ANKEBUT SURESİ

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu mübârek sûre, Mekke-i Mükerreme’de peygamberlerin hicretine yakın bir zamanda nazil olmuştur. Altmış dokuz âyeti kerimeden meydana gelmektedir. Bir rivayete göre yalnız ilk on âyeti Medine-i Münevvere’de inmiştir. Bu sûrei cêlilede putlara ve diğer âciz, fâni şeylere tapanların halleri ve onların dünya varlığını avlamak için kurdukları tuzakları ve öyle pek boş gayretleri, “ankebût” denilen örümceklerin o pek adi ve bir üfürülmekle mahv ve yok olmaya mahkum olan ağına benzetilmiş, onların öyle kıymetsiz, ehemmiyetsiz olduğuna işaret buyurulmuş olduğu için bu hikmetli sûreye “Ankebût Sûresi” adı verilmiştir. Bu mübârek surede bir kısım müminlerin Allah yolunda bazı sıkıntılara uğrayacaklarına ve bunun kendileri için dünyevî ve uhrevî faidelere, sevaplara vesile olacağına işaret olurmaktadır. Allah’ın dinine aykırı hususlarda anaya, babaya bile itaat edilmeyeceği ihtar olunuyor. Bu suredeki bir kısım âyetler de Hz. Nuh ile Hz. İbrahim’in ve Hz. Lût ile Hz. Şüayb’in ve diğer bazı Peygamberlerin -Aleyhimüsselâm- kıssalarını özet olarak işaret ederek onların hayat tarzını, Allah yolundaki fedakârlıklarını ve sonuçta başarılara kavuşmalarını nazarı dikkate sunmaktadır. Ve Kur’an-ı Kerim’in yüce mahiyetini, pek muazzam bir mucize olduğunu, insanlık için ne büyük bir temizlik ve fazilet vesilesi bulunduğunu göstermektedir. İslâmiyet’e karşı cephe alanların da pek fecî âkibetlerine işaret edip müslümanların selâmete, ebedî nimetlere kavuşacaklarını müjdeleyerek kendilerinekuvvet ve teselli veriyor. Ve Allah yolunda mücahede edenlerin emeklerinin zayi olmayıp kendilerinin hidayete, büyük mükâfatlara kavuşacaklarını beyan buyurmaktadır.

1. Elif, Lâm, Mim.

1. Bu mübârek âyetler, müminlerin hak yolunda hikmet gereği bazı zahmetlere uğrayacaklarını ve böyle bir ilâhi adetin eski ümmetler arasında da cereyan etmiş olduğunu bildiriyor. Günahkâr olanların da kaçıp kendilerini Allah’ın azabından kurtaramayacaklarına işaret buyuruyor. Cenab-ı Hak’kın lütfuna kavuşmak isteyenlerin takdir edilen zamanın gelmesini beklemelerine, ve hak yolunda çalışanların da kendi şahsi menfaatlerini temin etmiş olacaklarına tenbih buyurmaktadır. Şöyle ki: (Elif, Lam, Mim) bu mübârek kelimeler, okunacak âyetler için dikkat nazarlarını çekmeye bir vesiledir. Çünkü böyle mânası ilk bakışta anlaşılmayan birer kelime, birer cümle ile mühim bir konuya başlanılması okuyanlarda, dinleyenlerde bir uyanma meydana getirir, âyetlerin ehemmiyetle okunup dinlenilmesini temin eder. Maamafih bu hususta daha birçok hikmetler vardır. Onu Cenab-ı Hakk’ın ilmine havale ederiz. Bazı zatlar da bu gibi kelimeleri uygun şekilde yorumlamışlar ve açıklamışlardır. Bu cümleden olarak “Nimetullahi Nahcıvâni Elfevatihül’ilâhiyye” adlı tefsirinde diyor ki: (E) Olgun insana (L) liyakata (lâyık olma) (M) de müeyyediyyete (desteklenmeye) işarettir ve Resûlullah’a bir hitap demektir. Allah bilir şöyle buyurulmuş oluyor ki: Ey olgun insan olan Yüce Peygamber!.. Ey ilâhi lütuflara lâyık bulunan Yüce Peygamber!. Ey Allah tarafından desteklenen Son Peygamber!. Vahyedilen âyetleri güzelce takip et ve oku. Bu hususa dair Bakara sûresinin birinci âyetine bakınız!.

2. İnsanlar “îmân ettik” demeleriyle bırakılacaklarını ve kendilerinin imtihanedilmeyeceklerini mi sanıverdiler.

2. (insanlar) Bütün insanlık topluluğu, sadece (îman ettik demeleriyle bırakılacaklarını) artık bir şey ile mükellef olmayacaklarını, hiçbir vakit bir belâya mâruz kalmayacaklarını (ve kendilerinin imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyordular?.) böyle bir kanaat asla doğru değildir. Bu dünya imtihan âlemidir. İnsanlar vakit vakit bazı hoş olmayan durumlara düşebilirler, ve yine insanlar, bir kısım vazifeler ile görevlendirilmiş bulunurlar. Meselâ: Namaz, oruç, zekât gibi ibadetler yapmaları gerekir. Bütün bunlar, birer hikmet ve faydaya dayanmaktadır, bu vesile ile hakiki samimi müminler ile sadece sözle mümin olanların kimlerden ibaret olduğu ortaya çıkmış olur. “Rivayete göre bu âyeti kerime, ashab-ı kiramdan bazı zatlar hakkında nazil olmuştur. Bu zatlar, Mekke-i Mükerreme’de İslâmiyet’i kabul etmişler, sonra da başka yerlere hicret etmeye gerek görmüşlerdi. Bu mübârek zatların arkalarından müşrikler koşmuşlar, onlardan bazılarını şehit etmişler, bazıları da kurtulabilmişlerdi. Amman Bin Yasir, Abbas İbn Ebi Rebiy’a, Velîd Beni Velid, Seleme Bin Hişam Hazretleri bu cümledendir.

3. Andolsun ki, onlardan öncekileri de imtihan ettik, elbette ki: Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da bilir.

3. İşte Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Celâlim hakkı için (onlardan) o Mekke-i Mükerreme’de eza ve cefaya uğrayan ashab-ı kiramdan (evvelkileri de imtihan ettik) geçmiş ümmetler arasındaki müminler de, onların Peygamberlerini de hikmet gereği bir imtihana tâbi tuttuk, onlar da birçok zahmetlere, sıkıntılara mâruz kaldılar. Nitekim Peygamberlerden bazıları dinsizler tarafından şehit edilmiş kimi de birçok eziyetlere uğratılmıştır. Bu muhterem îman ehlinin böyle bir takım belâlara, ağır hâdiselere mâruz kalmaları, onların îmanlarındaki samimiyeti,sağlamlığı ortaya çıkarmak yalanca münafık olanları da meydana çıkarıp gözler önüne sermek içindir. (elbetteki, Allah doğrulukta bulunanları da ve yalancı olanları da) ezeli ilmiyle bildiği gibi böyle hallerinin meydana çıkarılması suretiyle de müşahede ilm yoluyla (bilir) işte bu ilâhi ilmin tecellisi içindir ki kullarını dünyada öyle bir imtihana tâbi tumaktadır. Artık bu kullar için yarın ahirette bir mâzeret ileri sürmelerine imkân kalmamış olacaktır. Bu hususta Allah’ın âdeti, öteden beri böyle sürüp gitmektedir. Binaenaleyh bu ümmet de bazı imtihanlara tâbi olmalarından dolayı üzüntüye kapılmamalıdır. Bunun neticesi selâmettir, saadettir.

4. Yoksa kötülükleri yapanlar, bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar? Hükmettikleri şey ne kadar fena!

4. (Yoksa kötülükleri yapanlar) Şirke düşenler, birçok günahları işleyenler (bizden kaçıp kurtulacaklarını mı sandılar?.) bizim azabımızı kendilerinden bertaraf edebileceklerini mi, onları cezalandırmağa bizim kâdir olamayacağımızı mı zannettiler?. (hükmettikleri şey ne kadar fena.) öyle kendilerinin azaptan kurtulacakları hakkındaki kanaatleri ne kadar yanlış, boş bir kanaatten ibaret!. Onlar dünyadaki varlıklarına, azaba uğramadıklarına bakarak, ahirette de azaba uğramayacaklarına kanaat getiriyorlar, böyle bir hükümde bulunuyorlar, bu pek bâtıl bir kanaat, pek çirkin bir hükümden başka bir şey değildir.

5. Her kim Allah’a kavuşmayı ümit ederse elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet, herhalde gelicidir. Ve o, hakkıyla işitendir, bilendir.

5. (Ve her kim Allah’a kavuşmayı) Yani: Cenab-ı Hakkı ahiretteki hükmüne sevap, veya azabına ermeği, ve cennete, Allah’ın cemalini görmeye erişmeyi (ümit ederse) buna inanıp kavuşmak isterse (elbette Allah’ın tâyin ettiği müddet) bu istenilen şeylerin meydanagelmesi için takdir edilen zaman (herhalde gelicidir) bu muhakkaktır, bu husustaki Allah’ın vadinde cayma, asla söz konusu değildir. (ve o) Yüce Yaratıcı (işitendir) kullarının bütün dediklerini, dilediklerini, tamamen işitir ve o Kerim mabûd (bilendir) kullarının bütün gizli ve aşikâr olan hallerini, kalplerindeki kanaatlerini bilir, haklarında ona göre ilâhi hükmü tecelli eder. Artık bunları güzelce düşünüp de o Yüce Yaratıcıya îmandan itaattan ayrılmamalıdır. Aksi takdirde hiçbir kimse Allah’ın azabından kendisini kurtaramaz.

6. Ve her kim cihâd ederse ancak kendi nefisi için cihâd etmiş olur. Şüphe yok ki Allah, elbette alemlerden müstağnidir.

6. (Ve her kim) Bu dünyada (cihâd yaparsa) gayretini sarfederek güzel amellerine devam ederse, Allah’ın dinî uğrunda cihada atılırsa (ancak kendi nefsi için cihad etmiş olur) çünki onun bu çalışma ve gayretinin, bu ibadet ve itaatinin menfaatı kendisine aittir, Allah Teâlâ ise bütün mahlûkatından zengindir, hiçbirinin ibadetine muhtaç değildir, kullarını o gibi vazifeler ile muvazzaf tutmuş olması yine onların faideleri içindir, onların ebedî mükâfatlara kavuşmaları içindir. Binaenaleyh bu da bir ilâhi rahmetten başka birşey değildir (şüphe yok ki, Allah, elbette âlemlerden müstağnidir) ne insanlara, ne cinlere ve ne de meleklere ve onların ibadetlerine bir ihtiyacı yoktur ve mekâna, zamana ihtiyaçtan da uzaktır. Fakat bütün bu mahlûkat, o Yüce Yaratıcının lütuf ve ihsanına muhtaçtırlar. O halde o Àlemlerin Rabbi’nin rızasını kazanmak, onun ihsanına erişmek için elbette ki, o kerim olan Yüce mâbuda ibadet ve itaatte bulunmaları icabeder.

Evet Herkes kendi çalışma ve gayreti nisbetinde ilâhî kurtuluştan nasibini alır. Eğer bir kimsenin kabı az su alırsa, bundan dolayı dermanın ne kusuru vardır?. Binaenaleyh insan çalışmalıdır ki, kendisinde güzel bir kabiliyet bulunmalıdır ki, ebedî nimetlere ulaşabilsin.

7. Ve o kimseler ki, iman ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onların kötülüklerini af ile örteriz ve elbette onları işlemiş oldukları şeyin en güzeli ile mükâfatlandırırız.

7. Bu mübârek âyetler, güzel amellerde bulunan zatların kavuşacakları büyük mükâfatları bildiriyor, ve anaya babaya karşı güzelce muamelenin yapılmasını, fakat onların dine aykırı tekliflerine riayet edilmemesini ihtar buyuruyor ve îman ve itaat sahiplerinin salihler zümresine katılacağını şöylece müjdeliyor. (ve o kimseler ki, îman ettiler) Cenab-ı Hak’kın birliğini tasdik ederek islam dinini kabul eylediler (ve iyi işler yaptılar) îmanlarını kuvvetlendirmek, üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmek için ibadet ve taate devam ettiler (elbette onların kötülüklerini) insanlık icabı yapmış oldukları günahları affederek (örteriz) o günahlarından dolayı kendilerine ahirette azap etmeyiz. Şöyle ki: îman eden bir kimse, vaktiyle işlemiş olduğu küfürden kurtulur. Mümin olduğu halde küçük günahları işleyenler de namaz gibi, oruç gibi ibadetlerde bulundukça bağışlanır, affa uğrar. “Kebair” denilen günahlarda, tövbe ile ve başkalarının haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o haklarına tecavüz etmek suretiyle vuku bulan büyük günahlar da o hakları yerine getirmekle veya helallik almak suretiyle af ve bağışlanmış olur.(ve elbete onları) O inanan ve ibadet eden zatları (işlemiş oldukları şeyin) o iyi işlerin mükâfat itibariyle (en güzeli ile mükâfatlandırırız) meselâ: bir iyi amel karşılığında en az on misli sevap ihsan ederiz. Ne büyük bir ilâhi lütuf!. Bir günaha mislinden fazla ceza vermediği halde bir güzel amele böyle kat kat sevap ihsan buyuruyor.

8. Ve insana anası ve babası hakkında güzellik tavsiye ettik. Maamafih senin için hakkında hiçbir bilgi olmayan bir şeyi bana ortak koşasın diye uğraşırlarsa o zaman onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. Artık size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.

8. (Ve) Allah Teâlâ (insana) güzel ameller cümlesinden olmak üzere (anası ve babası hakkında güzellik tavsiye etti) bir kimsenin anası ve babası onun varlığının sebebidirler, onun terbiyesine, büyüyüp gelişmesine hizmet etmiş bulunmaktadırlar. Artık onların meşru emirlerine riayet etmek kendilerine yardımda bulunmak, bır insanlık vazifesidir. Bunun içindir ki, Cenab-ı Hak’da bunu bizlere emir buyurmaktadır. (Maamafih) Şöyle de emrediyor ki: Ey insan!. (senin için hakkında hiçbir bilgi olamayan bir şeyi) Mâbudluğu hakkında bir delil bir bilgi bulunmayan herhangi bir mahlûku (bana) ilâhi zatım hakkında (ortak koşasın diye uğraşırlarsa) seni şirke düşürmek için çalışırsa (o zaman onlara itaat etme) öyle küfür ve şirki gerektiren emirlerine tavsiyelerine iltifatta bulunma. Çünkü hiçbir mahlûka, isyan hususunda itaat câiz değildir. Nitekim bir hadis-i şerifte

buyurulmuştur. Bir kere düşününüz ki: (dönüşünüz banadır) İman edenler de, etmeyenler de, ana-babanın tekliflerine itaatde bulunanlar da bulunmayanlar da yarınahirette Hak Teâlâ’nın manevî huzuruna, yüce mahkemesine sevkedileceklerdir. (artık) Dünyada iken (yapmış olduklarınızı) o ahiret âleminde (size haber vereceğim) sizi dünyadaki amellerinize göre mükâfata ve cezaya kavuşturacağım, artık bu âkibeti dikkate alıp da ona göre hayatınızı, fill ve hareketlerinizi tanzime gayret ediniz. “Rivayete göre” Saad ibni Ebi Vakkas” Radiyallahü anh, İslâmiyet’i kabul edince annesi “Hemme Binti Ebi Süftan” bunu işitmiş, “Ey Sad senin İslâmiyet’i kabul ettiğini haber aldım, vallahi ben daima güneş altına duracağım, hiçbir evin gölgesinde bulunmayacağım ve yemek içmek de bana haram olsun, sen Muhammed’i -Aleyhisselâminkâr edinceye kadar” demiş ve üç gün kadar öyle yemeksizin, içmeksizin güneşın sıcak ışıkları altında durmuş. Hz. Sad ise ona itaat etmemiş yüz canım olsa da hepsini birer birer çıkaracak olsa ben yine Muhammed Aleyhiselâm’ı inkâr etmem demiş, sonra da Peygamberin huzuruna gelerek annesinin o halinden şikâyette bulunmuş, bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Demek ki: Bir kimseye anası, babası ne kadar ısrar etseler de meşruluğu bilinmeyen bir hususta onlara itaat edilmesi câiz bulunmuyor. Artık meşru olmadığı bilinen, bazı deliller ile sabit bir husus hakkında onlara ısrarları halinde itaat câiz olmadığı gibi ısrar etmemeleri halinde de hiçbir şekilde itaat edilmesi câiz olamaz. Böyle bır itaat, insanı intihara, ebedî helâki gerektiren dinden dönmeye sevketmek demektir. Binaenaleyh böyle bir hususta herhangi bir kimseye nasıl itaat edilebilir?.

9. O kimseler ki: îmân ettiler ve iyi işler yaptılar elbette onları sâlihler arasına katacağız.

9. (O kimseler ki) Dinsizlikten kaçınarak (îman ettiler) İslâm dinini kabul eylediler, (ve) bu îmanlarını kuvvetlendirmek için (iyi işlerdebulundular) üzerlerine düşen dinî vazifeleri yerine getirmeye çalıştılar (elbette onları) böyle îman ile güzel ameller ile vasıflanan kulları (salihler arasına girdireceğizdir) onları Peygamberler ile, veliler ile beraber toplayacağız, yahut onları o mübârek zatlar ile cennetlere sokacağız. O zatlar ki, durumlarını düzeltme husunda maharet sahibidirler. Durumu düzeltmek ise müminlerin derecelerinin son noktasıdır, umulan olgunluğun gayesidir. Böyle bir gayeye ulaşmak için her insan, kalbini îman nuru ile aydınlatmaya, vücudunu güzel amellerle süslemeye çalışıp durmalı değil midir?. Ve başarı Allah’tandır.

10. Ve insanlardan öylesi de vardır ki, Allah’a îmân ettik der. Sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa insanların işkencesini Allah’ın azabı gibi telakki eder. Andolsun ki, Rabbinden bir zafer gelecek olunca da elbette diyeceklerdir ki: Biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk. Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?

10. Bu mübârek âyetler de îman iddiasında bulunan münafıkların dünyevî bir sıkıntıyı, Allah’ın azabı gibi saydıklarını ve müminlere bir zafer yüz gösterince kendilerinin de o müminlerin ile beraber olduklarını iddia ettiklerini bildiriyor. Ve bütün müminlerin de münafıkların da kalblerinden geçenleri Cenab-ı Hak’kın bildiğini ihtar buyuruyor. Galip gelen kâfirlerin de müminleri hak yolundan ayırmak için nasıl bâtıl tekliflerde bulunduklarını ve o kâfirlerin ahirette kimseye yardım edemiyeceklerini, bilakis kendilerinin de, başkalarının da yüklerini yüklenerek nasıl büyük bir cezaya çarpılacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ, insanların müminler ile kâfirler kısımlarına ayrılmış olduklarını yukarıda bildirdiği gibi üçüncü kısımı da münafıkların oluşturduğunu şöylece beyan buyuruyor. (ve insanlardanöylesi de vardır ki) Müminlere karşı biz (Allah’a îman ettik der) kendisini müslüman gösterir (sonra Allah uğrunda bir eziyete uğrasa) îmanından dolayı kâfirler onu bir azaba uğratacak olsalar (insanların işkencesini) kâfirler tarafından kendisine isabet eden eza ve cefayı (Allah’ın azabı gibi görür) o eza ve cefayı, Allah’ın azabı gibi şiddetli sayarak dininden döner, ve bunu açıkça gösterir. Halbuki, bu münafıkça, dininden dönme hareketinden dolayı ahirette uğrayacağı ilâhi azap, her türlü dünyevî eziyetlerin, mahrumiyetlerin üstündedir. Ne yazık ki, bunu takdir edemez.

“Gam değildir gide dünya, kala din”

“Gam odur kim kala dünya, gide din”

Evet.. Münafıklar, öyle kimselerdir ki, onlar yalnız dünyevî menfaatler arkasında koşarlar. İşte Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (Andolsun ki Rabbinden) Müminler için (bir nusret) bir feth ve zafer, bir ganimet malı (gelecek olunca da elbette) o münafıklar (diyeceklerdir ki: biz de muhakkak sizinle beraber bulunduk) biz de îman hususunda sizinle beraberiz. Artık bizi de o ganimet, mallarına ortak kılın, biz de onlardan birer hisse alalım. (Allah, âlemlerin kalplerinde olanı en iyi bilen değil midir?.) elbette o kâinatın yaratıcısı, bütün mahlûkatın hallerini tamamen bilmektedir, bütün kullarının kalplerinden geçenler Allah katında malûmdur. Artık şüphe yok ki, o münafıkların kalplerindeki nifakı, o kâfirlere karşı gösterdikleri eğilimleri de sonsuz olan muazzam ilmiyle tamamen bilmektedir. Buna inanıyoruz. “Tefsirülmerâğı” de deniliyor ki: Bu âyeti kerime, bir rivayete göre “Ayyas bin Ebi Rebiya” hakkında nazil olmuştur. Bu zat, müslüman olmuş, hicrette bulunmuştu. Sonra ona bir kardeşleri Ebu Cehl ile Haris tarafından döğülmüş, eziyetlere uğramış olduğu için dinini değiştirmişti. Daha sonra uzun bir müddet yaşamış, îmanını yenileyerek güzelce müslüman olmuştur.

11. Ve elbette ki, Allah îmân edenleri bilir ve münafık olanları da bilir.

11. Evet.. (Ve elbette ki, Allah) o Yüce Yaratıcı (îman edenleri bilir) samimi surette mümin olanları bilir, onları ebedî saadete eriştirir (ve münafık olanları da bilir) onların da cezalarını verir. İnsanlar, bu hakikati bilip ona göre hareketlerini güzelce tanzim etmeli değil midirler?. Kâfirlerin sözlerine bakıp da münafıkca bir vaziyet almak, ciddi surette müslüman olmamak, insan için nasıl uygun olabilir?.

12. Ve o kâfir olanlar, îmân edenlere dedi ki: Bizim yolumuza tâbi olun ve biz sizin hatalarınızı yüklenelim. Halbuki, onlar, bunların hatâlarından bir şey yüklenici değildirler, şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır.

12. (Ve o kâfir olanlar) Zaten İslâmiyet düşmanlarıdır, onların sözlerine iltifat edilebilir mi?. Onlar (îman edenlere) açık ve gizli olarak mümin bulunan zatlara, onları aldatmak için (dedi) ler (ki:) ey Müslümanlar!. (bizim yolumuza tâbi olun) Din hususunda bizim takip ettiğimiz yolu takibedin, İslamiyetten ayrılın, korkmayınız (biz sizin hatalarınızı yüklenelim) eğer İslâmiyet’ten geri dönmek, bir hâtâ, bir günah ise ondan dolayı ahirette hesaba çekilecek iseniz, onun cezasını biz yükleniriz, sizi sorgulamadan kurtarırız (halbuki, onlar) o müslümanlar dinden dönmeye sevketmek isteyen kâfirler (bunların) bu müminlerin (hatalarından dolayı bir şey yüklenici değildirler) onlar, saptıracakları müminlerin hatalarını yüklenerek o müminleri mes’uliyetten kurtarmaya asla kâdir olamazlar. Onlar, gerçeğe aykırı bir iddiada bulunuyorlar, bu suretle de müslümanları aldatmaya çalışiyorlar. (Şüphe yok ki, onlar elbette yalancılardır) Evet.. Onlar, kendi dinlerinin doğru olduğunu söylerler ki, bu da bir yalandır. “Tefsiri Keşşaf” sahibi diyor ki:Müslüman adını alan bazı kimseleri görürsün ki, arkadaşını bir günaha sevk için ona cesaret vermek için der ki: “Şunu sen yap, onun günahı benim boynuma” birçok cahil zayıf kimselerde bu söze aldanarak öyle yasak bir şeyi işlemiş olur. Binaenaleyh akıllı, düşünen insanlar için lâzımdır ki, onun bunun heves ve arzuları doğrultusundaki sözlerine, güvencelerine kıymet vermeyip dinî terbiyeye, İslâmi ahlâka aykırı olan şeylere meyletmekten son derece kaçınsınlar.

13. Ve elbetteki, onlar kendi ağırlıklarını ve kendi ağırlıklarıyla beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir. Ve elbette iftira ettikleri şeylerden kıyamet gününde sorguya çekileceklerdir.

13. (Ve elbetteki) Andolsun ki (onlar kendi ağırlıklarını) yükleneceklerdir. Ahirette kendi hatalarının, küfürlerinin yükünü taşıyacaklardır (ve kendi ağırlıklariyle beraber nice ağırlıkları da yükleneceklerdir.) başkalarını sapıtmaya çalıştıklarından dolayı da ayrıca azaba uğrayacaklar, pek büyük mesuliyetler altında kalacaklardır. O sapıklığa uğrayanlar da bu yüzden ayrıca azap görecekler kendi kötü iradelerinin cezasını görüp duracaklardır, bunların azabını başkaları yüklenmiş olmayacaktır. (ve elbette) O kâfirler dünyada iken (iftira ettikleri şeylerden) yalan yere söyledikleri sözlerden, uydurdukları bâtıl iddialardan ve kısacası azdırdıkları kimselerin yüklerini yükleneceklerine dair lakırdılarından (kıyamet gününde) sırf kınamak için, azarlamak için (sual olunacaklardır) Evet.. Onlara çıkışmak için denilecektir ki: Neden dünyada öyle çok kötü niyetli ve şeytanca bir halde yaşadınız?. Hem kendinizi küfre düşürdünüz, hem de başkalarını saptırmaya çalıştınız. Şimdi işte o çirkin amelerinizin cezasına kavuşmuş oldunuz. İşte küfrün, başkalarını dinsizliğe sevketmek isteyenlerin pek müthiş âkibeti!.

14. Andolsun ki, biz Nuh’u kavmine gönderdik, artık aralarında elli yılı hariç, bin sene durdu. Nihayet onlar, zulümlerini sürdürürken kendilerini tufan yakaladı.

14. Bu mübârek âyetler, Nuh Aleyhisselâm’ın kavmine Peygamber olarak gönderilmiş ve o kavmin bilâhara tufan ile helâk olmuş olduğunu bildiriyor. İbrahim Aleyhisselâm’ın da kendi kavmine Peygamber gönderilmiş ve onları putperestlikten alıkoymaya çalışarak kendilerine ne kadar güzel nasihatlarda bulunmuş olduğunu beyan buyuruyor. Vaktiyle de bir çok milletlerin Peygamberlerini yalanlamış olduklarını, Peygamberlerin vazifelerinin ise Allah’ın dinini ümmetlerine açıkca tebliğden ibaret bulunmuş olduğunu beyan ile Resûl-i Ekrem’e teselli olmaktadır. Şöyle ki: Büyük Peygamberlere karşı ümmetlerinin inkârcı vaziyet aldıkları, o mübârek zatlara eza ve cefada bulunmuş oldukları öteden beri vuku bulmaktadır. İşte buna işaret için Cenab-ı Hak buyuruyor ki: (Andolsun ki) Gerçek bir hadisedir ki (biz Nuh’u kavmine) Peygamber (gönderdik) onları Allah’ın dinine davet etti, onların birçok eziyetlerine katlandı (artık aralarında elli yılı hariç bin sene durdu) kırk yaşında iken peygamber olmuş, dokuzyüz elli sene kavmini dine davet etmiş, tufandan sonra altmış sene daha yaşamış, bin elli yaşında iken ahirete teşrif etmişlerdir. İnsanların hayat müddeti Allah’ın takdiri ile az da çok da olabilir. Eğer ilâhi takdir olmasa ne insan meydana gelebilir ne de bir gün olsun yaşabilir. Binaenaleyh Cenab-ı Hak’kın takdiriyle, kudretiyle herhangi bir kimsenin ne kadar fazla yaşayabileceği asla imkânsız görülemez. “Tabiat kanunları” denilen şeyler, Allah’ın iradesine bağlıdır. Onların hepsi de ilâhî irade ile değişebilir. Hikmetin gereği ne ise o meydana gelir. (nihayet onlar) O Nuh kavmi (zulümlerini sürdürürken, kendilerini tufan yakaladı)onlar, müşrik kimseler olarak o muazzam tufanın dalgaları arasında kahrolup gitmişlerdir. İşte küfür ve isyanın korkunç bir cezası.

15. Fakat biz onu ve gemi arkadaşlarını kurtuluşa erdirdik ve onu o hadiseyi âlemler için bir ibret kıldık.

15. (Fakat biz onu) Hz. Nuh’u (ve) onun (gemi arkadaşlarını) onunla beraber gemiye binmiş olan zatları ki, bir rivayete göre yetmişsekiz kişiden ibaret olup yarısı erkek, yarısı da kadın imiş (kurtuluşa erdirdik) onları boğulmaktan kurtardık, onlar dine bağlılıklarının bu dünyevî mükâfatını görmüş oldular (ve onu) o gemiyi veya tufan hâdisesini (âlemler için bir ibret kıldık) bundan insanlar bir ibret dersi almalıdır. Evet.. Bir hâdise, Allah’ın kudretine şahitlik ediyor, Hak Teâlâ’nın itaatkar kullarını nihayet selâmet ve saadete kavuşturacağını, isyankâr kullarını da lâyık oldukları cezalara erdireceğini gösteriyor ve kavmi tarafından çok eza ve cefaya uğramış olan Hz. Peygamber’e teselli olmuş oluyor. Nuh Aleyhisselâm’ın kıssası için “Hud Sûresi” ne de bakınız!.

16. İbrahim’i de hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Allah’a ibadet edin ve ondan korkun. Bu, sizin için eğer bilmiş olsanız pek hayırlıdır.

16. İşte diğer bir ibret vesile de İbrahim Aleyhisselâm’ın hayat tarihidir. Cenab-ı Hak, buyuruyor ki: (İbrahim’i de) hatırla, o da büyük bir Peygamberdir (o vakit ki, kavmine) Peygamber olarak gönderilmişti, onlara (dedi ki: Allah’a ibadet edin) onu birleyin ve kutsayın (ve ondan korkun) o Yüce Yaratıcının azabını düşünerek titreyin, ona hiçbir şeyi ortak koşmayın (bu) samimi ibadette bulunup takva ehli olarak yaşamanız (sizin için eğer bilirseniz) hayır ile şerrin, faideli şeyler ile zararlı şeylerin aralarını ayırmaya güç yetirebilirseniz (pek hayırlıdır) her şeyin üstünde bir hayra sahiptir. Çünkü ebedîselâmet ve saadet bununla kaimdir.

17. Siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler, şüphe yok ki, sizin için bir rızka sahip olamazlar. Artık rızkı Allah’ın katında arayınız ve ona ibadet ediniz ve ona şükür eyleyiniz, siz ancak ona döndürüleceksinizdir.

17. Ne yazık ki, Ey kavmim!. (siz ancak Allah’tan başka putlara ibadet ediyorsunuz) Asla mabutluk sıfatına sahip, ibadete lâyık olmayan bir takım taşlara, heykellere tapınıp duruyorsunuz (ve yalan uyduruyorsunuz) öyle mahlûk, fâni, âciz şeylere tanrı ünvanını veriyorsunuz, onların size şefaat edeceklerini iddiada bulunuyorsunuz. (Allah’tan başka kendilerine tapındığınız şeyler) ise (şüphe yok ki) pek âciz, kudretten mahrum şeylerdir. (onlar sizin için bir rızka sahip olamazlar) sizi asla birşey ile rızıklandıramazlar, onlar kendi başlarına gelen bir belâyı bile kendilerinden bertaraf eyleyemezler. Artık onlardan ne beklenilebilir?. (artık rızkı Allah’ın katında arayınız) çünkü âlemlere rızık veren ancak o Kerim yaratıcıdır. (Ve ona ibadet ediniz) ondan başkası ibadete lâyık olamaz. (ve ona) o Yüce Mabûd’a (şükreyleyiniz) sizi kavuşturmuş olduğu nimetlerden dolayı o Kerim Yaratıcıya şükrü bir mühim vazife biliniz, yerine getirmeye çalışınız (siz) ancak (ona) o Yüce Yaratıcı’ya (döndürüleceksinizdir) sizi öldükten sonra tekrar hayata erdirecek, sizin ahiret âlemine çekecek, itaatkâr olanlarınızı sevaba, isyankâr olanlarınızı da azaba kavuşturacak olan ancak o Kâinatın Yaratıcısıdır. Artık bu âkibeti dikkate almalı değil misiniz?.

18. Ve eğer yalanlarsanız, muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de yalanladılar. Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.

18. Hz. İbrahim, kavmine karşı Allah’ın birliğine dair öyle hitapta bulunduktan sonraonları tehdit ve ikaz için şöyle de buyurmuştur. (Ve eğer yalanlarsanız) Benim bu sözlerimi kabul etmez, beni yalancı sanırsanız, neticesini artık siz düşününüz!. (muhakkak ki, sizden evvel birçok ümmetler de) Peygamberlerini, meselâ: Şit, İdris, Nuh Aleyhisselâm gibi zatları (Yalanladılar) bu yalanlayanlar Peygamberlere değil kendi nefislerine kötülükte bulundular. İnkârlarının cezasını, kendileri çekmiş oldular (Peygamber üzerine de apaçık tebliğden başka bir şey yoktur.) Bir Peygamber, kavmine Allah’ın hükümlerini açık bir şekilde bildirir, birçok mucizeler gösterir, bu suretle peygamerlik vazifesini yerine getirerek Allah katında mükâfata kavuşur. İşte Son Peygamberin de Peygamberlik vazifesi bundan ibarettir. Artık onun tebliğlerini kabul etmeyenler de kendilerinin korkunç âkibetlerini düşünsünler. Hz. İbrahim’in kıssası için “İbrahim Sûresi”ne de bakınız!.

19. Görmediler mi ki, Allah, yaratılanı ilk başta nasıl yaratıyor, sonra da tekrarlıyor. Şüphe yok ki, bu, Allah’a göre kolaydır.

19. Bu mübârek âyetler de insanların bakışlarını kudret eserlerini seyretmeye davet ederek ahiret hayatını inkâr edenlere kızıyor, ilâhi kudretin her şeye fazlasıyle kâfi olduğunu bildiriyor, Yüce Yaratıcının hiçbir hususta âciz bulunmadığını, ondan haşka hakiki bir dostun, bir yardımcının mevcut olmadığını bildirerek Cenab-ı Hak’kın ayetlerini ve Ona kavuşmayı inkâr ederek ümitsizliğe düşmüş olanların da ne kadar helâk olmuş bir vaziyette kalacaklarını ihtar buyurmaktadır. Şöyle ki: Allah Teâlâ Hazretleri, ahiret hayatını yalanlayanların cehaletini gözler önüne sermek için buyuruyor ki: (Görmediler mi) Bakıp da anlamadılar mı, yani: Kendilerine açık bir bilgi ulaşmadı mı (ki, Allah) Teâlâ Hazretleri (yaratılanı ilk baştan nasıl var ediyor?.) bir nutfeden, bir kan parçasından böyle birmaddeden veya maddesiz dilediği mahlûkunu nasıl meydana getiriyor?. (Sonra da onu) O mahlûkunu öldürdükten sonra (geri çeviriyor) bir şeyi ilk baştan yaratan, elbetteki, onu öldürdükten sonra tekrar etmeye de kâdirdir. İlk yaratılış, yaratılışın tekrarı için bir delil teşkil etmektedir. (şüphe yok ki bu,) Dilediğini ilk baştan yaratmak, sonra da onu tekrar etmek, yeniden hayata kavuşturmak (Allah’a göre kolaydır) Cenab-ı Hak, yüce kudret sahibidir. Bir şeyi ilk baştan yaratmak, onu öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmak o yüce kudrete göre pek kolaydır, onda zorluk, düşünülmüş değildir.

20. De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki: Yaratmaya nasıl başlamış. Allah Teâlâ sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir. Şüphe yok ki Allah Teâlâ, her şey üzerine fazlasıyla kadirdir.

20. Hak Teâlâ Hazretleri, İbrahim Aleyhisselâm’a veyahut bizim yüce Peygamberimize şöyle emretmiştir. Ey Resûlüm!. O inkârcılara (De ki: Yerde yürüyünüz de bir bakınız ki) Nazarı itibara alınız ki, Rabbiniz (yaratmaya nasıl başlamış) insanları ve diğer birçok mahlûkatı ilk baştan nasıl çeşitli tavırlar değişik tabiatlar, farklı ahlâk ve kabiliyet üzere yaratmış, yeryüzünde ne kadar çeşit çeşit dağlar, dereler, denizler meydana getirmiş, bunları nazarı dikkatle seyredenler, elbette ilâhi kudretin büyüklüğünü takdire mecbur olurlar. Evet.. (Allah Teâlâ) Her şeye kâdirdir (sonra da ahiret hayatını meydana getirecektir.) nice çeşitli hayat safhalarını meydana getirmiş olan o Yüce Yaratıcı, buna da inanıyoruz ki kâdirdir. (Şüphe yok ki, Allah Teâlâ her şey üzerine fazlasiyle kâdirdir.) Binaenaleyh insanları öldürdükten sonra tekrar hayata kavuşturmaya da ilâhi kudreti fazlasıyle yeterlidir.

21. Dilediği kimseye azap eder ve dilediğikimseye de merhamet buyurur. Ve ona döndürüleceksinizdir.

21. Evet.. O Hikmet Sahibi Yaratıcı, bütün kulları üzerinde hikmetinin gerektirdiği şekilde tasarruflarda bulunur. (Dilediği kimseye) Dünyada ve ahirette (azab eden) onu ilâhi adaleti sebebiyle cezaya uğratır. (ve dilediği kimseye de merhamet buyurur) mümin ve salih kullarını lütuf ve keremiyle nimetlere, mükâfatlara ulaştırır. (ve) Ey insanlar! Şüphe yok ki, hepiniz de yarın ahirette (ona) O Yüce Yaratıcının manevî huzuruna (döndürüleceksinizdir) artık hakkınızda kabiliyetinize ve kazandığınıza göre onun rahmeti veya azabı tecelli edecektir.

22. Ve siz onu ne yerde ve ne de gökte âciz bırakıcı değilsiniz ve sizin için Allah’tan başka bir dost, bir yardımcı da yoktur.

22. (Ve) Şüphe yok ki, O Yüce Yaratıcı, her şeye kâdirdir. (siz) ey insanlar! (onu) O kâinatın yaratıcısını (ne yerde ve ne gökte âciz bırakıcılar değilsiniz) onun hükmünün, ilâhi takdirinin sizlere yönelmesine asla engel olamayacaksınız, isterse, yerlerin altlarına saklanınız, isterse, faraza semalara yükselerek gizlenmeye çalışınız, herhalde sizi yakalatıp lâyık olduğunuz âkibete kavuşturacaktır. Yerde olanlar da, göklerde bulunanlar da O Yüce Yaratıcının hâkimiyet dairesinden asla çıkmazlar. (ve) Ey insanlar!. Şunu da iyice bilmelisiniz ki, (sizin için Allah’tan başka bir velî) sizi koruyacak bir yakınınız, bir dostunuz yoktur ve sizin için (bir yardımcı da yoktur) sizi o Kerim Yaratıcıdan başka koruyacak bir kuvvet sahibi bulunamaz. Artık bunu biliniz de ona göre kulluk vazifelerinizi yerine getirmeye çalışınız, Allah’ın korumasına sığınınız.

23. Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini ve ona kavuşmayı inkâr ettiler, işte onlar, benim rahmetimden ümitlerini kestiler ve işte onlar için pek acıklı bir azap vardır.

23. (Ve o kimseler ki, Allah’ın âyetlerini) Onun varlığına, kudret ve azametine pek açıkca, işaret ve şahadet eden delilleri, parlak kanıtları inkâr ettiler, onlara îman etmediler (ve ona) Allah Teâlâ’nın manevî huzuruna, Yüce mahkemesine (kavuşmayı inkâr ettiler) ahiret hayatına inanmazlar (işte) Yüce Allah buyuruyor ki: (onları benim rahmetimden ümitlerini kestiler) Onlar kıyamet gününde Allah’ın rahmetine asla nâil olamaycaklardır. Çünkü onlar, Cenab-ı Hakk’ın varlığına, ahiret hayatının gerçekleşeceğine inanmadıkları için öyle bir rahmete kavuşma ümidinden mahrum bulunmuşlardır. Onlar, Allah Teâlâ’ya sığınarak onun rahmetine kavuşma niyâzında bulunmamış, inkârcı kimselerdir. Binnaenaleyh (onları için) yarın âhiret âleminde (pek acıklı bir azap vardır.) İşte dinsizliklerinin müthiş âkibeti!.

24. Artık İbrahim Aleyhisselâm’ın kavminin cevabı: Onu öldürünüz veya onu yakınız demekten başka birşey olmadı. Fakat Allah onu ateşten kurtardı. Şüphe yok ki, bunda îmân eden bir kavim için elbette ibretler vardır.

24. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’ın pek kuvvetli, hayır tavsiye edici tebliğlerine karşı kavminin ne kadar canice bir suikastte bulunmuş olduklarını bildiriyor. Hz. İbrahim’in de kurtuluşa erip kavmine onların müşrikce hallerini bildirerek pek korkunç bir âkibete uğrayacaklarını ihtar buyurmuş olduğunu beyan etmektedir. Şöyle ki: O müşrik kavim, Hz. İbrahim’in bildirdiği pek açık, kuvvetli delillere karşı, makul bir surette cevap vermeğe kâdir olamadılar (Artık) o muhterem Peygambere karşı onun (kavminin cevabı) onların inkârcı lakırdıları (onu öldürünüz veya onu) ateşe atarak (yakınız demekten başka birşey olmadı) bunun üzerine birlikte hareket ettiler, birçok odun toplayarak büyük bir ateş meydana getirdiler, o mâsumPeygamberi o ateş içine attılar. (fakat Allah onu ateşten kurtardı) o ateş, bir hârika olarak soğuk, selâmetli bir hale geldi (şüphe yok ki, bunda) bu kıssada, bu harikulâde hâdisede (îman eden bir kavim için elbete ibretler vardır) bu hâlin, bu değişmenin böyle meydana gelmesinde Hz. İbrahim’in Peygamberliğine, onun Allah katındaki yüksek mevkiine ve ilâhi kudretin her şeye kâfi olduğuna dair elbetteki pek büyük şahitler, deliller vardır. Kabiliyetten mahrum dinsizler ise bunu takdir ederek uyanamazlar.

25. Ve dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme sebebi olmak için Allah’tan başka putlar edinmiş oldunuz. Sonra kıyamet gününde bazınız, bazınıza küfür edecek ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir, varacağınız yer de ateştir ve sizin için yardımcılardan bir kimse de yoktur.

25. (Ve) İbrahim Aleyhisselâm, öyle harikulâde bir şekilde ateşten kurtulduktan sonra da müşrik kavmine karşı korkusuzca (dedi ki: Siz dünya hayatında aranızda bir sevişme) sebebi (olmak için) birbirinize karşı veya sizinle putlar arasında bir sevgi vesilesi bulunsun diye (Allah’tan başka) olan, o Kâinatın Yaratıcısının hükmü ve kahrı altında bulunan (putlar edinmiş oldunuz) güya onlardan bir faide görecek imişsiniz, güyâ onların sebebiyle aranızda bir dostluk ve sevgi meydana gelecekmiş!. Heyhat!. (sonra kıyamet gününde bazınız bazınıza küfredecek) o bâtıl mabutlar ile onlara dünyada iken tapmış olanlar, birbirine karşı böyle inkârcı bir vaziyet alacaklardır, aralarındaki sevgi, düşmanlığa dönmüş bulunacaktır. (ve bazınız bazınıza lânet eyleyecektir) Cenab-ı Hak, o putlara da ahirette bir söz söyleme kabiliyeti verecek. Onlara tapanlar, onların yüzünden fetâkete uğradıklarını görecek putlara lânet okuyacaklarıdır. O putlar da kendilerinin böyle bir ibadete onları davet etmemiş olduklarınıileri sürerek o kendilerine tapınmış olanlara lânet okuyacaklardır. Hz. İbrahim, şunu da ilâve buyurdu ki: Ey müşrikler!. Sizin (varacağınız yer de ateştir) cehenneme atılarak orada ebediyyen kalacaksınızdır. (ve sizin için yardımcılardan) Bir kimse (de yoktur) o sizi o ateşten hiçbir kimse yardım edip de kurtaramıyacaktır. Müminleri ise Cenab-ı Hak ateşten korur. Nasıl ki, İbrahim Aleyhisselâm’ın da düşmanlarının ateşinden kurtarmıştır. Bu hâdise için “Enbiyâ Sûresi”ne da bakınız!.

26. Bunun üzerine ona Lût, îmân etti ve dedi ki: Şüphe yok, ben Rabbime bir hicret ediciyim. Muhakkak ki, mutlak güç ve hikmet sahibi olan O’dur, O…

26. Bu mübârek âyetler de İbrahim Aleyhisselâm’a, Hz. Lût’un inanıp tâbi olduğunu, Hz. İbrahim’in de Cenab-ı Hak’kın emredeceği başka bir yere hicret eyleyeceğini söylemiş bulunduğunu bildiriyor ve Hz. İbrahim’e bir mükâfat olarak Hz. İshak ile Yakub’un verildiğini ve soyunun peygamberliğe ilâhi kitaba nâil olduklarını ve Hz. İbrahim’in ahirette de büyük bir makam sahibi olacağını müjdeliyor. Lût Aleyhisselâm’ın da pek çirkin fiillerde bulunan kavmini ne şekilde kınamış ve hareketlerini değiştirmeleri için ne kadar çaba ve gayret göstermiş bulunduğunu ve kavminin inkârlarına ve azab temennisinde bulunmalarına karşı da ilâhi zafere kavuşmayı niyâzda bulunmuş olduğunu açıklamaktadır. Şöyle ki: İbrahim Aleyhisselâm’ın o harikulâde başarısını, gerçeğe uygun olan sözlerini onun kardeşi Hara’nın oğlu olan Hz. Lût görmüş dinlemiş oldu. (Bunun üzerine ona) Hz. İbrahim’e (Lût îman etti) onu tasdik eyledi, onu ilk tasdik edenlerden bulundu (ve) İbrahim Aleyhisselâm da (dedi ki: şüphe yok ben Rabbime) yani o kerim Yaratıcının emrettiği razı olduğu bir beldeye (hicret ediciyim) kendi beldemdem, kendi kabilemdenayrılarak kendisinde dostum, yakınım, yardımcım olmayan bir beldeye gideceğim. (muhakkak ki, aziz) Düşmanlarına galip, her emri geçerli olan ve (hâkim olan) her iradesi, her fiili hikmet ve menfaata dayalı bulunan (O’dur) o Yüce Yaratıcıdır. Evet.. (O) dur. Binaenaleyh Hz. İbrahim, ikametgâhı olan ve Kûfe köylerinden bulunan “Küsa” dan ayrılarak evvelâ “Harran’a” sonra da arzı mukaddese = Şam’a girerek Filistin’de kalmıştır. Her Peygamber bir kerre hicret etmiş olduğu halde Hz. İbrahim böyle iki defa hicret etmişti. Onun bu hicreti sırf Allah rızası için olmuştu. Yanında da eşi Sara Hazretleriyle kardeşinin oğlu Hz. Lût bulunmuştu. Rivayete göre Hz. İbrahim, O zaman yetmişbeş yaşında imiş. Hz. Lût da “Sedum” da inip kalmıştı.

27. Ve ona İshak’ı ve Yakub’u bağışladık ve Peygamberliği ve kitabı onun soyundan gelenlere verdik ve ona dünyada mükâfatını verdik ve şüphe yok ki, o ahirette de elbette salih olanlardandır.

27. (Ve ona) Hz. İbrahim’e bu hicretin bir mükâfat olarak Sara adındaki ihtiyarlamış olan eşinden (İshak’ı) ihsan ettik ve bunun oğlu olarak da (Yakub’u bağışladık) kendilerine böyle lütufta bulunduk (ve) özellikle (peygamberliği ve kitabı) semavi kitaplara kavuşmayı (onun) Hz. İbrahim’in (soyundan gelenlere verdik) yani: Bütün Peygamberler, artık Hz. İsmail ile Hz. İshak’ın evlât ve torunları arasından dünyaya gelmiş oldular. Şöyle ki: Bilâhara, bütün Peygamberler, Hz. İshak’ın neslinden dünyaya gelmiş, yalnız Son Peygamber Efendimiz de Hz. İsmail’in soyundan olarak dünyaya şeref vermiş ve bütün peygamberlerin faziletlisi ve sonuncusu olduğu için diğer bütün Peygamberlere eşit bulunmuştur. (ve ona) Hz. İbrahim’e (dünyada mükâfatını verdik) Allah rızası için olan hicretinin mükâfatını dünyada da gördü. Bol bir rızık, hayırlı evlâd ve torunlara, insanlararasında pek güzel şekilde anılmaya kavuştu (ve şüphe yok ki, o, ahirette de elbette salih olanlardandır) Hz. Àdem, Hz. Nuh gibi pek yüksek mertebelere sahip, ebedî saadetle seçkin, her şekilde tam bir iyilik ile vasıflanmış zatlar cümlesindendir.

28. Lût’u da hatırla o vakit ki, kavmine dedi: Şüphe yok, siz elbette öyle pek bir harekette bulunuyorsunuz ki, sizden evvel alemlerden hiçbir fert, onu işlemiş değildir.

28. (Lût’u da) O mübârek Peygamberi de hatırla, güzel vasıflarını zikreyle (o vakit ki,) O muhterem zat (kavmine dedi) onları kınamak ve çirkin hareketlerinden men için kendilerine hitab ederek buyurdu ki: (şüphe yok, siz elbette öyle pek çirkin bir harekette bulunuyorsunuz) Son derece çirkin, haram olan livata cinayetine cür’et ediyorsunuz (ki sizden evvel âlemlerden hiçbir fert) ne insanlardan ve ne de cinlerden bir şahıs (onu) o pek çirkin muameleyi (işlemiş değildir) bu ne kadar alçakca, ve ahlâksızca bir hareket!.

29. Siz hâlâ erkeklere yaklaşacak ve yolu kesecek ve toplantılarınızda çirkin şeyleri yapacak mısınız? Artık kavminin cevabı: “Eğer sen sadıklardan isen bize Allah’ın azabını getir” demekten başka birşey olmadı.

29. Hz. Lût, kınamasına devam ederek buyurdu ki: Ey nefislerine yenilen, hayvani hareketlere devam eden kimseler!. (Siz hâlâ erkeklere gidecek) onlara şehvetle tecavüz edecek (ve yolu kesecek) gidip gelen yolculara saldıracak, onların mallarını ellerinden alarak, namuslarına, hayatlarına tecavüz edip duracak mısınız?. Bu ne zalimce, edebsizce bir hareket!. (ve) Siz (toplantılarınızda) bir araya toplanıp iyi geçinmeye başlamakta olduğunuz meclislerde (çirkin şeyleri yapacak mısınız?.) öyle akla, şahsiyete, insanlığa, namus ve haysiyete aykırı, sosyal terbiyeye zıt, sözlerde, vaziyetlerde bulunacak mısınız?. Nedir sizin öyle hayvanca, edepsizcehareketleriniz?. (artık) bu gibi hayrı tavsiye edici ihtarlara, tenbihlere rağmen Hz. Lût’a karşı (kavminin cevabı) onun cahilce ve alay konusu sözleri (eğer sen doğrulardan isen bize Allah’ın azabınu getir) bizi Allah’ın kahrına uğrat (demekten başka birşey olmadı) o terbiyesiz kimseler, kendilerini müdafaa için makul bir söz bulamadılar. Kendilerinin o kötülüklere devam edeceklerine işarette bulunmuş oldular. Hz. Lût’un devam eden ihtarlarına karşı, muhalefette devam edip bilâhara o mübârek zatı beldelerinden çıkarmak bile istemişlerdir. Bu hususa dair “Araf Sûresi” ile “Neml Sûresi” ne de bakınız!.

30. Dedi ki: Ey Rabbim! O fesatçılar topluluğuna karşı bana yardım eyle.

30. Lût Aleyhisselâm, kavminin o kötü hareketlerinden vaz geçmiyeceklerini anlayınca Hak Teâlâ Hazretlerine dua ve niyâza başlayarak (Dedi ki: Yarabbi!.) ey bana ihsanı bol olan kerim Yaratıcım!. (o fesatcılar topluluğuna) o kadar gayri ahlâki hareketlerde bulunan (kavim üzerine bana zafer ver) onları mağlup et, onları lâyık oldukları azaba kavuştur. Artık O terbiyesiz, dinsiz kavim, haklarında vadediler âkibete, müthiş bir cezaya kavuşacaklardı.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN