

21. O son zamanlardaki müşrikler, inkârcılar (Yeryüzünde bir gezip olaşmadılar mı ki:) ticaret için, seyahat için muhtelif beldelere gitmediler mi ki, onlar bir ibret gözüyle (Bakıversinler ki, kendilerinden evvel) yeryüzünde yaşamış (olanların âkıbetleri nasıl olmuştur) Âd ve Semud kavimleri gibi geçmiş milletler, küfrleri yüzünden ne gibi fecî felâketlere uğramışlardır. Bunlar, o eski kavimlerin o müthiş tarihî hâllerini bir düşünmeli değil midirler?, (onlar) o eski milletler (bunlardan) bu asr-ı saadetteki müşriklerden, inkârcılardan (kuvvetçe ve yerdeki eserlerce daha şiddetli idiler) o eski kavimler, daha büyük kuvvetlere, servetlere sâhip idiler, daha muazzam şehirler, kal’alar, köşkler vücuda getirmişlerdi. Hâlâ o eserlerden bir kısmı görülmektedir. Halbuki, aradan bir nice sene geçmiştir, (sonra Allah onları günâhları sebebiyle yakaladı) onları yakalayıp cezalandırdı (ve onlar için Allah’tan bir koruyucu bulunmadı) o kendilerinetaptıkları putları bâtıl mâbutları, kavimleri kendilerine yönelen felâketlerden aslâ koruyamadılar. Artık ey şimdiki müşrikler!. Siz onlardan bir ibret dersi almalı değil misiniz?. Size yönelecek felâketlerden artık sizi kim koruyabilecektir?.

22. Bunun sebebi ise şüphe yok ki, onlara Peygamberleri apaçık âyetler ile gelir olmuşlardı. Onlar ise hemen inkâr etmişlerdi. Artık Allah onları yakaladı. Muhakkak ki: O, çok kuvvetlidir, azabı çok şiddetlidir.

22. (Bunun sebebi ise) O eski kavimlerin öyle Allah’ın kahrına uğramış olmalarına sebebiyet vermiş olan hâl ise (şüphe yok ki, onlara Peygamberleri apaçık âyetler ile gelir olmuşlardı) kendilerinin Allah tarafından gönderilmiş birer yüce Peygamber olduklarına açıkça işâret eden mûcizeler ile veya açık ve parlak olan hikmetli hükümler ile gönderilmişlerdi. (Onlar ise) O müşrik kavimler ise o zâtları (hemen inkâr etmişlerdi) o zâtları tasdik etmemiş, emirlerine itaatte bulunmamışlardı. (Artık, Allah onları yakaladı) onları ilâhî gazabına mâruz bıraktı. (muhakkak ki, O) Yüce Yaratıcı (çok kuvvetlidir) dilediğini vücuda getirmeğe fazlasiyle kaadirdir ve O’nun inkârcılar hakkındaki (cezası çok şiddetlidir) artık sonraki inkârcılar da o eski inkârcıların başlarına gelmiş olan o müthiş felâketleri bir kerre düşünmeli değil midirler?. O müthiş tarihî hâdiselerden bir ibret dersi almalı değil midirler?. Nedir bu kadar gaflet ve cehâlet!.

23. And olsun ki, Mûsa’yı âyetlerimizle ve apaçık bir delîl ile gönderdik.

23. Bu mübârek âyetler de Peygamberlerine karşı muhalif cephe alan kavimlerin helâkine âid bir meşhur kıssayı söz konusu ederek Resûl-i Ekrem’e teselli vermiş oluyor. Tanrılık iddiasında bulunan Fir’avun’un Hz. Mûsa ile diğer müminlere karşı gösterdiği şiddetli düşmanlığı bildiriyor. Mûsa Aleyhisselâm’ın dao düşmanlarına karşı Cenab-ı Hak’ka sığınmış olduğunu beyân ile müminlere şöylece pek yüce bir uyulacak örnek göstermekte bulunmaktadır. (And olsun ki, Mûsa’yı âyetlerimizle) bir nice mûcizeler ile (ve apaçık bir kesin emir ile) bir kat’i delil ile, savunması mümkün olmayan bir hârika ile (gönderdik) ejderha, kesilen âsa ve güneş gibi parlayan Yed-i Beyza bu cümleden bulunuyordu.

24. Firavun’a ve Hâman’a ve Karun’a gönderdik. Dediler ki: o bir sihirbazdır. Bir yalancıdır.

24. Evet.. O Yüce Peygamber, öyle harikulâde bir kuvvet ile (Fir’avun’a) Mısır hükümdarına (ve) onun veziri olan (Hâman’a ve) Mısır’ın ileri gelenlerinden olan (Karun’a gönderdik) onları îmana dâvet etmekle görevli kıldık. O dinsizler ile (dediler ki:) O Mûsa (Bir sihirbazdır) Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber olduğuna dâir olan iddiası, gerçeğe aykırıdır. O lânetli inkârcılar, Mûsa Aleyhisselâm’a karşı koymaktan âciz kaldıkları için böyle bir iftiraya cür’et etmişler insanların ona tâbi olmalarına meydan vermemek için büyük bir cinâyete lüzum göstermişlerdi.

25. Vaktaki, onlara bizim tarafımızdan hak ile geliverdi, dediler ki: Onunla beraber imân edenlerin oğullarını öldürünüz, kadınlarını da diri bırakınız. Kâfirlerin hilesi ise bir sapıklıkta bulunmaktan başka bir şey değildir.

25. (Vaktaki,) Mûsa Aleyhisselâm (onlara) o Fir’avun ile ona tâbi olanlara (bizim tarafımızdan hak ile geliverdi) bir kısım mûcizeler ile, Allah’ın birliğine âid âyetler ile ve reddi mümkün olmayan deliller ile Peygamber gönderilmiş oldu. O inkârcılar (dediler ki: Onunla) Hz. Mûsa ile (beraber îman edenlerin) onu tasdik edip onun emrine tâbi olanların (oğullarını öldürünüz) İsrâiloğulları’nın erkeklerini azaltınız onların kuvvetlenmelerine engel olunuz (kadınlarını da) hizmetlerinizde bulunmak üzere (diribırakınız) onları öldürmeğe lüzum görmeyiniz. Halbuki, o gibi (kâfirlerin) öyle (hilesi ise) bir takım çarelere başvurmaları ise kendilerine bir fâide verecek değildi. O ancak (bir sapıklıkta bulunmaktan başka değildir.) Onları arzularına aslâ kavuşturamaz, Allah’ın takdirine hiçbir şey engel olamaz. Fir’avun, vaktiyle İsrâiloğulları’nın dünyaya gelen erkek çocuklarını öldürtmüştü. Hz. Mûsa dünyaya geldikten sonra öldürme cinâyetine nihâyet verilmişti. Bilâhare Hz. Mûsa Peygamberlikle görevlendirilip Fir’avun’u vesâire tevhid dinine dâvet edince Fir’avun ile ona tâbi olan dinsizler, tekrar böyle bir kâtil hâdisesine lüzum görmüşlerdi.

26. Ve Firavun dedi ki: beni bırakınız Mûsa’yı öldüreyim ve O Rabbine dua ediversin. Şüphe yok ki, sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmasından korkarım.

26. (Ve Fir’avun) Kendisine tâbi olan reislere hitaben (dedi ki: Beni bırakınız) bana muhalefette bulunmayınız (Mûsa’yı, öldüreyim) onun dininin yayılmasına meydan bırakmış olmayayım. (ve O, Rab’bine dua ediversin) eğer hakikaten Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamber ise Allah onu korusun. Mel’un Fir’avun bir alay yoluyla böyle konuşmada bulunmuş, Hz. Mûsa’nın yalan söylediğini, kendisini koruyacak bir mâbudun bulunmadığını söylemek istemişti. Ve kavmine hitaben şöyle demişti: (şüphe yok ki,) Mûsa Aleyhisselâm (sizin dininizi değiştireceğinden) sizi hükümdarınıza ve putlarınıza tapmaktan alıkoyacağından (veya yeryüzünde bir fesat çıkarmasından) bir ihtilâfa, bir ihtilale, bir vuruşmaya meydan vereceğinden (korkarım) öyle dininize ve dünyanıza âid bir değişiklik, bir sıkıntı vücuda gelmemesi için onun öldürülmesi, uygun olacaktır. Fir’avun’a tâbi olan reisler ise Hz. Mûsa’nın öldürülmesini uygun görmemişlerdi. Diyorlardıki: Onu öldürmek, bizim ona karşı ilm ve delil bakımından âciz bir kimsedir, bir sihirbazdan başkası değildir, bununla beraber belki Fir’avun da Hz. Mûsa’yı öldürmeye cür’et edemiyordu. O yüzden başına bir felâket geleceğini kalben seziyordu, kendi aczini korkusunu göstermemek için bu öldürme olayına ileri gelenlerin mâni olduğunu göstermek istiyordu.

27. Mûsa da dedi ki: Şüphe yok hesap gününe îmân etmeyen her kibirli kimseden dolayı ben Rabbime ve Rabbinize sığınırım.

27. Hz. (Mûsa da) o mel’un Fir’avun’un bu maksadından haberdar olunca (dedi ki: Şüphe yok, hesap gününe îman etmeyen) kıyametin vukuuna inanmayan Fir’avun gibi (her kibirli) bencil, kalb katılığına müptelâ olan, hakkı kabulden kaçınan (kimseden dolayı) onun şerrinden, suikasdinden emin olmak duasıyla ey mümînler!. (ben Rab’bime ve Rab’binize) Hepimizin de yaratıcısı, terbiye edicisi, mâbudu olan Allah Teâlâ’ya (sığındım) o Yüce Yaratıcı, beni ve benim gibi ilâhî dine hizmet edenleri elbette ki, muhafaza buyurur. Mûsa Aleyhisselâm’ın bu yüksek beyânları gösteriyor ki: Her mü’min için lâzımdır ki, herhangi bir müşkil durumdan, herhangi bir düşmanın hilesinden, suikastinden emin olabilmesi için dâima Cenab-ı Hak’kın koruma ve himâyesine sığınmalıdır, O’ndan yardım beklemelidir. Hz. Mûsa’nın maksadı, mutlak olarak dinsizler, zâlimler olduğu için Fir’avun’un ismini açıkça söylemeye lüzum görmemiştir.

28. Ve Firavun’un âilesinden olup imânını saklayan bir mü’min kişi dedi ki: Bir erkeği “Rabbim Allah’dır” dediğinden dolayı öldürecek misiniz? Halbuki, size Rabbinizden apaçık mucizeler ile gelmiştir. Ve eğer yalancı ise onun yalanı, kendi aleyhinedir ve eğer doğru ise korkuttuklarının bir kısmı size İsabetedecektir. Şüphe yok ki: Allah, müsrif, yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez.

28. Bu mübârek âyetler de Fir’avun’un kavmi arasında bulunup îmanını saklayan bir zâtın Hz. Mûsa’yı pek hikmetli bir şekilde müdafaada bulunmuş, O’nun hayatına kastedenlere ne kadar güzel bir şekilde öğüt vermiş olduğunu bildiriyor. Fir’avun’un da o zâta ne şekilde cevap vermiş olduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: (Fir’avun’un ailesinden) Yâni Onun yânındaki reislerden, eşraftan (olup îmanını saklayan bir mü’min kişi) ki: Bu, bir rivâyete göre Fir’avun’un amcası oğlu imiş, gizlice Hz. Mûsa’ya îman etmiş, idi. bununla beraber Fir’avun’un karısı da îman etmiş idi. Kıptilerden imân eden bu iki zât bulunuyordu. Veyahut bu zât garip bir mümin idi veya İsrâiloğulları’ndan idi. Fir’avun’un teklifini red için filozofça bir tarzda (dedi ki: Bir erkeği “Rab’bim Allah’tır” dediğinden dolayı öldürecek misiniz?.) bu nasıl uygun olabilir?, (halbuki,) O, boş bir iddiada bulunmuyor, bilâkis (size Rab’binizden apaçık mûcizeler ile gelmiştir) bütün bunlar, O’nun doğru sözlü olduğuna şehadet ediyor, (ve eğer) O, faraza (yalancı ise O’nun yalanı kendi aleyhinedir) günâhı O’na âidtir. O’ndan size bir zarar dokunmaz. (ve eğer doğru ise) ki, O’nun doğruluğu, gösterdiği mûcizeler ile ortaya çıkmış bulunuyor (korkuttuklarının bir kısmı) olsun elbette (size isâbet edecektir.) Elbette ki, az çok bir azaba uğrayacaksınızdır. Bu âkıbeti düşünmek icâbetmez mi? Ne için O’nun hayatına kastetmek istenilsin?. Bu zâtın açıklaması, pek hikmetli ve normal bir şekilde olan büyük bir şekilde olan büyük bir sakındırma demektir. Adeta denilmiş oluyor ki: O Peygamberin bildirdiği azapların, felâketlerin hepsi değil, bir kısmı bile size isâbet edecek olsa sizi mahva yine kâfidir, ondan kaçınmak gerekmektedir. Artık ne için böyle bir âkıbeti düşünmüyorsunuz?. (Şüphe yok ki, Allah, müsrif) Haddi aşan,bozgunculukta bulunan ve (yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez.) onun elinde bir takım hârikalar vücuda getirmez. Binaenaleyh eğer Mûsa Aleyhisselâm, hâşâ bir müsrif, bir yalancı olsa idi elbette ki, öyle muazzam mûcizeleri ile desteklenmiş bulunamazdı. Ve faraza müsrif ve yalancı bulunmuş olsa elbette ki, bir gün lâyık olduğu cezaya kavuşacaktır. Artık O’na sizin tecâvüzünüz nasıl uygun olabilir?, ve bu açıklamada şöyle bir taşlama da vardır. Ey Fir’avun!. Ve ey ona tâbi olanlar!. Siz o zâtın hayatına kastetmekle israfta bulunuyorsunuz ve Fir’avun’un Rablığını iddia ise sırf bir yalandır. Artık siz bu fenâ vasıflarınızın korkunç neticesini biraz düşünün.

29. Ey kavmim! Bugün mülk sizin içindir. Yerde yükselmişler bulunuyorsunuz. Fakat eğer bize Allah’ın azabı gelirse bize kim yardım edebilir? Firavun, dedi ki: Ben size uygun gördüğüm kanaatim ne ise ancak onu gösteriyorum ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik edici değilim.

29. O Mümîn zât, nasihatlarına devam ederek dedi ki: (Ey kavmim!. Bu gün mülk sizin içindir) Bu yurtta hâkim mevkiinde bulunuyorsunuz!. (Yerde) Bu Mısır ülkesinde (yükselmişler bulunuyorsunuz) İsrâiloğulları üzerine üstün gelmiş bir hâldesiniz, (fakat eğer bize Allah’ın azabı gelirse) Hz. Mûsa’nın hayatına kastedildiğinden dolayı üzerimize bir müthiş ilâhî ceza gelirse (bize kim yardım edebilir?) elbette ki, bir kimse yardım edemez, hepimiz de mahvolur gideriz. Bu mü’mîn zât, pek hikmetli bir tarzda nasihat vermiş, size bir azap gelirse demeyip bize teveccüh ederse diyerek kendisini müstesnâ tutmamıştır. Kendi hakkında bir varlık, bir istisna gösterme töhmetinden kendisini korumuştur. Bu sûretle de kendisinin iyilik sever olduğunu göstererek muhataplarının kalblerini hoş etmeye çalışmıştır. Ve bu beyân tarzı ile sözlerinin tesirini, kıymetini arttırmıştır. İşte vaizler içinbu bir numune teşkil etmektedir. Bu muhterem mü’mîne cevaben (Fir’avun dedi ki: Ben size uygun gördüğüm reyim ne ise ancak onu gösteriyorum.) ileri sürdüğüm görüşü diğer görüşlerden daha doğru görüyorum da onun için onu size bildiriyorum. (Ve ben doğru yoldan başkası için size rehberlik etmekte değilim) Yâni: Öldürülmelerini istediğini kimselerin öldürülmeleri menfaatinize uygun olacağı içindir ki, ben öyle bir teklifte bulunmuş oluyorum. O tâkibedilecek yol, bu benim göstermiş olduğum yoldan başkası değildir. Mel’un Fir’avun, korkular, tereddütler içinde bulunduğu hâlde böyle bir yiğitlik göstermek kurnazlığında bulunmuştur.

30. İmân eden zât da dedi ki: Ey kavmim! Şüphe yok ki, ben sizin üzerinize Ahzâb gününün benzerinden korkuyorum.

30. Bu mübârek âyetler de Fir’avun’un kanaatindeki ısrarına karşı o mü’min zâtın kavmine daha başka bir üslup ile nasihatte bulunmuş olduğunu bildiriyor. Bir takım eski kavimlerin küfrleri yüzünden nasıl helâk olup gitmiş olduklarını bir ibret örneği olarak ihtar eylemiş olduğunu nakl ediyor. Kıyamet gününün dehşetinden korkmakta olduğunu ve o gün hiç bir kimseyi Allah’ın azabından kurtarmaya bir kimsenin kaadir olamayacağını o zâtın bildirmiş bulunduğunu beyân buyurmaktadır. Şöyle ki: Mûsa Aleyhisselâm’ın peygamberliğine (İmân eden zât da dedi ki: Ey kavmim!.) eğer size Fir’avun’un sözlerine kıymet verir de Hz. Mûsa’yı yalanlar, O’na saldırıda bulunur iseniz (Şüphe yok ki, ben sizin üzerinize Ahzab gününün benzerinden korkuyorum.) sizin başınızda öyle bir felâketin gelmesi düşünülebilir.

§ Ahzâb: Cemaatler, guruplar demektir. Burada Peygamberlerine karşı muhalefette bulunarak fırkalara ayrılmış olan kavimler mânasınadır.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN