KASAS SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sure; Mekke-i Mükerreme’de nazil olmuştur. Ancak (52, 53, 54 ve 55) inci âyetlerin Medine-i Münevvere’de nâzil olduğu Mukatil tarafından rivayet olunmuştur. (85) inci âyetin de yüce Peygamberimizin mağaradan çıkıp “Cehfe” denilen mevkiye gelişleri esnasında nâzil olmuş olduğu İbni Abbas Hazretlerinden rivayet edilmiştir. Bu sûrei celîlede Musa Aleyhisselâm’ın kıssası, ayrıntılı olarak bildirildiği için buna “Kasas Sûresi” denildiği gibi “Musa Sûresi” adı da verilmiştir. Bu mübârek sure, Hz. Musa’nın ibret verici hayat tarihini, onun ilâhi vahye, mukaddes bir kitaba, büyük bir muvaffakiyete, birçok mucizeler ile desteklenmiş olduğuna dair bilgi veriyor, yüce Peygambere karşı muhalif bir cephe alanların nihayet ne kadar felâketlere uğramış olduklarına bir misâl almak üzere Firavun ile kavminin helâkini bildirerek insanların kibirli bir halde yaşayanların, insanların hukukuna tecavüz edenlerin bilhassa nasıl mahv ve yok olacaklarına bir nümune olmak üzerede Karun’un başına gelen felâketi gösteriyor. Son Peygamber Hz. Muhammed’in de düşmanlarına galip gelerek muvaffakiyetlere ulaşacağına ve hicret buyurmuş olduğu mübârek beldesine geri döneceğine işaret buyurmaktadır. Velhasıl: Bu yüce âyetler, Kur’an-ı Kerim’in ilâhi bir kitab olduğunu bildiriyor, birer büyük ibreti, birer yoksek öğütü içeriyor, Resûl-i Ekrem’in doğruluğuna şahitlik ediyor, o Yüce Peygamberin mübârek kalbini teselli etmeye bir vesile olup onun nice muvaffakiyetlerekavuşacağını müjdeliyor.

1. Ta, Sin, Mim.

1. Bu mübârek âyetler, Kur’an-ı Kerim’in yüceliğini bildiriyor. Musa Aleyhisselâm’a ait kıssanın bildirileceğini, Firavun’un da nasıl bir bozguncu olduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: (Ta, Sin, Mim) Bu mübârek harfler, müteşabihattan bir âyet bulunmaktadır. Bir rivayete göre de bunlar Allah’ın isimlerinden veyahut Kur’an-ı Kerim’in isimlerinden bir isimdir.

2. Bunlar, apaçık kitabın ayetleridir.

2. (Bunlar) Bu şânı yüce olan âyetler, (apaçık bildiren) hakkı ortaya çıkaran, hakkı bâtıldan seçip ayıran (kitabın) Kur’an-ı Kerim’in (âyetleridir) dünyevî ve uhrevî hikmetleri, faydaları içermektedir.

3. Sana Musa ile Firavun’un kıssasından bir kısmını gerçek şekliyle okuyacağız, iman eden bir kavim için.

3. Ey Son Peygamber! Bu âyetler ile (Sana Musa ile Firavun’un kıssasından) bir kısmını (gerçek şekliyle) gerçeğe uygun, hakikatın ta kendisi olarak (azar azar okuyacağız) yani: Bu husustaki hâdiseleri bildiren âyetleri birbirini müteakib bir surette Cibril-i Emin vasıtasiyle indirerek sana okumuş olacağızdır. Bunlar (îman eden bir kavim için) okunmuş, bildirilmiş olacaktır. Çünkü böyle âyetlerden, kıssalardan asıl istifade edecek olanlar, müminlerdir.

4. Şüphe yok ki, Firavun, o yerde azdı ve ahalisini bölük bölük etti onlardan bir taifeyi zayıf düşürmek istiyordu. Oğullarını bozğazlıyordu, kadınlarını da sağ bırakıyordu. Muhakkak ki, o, bozgunculardan olmuştu.

4. (şüphe yok ki, Firavun) Tanrılık iddiasında bulunan Mısır hükümdarı (o yerde) o Mısır diyarında (azdı) Allah’ın kullarına karşı kibirli bir vaziyet aldı, onları kahretmeye çalıştı (ve ahalisini bölük bölük etti) onları guruplaraayırdı, herbirni kendi maksadı uğrunda kullanmak istedi, özellikle (onlardan bir taifeyi) yani: Mısır’daki İsrailoğullarını (zayıf düşürmek istiyordu) “kıpt” kavmi ile İsrailoğulları arasına nifak ve düşmanlık düşürmüş bulunuyordu, şöyle ki: İsrailoğullarının (oğullarını) dünyaya gelen erkek çocuklarını (boğazlıyordu) onların artmalarına, yaşamalarına meydan vermiyordu (kadınları da sağ bırakıyordu) kız çocuklarını boğazlatmıyordu, çünkü onlardan korkmuyordu (muhakkak ki o) Firavun (bozgunculardan olmuştu) onun içindir ki, öyle masum kimseleri öldürtmek alçcaklığında bulunuyordu. Veheb demiştir ki: Firavun, Hz. Musa’yı araştırıp öldürmek için İsrailoğullarından yetmiş bir kişiyi öldürmüştür. “Firavun, İsrailoğullarının Mısırda çoğaldıklarından korkuyor, kendisine karşı bir devrim yapacaklarını düşünüyor, böyle bir cinayete cür’et etmiş bulunuyordu. Rivayete göre: Bir kâhin, Firavun’a demiş ki: İsrailoğullarının bir erkek çocuğu dünyaya gelecek, senin hâkimiyetine son verecektir. Bu rivayet, tenkite lâyıktır, çünki bir kâhin, istikbale ait, gaybla ilgili bir şeyi öyle ayrıntısıyla bilip haber veremez. İkinci bir rivayete göre Firavun bir rüya görmüş, Beyt-i mukaddes tarafından ortaya çıkan bir ateş, gelip kıptilerin evlerini yakmış, İsrailoğullarının evlerine zarar vermemiş. Üçüncü bir rivayete göre de Musa Aleyhisselâm’dan evvelki Peygamberler, Hz. Musa’nın ortaya çıkarak Firavun’un ve kavminin helâkına sebep olacağını haber vermişlerdi. İşte böyle bir endişeden dolayı Firavun, İsrailoğullarının dünyaya gelen erkek çocuklarını öldürmeğe senelerce devam etmiştir. Firavun, Allah’ın takdirine hiçbir hareketin engel olamayacağını takdir edemediği için böyle cahilce, zalimce bir cinayete cüret edip durmuş, nihayet korktuğu felâkete uğramıştır.

5. Biz de o yerde zayıf düşürülmeleri istenilen kimselere lütfetmek ve onları ileri gelenlerkılmak ve onları o yere varisler kılmak istiyorduk.

5. Bu mübârek âyetler, zayıf düşürülmek istenilen bir zümreyi Cenab-ı Hak’kın nasıl korumaya ve kudrete kavuşturmuş olduğunu bildiriyor. Firavun ile Haman’ın ve ordularının da korktuklarına nasıl uğratılmış olduklarını gösteriyor. Hz. Musa’nın annesinin de nasıl bir ilhama eriştiğini ve Nil’e atmış olduğu o mâsum yavrusunu oradan yakalayıp alanların da nasıl bir kuvvet, bir korku karşısında kaldıklarını anlatıyor. Firavun ile taraftarlarının da ne helâk edici bir hataya düşmüş bulunduklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Cenab-ı Hak, Firavun’un zayıf düşürmek istediği İsrailoğulları hakkındaki ilâhi takdirini beyan için buyuruyor ki: (Biz de) Yani: Ben Yüce Yaratıcı da (o yerde) Mısır diyarında (zayıf düşürülmeleri istenilen) ihanete, felâkete, fakirliğe ve muhtaç duruma düşürülmeye çalışılan (kimselere) İsrailoğullarına (lutfetmek) nimetlere kavuşturmak (ve onları ileri gelenler kılmak) onları dinî ve dünyevî işlerde ileri bir mevkie getirmek, insanları hayra sevk ve cennete davet edici bir halde bulundurmak (ve onları) o zayıf düşürülmek istenilenleri o yere, Firavun’un saltanat alanına (vânisler kılmak istiyorduk) yani: Onları böyle bir galibiyete ulaştırmak için, tanrılık iddiasında bulunmaktan dolayı utanmayan Firavun ile adamlarını da kahreylemek için kudret ve azametle ilâhi iradem tecelli etmekte bulundu.

6. Ve yeryüzünde onlara kudret vermek ve Firavun ile Haman’a ve ordularına onlardan sakındıkları şeyi bizler göstermek istiyorduk.

6. (Ve yeryüzünde onlara) İsrailoğullarına (kudret vermek) yani: Onları yalnız Mısır’a değil, her tarafta ve özellikle Mısır ve Şam ülkelerinde yerleştirmek, kendilerine kudret ve kuvvet vermek dilemiş olduk. Gerçeklerde onların yeryüzünde hâkimiyetleri geçerliolmuş, aralarından birçok muhterem Peygamberler ortaya çıkarak Allah’ın birliği inancını yaymaya çalışmış, Hz. Süleyman zamanında bütün Mısır diyarına varis olmuşlardır. (ve Firavun ile) Veziri (Haman’a ve) onların dinsizliğini takviyeye çalışan (ordularına) da (onlardan) o zayıf düşürmek istedikleri İsrailoğulları tarafından (sakındıkları şeyi) korkup çaresine bakmak istedikleri mağlübiyeti, hâkimiyetlerinin son bulmasını (biz göstermek) istedik, o kendisinden korkmakta oldukları masum çocuk, dünyaya getirilmiş oldu.

7. Musa’nın annesine de ilham ettik ki, onu emzir, onun üzerine korkunca da onu denize bırak ve korkma ve üzülme, şüphe yok ki, biz onu sana geri döndüreceğiz ve onu Peygamberlerden kılacağız.

7. İşte Hak Teâlâ Hazretleri buyuruyor ki: (Musa’nın) Yani: O Firavun ile taraftarlarının mahv ve kahrına sebep olacak olan mâsum çocuğun (annesine de ilham) veya rüyasında işaret (ettik ki, onu emzir) onu saklamak mümkün oldukça sakla, kendisine süt ver. O da rivayete göre sekiz veya dört veya üç ay o mâsumu, kucağında beslemiş, onun varlığını kız kardeşinden başkası bilmemiş idi. O mübârek çocuk da ağlamaksızın, hareket etmeksizin, durmakta bulunmuştu. Ve Cenab-ı Hak şöyle de ilham buyurmuştu ki: (onun üzerine korkunca da onu denize bırak) Yani: komşuların vesairenin ondan haberdar olarak Firavun’a haber vermelerinden endişe edince de onu bir şeye sararak Nil nehrine bırakıver (ve korkma) onun sütsüz kalacağından, suda boğulacağından dolayı korku ve dehşet içinde bulunma (ve üzülme) ondan ayrılacağından dolayı üzüntü ve kedere kapılma (Şüphe yok ki, biz onu) o mâsum yavnunu (sana geri döndüreceğiz) sen yakın bir zamanda yine ona kavuşacaksın (ve onu) yaşatıp (Peygamberlerden kılacağız) işte en büyük birmüjde, üzülmeye gerek yok.

8. Artık onu Firavun’un adamları bulup aldılar, tâki, kendileri için bir düşman ve bir üzüntü olsun, şüphe yok ki, Firavun ile Haman ve orduları hata eden kimseler olmuşlardı.

8. Hz. Musa’nın annesi, o mâsum yavurusundan Firavun’un adamları haberdar olarak onu elinden alabileceklerini düşündü (Artık onu) bir tabut içine koyarak sabahleyin Nil nehrine bırakıverdi (Firavun’un adamları) o mâsum çocuğu (bulup) tam bir özenle, muhafazasına dikkat ederek (aldılar) nehirden çıkarmış oldular, götürüp Firavun’un yanına teslim ettiler. Artık Firavun’un korktuğu başına gelmek üzere idi. Onlar güya kendilerini kurtarmak için çare arıyorlardı, halbuki, Allah’ın takdirine kim mâni olabilir? İşte korktukları çocuğu böyle yanlarına aldılar (tâki, kendileri için bir düşman ve bir üzüntü olsun) o mâsum büyüsünde onları dine davet etsin, ona muhalefetten korksunlar hâkimiyetlerinin yok olmasını düşünerek üzüntü ve keder içinde kalsınlar, onları ise başlangıçta bunun hiç de farkında bulunmamışlardı. (şüphe yok ki, Firavun ile Haman ve orduları) öyle kendilerini kurtarabilmek için birnice mâsum çocukların hayatlarına kastetmek suretiyle cinâyetlerde bulunan şahıslar, her hususta (hata eden kimseler olmuşlardı) zulüm ve küfre düşmüşlerdi, yaptıkları, yapmadıkları şeylerin kendileri için faideli mi, zararlı mı olacağını takdirden âciz idiler, daima hataya mâruz bir halde bulunmuşlardı. Kendilerini kurtarmak için nice mâsumları öldürdükleri halde asıl kendilerinin helâkine sebep olacak mübârek bir mâsumu yanlarında beslemekte bulundular, ilâhi takdire karşı ne kadar âciz bulunduklarını bilâhare anlayacaklardı. Fakat pişmanlık kendilerine bir faide vermeyecekti.

9. Ve Firavun’un eşi dedi ki: Benim için ve senin için bir göz aydınlığı. Bunu öldürmeyiniz.Umulur ki bize faideli olacaktır veya onu oğul ediniriz. Onlar ise farkında olamıyorlardı.

9. Bu mübârek âyetler de Nil’e atılmış olan Hz. Musa’yı Firavun’un eşinin tam bir sevinçle yanına alarak himaye etmiş olduğunu bildiriyor. Hz. Musa’nın kalben pek kederli bulunan annesine ise Allah tarafından sabır ve sebat ihsan buyurulduğunu ve kızı vasıtasiyle yaptırmış olduğu takip neticesinde o mâsum çocuğun Firavun sarayında bulunduğunu, oradaki süt analarının sütlerini emmediğini anlamış olduğunu gösteriyor ve saraya giden kız kardeşinin tavsiyesi üzerine Hz. Musa’nın süt ana namiyle annesine iade edilmiş bulunduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Hz. Musa; Nil’den çıkarılarak Firavun’un sarayına götürüldü (Ve Firavun’un eşi) Asiye, o mâsumun yüzünde parlayan güzelliği, hoşluğu görünce ona kalben tutulmuş oldu da (dedi ki:) bu pek seçkin çocuk ey hükümdar! (Benim için ve senin için bir göz aydınlığı) Bu çocuğun yüzü kalplerimize neş’e verecek bir güzellikte bulunuyor (bunu öldürmeyiniz) bunun hayatına ne sen ve ne de emredecek başkaları dokunmayınız. (umulur ki) bu çocuk ileride (bize faideli olacaktır) onun gözleri arasında parlayan nur, onun soyluluğunu gösteren bir alâmet, onun pek faideli bir şahsiyet olacağını göstermektedir. (veya onu oğul edininiz) çünkü o, oğul edinilmeye pek lâyık, ondan büyük bir fayda beklenilebilir. Firavun’un ise o zaman yalnız bir kızı varmış, oğlu yok imiş (onlar ise) yani Firavun ile adamları (farkında olamıyorlardı) o hayatına kastetmek istedikleri mâsum sebebiyle ileride nasıl lâyık oldukları bir cezaya kavuşacaklarını anlayacak bir kabiliyette bulunmuyorlardı. Öyle bir mâsumu haksız yere öldürmek istemişlerdi. “Firavun’un eşi: Asiye’nin babası” Müzahim’dir. Hz. Yusuf zamanında Mısır Firavun’u bulunan Velid’in torunlarından imiş. İsrailoğulları’ndan ve Hz. Musa’nın torunlarından olduğu da anlatılmaktadır, verivayete göre Hz. Musa’ya bu ismi veren de Asiye’dir. Ne için bu ismin verildiğini sual edenlere demiş ki: “mu” su demektir “sa” da ağaç mânasınadır. Bu çocuk da su ile ağaç arasında bulunduğu için kendisine “Musa” adını verdik.

10. Musa’nın annesinin kalbi, bomboş olarak sabahladı. Eğer inananlardan olsun diye onun kalbini pekiştirmemiş olsaydık, neredeyse onu açığa vuracaktı.

10. Hz. Musa’nın Nil’e bırakılıp da sonra Firavun’un sarayına götürülmüş olduğunu haber alınca (Musa’nın annesinin kalbi bomboş olarak sabahladı) kendisine gelen üzüntü ve kederden dolayı akıllıca düşünmekten mahrum kaldı. Diğer bir görüşe göre de onun kalbinde Hz. Musa hakkındaki düşüncesinden, üzüntü ve kederinden başka bir şey kalmadı, o mâsumun hayatına kastedileceğini sandı. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (eğen inananlardan) Allah’ın va’dinî tasdik edenlerden (olsun diye onun kalbini) sabır ve sabat ile (pekiştirmeseydik) onu bir kalp sağlamlığına kavuşturmasaydık (az kaldt onu) Hz. Musa’yı, ona ait hususları, onu kendisinın doğurup Nil’e attırmış olduğunu tam bir şaşkınlıktan dolayı (açığa vuracaktı) kemâli şefkatinden dolayı “vah evladım diye bağıracaktır. Fakat Cenab-ı Hak kendisine sabır ve sebat verdiği için böyle harekette bulunmadı.

11. Ve kız kardeşine dedi ki: Onun izini takibet, artık o da onu uzaktan bakıp gördü. Onlar ise farkında değillerdi.

11.Hz. Musa’nın annesi kendisinin kızı (Ve) Hz. Musa’nın “Meryem” adındaki (kız kardeşine dedi ki: Onun izini tâkibet) ondan bir haber almak için koşdur (artık o da) o kız kardeşi de (onu) Hz. Musa’yı (uzaktan bakıp gördü) saraya aldıklarını anladı, kendisi de bir yolunu bularak saraya gitti (onlar) sarayda bulunanlar (ise farkında değillerdi) onunkendilerini gözettiğini, Hz. Musa’nın kız kardeşi olduğunu anlamış bulunmuyorlardı. Hepsi de gaflet içinde yaşıyorlardı.

12. Ve önceden onun süt analarını kabulüne izin vermedik, bunun üzerine kız kardeşi dedi ki: Size bir aile göstereyim mi ki: Onu sizin için güzelce korurlar ve onlar onun için iyi davranışta bulunurlar.

12. Cenab-ı Hak da buyuruyor ki: (Ve önceden onun için) Hz. Musa için hikmet gereği (süt analarını kabulüne izin vermedik) yani: Onların memelerini emmeyi, onların sütlerinden istifade etmeyi nasib etmedik, annesine kavuşmasına bir vesile olmak üzere o süt verecek kadınlardan hiç birinin memesini emmedi, sütünden istifade etmek istemedi. Saraya girmiş olan kız kardeşi bu vaziyeti gördü (bunun üzerine dedi ki: Size bir aileyi göstereyim mi) öyle bir aileyi haber vereyim mi (ki, onu sizin için alıp güzelce korurlar) onun bütün işlerine bakarlar, süt ihtiyacını temin ederler. (ve onlar onun için iyi davranışta bulunurlar) Ona süt vermekte, onu güzelce beslemekte kusur etmezler. Bunun üzerine uygun görülerek Hz. Musa, o tavsiye edilen ailenin himayesine verildi, bu şekilde o mâsum, kendi annesine kavuşmuş oldu. Bu hususa dair bazı ayrıntılar, tefsirlerde yazılıdır, fakat onlara dair Kur’ani bir açıklama yoktur. Onları Allah’ın ilmine havale ederiz.

13. Artık onu annesine döndürdük ki, gözü aydın olsun ve mahzun olmasın ve bilmiş olsun ki, Allah’ın va’di şüphe yok ki, haktır velâkin onların çoğu bilmezler.

13. (Artık onu) O mâsum çocuğu (annesine döndürdük ki, gözü aydın olsun) vicdanen rahat bir halde bulunsun (ve) o muhterem oğlunun ayrılığından dolayı (mahzun olmasın) üzüntü ve kederden kurtulmuş olsun. (ve bilmiş olsun ki, Allah’ın vâdi: şüphe yok ki, haktır) Yani kesin bilgi ile bildiği gibi gözüyle görerek de bilip anlamış olsun ki, HakTeâlâ’nın vâd ettiği şey, elbette ki gerçeğe uygundur, herhalde meydana gelecektir. (velâkin onların) İnsanların (çoğu bilmezler.) Allah’ın va’dinin muhakkak sabit olduğunu takdir edemezler, yine kendilerini şüphelerden, tereddütlerden kurtaramazlar ve nice kimseler de Allah’ın va’dine kavuşmak için takibedilecek yolu tâkibetmeyip kendilerini o kutsî vad’dan mahrum bırakmış olurlar.

14. Vaktaki: Musa, yiğitlik çağına erdi ve olgunlaştı, ona hikmet ve ilim verdik ve işte güzel davrananları böylece mükâfatlandırırız.

14. Bu mübârek âyetler de Hz. Musa’nın olgunluk çağına erişip ilim ve hikmete nâil olduğunu bildiriyor. Ve ahalisinin gaflette bulundukları bir zamanda içerisine girmiş olduğu beldede birbiriyle çarpışan iki şahıstan birinin yardım istemesi üzerine diğerine bir tokat atmakla ölümüne sebebiyet verdiğini ve bundan dolayı nefsine zulmettiğini itiraf ederek niyâz eylediği ilâhi bağışlamaya kavuşturulduğunu beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm süt müddetini bitirdikten sonra yine Firavun’un sarayına alınmış, orada beslenmekte bulunmuştu. (Vaktaki: Musa, yiğitlik çağına erdi) Yani: Büyüyüp gelişmenin sonu olan otuz yaşından kırk yaşına yetişti (ve olgunlaştı) aklı, fikri tam normal bir hale geldi (ona hüküm) yani hikmet veya peygamberlik (ve ilm) dine ait bilgi, anlayış veya âlimlerin, hikmet sahiplerinin bilgisini (verdik) onu öyle mükemmellikle seçkin kıldık (ve işte iyi davnananların) ilâhi dine mensup, güzel ahlak ve davranışlarla vasıflanmış bulunanları (böylece mükâfatlandırırız) binaenaleyh Hz. Musa ile annesi de ihsana, güzel bir yaratılışa sahip oldukları için ilâhi lütuflara kavuşmuşlardır.

15. Ve ahalisinin gaflette bulundukları bir vakitte şehre girdi, orada birbiriyle vuruşmada bulunan iki erkek buldu. Biri, kendi kabilesinden idi ve diğeri de düşmanından idi.Kendi kabilesinden olan düşmanından olana karşı ondan yardım diledi. Musa da ona bir yumruk vurdu artık onun ölümüne sebep olmuş oldu. Dedi ki: Bu şeytanın işindendir. Şüphe yok ki, o şaşırtıcı, apaçık bir düşmandır.

15. (Ve) Musa Aleyhisselâm (ahalisinin gaflette bulundukları bir vakitte) yani: Şehre girilmesi âdet olmayan bir zamanda, meselâ: İnsanların yatsıdan sabaha kadar uykuya dalmış oldukları bir müddet içinde (şehre girdi) Firavun’un köşkünden çıkarak Mısır şehrine veya onun civarındaki nahiyelerden birine vardı, (orada birbirleriyle vuruşmada bulunan iki erkek buldu) Bunlar, birbirlerinin boğazına sarılmakta, âdeta birbirini öldürecek bir surette dövmekte bulunuyorlardı. Bunlardan (biri, kendi kabilesinden idi) İsrailoğullarından dindar bir şahıs idi bunun “Samiri” adında bir şahıs olduğu da nakledilmektedir. (ve diğeri de düşmanından idi) Bir kâfir kıpti bulunuyordu. (kendisinin kabilesinden olan) şahıs, kendisiyle öyle vuruşmada bulunup Hz. Musa’nın da (düşmanından olana) o kıptiye (karşı ondan) Hz. Musa’dan (yardım diledi) imdadına koşmasını rica etti (Musa da ona) o kıptiye, yapılan mücadeleyi terke dair yapılan tavsiyesini kabul etmeyince (bir yumruk vurdu) ona bir elinin içiyle bir sille attı, onu defetmek istedi (artık onun işini bitirmiş oldu) hayatına nihayet vermiş, onu ölüme mahkûm kılmış bulundu, kimse de bunun farkında olmadı. Bu hâdiseden üzüntü duyan Hz. Musa (dedi ki: Bu) şahsın böyle ölüvermesi (şeytanın işindendir) çünki ben onu öldürmekle emrolunmuş değildim onu öldürmek kasdinde de bulunmadım. O, şeytanın bir vesvesesi neticesinde yapılacak bir muamele. (şüphe yok ki, o) şeytan (şaşırtıcı apaçık bir düşmandır) ondan sakınmak lâzımdır.

16. Dedi ki: Yarabbi! Ben şüphe yok ki, nefisime zulmettim, artık beni bağışla. Bunun üzerine onu bağışladı. Muhakkak ki, çokbağışlayan, çok merhamet buyuran O’dur, O.

16. Musa Aleyhisselâm şöyle (dedi ki: Yarabbi! Ben şüphe yok ki nefsime zulmettim) bana emretmediğin bir ölüme sebebiyet verdim, o maktul, her ne kadar kâfir, belki de düşman olduğu için onu öldürmek mübah olsa da bir emralmadan öyle şeyi yapmasını Hz. Musa, bir zulüm bir cinayet saymış (artık beni bağışla) yarabbi! Beni hesaba çekme diye niyâzda bulunmuştur. İşte Cenab-ı Hak’kın dinî hükümlerine her şekilde boyun eden zatlar, kendilerinden çıkan bir hatayı bile büyük bir günah gibi kabul ederek Allah’ın affına sığınırlardı. (bunun üzerine) Bu niyâz ve yakarışı müteakip, o Kerim Yaratıcı da (onu) Hz. Musa’yı (bağışladı) onu, duasi sebebiyle bağışladığını kendisine müjdeledi. (muhakkak ki, çok bağışlayan) Kullarının günahlarını çok affeden ve bağışlayan ve onlara (çok merhamet buyuran O’dur O) evet.. o kerim, rahim olan Allah Teâlâ’dır. İşte bunun içindir ki, Hz. Musa da Allah’ın affına kavuşmuş, ve bu öldürme hâdisesinden dolayı bir sorgulamaya mâruz kalmamıştır.

17 Dedi ki: Ey Rabbim! Bana verdiğin nimetler hakkı için artık ben suçlular için asla arka çıkmam.

17. Bu mübârek âyetler de Musa Aleyhisselâm’ın suçlulara yardım etmemek temennisinde bulunduğunu ve öldürme olayından dolayı endişe içinde iken o yardım ettiği şahsın kendisinden tekrar yardım istemiş olduğunu bildiriyor ve o şahsı kınama neticesinde o öldürme olayının meydana çıkmış olduğunu ve kısas yapılmasına karar verildiğini bir zatın gelip Hz. Musa’ya haber verdiğini, bunun üzerine Hz. Musa’nın da şehirden çıkıp başka bir yere gittiğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm, bir hata eseri olarak o kıptiyi öldürmüş olunca (Dedi ki: Yarabbi! Bana verdiğin nimetler hakkı için) beni ilâhi affına kavuşturduğundan dolayı(artık suçlular için asla arka çıkmam) bundan sonra onlara yardımda bulunmam, meselâ: Haksız yere mücadelede bulunanlardan hiç birinin tarafını tutmam veya Firavun gibi, onun tarafları gibi kâfirlere arkadaş olup onların toplulukları arasında durmam.

18. Derken şehirde korkarak, gözetleyerek sabahladı; Bir de gördü ki, kendisinden dünkü gün yardım isteyen, yine kendisine feryat ediyor, kendisinden yardım bekliyor Musa ona dedi ki:

18. Böyle bir kararı veren Hz. Musa (Derken şehirde) o öldürme hâdisesi meydana gelen beldede (korkarak) sebebiyet verdiği öldürmeden dolayı korku içinde bulunarak ve (gözetleyerek) kendisine karşı ne gibi bir muamele yapılacağını düşünerek (sabahladı) gecesini öyle bir endişe içinde geçirmiş oldu (bir de gördü ki, kendisinden dünkü gün yardım isteyen) İsrailoğullarından olan şahıs (yine kendisine feryat ediyor) başka bir kıpti ile mücadelede bulunduğu için sesini kaldırarak kendisine yardım etmesini Hz. Musa’dan istiyor, ondan yardım bekliyor. Bunun üzerine Hz. (Musa, ona) o yardım isteyen şahısa (dedi ki: Şüphe yok, sen apaçık bir azgınsın) böyle onunla bununla çekişiyorsun! Dünkü hâdiseden ibret almadın mı? Ne için öyle gücün yetmediği kimselerle çarpıp duruyorsun?

19. Ne zaman ki, her ikisinin de düşmanı olan kimseyi yakalamak istedi, o yardım isteyen dedi ki: Ey Musa Beni öldürmek mi istiyorsun? Nasıl ki, dünkü günde bir şahsı öldürmüştün. Sen yerde başka birşey değil, zorba olmak istiyorsun ve sen ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.

19. Musa Aleyhisselâm: O mücadelede bulunan İsralliye böyle bir ihtarda bulunmakla beraber yine ona yardım etmek istedi (Vaktaki, her ikisinin de) Hz. Musa’nın da o İsraillinin de (düşmanı olan kimseyi) o mücadelede bulunandiğer kıptiyi (yakalamak istedi) o yardım isteyen şahıs, Hz. Musa’nın gazabını görmüş, kendisi üzerine saldıracağını sanmış olduğu için (dedi ki: ey Musa!) sen bu defa de (Beni öldürmek mi istiyorsun?) halbuki, ben seninle aynı kabileden bulunuyorum (Nasıl ki, dünkü günde bir şahsı öldürmüştün) bir kıptiyi bir vuruş ile helâke erdirmiştin. Ya Musa! (sen yerde başka bir şey değil, zorba olmak istiyorsun) kendini beğenmişcesine harekette bulunuyorsun, ilerisini düşünmeksizin onu bunu düvüp öldürmekten geri durmuyorsun. (ve sen ıslah edicilerden olmak istemiyorsun) İnsanların arasını söz ile fiil ile ıslaha çalışmak arzusunda bulunmuyorsun. Bu şahsın Hz. Musa’ya böyle hitabetmesi, o katilin Musa Aleyhisselâm olduğunu insanlara bildirmiş oldu. Artık Mısır’lılar durumu Firavun’a bildirdiler, Hz. Musa hakkında kısas yapılmasına karar vermekte bulundular. Bu karar üzerine:

20. Şehrin uzak tarafından bir şahıs koşarak geldi, dedi ki: Ya Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için senin hakkında istişarede bulunuyorlar, hemen çık git şüphe yok ki, ben senin için iyilik sever olanlardanım.

20. (Şehrin uzak tarafından bir şahıs geldi) Bu şahıs, Hz. Musa’yı sevenlerden idi. Adında ihtilaf vardır. Firavun’un ailesınden olup da îman etmiş olan “Hezkıl” veya “Şem’un” idi. Veyahut Firavun’un amcası oğlu olan “Şeman” idi. (dedi ki: Ya Musa ileri gelenler) kıptilerin önde gelenleri (seni öldürmek için senin hakkında istişarede bulunuyorlar) seni öldürmek için herbiri diğerine emr edip duruyor. Artık Ya Musa! (çık) Bu şehirden kaç, başka bir yere git (Şüphe yok ki, ben senin için iyiliksever olanlardanım) senin bir cezaya uğramanı asla istemem.

21. Bunun üzerine Hz. Musa’da oradan korkarak ve gözetleyerek çıktı. “Ey Rabbim! Beni o zalim olan kavimden kurtar” dedi.

21. (Bunun üzerine) Hz. Musa da (oradan) o bulunduğu Mısır şehrinden (korkarak ve gözeterek çıktı) nefsi hakkında Firavun’un adamlarından korkuyor, kendisini o dinsizlerin takibedeceklerini düşünerek her tarafa bakıp duruyordu. Sonra da Cenab-ı Hak’ka dua ve niyâzda bulunarak (yarabbi!. Beni o zalim olan kavimden kurtar dedi) böyle niyâz ve yakarışta bulundu Allah’ın korumasına sığınmış oldu. Kerem sahibi yaratıcı da onun bu duasını kabul buyurdu. O mübârek zat, tam bir güvenle Medyen şehrine doğru yürümeğe başladı.

22. Ne zamanki, Medyen tarafına yöneldi dedi ki: Umarım Rabbim beni doğru bir yola iletir.

22. Bu mübârek âyetler de Musa Aleyhisselâm’ın Mısır’dan çıkıp Medyen tarafına gittiğini, orada iki kadının hallerine acıyarak koyunlarını suvarmış olduğunu bildiriyor. Sonra bir gölgelikte istirahate dalmış iken o iki kadından birinin utana utana bir halde gelip kendisini pederinin davet etmekte olduğunu bildirdiğini, Hz. Musa’nın da o zatın yanına gidip şahsi durumunu ona hikâye ettiğini, o zatın da: Artık korkma, kurtuluşa erdin diyerek kendisini müjdelediğini beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm Mısır’dan çıktı. (Ne zaman ki Medyen tarafına yöneldi) Burası Mısır’a sekiz günlük bir mesafede bulunuyordu. Şüayb Aleyhisselâm’ın köyü ki, İbrahim Aleyhisselâm’ın oğlu “Medyen” in ismiyle anılmış ki!. Burası Firavun’un hâkimiyeti altında değildi. Hz. musa, buranın yolunu bilmiyordu, Cenab-ı Hakka tevekkül etti de (dedi ki: Umarım Rabbim beni doğru bir yola iletir.) en doğru bir yolu tâkibetmeyi nasip buyurur. Gerçekten de Hak Teâlâ da onu tam bir huzur ile gayesine erdirdi, kendisine Cibril-i Emin’in yol göstermiş olduğu rivayet olunmaktadır.

23. Ne zamanki, Medyen suyuna vardı, üzerinde insanlardan bir topluluk buldu ki,hayvanlarına su veriyorlardı ve onların gerisinde iki kadın buldu ki, koyunlarını geri tutuyorlardı. Dedi ki: Nedir, ikinizin hâli? Dediler ki: Çobanlar suvarıp geri dönünceye kadar suvarmayız. Babamız ise çok yaşlıdır.

23. (Ne zamanki) Musa Aleyhisselâm (Medyen suyuna vardı) bu bir kuyu idi ki, halk hayvanlarını burada suvarırlardı. (üzerinde) o kuyunun kenarında (insanlardan bir topluluk buldu ki) hayvanlarını orada (suvarıyorlardı.) büyük bir kalabalık oluşturuyorlardı. (Ve onların gerisinde) Aşağı bir yerde (iki kadın buldu ki) kendileriyle beraber olan koyunlarını (geri tutuyorlardı.) kuyuya koşup gitmekten alıkoymaya çalışıyorlardı, ta ki, kendileri erkeklere, koyunları da başkalarının hayvanlarına karışmış olmasınlar. Hz Musa, onların öyle beklediklerini görünce hallerine acıdı, kendilerine (Dedi ki: Nedir ikinizin hali?) ne için böyle geride duruyorsunuz, sizde koyunlarınızı suvarıp durmuyorsunuz? O iki kadın da (Dediler ki çobanlar) kendi hayvanlarını suvarıp (geri dönünceye kadar biz) kendi koyunlarımızı (suvarmayız) biz kadınlarız, erkeklere engel olmak istemeyiz, onlar kendi hayvanlarını suvardıktan sonra biz de kendi koyunlarımızı suvarırız. (babamız ise çok yaşlıdır.) Yaşlı bir zat olduğu için koyunları o suvaramıyor. Birçok zatın beyanına göre bu zat: Şüayb Aleyhisselâm idi. Kavminin helakinden sonra bir hayli yaşamış, Hz. Musa’nın zamanına kavuşmuştur.

24. Bunun üzerine Musa ikisi için suvarıverdi, sonra gölgeye çekildi de dedi ki: Yarabbi! Şüphe yok ki, bana indireceğin bir hayra muhtacım.

24. Musa Alehisselâm (Bunun üzerine) bu konuşmayı müteakip o (ikisi için) merhamet ederek koyunların biran evvel (suvarıverdi) zayıfların hallerine yardım edilmesi lüzumuna bir örnek göstermiş oldu. (sonra gölgeye çekildi de) Bir ağaçın altında istirahatebaşladı. Günlerden beri yemeksiz kalmış olduğu rivayet olunuyor. (dedi ki: Yarabbi! şüphe yok ki, bana indireceğin bir hayra) Az olsun çok olsun her hangi bir nimete (muhtacım) o nimete ihtiyacım var, ona kavuşmamdan dolayı sana şükrediyorum. Diğer bir görüşe göre de: Yarabbi! Beni en hayırlı bir nimet olmak üzere Firavun’dan kurtardın, bundan dolayı dünya itibariyle fakir düşmüş bulunuyorum. Firavun’un sarayındaki geniş yaşantıdan ayrılmış oldum. Fakat bana ihsan buyurduğun bu hayır, kurtuluş karşısında onun ne kıymeti vardır. Binaenaleyh Yarabbi! Ben sana teşekkür borçluyum.

25. Derken ona, o iki kadın dan biri, utanır bir halde yürüyerek geldi, “Muhakkak babam seni çağırıyor, bizim için sulayıvermiş olduğunun ücretini sana ödemek için” deyiverdi. Vaktaki Hz. Musa da ona geldi ve ona kıssayı anlattı, o zat da Dedi ki: Korkma, o zalim olan kavimden kurtulmuş oldun.

25. Koyunları biran evvel suvarılmış olan iki kız kardeş, babalarının yanına gidince kendilerine nasıl yardım edilmiş olduğunu anlatmışlar, muhterem babaları da onlardan birini, bir rivayete göre “Safûra” adındaki küçük kızını, Hz. Musa’yı davet için gönderdi. (Derken ona) Hz. Musa’ya (o iki) kız kardeş (den biri utanır bir halde) örtünmeye gayet riayet ile (yürüyerek geldi) gelmesindeki maksadı beyan için (muhakkak babam sen çağırıyor) yanına davet ediyor (bizim için sulayıvermiş olduğunun ücretini sana ödemek için) o iyiliğine bir mükâfatta bulunmak için (deyiverdi) Musa Aleyhisselâm da bu daveti kabul etti (Ne zaman ki) Hz. Musa (ona geldi) Hz. Şüayb’in yanına vardı (ve ona) Şüayb Aleyhisselâm’a (kıssayı anlattı) hayatına dair bilgi verdi, Firavun ile ve onun taraftarlariyle aralarında cereyan eden halleri nakletti, onların küfürlerini, azgınlıklarını, kendisine suikastte bulunmak istediklerini anlattı. O zatda, (Dedi ki: Korkma, o zalim kavimden kurtulmuş oldun) onların bu belde üzerinde bir hâkimiyetleri yoktur. Musa Aleyhisselâm o iki temiz, örtünmeye riayetkâr kız kardeşin büyük bir aileye mensup olduklarını anlamış, muhterem pederleriyle görüşmek için bu davate icabet etmişti. Yoksa yapmış olduğu bir iyilik karşılığında bir ücret almak kasdinde asla bulunmamıştır. Onun ahlaki mükemmellikleri, buna aykırıdır. “Kassas” kelimesi mastardır, ismi meful olan “maksus” yerinde kullanılmıştır ki, kıssa olarak bildirilen, haber verilen şey demektir. “Kıssa” lâfzı da: Hikâye fikra, rivayet, hadis, macera manâsınadır. Bir şeye tâbi olmak, bir şeyin arkasına düşmek yerinde de kullanılmaktadır. Çoğulu, “Kısas” dır.

26. O ikiden biri dedi ki: Ey babacığım! Onu ücretle çoban tut. Şüphe yok ki, ücretle tutacağın en hayırlı kimse, kuvvetli ve güvenilir olandır.

26. Bu mübârek âyetler de Hz. Musa’nın Şüayb Aleyhisselâm yanında iki kızından birinin nikâhı karşılığında bir müddet ücretle çalışan kimse olarak kalmasi üzere yapılan konuşmayı ve sözleşmeyi beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm daveti kabul edip gidince (O iki) kız kardeş (den biri) muhterem babası Hz. Şüayb’a hitaben (dedi ki: Ey pederim! Onu) Hazreti Musa’yı koyunlarımızı otlatıp idare etmesi için (ücretle) çoban (tut, şüphe yok ki, tuttuğun çalışan bir kimse ücretlilerin en hayırlısı) o’dur, çünkü o (kuvvetlidir, güvenilirdir.) ücretle ise bu iki sıfata sahip olunca ona her şekilde itimat edilir. İnsan gönlü ferah olarak yaşar. İşte bu zat da o iki vasfa sahip bulunmaktadır. Evlâdım!. Bunu sen neden anladin?. Sualine cevaben de demişti ki: O, büyük bir kuvvet ve cesaretle koyunlarımızı suvarıverdi, sonra beraber gelirken de bana bakmaması için kendisi ileride yürüyordu.

27. Dedi ki: Ben muhakkak istiyorum banasekiz sene çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikâh edeyim. Şayet kendiliğinden on yıla tamamlar isen o da kendi tarafındandır ve ben sana güçlük vermek istemem, inşallah beni iyi kimselerden bulacaksın.

27. Şüayb Aleyhisselâm, Hz. Musa’yı öyle iyi, güvenilir, doğru yolda olan zat görünce ona (Dedi ki: Ben muhakkak istiyorum) cidden sana teklif ediyorum (bana sekiz sene çalışmana karşılık) koyunlarımı idarede bulunmak üzere (bu iki kızımdan birini sana nikâh edeyim) o müddetteki hizmetin bir mehr mahiyetinde bulunmuş olsun. (şâyet kendiliğinden) kendi arzunla o müddeti (on) sene ile (tamamlar isen o da kendi tarafındandır) o senin bir fazla hizmet ve yardımın olmuş olur, o ücret kabilinden mecburi değildir, bir bağış ve ihsandan ibaret bulunmuş olur. (ve ben sana güçlük vermek istemem) Herhalde on sene hizmette bulunmaya seni mecbur tutmam, sana ağır şeyleri teklif etmem, seninle münakaşada bulunmam (inşallah beni iyilerden bulacaksın) yani, ben Allah’ın muvaffak kılması sayesinde sözümü yerine getiririm, güzelce muamelede, arkadaşlıkta bulunurum, her hususta iyi halden ayrılmak istemem.

28. Hz. Musa da dedi ki: Bu taahhüd benimle senin aramızdadır. İki müddetten hangisini ödersem benim üzerime bir husemet yoktur. Allah da dediğimiz şey üzerine vekildir.

28. Bu hayırlı teklif üzerine Hz. Musa da (Dedi ki: Bu) verilen söz, bu tayin edilen müddet (benimle senin aramızdadır) ben de sen de bu ileri sürülen esasa riayet ederiz. (iki müddetten hangisini ödersem) Ya sekiz veya on sene ücretle çalışırsam (artık benim üzerime bir husumet yoktur) bundan fazlasını benden kimse talep edemez. (Allah de dediğimiz şey üzerine vekildir) Yaptığımız şartları, anlaşmaya şahittir, onlar olduğu gibi Allah’ın koruması altında bulunmuştur, onlara muhalefete artık hiç birimizin selahiyetiyoktur. Müfessirlerin çoğuna göre Hz. Musa’ya eş olarak verilen, o iki hemşirenin “Safura” adında bulunan küçüğüdür ki, Musa Aleyhisselâm’ın davet etmeğe gitmiş olan da o idi.

29. Musa o müddeti bitirip ailesiyle yola çıkınca, tur tarafından bir ateş gördü. Ailesine dedi ki: Durunuz, ben şüphe yok ki, bir ateş gördüm, olabilir ki, ondan size bir haber veya o ateşten bir parça, getiririm, umulur ki ısınırsınız.

29. Bu mübârek âyet de Musa Aleyhisselâm’ın tayin edilen müdeti tamamladıktan sonra eşiyle beraber Mısır’a giderken Tur tarafından ateş şeklinde görmüş olduğu tecelli eden bir nuru beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm tercih etmiş olduğu on seneyi tamamlamış, on sene daha Hz. Şüayb’ın yanında durmuş sonra da ondan müsaade alıp akrabasiyle görüşmek üzere Mısır’a gitmek istemişti. İşte onun o gidişi şöylece beyan buyuruluyor: (Musa o müddeti bitirip) sözleşme hükmüne fazlasiyle riayet edip (ailesiyle) beraber Mısır’a gitmek üzere (yola çıkınca) yola devam ederken uzakça bulunan (Tur) dağı (tarafından bir ateş gördü) parlayıp duruyordu. (ailesine dedi ki:) siz burada (Durunuz) ihtimâl ki, yanlarında çocukları da bulunduğu için böylece hitapta bulunmuştu. (ben şüphe yok ki, bir ateş gördüm) Karşıda parıldıyor (olabilir ki, ordan size bir haber getiririm) takibedeceğimiz yolu bize güzelce tâyin edecek bir kimseye tesadüf ederim. (veya o ateşten bir parça) bir alev, ısı veren bir parça getiririm. (umulur ki,) O getireceğim ateş parçasiyle (ısınırsınız) soğuğun tesirinden kurtulmuş olursunuz. Bu ifade, seyahatlerinin kış mevsimine tesadüf etmiş olduğuna bir delil sayılmaktadır. “Cezve” parlayan taş parçası veya başında ateş olsun olmasın kalın bir ağaç parçası demektir.

30. Oraya gelince, o mübarek yerdeki vâdininsağ tarafından, ağaçtan şöyle seslenildi, ya Musa! Şüphe yok ki, âlemlerin Rabbi olan Allah benim, ben..

30. Bu mübârek âyetler de Musa Aleyhisselâm’ın Mısır’a geri dönerken Tur civarında kavuştuğu tecellileri bildiriyor, Allah’ın hitabına erişip iki büyük mucize ile öyle iki kesin delil ile Firavun’u hak dine davet etmekle emrolunmuş olduğunu beyan buyuruyor. Şöyle ki: Musa Aleyhisselâm, eşinden ayrılıp o parlayan ateş tarafına gitti. (Ne zamanki ona) o ateş mahalline (vardı) kendisine (o mübârek yerdeki vâdinin sağ tarafından) evet.. O taraftaki (ağaçtan şöyle seslenildi:) yani: Mekân ve zamandan münezzeh olan Allah Teâlâ’nın yüce katından bir nidâ tecelli etti ki: (ya Musa!. şüphe yok ki, âlemlerin Rabbi olan Allah benim, ben) Ben bütün mahlûkatı yaratan, besleyen Kerem Sahibi yaratıcıyım.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN