AL-İ İMRAN SURESİ

30. O günü ki, herkes hayırdan her ne yapmış ise onu hazırlanmış olarak bulacaktır. Kötülükten de ne yapmış ise onunla kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını temenni edecektir. Ve Allah Teâlâ sizi yüce zatından sakındırır. Ve Allah azimuşşan kullarını çok esirgeyicidir.

30. (O günü) hatırla (ki, herkes hayırdan her ne yapmış ise onu) o yaptığını amel defterinde yazılmış (hazırlanmış olarak bulacaktır) onun mükâfatına erecektir. (Kötülükten de ne yapmış ise) onu amel defterinde görecektir. (Onunla kendi arasında uzak bir mesafe) kendisiyle ameli arasında doğu ile batı kadar bir uzaklık (bulunmasını temenni edecektir.) Yanî: Dünyada iken yapmış olduğu hayın da, şerri de az olsun, çok olsun amel defterinde yazılmış bulacaktır. Eğer ameli hayır ise sevinecek, onu memnuniyetle benimseyecektir, mükâfatına erecektir.

Bilâkis ameli şer ise üzülüp duracaktır, kendisiyle ameli arasında pek uzaklık bulunmasını temenni edip duracaktır. Fakat bu mümkün mü? Ne boş bir temenni! (Ve Allah Teâlâ sizi) ey insanlar (zatı ulûhiyyetinden) elem azabından, azamet ve büyüklüğüne karşı günahkarca hareketlerden (sakındırır) korkutur, ta ki emri ilâhîsine muhalif hareket ederek azaba yakalanmış olmayasınız. (Ve Yüce Allah kullarını çok esirgeyicidir) O şefkatli ve merhametlidir. Kulları hakkındaki bu çok merhametinden dolayıdır ki, sizlere bu hususat! ihtar buyuruyor. Tâki ilâhî rızâsınamuhalif hareketlerde bulunarak ilâhî azabına yakalanmayasınız.

§ Re’fet: Şef kat ..esirgemek, ziyade rahmet demektir. Sahibine “raûf” denir ki, rahîm çok merhametli demektir. “Raûf” kelimesi Allah’ın isimlerindendir.

31. De ki: Eğer Allah Teâlâ’yı seviyor iseniz bana uyunuz ki, Allah Teâlâ’da sizi sevsin ve sizin için günahlarınızı yarlığasın. ve Allah Teâlâ gafurdur, râhimdir.

31. Bu âyeti kerime, Cenab’ı Hakka itaat ve muhabbetin ve onun rahmet ve mağfiretine nailiyetin ancak onun muhterem peygamberine uymak suretiyle tehakkuk ve tecelli edeceğini göstermektedir.

Şöyle ki: Habibim! Cemaati müslimine (De ki: Eğer Allah Teâlâ’yı) tam bir ihlas ile (seviyorsanız) yüce birliğine itaat ederek mânevî bir yakınlığa nail olmak istiyorsanız (bana uyunuz) çünkü ben onun resûlüyüm, onun emirlerini, yasaklarını tebliğe memur benim, ona ciddî, ilâhî rızâsına uygun muhabbetin ne suretle meydana geleceğini sizlere bildirecek olan benim. Artık benim tebliğatıma tabi olunuz (ki Allah Teâlâ da sizi sevsin) sizden razı olsun (ve sizin için günahlarınızı yarlığasın) çünkü ilâhî muhabbete nail olmak, günahların af ve örtülmesine vesiledir.

Nitekim bir hadisi şerifte:  Allah Teâlâ bir kulunu severse ona günahı zarar vermez” diye buyurulmuştur. (Ve Allah Teâlâ gafurdur) mağfireti çoktur, dilediği kullarının günahlarını af eder ve örter. Ve (rehîmdir) rahmeti pek ziyadedir. Sizlere bu yoldaki ilâhî emri de yine onun bir rahmet eseri. Tâ ki bu yolda ilâhî emre uyarak onun mağfiretine, rahmetine mazhar olabilesiniz.

§ Bu âyeti kerimenin nuzul sebebi olarakrivayet olunuyor ki: Yahudîler ve Hıristiyanlar taifesi, kendilerini Allah Teâlâ’nın evlât ve dostları olarak telâkki ediyor, böyle bir iddiada bulunuyorlardı. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuş ilâhî muhabbete nail olmanın ne suretle olacağı bütün insanlığa bildirilmiştir.

Diğer bir rivayete göre Rasûli Ekrem hazretleri vaktiyle Mescidi Haram’a girmiş, orada Kureyş müşriklerinin bir takım putları süsleyerek onlara taptıklarını görmüş, onlara hitaben buyurmuş ki: Siz babanız Hz. İbrahim’in ve İsmail’in dinine muhalefette bulunmaktasınız, nedir bu putlara tapmanız? O müşriklerde demişler ki: Biz bu putlara Allah muhabbeti için ibâdet ediyoruz ki bizi Allah’a yaklaştırsınlar. Bunun üzerine bu âyeti kerime nazil olmuştur. Evet Cansın, kıymetsiz, kendilerini bilip müdafaadan mahrum putlara, heykellere tapmakta ne fâide olabilir? Aklı başında olan bir insan biraz düşünmeli değil midir?

Asıl birer kâmî! insan olan, Allah tarafından dini tebliğe memur olduklarını göstermeye muvaffak oldukları mucizelerle isbat etmiş bulunan peygamberlere ve bu cümleden olarak peygamber ve resullerin sonuncusu olan Hz. Muhammed aleyhisselâm’a tabi olmalı, onun tebliğatını da seve seve kabul etmelidir ki, Allah Teâlâ’ya muhabbet iddiası sahih, samimî olmuş bulunsun. Bir hükümdara muhabbet ve icaatta bulunan bir zat, onun elçisine, memuruna da itaat ve hörmette bulunur. Bunun aksine hareket, o hükümdara karşı da bir isyan değil midir? Artık bir insan nasıl olur da Allah’a muhabbet iddiasında bulunduğu halde ona isyan eder, onun peygamberine karşı cephe alır.

Diyor ki: Sen Allah Teâlâya âsi oluyorsun, halbuki onun muhabbetini de gösteriyor ve iddia eyliyorsun. Rabbime yemin ederim ki; bu, fiiller arasında pek acaiptir. Eğer senin muhabbetin sadıkane olsaydı elbette Cenab’ı Hakka itaat ederdin, çükü seven kimse sevdiği zata şüphe yok ki, itaatkâr olur. Velhasıl muhabbetin en parlak eseri, itaattır.

32. De ki: Allah Teâlâ’ya ve peygambere itaat ediniz, eğer yüz çevirirlerse şüphe yok ki Allah Teâlâ kâfirleri sevmez.

32. Bu âyeti kerimede Allah Teâlâ’ya ve Yüce Peygamber’e itaatin lüzumunu, itâatsizliğin ise küfri gerektirip ilâhî muhabbetten ebedî olarak mahrumiyeti gerektireceğini bildirmektedir. Şöyle ki: Ey Resûlüm! Onlara (de ki: Allah Teâlâ’ya ve resûle) Cenâb-ı Hakkın peygamberi olan hatemülenbiya’ya (itaat ediniz) o peygamberin sizlere emir ettiği Allah’ın birliği, inancını kabul ediniz, dinî vazifelerinizi sadıkane bir surette yapınız, onun mübârek sünneti seniyyelerine riayet eyleyiniz (eğer yüz çevirirlerse) Allah’a ve onun Resûlüne itaatten kaçınırlarsa küfre düşmüş olurlar. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ kâfirleri sevmez) onların bu hareketlerine razı olmaz, onları asla mağfiret buyurmaz.

§ Bu âyeti kerimenin nuzul sebebi olarak deniliyor ki: Münafıklardan Abdullah ibni Ubey, kendi arkadaşlarına demiş ki: Muhammed -Aleyhisselâm- kendisine itaati Allah’a itaat gibi gösteriyor, hıristiyanların İsa’yı -aleyhisselâm- sevdiği gibi bizim de kendisine muhabbet etmemizi emrediyor, bunun üzerine bu âyeti kerime nâzil olmuştur. Cahil münafık başkalarını saptırmak içinhakikatı saklıyor, Hz. Muhammed’in daima Allah’ın birliğini ümmetine tebliğ ettiğini, kendisinin diğer insanlar gibi bir insan olup Allah Teâlâ’ya kulluk arzında bulunduğunu görmemezlikten geliyor.

Madem ki, Hz Muhammed, bir yüce peygamberdir, madem ki, onun bütün tebliğatı Cenab’ı Hak adi-ıadır, madem ki: O bütün insanlık hakkında hayırlı olup cümlesinin bir yüce mabuda ibâdet ve itaatte bulunmasını emir ve tavsiye buyuruyor, artık öyle ulu bir zat sevilmez mi? Artık ona itaat Allah Teâlâ’ya itaat olmaz mıPBundan insanlık nasıl müstağni olabilir. Böyle dindarlık alametinden insanlık âlemi nasıl mahrum bırakılmak istenir? Fakat bir münafıktan, başka ne beklenir.

Varsın o gibi din düşmanları ihtirasları yüzünden gebersinler. Cenâb-ı Hak lûtf etmiş, insanlığa Hz. Adem’den itibaren birçok peygamberler göndermiş, sonra da bütün beşeriyete son ve en mükemmel bir peygamber olmak üzere Hz. Muhammed Aleyhisselâm’ı göndermiştir. Nitekim Kur’an’ı Kerim bunu bildirmektedir.

33. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ Âdem’i, Nuh’u, İbrahim’in sülâlesini ve İmranın hanedanını alemler üzerine seçkin kıldı.

33. Bu mübârek âyetler, bir nice peygamberlerin dünyaya şeref vermiş olduklarını bildirmektedir. Hatemülenbiya efendimizin de o peygamberlerin sülâlesinden kadri yüce bir zat olduğuna işaret etmektedir, ve artık bu kadri yüce zatın da risalet ve peygamberliğini inkâra mahal bulunmadığını akıl sahiplerine anlatmaktadır.

Şöyle ki: (Muhakkak Allah Teâlâ) insanlığın babası olan (Adem ve) ikinci Âdem sayılan (Nuhu ve) Halilullah olan (İbrahim’in âlini) sülâlesini (ve imranın âlini) hanedanını kendilerinin bulundukları (alemler üzerine) peygamberlik ve risaletle, bir nice üstün hasletler ile (seçkin kıldı) hattâ bu muhterem peygamberler, peygamber olan meleklerden bile üstün,seçkin bulunmuşlardır.

Nitekim bu mübârek peygamberlerin mü’min, salih olan ümmetleri de peygamber olmayan meleklerden üstün bulunmuştur. Bu mübârek peygamberleri Cenâb-ı Hak, bir nice hasletler ile, mucizeler ile, harikulâde muvaffakiyetler ile pek mümtaz, müstesna birer mevkide bulundurmuştur.

Meselha: Hz. Âdem, ilâhî kudret ile müstakillen bir insanlık şahsiyetine sahip olarak yaradılmış, anaya, babaya, başka bir hayat sahibinden doğmaya muhtaç olmaksızın bir yaratılış harikası olarak meydana gelmiştir. Bütün melekler Cenâb-ı Hakkın emrine binaen kendisine karşı secdeye kapanmışlardır.

Nuh Aleyhisselâm da fevkalâde ilâhî bir himayeye nail olmuş, kendisini inkâr edenlerin bir tufan azabı içinde helâk olup gittiklerini görmüş, kedisini kemâli afiyetle selâmet sahiline çıkıp ikinci adem olmak şerefine sahip bulunmuştur, İbrahim Aleyhisselâm da Ülül’azm denilen pek büyük peygamberlerden biridir, İlâhî dîni yaymaya çalışmış, Babil hükümdarı Nemrudu tevhid dînine dâvet etmiş, o mel’unun yakmış olduğu büyük bir ateşe atıldığı halde o ateş Hz. İbrahim’e asla tesir etmemiş, bir letafet ve selâmet bahçesi kesilmiş, mübârek neslinden İsmail, İshak aleyhisselâm gibi peygamberler yetişmiş nihayet o yüce sülaleden bütün peygamberler ve resûllerin en güzidesi olan Hz. Muhammed aleyhisselâm efendimiz dünyaya gelerek bütün kâinata mübârek vücudu ile şeref vermiştir.

Ne büyük bir seçkinlik! Âli İmrân’a gelince bunlardan maksat, ya imran ibni Yasher’in sülâlesidir. Bunlar Musa ve Harun aleyhisselamdır. Veya imran ibni Masan’ın hanedanıdır ki, bunlar da İsa aleyhisselâm ile muhterem validesi Hz. Meryem’dir. Bu imran, Hz. İsa’nın validesi tarafından dedesidir. İşte bu iki sülâlenin iki hanedanının büyüklüğü, peygamberlik verisalet sıfatını taşımaları pek ziyade seçkinlikleri de sabit bir hakikattır. Bu iki İmran arasında bin sekiz yüz sene geçmiştir.

34. Bazıları bazılarından bir zürriyet olarak neşet etmiştir. Ve Allah Teâlâ semîdir, alimdir.

34. İşte bu mübârek İbrahim sülâlesi ile imran hanedanının (bazıları bazılarından) neş’et etmiş, varlık alanına gelmiş, insanlık âlemine şeref vermiş (bir zürriyettir.) Hepsinin dîni bir, tevhit dîni olan İslâmiyettir.

Hepsi de ihlâs, ibâdet, itaat ve benzeri hususlarda birdir. Birer hususi İmtiyaza sahiptirler, cismanî ve ruhanî satvet ve temizliği kendilerinde toplamışlardır. İşte Cenâb-ı Hak böyle harikaları vücude getirmiş, dilediğine peygamberlik ve risalet vermiştir. Artık peygamber efendimizin peygamberlik ve risalet sâhibi olduğunu kim inkâr edebilir. Yüce Yaratıcının, ne harikalar vücude getirmiş olduğunu bir kere düşünmelidir.

(Ve Allah Teâlâ semîdir) Bütün insanların sözlerini işitir, (alîmdir) her şeyi, herkesin hâl ve tavrını bilir, zahir ve batın hiç bir şey onun görüp işitmesinden, bilip takdir buyurmasından hariç değildir. Binaenaleyh sözünde ve fiilinde, doğru, yüksek bir kabiliyete sahip olan kullarını da her bakımdan seçkin kılar, yüksek makamlara nail buyurur. Bunu kim inkâr edebilir. İşte bir harika daha:

35. Hatırla ki, İmranın eşi: Ey Rabbim! Ben karnımda olanı azadlı bir köle olarak sana adadım. İmdi bunu benden kabul buyur. Şüphe yok ki hakkıyla işitici sensin, kemâliyle bilici sensin, demişti.

35. Bu mübârek âyetlerde, Allah’ın kudreti ile ne kadar harikaların vücude geldiğini ve bir kısım muhterem simaların ne büyük imtiyazlara mazhar olduğunu gösteriyor, artık son bir yüce peygamberin de bir takım harikalara, imtiyazlara nail oluşunu inkâra mahal bulunmadığına şöylece işaret buyuruyor.

Habibim! (Hatırla ki) Musâ’nın oğlu (İmranıneşi) Hanne: (Yarabbi! Ben karnımda olanı) hamile bulunduğum çocuğu (azatlı köle) dünya arkalarından âzade, halisane ibâdete devam eden, beyti mukaddesin hizmeti ile meşgul (olarak sana adadım) senin bana bu çocuğu verdiğine teşekkür, senin rızanı kazanmak için bunu bir adak kıldım. Büyüyünce Beyti mukaddes hizmetine devam etsin.

(İmdi) lütfet (bunu) bu adadığımı (benden kabul buyur) bunu ilâhî rızana yakın kıl (şüphe yok ki) bütün işitilen şeyleri ve bilhassa benim bu dua ve niyazımı (hakkiyle işitici sensin) ve bütün malûmatı ve o cümleden olan kalbimde olanları (kemâliyle bilici) de (sensin) Rabbim! (demişti.) Bu şekilde duada bulunmuştu. Rivayet olunur ki: Hanne ihtiyarlanmıştı. Bir ağaç gölgesinde otururken bir kuşun yavrusuna bir şeyler yedirdiğin! görmüş, kendisinde de bir annelik hevesi uyanmıştı.

Yarabbi- Eğer bana bir çocuk ihsan buyurursan adağım olsun onu beyti mukaddese hizmetçi olarak vereceğim, demişti. Böyle bir nezir, onlarca erkek çocuklar hakkında meşru bulunuyordu. Bu temennisini müteakip hâmile kalmış, sonra kocası İmran vefat etmiş, daha sonra da çocuğunu kız olarak dünyaya getirdiğinden müteessir bulunmuş idi.

36. Vaktaki çocuğunu dünyaya getirdi, dedi ki: Ey Rabbim! Ben onu kız olarak doğurdum Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyade bilir. Halbuki erkek, dişi gibi değildir. Ve ona Meryem adını verdim. Ve ben onu ve onun zürriyetini koğulmuş olan şeytandan senin himayene ısmarladım.

36. Hanne, (vaktaki çocuğunu dünyaya getirdi) onun kız olduğunu görünce adağını ifa edemeyeceğini sanip üzüldü (Dedi ki: Yarabbi! Ben onu dişi olarak doğurdum) adağım yerine getirilemiyecek, çünkü kızların beyti mukaddese hizmetçi olması adanamaz (Allah Teâlâ ise onun ne doğurduğunu daha ziyade bilir.) Hanne de buna inanmıştır. O demekistemiştir ki: Yarabbi! Kız doğurduğum için adağım ifa edilemiyecektir, ben bundan müteessirim, senden aflar temenni ederim.

(Halbuki erkek dişi gibi değildir) erkeğin adanması makbuldür. Eğer erkek doğacak olsa idi adağım yerine getirilebilirdi. Bununla beraber erkekler, hayz ve nifas gibi hallerden uzak oldukları için ibâdet ve itaate daima zamanında devam edebilirler. Ve bir çok hadiselere karşı daha ziyade dayanaklı bulunurlar, ve çoğunluk itibariyle kadınlardan daha ziyade zeka ve kabiliyete sahiptirler. Kadınların erkekler ile karışması ise muvafık değildir: Binaenaleyh Beyti mukaddes hizmetine onlar değil, erkekler kabul olunurlar.

(Ve) maamafih (ona) o kızıma ibâdet eden, hizmetçi mânasına olan (Meryem adını verdim) beyti mukaddes için adadığım erkek çocuğuna bedel olmasını senin lûtfunda niyaz ederim. (Ve ben onu onun. zürriy etini) o kız çocuğumu ve onun evlât ve torunlarını (recim) olan taşlanmış, koğulmuş bulunan (şeytandan) o iblisin temasından, vesvesesinden korunmuş olmaları için (senin himayene ısmarladım) Meryemi de, onun zürriyetini de iyi hâlden, ilâhî himayedeh mahrum bırakma ya rabbi! Cenâb-ı Hak da o muhterem validenin bu dualarını kabul buyurmuştur.

37. Artık onu Rabbi si bir güzel kabul ile kabul buyurdu ve onu bir güzel nebat olarak yetiştirdi. Zekeriya’yı da ona bakmaya memur etti. Zekeriya her ne zaman mahfilde onun yanına girse onun yanında bir rızık bulurdu. Ya Meryem! Bu sana nereden geldi, O da bu Allah tarafından der idi. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediğine hesapsız rızık verir.

37. Bu mübârek âyette, Hz. Meryem’in ne şekilde büyüyüp geliştiğini ve Cenâb-ı Hakkın dilediği kulunu nasıl hârikalara mazhar buyurduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: Hanne’nin kızı Meryem hakkındaki duası üzerine (artık onu) Meryem’i, (Râbbisi) sâhibive lâik olduğu Kemâle kavuşturucusu olan Cenab’ı Hak, validesi Hanne’den (bir güzel kabul ile kabul buyurdu) onun adağını kendisine mahsus bir ayrıcalık olmak üzere rıza ile kabul etti. Halbuki, ondan başka kızların adak edilmesini kabul buyurmamıştır.

(Ve onu) Meryem’i (bir güzel nebat olarak yetiştirdi) o bir çocukluk goncası idi. Pek güzel ahlâk sâhibi idi. Başka çocukların bir aydaki büyümesini, Meryem bir günde büyüyordu. Cenâb-ı Hak (Zekeriya’yı da ona bakmaya) Meryem’in himayesine, korumasına ihtiyaçlarını sağlamaya (memur etti) bu vazifeyi deruhte etmiş olan (Zekeriya) aleyhisselâm (her ne zaman) Meryem için hazırladığı (mahfilde) hücrede (onun) Meryem’in (yanına girse onun yanında) kendisinin getirmemiş olduğu (bir) nevi (rızık bulurdu.) Yaz meyvesini kış mevsiminde, kış meyvesini de yaz mevsiminde hazır bir halde görürdü.

Halbuki, hücrenin kapısını yalnız Zekeriya kilitler, açardı. Başkalarının oraya girmesi düşünülmezdi. Binaenaleyh Hz. Zekeriya (Ey Meryem! Bu sana nerden derdi?) böyle kapı kapalı olduğu halde bu nimetler böyle vaktinin haricinde olarak sana nereden geliyor diye sorardı.

(O da) Meryem de (bu) nimetler (Allah Tealâ tarafından derdi.) Evet. Bu nimetler birer ilâhî lütuf olarak Meryem’e cennetten geliyordu. Bu hal, Meryem hakkında bir keramet idi, onun Allah katındaki büyüklüğüne bir alamet idi. Böyle bir kerametin vücudu nasıl inkâr olunabilir ve uzak görülebilir. Cenâb-ı Hak, her şeye kadirdir. Dilediği hârikayı, mucizeyi vücude getirir ve (şüphe yok ki. Allah Teâlâ dilediğine) de (hesapsız bir şekilde,) bir meşakkat ve zahmet vermeksizin pek geniş bir rızık ile (rızıklandırır.) İşte Hz. Meryem’i rızıklandırması da bu cümledendir.

Bu son cümle, ya Hz. Meryem’in bu husustaki ifadesine, güzel inancına işaret eder veyahut müstakil olarak sırf bir hakikat olmak üzere Allah tarafından beyan buyurulmuştur.

§ Rivayet olunur ki: Hanne vaktaki Meryem’i doğurdu, onu bir hırkaya sararak mescidi aksaya götürdü, oradaki Ahbarın = Din alîmleri olan yirmi dokuz zatın yanına bıraktı bu bir adaktır, bunu kabul ediniz dedi. Meryem, onların ilim ve dindarlık itibariyle en büyükleri ve reisleri bulunmuş olan imran’ın kızı olduğu için her biri istedi ki onu kendisi alıp himaye etsin.

Bu yüzden aralarında münakaşa zuhur etti. Zekeriya aleyhisselâm, beyti mukaddesteki o zatların reisi idi ve Meryem’in tezyesinin kocası bulunuyordu. Bu sebeple Meryem’i kendi alıp himaye etmek istedi. Diğer zatlar ise dediler ki: Meryem’e anası herkesten daha yakın iken onu kendi yanında bırakmıyor, artık senin yanında bırakılması neden lâzım gelsin?

En iyisi kur’a atalım kime isabet ederse o alıp beslesin. Bunun üzerine kur’aya karar verdiler. Ürdün ırmağına gittiler, kalemlerini o suya atıverdiler, hangisinin kalemi sabit olup suyun yüzüne çıkarsa Meryem’in bakımını o üstlenecekti. bunlardan yalnız Hz. Zekeriya’nın kalemi öylece su üzerine çıkıp kaldı. Artık Meryem’i Hz. Zekeriya aldı, onu teyzesinin yanına götürdü, Meryem, genç bir kız haline gelince onun için mescidi aksada merdivenle çıkılır bir yüksek çardak yaptırdı.

İşte mihraptan maksat budur, sonra Meryem’i buraya bıraktı, onun yiyip içeceğini yalnız kendisi götürür, ona verirdi, başkaları onun yanına çıkamazdı. Bu esnada idi ki, Hz. Meryem’e Allah tarafından ihsan buyurulan çeşit çeşit nimetleri görünce: Ya Meryem! Bu nimetler sana nereden? diye sormuş, Hz. Meryem’in Allah katındaki yüksek mevkiini düşünerek kendisinin o ihtiyarlığı zamanında öyle kıymetli bir çocuğa sahip olmayı Cenâb-ı Haktan niyaz eylemişti.

38. O vakit Zekeriya’ Rabbine dua ederek dedi ki: Ey Rabbim! Bana kendi tarafından pek temiz bir zürriyet bağışla. Şüphe yok ki, sen duayı hakkıyla işiticisin.

38. Bu mübârek âyetlerde hayırlı, salih evlâdın birer nîmet olduğunu, bu gibi evlâdı temenninin caiz bulunduğunu göstermekte, ve halisâne duaların kabul olacağına işaret etmektedir. Şöyle ki: (O vakit) Hz Meryem’in o müstesna durumunu gören ve ihtiyar bir halde bulunan (Zekeriya) Aleyhisselâm (Rabbine dua ederek dedi ki: Yarabbi! Bana kendi tarafından) normal sebeplere muhtaç olmaksızın sırf kendi kudretinle (pek temiz bir zürriyet) pek salih bir oğul (bağışla) ihsan ve lüft eyle.

Hanne’ye ihtiyarlığı halinde öyle mübârek bir çocuk verdiğin gibi bana da vermek lütfunda bulun. (Şüphe yok ki) Yarabbi! (sen duayı hakkiyle işîticisin) duaları kabul buyurursun, benim bu duamı da lütfen kabul buyur -bu duamı-red ile benim ümidimi boşa çıkarma.

39. Zekeriya mihrapta durmuş namaz kılmakta iken ona melekler seslendi ki: Muhakkak Allah Teâlâ sana Allah tarafından olan bir kelimeyi tasdik edici, efendi ve nefisine hâkim ve salihlerden bir peygamber olmak üzere Yahya’yı müjdeler.

39. Bunu müteakip (Zekeriya) aleyhisselâm (mihrapta durmuş olarak namaz kılmakta iken ona melekler) melekleri temsil eden Cibrîli Emîn (seslendi ki:) Ey Zekeriya (muhakkak Allah Teâlâ sana) lûtf edecektir, duanı kabul buyurmuştur.

Sana evlât olmak üzere (Allah tarafından olan bir kelimeyi) İsa aleyhisselâmın peygamberliğini tasdik edici olarak (ve efendi) kavmine reis olarak (ve nefsine hâkim) nefsini şehevi şeylerden son derece korumaya muvaffak olacak (ve salihlerden) peygamberlerin sülbünden gelmiş (bir peygamber olmak üzere Yahya’yı) onun dünyaya gelip peygamberlik payesine sahip bulunacağını sana (müjdeler.) İşte bu zat, bu Yahya ismini taşıyan zat, o dünyaya gelmesi istirham olunan temiz zürriyetten ibarettir. Ne kadar müjdelemeye lâik bir nîmet!.

40. Dedi ki: Ey Rabbim! Bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana hakikaten ihtiyarlık yetişti. Eşim ise kısırdır. Buyurdu ki, öyledir. Fakat Allah Teâlâ dilediğini yapar.

40. Bu mübârek âyetler: Allah’ın Kudretinin her şeye yettiğini göstermektir. Kulluk vazifesinin de bu kudreti tasdik ve tazim ile Hak Teâlâ’nın birliğine inanmak, onu tesbih etmek ve ona daima ibâdet ve itaatta bulunmaktan ibaret olduğunu bildirmektedir.

Şöyle ki: Zekeriya aleyhisselâm mazhar olduğu müjdenin görülmesi ricası ile (dedi ki: Yarabbi!) cereyan etmekte olan tabii kanuna göre (bana bir oğul nasıl olabilir ki, bana) hakikaten (ihtyarhk yetişti) yaşım yükseldi, (eşim ise kısırdır) çocuk doğurmaz bir haldedir. Rivayete göre bu zaman Hz. Zekeriya yüz yirmi veya doksan dokuz yaşında idi. Eşi de doksan dokuz yaşında imiş.

Hz. Zekeriya kudreti ilâhiyye ile böyle bir çocuğa nail olabileceğini bilirdi. Eğer bilmeseydi bir zürriyete kavuşma niyazında bulunur mu idi? Ancak cereyan etmekte olan tabii kanuna göre bu uzak görülebilirdi. Binaenaleyh bunun nasıl bir ilâhî lütuf eseri olarak dünyaya geleceğini anlamak maksadiyle böyle bir soru sormuştur.

Cenab’ı Hak da vahiy yoluyla (buyurdu ki, öyledir) gerçekten de sizin gibi ihtiyarların çocuk babası, anası olmaları adete nazaran uzak görülebilir. Fakat (Allah Teâlâ dilediğini yapar) vücude getirir, onu hiç bir şey aciz bırakamaz. Buna inanmışızdır…

41. Dedi ki: Ey Rabbim! Benim için bir alâmet kıl. Buyurdu ki: Senin için alâmet, insanlar ile bir işaretten başka üç gün konuşamamandır. Maamafih Rabbi ni çokça zikred ve akşam, sabah namaz kıl.

41. Zekeriya aleyhisselâm, bu büyük kudretin meydana gelmesine bir müjde olmak için (dedi ki: Yarabbi! Benim için bir alâmet kıl) bir nişane göster, eşimin böyle bir çocuğa hâmile olduğunu bilip şükür secdesine kapanayım.Cenâb-ı Hak da (buyurdu ki:) Hz. Zekeriya’ya vahyi eyledi ki:

(Senin için alâmet) sana bu hakikatı gösterecek nişane, senin (insanlar ile bir işaretten başka üç gün konuşamamandır.) sen başkalarıyle üç gün gece gündüz konuşmak kuvvetinden mahrum kalacaksın, yalnız elle veya baş ile işaret edebileceksin. Hz. Zekeriya, insanlar ile konuşmak kudretinden böyle geçici olarak mahrum kalmakla beraber Cenab’ı Hakkı zikir ve tesbih kudretine sahip bulunuyordu. Bunun için buyruldu ki: Ey Zekeriya: (Maamafih Rabbini çokça zikret ve akşam ve sabah namaz kıl) tesbih ve tehlilde bulun.

Bu muhterem zatın böyle üç gün başkaları ile konuşmaya kâdir olamaması, ve diğer bir yoruma göre kâdir olduğu halde yalnız konuşmadan yasaklanmış bulunması, duasının kabul edilmiş olduğundan dolayı halk ile konuşmadan alâkasını keserek böyle üç gün bütün bir kalp huzuru ile Yüce Yaratıcısının zikr ve tesbihi ile meşgul olması, nail olduğu o büyük nimetin şükrünü ifaya çalışması içindi.

Maamafih bazı zatların ifadelerine göre bunda Hz. Zekeriya için bir uyanma dersi vardı. Çünkü kendisinin bir oğula nail olacağını melekler kendisine sözlü olarak müjdelemiş oldukları halde buna bir alâmet istemesi gereksiz olduğundan bir ceza olarak üç gün konuşmadan mahrum bırakılmıştır.

§ Zekeriya aleyhisselâm: Süleyman aleyhisselâmın neslindendir. Beyti mukaddeste reis idi Tevrat nüshalarını yazardı. İsrailoğullarına peygamber tayin buyrulmuştu. Musa aleyhisselâmın şeriatiyle amel ederdi. Hz. Meryem’in valdesi Hanne’nin kız karındaşının kocası idi. Hz. Meryem’i yanına alıp beyti mukaddesteki bir hücrede himaye etmişti. Hz. Meryem’den İsa aleyhisselâm bir yaratılış harikası olarak babası olmaksızın dünyaya gelmişti. Gösterdiği birçok mucizeler de bunu isbat edip duruyordu.

Buna rağmen Yahudîler Hz. Zekeriyaya iftirada bulunmuş,yüz yaşında bulunan o pek muhterem peygamberi şehit eylemişlerdir. Bir rivayete göre de Zekeriya aleyhisselâm, muhterem oğlu Yahya aleyhisselâm’ı, Filistin valisi (Herut) tarafından şehit edileceği zaman, kurtarmaya çalışmış, kendisinin de takip edildiğini anlayınca beyti mukaddese bitişik bir bahçede bir ağacın kütüğüne saklanmış, o ağaç ile beraber testere ile ikiye bölünerek şehit edilmiştir.

§ Yahya aleyhisselâm: Zekeriya aleyhisselâm’ın oğludur. Annesi de imrân’ın kızıdır. Cenâb-ı Hak, bu muhterem baba ve anneye ihtiyarlıkları zamanında bu mübârek oğulu ihsan buyurmuştur. Hz. Yahya, daha pek genç iken Tevratı şerifi okur, sahralara çekilerek kimse ile görüşmeksizin ibâdet ve itaatta bulunur, İsrailoğullarına vaaz ve nasihat eder, Hz. Musa’nın şeriatiyle âmel ederdi.

Bilahara Hz. İsa’nın şeriatiyle amel etmek üzere kendisine de peygamberlik ihsan buyurulmuştur. Bu esnada Filistin hükümdarı bulunan “Heredos” kendi kız karındaşının kızını almak istemişti. Bunların nikâhı Hz. Musa’nın şeriatına göre caizdi. Bu nikâhı akdetmesini Hz. Yahya’ya teklif etti. Fakat Hz. İsa’nın şeriatına göre bu nikâh caiz değildi. Binaenaleyh Yahya aleyhisselâm bu nikâhı kıymaktan kaçındı. Bundan dolayı o kız ile annesi gücendiler, Hz. Yahya’yı öldürmesini Heredos’tan istediler, o da bu mübârek zatı onların yanında boğazladı. Şehit etti. Henüz otuz yaşında bulunuyordu.

Bu hâdise Hz. İsa’nın semaya kaldırılmasından sonra vuku bulmuştur. Hz. Yahya, Kudüs’te sıbtiyede metfundur. Rivâyete göre mübârek başı Dımışkde Ümeyye Camii içerisinde ve bir eli de Beyrut’ta medfûn bulunmaktadır.

42. Hani melekler dedi ki: Ey Meryem! şüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kıldı ve seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı.

42. Bu mübârek âyetlerde, Hz. Meryem’in üstün kılındığını ve onun bu imtiyaza karşı şükran vazifesi olarak ibâdet ve itaate devam etmekle mükellef bulunduğunu göstermektedir.

Şöyle ki: Habibim! Hatırla (hani) o vakit ki (melekler) Cibril Emin ile maiyetindeki melekler (dedi ki: ey) İmrân’ın muhterem kızı (Meryem!) seni müjdeleriz (şüphe yok ki. Allah Teâlâ seni seçkin kıldı) seni seçti, sana istisnaî bir meziyet ihsan buyurdu. Seni validenden güzelce kabul eyledi, seni bir yüce peygamber olan Zekeriya’nın himayesinde büyüttü, seni cennet nîmetlerinden rızıklandırdı, ve özellikle sana bir takım yüksek kerametler ihsan buyurdu (ve seni tertemiz kıldı) seni erkeklerin temasından masum kıldı, Yahudilerin isnad ettikleri kötü fiilden uzak olduğunu daha beşikte olan bir yavrunun == Hz. İsa’nın konuşması ile açıkladı = (ve seni âlemlerin kadınları üzerine üstün kıldı) onların fevkinde kıldı. Sana İsa gibi bir melek yüzlüyü babasız olarak bağışladı, ve sizi âlemlere bir harika alemeti kıldı böyle bir şeref diğer kadınlara nasip olmamıştır.

Hz. Meryem bazı zatlara göre meleklerin kendisine hitap etmiş olmalarına göre peygamberlik şerefine de ermişti, fakat bu görüş, icmaa muhaliftir. Kadınlardan peygamber gönderilmediği hakkında icma vardır. Ancak bu hitab ona bir keramet olmak üzere gelmiştir. Veya bu hitap onun oğlu Hz. İsa’nın peygamberliğine bir irhâs = delâlet eden harikulâde bir keyfiyettir veya Hz. Meryem’e melekler tarafından böyle bir ilham yoluyla cismanî ve ruhanî bir terbiye ve itaat yolunu göstermek hikmetine dayanmaktadır.

Bu âyeti kerimeye göre Hz. Meryem, yalnız kendi asrındaki değil, bütün kadınlardan üstündür. Çünkü o bir yaratılış harikası olan Hz. İsa’nın annesidir, meleklerin hitâplarına mazhardır, daha nice imtiyazlara sahiptir.

Maamafih bir hadisi şerifte şöyle buyrulmuştur.

  Âlemlerin kadınlarından dört tanesi, sana en büyük birer kadın olmak üzere tanımaya kâfidir. Onlar ise Meryem ile Firavunun karısı Asiye ve Haticetülkübra ile Fatimetüzzehra’dır.

Diğer bir hadisi şerifte de:  Fatma, -radiyallahü teâlâ anha- İmrân’ın kızı Hz. Meryem’den başka bütün cennet kadınlarının ulusudur, reisidir.

43. Ey Meryem! Rabbin için itaate devam et, secde kıl, rükûa varanlarla rükûa var.

43. (Ey Meryem) Rabbin için (itaate devam et) daima itaatte bulun veya namaz kıl veya namazda ayakta fazlaca dur (secde kıl) namazlarda Cenab’ı Hak için secdeye kapan (rükûa varanlar ile beraber rükûa var) cemaat ile namaz kıl, namazın şartlarına riayet eyle, rükû edenler gibi sen de rukûda bulun.

Deniliyor ki: Hz. Meryem de beyti mukaddeste komşu bulunanlar ile beraber namaz kılmakla mükellef idi. Her ne kadar onlara karışmazsa da kendi hücresinde onlara uyar, namazlarını cemaatle kılar, rükû ve sucûdda bulunurdu. Rükû ve sücut, Cenâb-ı Hakka karşı yapılan en güzel bir saygı ve kulluk alametidir. Bu kulluk vazifesini yapmayanlar hüsranda ve ziyanda kalırlar. Evet: “Serrini secde’i rahmana firu etmeyenin””Kâmeti pişi edanide hem olmazda ne olur” Allah’a secde etmek için başını eğmeyenin

44. Bu sana gayıp haberlerindendir. Onu sana vahy ediyoruz. Meryem’i hangisi himayesine alacak diye kalemlerini attıkları zaman sen onların yanında değildin. Ve onlar tartışmada bulundukları zaman da sen onların yanında bulunmuyordun.

44. Bu âyeti kerimede Hz. Zekeriya ile Hz. Meryem kıssalarının ehemmiyetini ve bunlardan Rasûli Ekrem efendimizin bir mucize olarak ilâhî vahiy sayesinde haberdar bulunduğunu gösteriyor. Şöyle ki: Habibim! (Bu sana) Henne’ye, Zekeriya, Yahya ve İsa aleyhisselâma dair haber verdiğimiz eşsiz hâdiseler (gayıp haberlerindendir.) Gayba ait şeyler olup ancak vahy yoluyla bilinecek şeylerdendir.

(Onu sana vahy ediyoruz) Cibrili Eminin tebliğ ile bildiriyoruz. Artık onun gayptan olduğu bilinmelidir. (Meryem’i) beyti mukaddesteki zatlardan (hangisi himayesine alacak) o kimin korumasına verilecek (diye) onların tevratı yazdıkları (kalemlerini) kur’a olmak üzere suya (attıkları zaman) Resûlüm! (sen onların yanında değildin) onlarla beraber bulunmuyordun, onların zamanları çok evvel olduğu için bu taraf malûm. (Ve onlar tartışmada bulundukları) Meryem’i hangisinin himaye ve terbiye edeceği hususunda tartıştıkları ve mücadele yaptıkları (zaman da sen onların yanında bulunmuyordun) bu da malûm, onların böyle tarihî hayatından haberdar olmadığın da malumdur. Çünkü senin kitapla, okumakla, eskilerin tarihî olaylarını dinlemekle meşgul olmadığın herkesçe bilinmektedir.

Binaenaleyh onlara dair vermekte olduğun bu haberler, şüphe yok ki, bir vahyi ilâhî eseridir. Sen böyle bir ilâhî vahye nailiyetinden dolayı pek mutlusun, pek şayanı tebriksin. Yazık bu hakikatı idrâk ve tasdik etmeyenlere! Bu âyeti kerimede geçen kalemlerden maksat, bir rivayete göre de Hz.Meryem’i himayelerine almak isteyenlerin ellerinde bulunan bastonlardan veya oklardan ibaret idi. Kur’a çekimi için bunlara kendi adlarını yazmışlar, bunları bir torba içine bırakmışlar, sonra bunlardan birini gelişigüzel çekip torbadan çıkarmışlar. Bu onlardan hangi zata ait bulunmuş ise Hz. Meryem onun himayesine verilmiştir. Bu zat ise Hz. Zekeriya’dır. Bu kur’a onun mübârek adına isabet etmiştir.

45. Hani melekler demişlerdi: Ey Meryem! Şüphesiz Allah Teâlâ sana tarafı ilâhîsinden bir kelime ile müjde veriyor ki, adı Mesih, Meryem oğlu İsa’dır. Dünyada da ahirette de itibarlı ve Allah’ın kendisine yakın kıldığı kimselerdendir.

45. Bu mübârek âyetler de Hz. Meryem’in üstün kılınmış olduğunu ve bir yaratılış harikası olan Hz. İsa’nın yüceliğini göstermektedir. Şöyle ki: Habibim hatırla (hani, melekler) Cibril Emin ile arkadaşları Hz. Meryeme şifahen (demişlerdi ki: Ey Meryem! Şüphesiz Allah Teâlâ sana kendi tarafından bir kelime ile) bir “Kün = ol” emri ilâhîsiyle meydana gelecek olan bir oğul ile (müjde veriyor ki) o “kelime” diye anılan oğulun (adı Mesih, Meryem oğlu İsa’dır.) İsa, o mübârek oğlun ismidir.

Mesih ile ibni Meryem de onun bir lâkabı ile bir vasfıdır. Mesihin aslı İbranîce “Mesiha”dır ki, mübârek mânasınadır, İsa da iş bu lâfzın arapçasıdır ki, yüzünün rengi beyaz olup lâtif bir hürmete sahip olduğu için böyle bir isim ile isimlendirilmiştir. O güzide yavru (dünyada da âhirette de itibarlıdır) büyük bir makam ve şeref sahibidir. Dünyada peygamberlik vasfına ve mucizelere sahip olacaktır.

Ahirette de yüksek derecelere nail, bazı zatlar hakkında da şefaatlere sahip bulunacaktır. (Mukarrep) Allah Teâlâ katında yüksek derecelere sahip (olanlardandır.) Çünkü onun derecesi cennette pek yüksek olacaktır, semaya kaldırılacaktır, meleklerlesohbette bulunacaktır. Bunlar birer mânevî yakınlıktır, şerefin yüceliğine şahitliktir.

46. Ve insanlar ile beşikte iken de, yetişkin iken de konuşacaktır. Ve o salihlerdendir.

46. (Ve) o mübârek zat (insanlar ile) henüz kendisi (beşikte iken de) daha küçük iken de ve (yetişkin iken de) olgunluk halinde iken de çelişki olmaksızın (konuşacaktır) o daha çocuk iken diğer peygamberler gibi konuşmaya, hakkı beyan edebilecektir. Bu onun için bir mucizedir. Çünkü bu, hariku’lâde bir kabiliyettir. Maamafih bu hal, aynı zamanda Hz. İsa’nın ilahlık vasfına sahip olmadığına bir delildir, bu hususta, insanları irşada kâfidir. Çünkü çocuklukla; yaşlılıkla ve diğer insanlar gibi konuşmakla ittisaf, insanlık vasfıdır, bu gibi vasıflardan ise Cenâb-ı Hak uzaktır. (Ve) İsa Aleyhisselâm (Mukarrep) Allah katında yüksek derece sâhibi (olanlardandır.) Zira onun derecesi cennette pek yüksek olacaktır.

Daha dünyada iken semâya kaldırılacaktır. Melekler ile sohbette bulunacaktır. Deniliyor ki: Hz. İsa “Kühûlet = olgunluk” ile de müttasif gösteriliyor, onun kühûlet, devresine gireceği bildiriliyor. Kühûlet ise otuzuncu yaştan başlar. Hz. İsa, daha dünyada iken bu kühûlet vasfını kazanmış mıdır? Cevaben de deniliyor ki: Kühûlet asıl lûgatte kâmil; tam demektir, insanın en kâmil zamanı ise otuz ile kırk yaş arasındadır. Hz. İsa ise otuz üç buçuk yaşında iken semaya kaldırılmıştır. O halde kühûlet yaşına ermiş bulunmaktadır.

Maamafih şöyle de denilmektedir: Bu âyeti kerime Hz. İsa’nın semaya kaldırıldıktan sonra tekrar yeryüzüne inerek insanlar ile konuşacağına delâlet etmektedir. Çünkü onun kühûlet yaşına tamamen girmiş olması semaya kaldırılmasından sonraya tesadüf eder. Velhasıl (o) Hz. İsa (Salihlerdendir.) O Allah Teâlâ’nın her bakımdan salih, dünyevî, uhrevî bütün sözleri ve davranışları itibariyle en doğru bir yola sahip, pek mümtaz kullarındanpeygamberleri zümresinden bir zattır. Onu böyle mükemmel bir insan bir peygamberi zişân tanımak lâzımdır.

47. Dedi ki. Ey Rabbîm! Bana çocuk nereden olabilir! Halbuki bana bir insan dokunmamıştır. Buyurdu ki, öyledir. Allah Teâlâ neyi dilerse yaratır. Bir şeyi murat edince ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.

47. Bu âyeti kerime de Hz. Meryem’in bir sorusu üzerine Allah Teâlâ’nın her harikûlâde şeyi yaratmaya kadir olduğunu bildirmekte, Allah’ın Kudretinin üstünlüğünü misal ile anlatmaktadır. Şöyle ki: Melekler, Hz. İsa’nın geleceğini Hz. Meryem’e müjdeleyince hayrete düşmüş, bunun nasıl olacağını anlamak için niyazda bulunarak (dedi ki:

Yarabbi! Bana bu çocuk nereden) ve şekilde (olabilir?.) Bu bir evlenme neticesinde mi veya bir harika olarak, evlenmeksizin mi olacak, (halbuki, bana bir insan dokunmamıştır) benim bir eşim yoktur, benim durumum çocuk doğurmaya aykırıdır. Bu istirham üzerine ya vahiy yoluyla Cenâb-ı Hak veya Cibrili emin (buyurdu ki, öyledir.) Gerçekten kendisine bir erkek dokunmamış olan bir kadının çocuk doğurması, cereyan eden tabii kanuna göre imkânsızdır bir ihtiyar koca ile bir ihtiyar, kısır bir zevcenin çocuk dünyaya getirmelerinden daha gariptir. Fakat (Allah Teâlâ neyi dilerse yaratır) onun kudreti her şeye fazlasıyla kâfidir. Şöyle ki: (Bir şeyi murat edince) herhangi bir şeyin, hadisenin vücude gelmesini irade buyurunca (ona sadece ol der) başka bir emire lüzum yok (o da hemen oluverir) ilâhî irade ile vücude gelir.

Artık Hz. İsa’nın babasız olarak dünyaya getirilmesini yadırgamaya mahal yoktur. Cenâb-ı Hak, bazı şeyleri bir takım sebep ve nedenler neticesinde yavaş yavaş vücude getireceği gibi dilediği şeyleri de alışılmış sebep ve maddelere muhtaç olmaksızın bir anda yaratabilir. Onun kudreti sonsuzdur. İnancımız tamdır. Buna.”İlâhî sensin ancak kâinatı eyleyen icat” “Senin zatı aziminden eder mahlukun istimdat” “İlâhi sen küçükten söyletirsin tıfli nevzadi” “Ki hiç yoktan verirsin mâdere kıymetli evlâdı”

48. Ve ona yazmayı ve hikmeti ve Tevrat ile İncil’i talim buyuracaktır.

48. Bu mübârek âyetlerde Hz. İsa’nın sahip olduğu, üstün vasıfları göstermeye muvaffak bulunduğu mucizeleri beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Cenab’ı Hak, Hz. Meryem’in kalbini rahatlatmak, onun hakkındaki şüpheleri gidermek için ona vahy yoluyla buyuruyor ki: Kerem sâhibi yüce yaratıcı, kudret harikası olmak üzere Hz. İsa’yı yaratacaktır. (Ve ona kitabı) yazı yazmayı veya ilâhî kitaplar öğrenmeyi ihsan edecektir. (Ve hikmeti) amele, itikada, ahlâkı güzelleştirme ve saireye ait ilimleri öğretecektir, (ve Tevrat ile İncil’i) bu semavî kitapların hükümlerini, içeriklerini (tâlim) ilham ve ihsan (buyuracaktır.)

Kâinatı yaratan Allah Teâlâ hazretleri, her şeye kâfi olan kudretiyle İsa’ aleyhisselâm’ı babasız olarak vücude getireceği, ve onu öyle ilmî faziletler ile süslü, ilâhî kitapların inceliklerine vakıf, kendisini de bir semavî kitaba kavuşmakta şereflendireceğini muhterem validesi Hz. Meryem’e vahiy yoluyla müjde ediyor. Bununla beraber onu kavmine peygamber kılacağım da şöylece beyan buyuruyor.

49. Ve İsrail oğullarına peygamber gönderecektir. Ben size muhakkak bir mucize ile Rabbiniz tarafından geldim. Ben sizin için çamurdan kuş şekli gibi birşey icat ederim, sonra ona üfürürüm, O da Allah Teâlâ’nın izniyle hemen kuş oluverir. Ve ben Allah’ın izniyle anadan doğma körü ve alacalık hastalığına tutulanı iyi ederim ve ölüyü diriltirîm ve size evlerinizde ne yediğinizi ve ne biriktirdiğinizi de haber veririm. Şüphe yok ki, bunda sizin için bir alâmet vardır. Eğer sizmü’minler iseniz.

49. (Ve) Allah Teâlâ Hz. İsa’yı (İsrailoğullarına peygamber gönderecektir) ya daha çocuk iken veya erginlik çağma erdikten sonra bu peygamberlik şerefine erecektir. İsrailoğullarının İlk peygamberi Yusuf Aleyhisselamdır, diğer bir görüşe göre de Musa Aleyhisselâm’dır.

Son peygamberi de İsa Aleyhisselâmdır. Hz. İsa kavmine gönderilmiş olunca buyurdu ki: (Ben size muhakkak bir mucize ile Rabbiniz tarafından) peygamber olarak (geldim.) Yâni: Peygamberlik iddiasında doğru olduğumu gösterir alâmet ile, harikûlâde işlere muvaffakiyet ile gönderildim. O mucizenin neden ibaret olduğunu da şöylece beyan buyurmuştur: (Ben sizin için) sizin inanıp peygamberliğimi kabul etmeniz için (çamurdan kuş şekli gîbî) kuş sûretine benzer (bir şey icat) tasvir (ederim) diğer uçan canlı kuşlar şeklinde vücude getiririm, (sonra ona) o kuş şeklinde tasvir ettiğim şeyin ağzına (üfürürüm o) ruhsuz kuş heykeli (de Allah Teâlâ’nın izniyle hemen) derhal gerçek canlı bir (kuş oluverir) ve bundan başka (ben Allah’ın izniyle) ekmeh denilen (anadan doğma körü ve) ebras denilen (alacalık hastalığına tutulanı) yâni:

İnsanın derisine ariz olup onun kan bakımından özelliğini, onun güzel, beyaz rengini gideren bir hastalığı (iyi ederim.) Böyle doktorları aciz bırakan mühim hastalıkları tedavide bulunurum (ve) bundan daha mühim olmak üzere yine Allah Teâlâ’nın izniyle (ölüyü diriltirim) Hz. İsa’nın dört ölüyü diriltmiş olduğu ibni Abbas hazretlerinden rivayet edilmiştir. Bunlardan biri kendi dostu idi, vefatından üç gün sonra dua etti, o da Allah’ın izniyle yeniden hayat buldu. İkincisi de bir ihtiyar kadının oğludur. Daha kabre götürülürken Hz. İsa’nın duası ile Allah’ın izniyle hayat buldu. Üçüncüsü de bir kızdır.

Vefatından bir gün sonra yeniden hayata erdi. Bunlar dünyada daha bir müddet yaşadılar. Yahudîler, bu üç kişinin vefatları yakın olduğuiçin belki de kendilerini kan tutmuştu, ölmemişlerdi, dediler, vaktiyle ölmüş bir kimseyi dirilt de görelim demişler. Bunun üzerine dördüncü olarak Hz. Nuh’un oğlu Sam diriltilmiştir. Aradan dört bin seneden fazla bir zaman geçmişti. Kabrinden kalkarken bütün başının tüyleri ağarmıştı. Hz. İsa sormuş ki neden böyle başın ağarmış, sizin zamanınızda böyle saç ağarması yoktu. O da demiş ki: Ey Allah’ın Ruhu! Beni çağırdığın zaman bir ses işittim Allah’ın Ruhuna icabet et diyordu, sandım ki kıyamet koptu, ondan dolayı bu hâle geldim. Bu zat böyle hayat bulunca orada bulunanlara dedi ki:

İsa Aleyhisselâm’ı tasdik ediniz. Şüphe yok ki o Allah’ın peygamberidir. Bunu görenlerden bazıları imân etti, bazıları da bu sihirdir, bize başka mucizeler göster dediler. Hz. İsa: Şam’a: Artık yine öl demiş, o da demiş ki: Bir şart ile olurum, dua et Allah Teâlâ beni ölüm sarhoşluğundan korusun, Hz. İsa da dua etmiş onun üzerine Sam yine hayatı terk eylemiştir. Hz. İsa onları yine imâna davet etti (ve) onların tereddütlerini gidermek için şunu da buyurdu ki: (size evlerinizde ne yediğiniz!) ben görmediğim halde size haber veririm, (ve ne biriktirdiğinizi de) ilerde yemek, harcetmet için ne toplayıp sakladığınız şeyleri de sizlere (haber veririm.) Velhasıl, Allah’ın izni ile sizlerin kalplerinizde olanı da bilirim.

Ciddî surette İman edip etmediğinizden de haberim olur. (Şüphe yok ki bunda) şu zikrettiğim harikûlâde hallerde (sizin için bir alâmet) bir gerçek delil (vardır.) Bunlar benim peygamberliğime birer şahittir. (Eğer siz mü’minler iseniz) eğer hakkı, tasdik edici, inatçı olmayan kimseler iseniz bunları görür, beni tasdik edersiniz. Hz. İsa, bu mucizelere ancak Allah’ın izni ile muvaffak olacağını tekrar tekrar ifade etmiştir ki, bununla kendisinin yaratıcı, ilahlık vasfına sahip olmayıp bu gibi harikaları ancak Hak Teâlâ’nın izniyle, yardımı ile vücude getirebileceğini itirafta bulunmuştur. Ve buharikalar! Cenâb-ı Hakkın dilemesi ile, yaratması ile göstermeye muvaffak olmuştur. Burada bizim için bir uyanma dersi de vardır. Şöyle ki: Hz. İsa’nın öyle çamurdan bir kuş yaparak ona Allah’ın izni ile hayat vermiş olduğu bir hakikattır.

Kavmi bunu görmüştür. Kur’an’ı Kerim de bunu haber vermektedir. Artık bu pek açık bir delildir ki: Kâinatın Yüce Yaratıcısı herhangi dilediği şeyi bir soydan yaratma, bir ayaklıma neticesi olmaksızın da vücude getirebilir. Binaenaleyh insanlığın yaratılışının başlangıcında da şüpheye mahal yoktur. Hz. Adem’in ve sülâlesinin, bir tekâmül kanunu neticesi olarak başka mahlûklardan insanlığa dönüşmüş olması hakkındaki bir teori pek mânasızdır. Kur’an’ın açık ifadesine aykırıdır. Cenab’ı Hak, Hz. İsa’ya bu kudreti bu muvaffaktiyeti vermiş olduğu halde kendisinin balçıktan Hz. Adem’i ana-babasız olarak yaratmış olması nasıl inkâr olunabilir. O herşeye kemâliyle kadirdir. Buna inanmışızdır.

Hz. İsa’nın bu mucizelerini Hıristiyanlardan bazıları tasdik ettikleri halde bir kısmı da tasdik etmemektedir. O zata hem Allah’ın oğlu diyorlar onu hâşâ ilahlık mertebesine yükseltiyorlar, hem de ondan böyle harikaların zuhurunu inkâr eyliyorlar. Bu mucizelerin bir kısmı, sayıları belli kimseler yanında zuhur ettiği için tevatür mertebesinde bulunmamış olabilir. Fakat diğer bir kısmı büyük bir cemaat huzurunda vücude gelmiştir. Özellikle bunları ebedî bir öğüt olan Kur’an-ı Kerim de haber veriyor. Artık hiçbir dindar zat, bu gibi harikaların Allah’ın kudreti ile vücude gelmiş ve gelecek olmasını inkâr edemez ve uzak göremez.

50. Ve önümde bulunan Tevrat’ tasdik edici olarak ve üzerinize haram kılınmış olan şeylerin bazısını helâl kılmak için geldim ve sizlere Rabbinizden bir mucize getirdim. Artık Allah Teâlâ’dan korkunuz. Ve bana itaat ediniz.

50. Bu mübârek âyetler de Hz. İsa’nın kulluğuyla övünmüş olduğunu ve israiloğullarına bazı yeni hükümler ile gönderilmiş muhterem bir peygamber bulunduğunu bildirmektedir. Şöyle ki: (Ve) Hz. İsa kavmine hitaben dedi ki: (Önümde bulunan) benden evvel Hz. Musa’ya inmiş olan (Tevrat’ı tasdik edici olarak) onun ilâhî bir kitap olduğunu tasdik ederek (ve üzerinize haram kılınmış olan şeylerin bazısını helâl kılmak) onların sizlere Allah tarafından helâl kılındığını bildirmek için (geldim.)

Sizlere peygamber gönderildim. Meselâ: Musa Aleyhisselâm’ın şeriatına göre balık eti, deve eti, iç yağı, karın ve barsak yağı haram idi, cumartesi günü iş görmek de haramdı. Hz. İsa’nın şeriatinde ise bunlar helâl bulunmuştur. Bu bir nesh meselesidir ki, böyle yiyelecek, içilecek şeyler ile bazı muamelelerde geçerlidir, İlâhî iradeye dayanmaktadır. Asıl itikadi konularda ise cari değildir.

Bu hususta bütün ilâhî şeriatlar birdir. (Ve sizlere rabbinizden), Cenâb-ı Hakkın irade ve kudretiyle (bir mucize getirdim) ben peygamberliğime şahitlik eden en açık birer mucize ile size geldim, size peygamber gönderildim, daha beşikte iken konuştum, ölüleri dirilttim, hastalara şifa verdim, bütün bunlar benim peygamberliğimi destek ve tasdik için Allah tarafından ihsan buyrulmuş birer âyet, birer harika, birer mucizedir.

(Artık Allah Teâlâ’dan kokunuz) Yüce Allah’a muhalef etten sakınınız, ve sizi davet etmekte bulunduğum Allah’ın birliğine İman, ve ona kulluk hususunda (bana itaat ediniz.) Eğer insaflı, düşünen kimseler iseniz bana karşı muhalif bir cephe atmayınız, tâki selâmet ve saadete eresiniz.

51. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. Artık ona ibâdet ediniz. Dosdoğru yol budur.

51. Hz. İsa, kavmine hitaben şöylece depeygamberlik vazifesini ifa buyurdu. Ey kavmim!.. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir) bütün varlıkların yaratıcısı, terbiye edicisi, mabudu ancak odur. Benim göstermeye muvaffak olduğum mucizeler, âyetlerde onun birer kudret esiridir. Bütün peygamberler ümmetlerine bu hakikatı tebliğ etmişlerdir. Bu hususta aralarında bir ihtilâf yoktur.

(Artık) yalnız (ona) O Yüce Yaratıcıya (ibâdet ediniz) onun emirlerine, nehiylerine itaatte bulununuz, (dosdoğru yol budur) Lâzım olan, bu yolda harekettir. Benim ve diğer peygamberlerin de davet ettiğimiz dosdoğru yol büyük hidayet yolu bundan ibarettir.

52. Vaktaki, İsa onlardan dinsizlik hissetti, dedi ki: Allah için benim yardımcılarım kimlerdir? Havariler dediler ki: Biz Allah’ın yardımcılarıyız, Allah’a iman ettik ve şahit ol ki, bizler şüphesiz Müslümanlarız.

52. Bu mübârek âyetlerde Hz. İsa’yı, gösterdiği o kadar harikalara rağmen belli birkaç kimsenin tasdik etmiş olduğunu ve o zatların dualarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: İsa Aleyhisselâm, İsrâiloğullarına mucizeler göstererek onları hak dine davet etti. Onlar ise onu yalanlayarak imândan kaçındılar.

(İsa) Aleyhisselâm (onlardan) o Yahudîlerden böyle (dinsizlik hissedince) onların bu halini görüp onu şüphesiz bir şekilde anlayınca, samimi arkadaşlarına (dedi ki: Allah için) Cenâb-ı Hakkın dinine hizmet hususunda (benim yardımcılarım kimlerdir?) Hak Teâlâ’ya sığınarak onun dinine yardım için benimle teşriki mesai edecek kimler ise bunu açıklasınlar. Bunun üzerine (havâriler dediler ki: Biz Allah’ın yardımcılarıyız) yâni: Cenâb-ı Hakkın apaçık dinini yaymaya ve desteklemeye hizmetçi bizleriz.

Biz sana Allah için yardım edicileriz. Bunun içindir ki, bunlara nasara = yardımcılar denilmiştir. Havâriler, Hz. İsa’ya hak yolunda yardım edeceklerini söylemekleberaber biz (Allah’a İman ettik) onun birliğini, ulûhiyetini tasdik eyledik, ve ya İsa! (şahit ol ki,) kıyamet günü peygamberler ümmetleri hakkında şahitlik edecekleri zaman sen de bizim hakkımızda şahitlikte bulun ki, (bizler şüphesiz müslümanlarız) hak dîni kabul etmiş, senin peygamberliğini tasdik eylemiş kimseleriz.

53. Rabbimiz! İndirdiğine inandık ve peygambere tâbi olduk, artık bizleri şahitler ile beraber yaz.

53. Havâriler Hz. İsa’ya İman ettiklerini arzetmekle beraber Cenab’ı Hak’ka niyaza başlayarak ey (Rabbimiz!) kerem sâhibi mâbudumuz biz senin (indirdiğine inandık) Yüce peygamberin olan İsa’ya indirmiş olduğun İncil’in ilâhî bir kitap olduğunu tasdik eyledik (ve) o (peygambere tabî olduk) onun emirlerine itaat edeceğimize söz verdik. (Artık bizleri şahitler ile beraber yaz) bizleri senin birliğine, peygamberlerin peygamberlik ve risaletine şehitlik eden kullarından olmak üzere kabul buyur. Veyahut bizleri ümmetleri hakkında şahitlikte bulunacak olan peygamberlerin veya bütün insanlar hakkında şahitlikle bulunacak olan Muhammed ümmeti zümresine ilhak buyur. Ne güzel bir niyaz!.

§ Havâriler: Hz. İsa’nın peygamberliğini ve Cenab’ı Hakkın birliğini tasdik etmiş olan zatlardır ki, bunlar İsa aleyhisselâmın eshabı olup ondan sonra her tarafa dağılmış, hak dini yaymaya çalışmışlardır. Hz. İsa’ya yardımlarından, veya imânlarındaki saflık ve samimiyetten dolayı kendilerine “Havariyyun” denilmiştir. Hâvari kelimesi esasen hâlis, beyaz olan şey demektir.

Havâriler hakkında müteaddit rivayetler vardır. Bunlar on iki zâttan ibaret imiş. Bunların balıkçılık veya boyacılık ile meşgul bulunmuş oldukları da bildirilmiştir. Bununla beraber, bunların içinde bir hükümdar bulunduğu da nakledilmiştir ki Hz. İsa’ya imân ettikten sonra hükümdarlığıterk etmiştir. Bazı kitaplarda havarilerin şu zatlardan ibaret olduğu gösterilmiştir.

Betros (diğer adı Şemu’nussafa Anderyas, Yuhanna, Filib, Büyük Yakub, Partelmi, Torna, Metta, Simon, Tadyos) (diğer adı Yuhada). Küçük Yakub, bu da (diğer adı Şemun) Rivayete göre bunların on ikincisi olan Buda, hiyanetlikte bulunmuş, Hz. İsa’yı düşmanlarına teslim etmekle havariler zümresinden çıkmış, lânete müstehak olmuş, yerine (Matyas) geçmiştir. Esas bilgi Allah katındadır.

54. Ve hilekârlık yaptılar. Allah Teâlâ da hilelerine karşılık verdi, Ve Allah Teâlâ hile yapanların hayırlısıdır.

54. Bu âyeti kerime, Hz. İsa’ya karşı düşmanlarının haince hareketlerine ve onların hakkında ilâhî adaletin ne mükemmel bir şekilde tecelli eylediğine işaret etmektedir. Şöyle ki: Yahudîler, Hz. İsa’yı tasdik etmediler (ve) onu öldürmek için (hilekârlıklar yaptılar) suikasitte bulunmak için hilekârca çarelere baş vurdular.

(Allah Teâlâ da) onların (hilelerine karşılık verdi) Hz. İsa’yı kurtardı, Yahudilerin hilelerini kendilerine çevirdi, onları cezalara, felâketlere uğrattı. (Ve Allah Teâlâ hile yapanların hayırlısıdır) Cenab’ı Hakkın her dilediği, yarattığı şey bir hikmete, bir faydaya dayanmaktadır. Kendi kullarına karşı hile yapanlara galiptir. Onları rezil ve rüsva eder, yardımsız bırakır. Nitekim öyle de olmuştur.

§ Mekr; gizlice hissedilmeyecek tarzda hile yaparak başkasını zarara sokmak demektir. Fend, dubara; birini hile ile maksadından döndürmek ve bir maksadın elde edilmesi için gizlice yapılan muamele de birer mekirdir. Hayra yönelik olan mekir, övülmüştür.

Savaştaki hile gibi, şerre âlet olan mekir ise yerilmiştir. Cenâb-ı Hak mekirden uzaktır, her istediğini yapmaya kadirdir. Hileye hâşâ muhtaç değildir. Böyle bir tabir, Cenâb-ı Hakka sadece lafızdaki şekil birliği bakımından isnat edilebilir ki,bundan maksat gerçekte olan hilelerin üstünde kuvvet ve güç göstermektir, hileleri gidererek sahiplerini cezalandırmaktır. İşte Hz. İsa’yı öldürmek için hile arayanları da Cenâb-ı Hak böyle cezalandırmıştır.

§ Rivayete göre Yahudilerin kralı olan Yahuda, Hz. İsa’yı öldürmek istemişti. Yahudiler, Hz. İsa, ile validesini beyti mukaddesten çıkarmışlardı. Onlar bir müddet seyahatte bulunmuşlar, sonra tekrar gelip tevhid dînini yaymaya çalışmışlardı.

Bunun üzerine Yahuda Hz. İsa’yı öldürmek için evine bir münafık şahıs göndermişti. Cibril Emin ise daha evvel gelip Hz. İsa’yı semaya kaldırmıştı. Münafık şahıs, Hz. İsa’yı evinde bulamayınca dışarı çıkıp onun bulunmadığını söylemiş. Halbuki, Cenâb-ı Hak o münafıkı, halka Hz. İsa gibi göstermiş, onu Hz. İsa zannederek, çarmıha germişler.

İşte bir ilâhî mekr!, İş bununla da kalmamış, Yahudîler, Hz. İsa’dan sonra havârilere eza ve cefada bulunmaya başlamışlardı. Bunu Rum Kralı haber almış, Hz. İsa’nın yüceliği hakkında bilgiler edinmiş, havârileri Yahudîlerden kurtarmış, sonra da israiloğulları üzerine savaş ilân etmiş, onlardan büyük bir kitleyi öldürmüş, bunun neticesinde Roma’da hıristiyanlık yayılmaya başlamış, onların hükümdarı bulunan (Tiyaris) hıristiyanlığı kabul etmiş, fakat bunu açıklamamıştır.

Bu hükümdardan sonra gelen (Maltis) adındaki bir Rum hükümdarı da beyti mukaddese savaşarak girmiş, orada taş üstünde taş bırakmamış, her tarafı harabedivermişti. Bu hâdise Hz. İsa’nın semaya kaldırılmasından kırk sene sonra meydana gelmiştir.

Bu tarihte Yahudîlerden Kureyza ve Nazir kabileleri Hicaz tarafına gelmişlerdi. İşte israiloğulları, Hz. İsa’yı inkâr yüzünden bütün bu felâketlere uğramışlardır. İşte bütün bu tarihî olaylar, o hilekâr dinsizler hakkında birer ilâhî mekr mahiyetinde bulunmuştur. Bu gibi hâdiselerden ibret alarak uyanan, hakkı kabul eden kimseler için de bu gibi ilâhî cezalar birerhayır vesilesi olmuş olur.

55. O vakit ki. Allah Teâlâ buyurdu: Ya İsa! Muhakkak seni vefat ettirecek olan benim ve seni bana yükselteceğim ve seni küfredenlerden tertemiz kılacağım ve sana tâbi olanları kıyamete kadar seni inkâr edenlerden üstün bulunduracağım. Sonra dönüşünüz bana olacaktır. İşte o zaman, kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında ben hükmedeceğim.

55. Bu âyeti kerime, Hz. İsa’nın kadrinin yüceliğini ve onun mazhar olduğu ve olacağı ilâhî lütufları şöylece bildirmektedir. (O vakit ki) inkarcılar tuzak ve hileye teşebbüs etmişlerdi, (Allah Teâlâ) Hz. İsa’yı teselli etmek ve müjdelemek için (buyurdu: Ya İsa!. Muhakkak seni vefat ettirecek olan benim) seni düşmanlarından, onların sûi’ kasdinden ben koruyacağım, seni belirlenen eceline ben kavuşturacağını, seni onların ellerinde öldürmekten ben koruyacağım.

Senin takdir edilen vaktin gelince senin ruhunu ancak ben alacağım. Veya senin melekler alemine yükselmene mâni olacak şehevî hislerin! ve ilgilerini gidereceğim. (Ve seni bana yükselteceğim) seni kerametim mahallime, meleklerimin yüce karargâhına kaldıracağım. (Ve senî küfredenlerden tertemiz kılacağım.) Sonra onların arasından çıkarıp kurtaracağını.

Ve semadan indikten sonra senin ruhunu ben alacağım. (Ve sana tâbî olanları) havârileri veya Hz. İsa’nın peygamberliğini tasdik eden diğerlerini veyahut Hz. İsa’ya muhabbet ve ittiba gösterenleri, isterse onun peygamberliğini, mahiyetini hakkiyle takdir etmemiş olsunlar, bunları (kıyamete kadar) Ey İsa! (Seni inkâr edenlerden üstün bulunduracağım) bunları, inkâr eden yahudîlere daima delil ile, kılıç ile galip kılacağım. Nitekim öyle de olmuş ve olmaktadır.

Bir görüşe göre bu âyeti kerimedeki Hz. İsa’ya tâbi olanlardan maksathıristiyanlardır, onu inkâr edenlerden maksat da Yahudîlerdir. Hıristiyanların onlara kılıç ile galebe edecekleri bildirilmiştir. Gerçekten Hıristiyan taifesi, Yahudîlere karşı daima galip, hakîm bir durumda bulunmuşlardır. Yahudîlerin Hıristiyanlara karşı galibiyeti ise işitilmemiştir.

Bu takdire “İttibadan” maksat, dinde değil, sevgi, iddiası itibariyle tabi olmaktır. Hıristiyanların büyük bir kısmı Hz. İsa’nın asıl yayıp tebliğ ettiği, tevhid dininden nasipsiz iseler de Hz. İsa’ya zâhiren muhabbet ve bağlılık göstermekte, onun temiz yaratılışını itiraf etmişlerdir. Bu bakımdan Yahudîlerden üstün bulunmuşlardır. Maamafih asıl hakikat, kıyamet âleminde ortaya çıkacaktır. İşte bunun için Cenâb-ı Hak, buyuruyor ki: (Sonra dönüşünüz bana olacaktır) yâni Hz. İsa ile ona İman edenlerin ve onu inkâr eyleyenlerin gidecekleri yer, kıyamet gününde Cenâb-ı Hak’kın mahkeme’i kübrasıdır.

(İşte o zaman kendisinde ihtilâf etmiş olduğunuz şeyler hakkında ben) Yüce Yaratıcı (hükmedeceğim). Dinî işler hakkındaki ihtilâflarda kimlerin haklı kimlerin haksız olduğu o gün tam manasiyle ortaya çıkacak, ona göre haklarında ilâhî hüküm verilecek mü’min, Allah’ın birliğine inanmış olanlar ebedî olarak mükâfata nail olacaklar, inkâr etmiş ve ortak koşmuş olanlar da ebedî cezalara çarptırılacaklardır.

§ Hz. İsa’nın tarihçesi hayatı, İlk bakışta garip görülebilir. Fakat Allah’ın kudretinin genişlik ve büyüklüğü düşünülürse böyle hârikaların varlığı garipsenmez. Bununla beraber bütün beyanlarının sırf hakikat bulunduğu, göstermeye muvaffak olduğu mucizeler ile sabit olan Yüce Peygamberimizin bu konudaki açıklamaları, bütün mü’minler için birer kesin delildir.

Allah’ın Kudreti ile nice hârikaların meydana gelmiş ve gelmekte bulunmuş olduğu daima görülmektedir. Bu kâinata levhalarına ibretle bir bakılması, bu hakikati, anlamaya kâfidir. Artık bunları inkâra yer yoktur. Hz. İsa’nın semaya kaldırılmış olmasını Kur’ân’ıKerim bildirmektedir. Onun vefat etmeksizin bu yücelişe mazhar olduğu hakkında âdeta ümmetin icmai vardır.

Maamafih bazı zatlara göre Cenâb-ı Hak, İsa Aleyhisselâm’ı üç veya yedi saat ölü bir halde bulundurmuş, sonra yeniden hayat vererek semaya kaldırmıştır. Kıyamete yakın yine yeryüzüne indirilecektir. Sahihi müslimdeki bir hadisi şerife göre: Hz. İsa, indikten sonra yer yüzünde-yedi sene kalacaktır, sonra vefat edecek, üzerine müslümanlar cenaze namazını kılacaklardır…

Buharî ile müslimde anlatılan diğer bir hadisi şerif de gösteriyor ki: Hz. İsa, kıyamete yakın yer yüzüne inecek, Peygamber Efendimizin şeriatiyle hükmedecek, deccalı, domuzu öldürecek, hacı kıracak, zımmîlerin üzerine vergi koyacaktır. Velhâsıl: Bütün bunlar, ilâhî kudret ile meydana gelecektir. Allah’ın dinine sarılanlar, önünde sonunda selâmete, saadete ereceklerdir, bu nimetten, bu ebedî, mutlu hayattan mahrum kalanlar da ergeç ebedî hüsrana, felâkete uğrayacaklardır. Uhrevî azaptan yakalarını aslâ kurtaramayacaklardır. İşte, hikmet dolu Kur’ân’ı Kerim bu hakikati de bizlere haber veriyor.

56. Artık o kimseler ki, kâfir olmuşlardır. Onları dünyada, da, ahirette de şiddetli bir azap ile cezalandıracağım ve onlar için yardımcılardan bir kimse yoktur.

56. Bu mübârek âyetler de kıyamet gününde kâfirler ile mü’minler hakkında, Hz. İsa gibi peygamberleri inkâr edenler, ve tasdik edenler hakkında ilâhî hükmün ne şekilde tecelli edeceğini bildirmekte, inkarcılar hakkında tehdid ifade etmektedir.

Şöyle ki: Cenâb-ı Hak, iki fırkaya ayrılmış olan mü’minler ile kâfirlerin hakkındaki ilâhî hükmünü genişçe beyan için buyuruyor ki: (Artık o kimseler ki kâfir olmuşlardır) benim zatı ulûhiyyetimi, birliğimi ve peygamberlerimi inkâr etmişlerdir (onları dünyada da, âhirette de şiddetli bir azap ile cezalandıracağım) onlar dünyada,öldürülmek ile, sürgün ile, esaret ile cezalandırılacakları gibi âhirette de uzun bir müddet bekleme yerinde, hesaplaşma sahasında kalacaklar, sonra da cehenneme atılıp ebedî olarak azaba yakalanacaklardır. (Ve onlar için) iki âlemde de (yardımcılardan bir kimse yoktur), onlardan herhangi birini Allah’ın azabından kurtaracak bir fert de bulunmayacaktır.

57. Fakat o kimseler ki, imân etmişler ve sâlih amellerde bulunmuşlardır. Onlara da mükafatlarını tamamen ödeyecektir. Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez.

57. (Fakat o kimseler ki) benim gönderdiğim peygamberlere, onların tebligatına (İman etmişler) ve mü’minlere ait ve lâik olan güzel (ve salih amellerde) Allah rızâsı için (bulunmuşlardır.) Cenâb-ı Hak onlara da lâik oldukları (mükafatlarını tamamen ödeyecektir.) Onları cennetlerine koyacak, onları Yüce Allah’ın cemalini seyretmekle tecelli nurları içinde bırakacaktır.

Ne büyük saadet.. (Ve Allah Teâlâ zâlimleri sevmez.) Onlara buğz eder, onları cezalandırır. Çünkü onlar küfretmekle haddi aşmış, imân ve şükür yerine küfrü tercih eylemiş olduklarından böyle bir cezaya müstehak olmuşlardır. Artık insan uyanmalıdır, daha hayatta iken kulluk vazifesini ifaya çalışmalıdır ki, böyle müthiş, felâket dolu bir akıbete mâruz kalmasın.

58. Bunu sana âyetlerden ve zikri hakimden tilâvet ediyoruz…

58. (Bunu) Hz. İsa’ya, Zekeriya’ya ve başkalarına dair yukarda beyan buyurulan şeyi Habibim!. (Sana âyetlerden) risaletine delâlet eden delillerden olmak üzere beyan ediyoruz. Bunlar senin görmediğin şeylere dair hakikate uygun vahye dayanan haberlerdir. (Ve zikri hakîmden) yâni hikmet dolu Kur’ânı Kerim’in ayetlerinden veya levhi mahfuzdan olmak üzere (tilâvet ediyoruz) ilâhî vahyi tebliğe memur olan Cibril-i emin vasıtasiylesana nakil ve hikâye etmiş oluyoruz.

§ Tilâvet, kasas bir mânayadır. Okumak, haber vermek, bazı şeyleri birbiri ardınca söylemek, nakleylemek demektir. Bu âyeti kerîmede tilâvetin Cenâb-ı Hakka izafesi, bunun ehemmiyetini beyan içindir. Bunları tebliğe memur olan Cibril! Emin’in tilâvet!, Cenab’ı Hak’ka izafe edilmiş, bununla Cibriîi Emin’in şerefine ve okunan şeylerin ehemmiyet ve kutsiyetine işaret olunmuştur.

§ Bu âyeti kerimede Kur’ânı Kerime (zikri hakîm) denilmiştir. Nitekim bir hadisi şerifte de

(

buyrulmuştur… Kur’an, o, apaçık bir nurdur, hikmetli bir zikirdir. Ve dosdoğru…

59. Şüphe yok ki. Allah Teâlâ’nın katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir ki, onu topraktan yarattı, sonra ona ol dedi, o da oluverdi.

59. Bu mübârek âyetler de Hz. İsa’nın yaratılışını garipseyenlere onun yaratılışından daha garip bir misal getirerek bu gibi harikaların Allah’ın kudreti ile meydana geleceğinde şüpheye yer bulunmadığını şöylece bildirmektedir. (Şüphe yok ki. Allah Teâlâ’nın katında) onun takdir ve hikmetinde (İsa’nın hali) onun durumu, harika ve muazzam olan varlığının misali (Adem’in durumu) onun yaratılış harikası (gibidir ki) Hak Teâlâ (onu) hiç yok iken ana babasız bir insan olarak (topraktan yarattı.)

Lâtif cismini su ile toprağın karışımından meydana getirdi. (Sonra ona) o Adem’in cismine (ol) canlı bir mahlûk kesil (dedi) yani onun hayat bulması hakkındaki ezelî iradesi tecelli etti, (o da) o soyut madde de ruhun kendisine derhal gelmesi ile hayat sâhibi bir insan (oluverdi)öyle zamana, değişime, sülaleden gelmeye muhtaç olmaksızın İlk insan bağımsız olarak varlık sahasına geldi.

Binaenaleyh insan adına dünyada bir mahlûk mevcut değilken Hz. Âdem, anası ve babası bulunmaksızın Allah’ın kudreti ile vücude gelmiş bulundu. Artık Hz. İsa’nın annesi bulunduğu halde yalnız babasız olarak vücude gelmesi ilâhî kudrete göre nasıl garip görülebilir. Hz. Adem’in yaradılışı, Hz. İsa’nın yaradılışından daha garip değil mi?.. İşte ey inkarcılar! En kuvvetli bir misal..

§ Rivâyete göre Necran’dan Medine’i Münevvereye gelen bir heyet, Resûlüllaha demişler ki: Sen ne için bizim sâhibimize sövüyorsun?. Resûlullah da “Ben ne diye sövüyorum?..” diye sormuş. Onlar da demiş ki: “Sen ona kul diyorsun.” Resûlullah da: “Evet.. O Allah’ın kuludur ve Resûlüdür” diye cevap vermiş, heyet kızarak demişler ki: “Sen hiç babasız insan gördün mu?.

Madem ki, onun babası olmadığını sen de kabul ediyorsun, o halde onun babası Allah Teâlâ’dır.” Bunun üzerine bu âyeti kerime inmiştir. Buyurulmuş oluyor ki: Âdem Aleyhisselâm’ın babası da anası da yoktur. Bununla beraber Allah Teâlâ’nın bir kuludur, bunu sizler de tasdik ediyorsunuz, artık Hz. İsa’nın yalnız babası olmadığından dolayı neden Allah’ın oğlu olması lâzım gelsin.

Maamafih bu âyeti kerime, yahudilerin isnadını da reddetmektedir. Onlar da Âdem Aleyhisselâm’ın babasız ve anasız olarak vücude geldiğini itiraf ederler. Artık onu böyle yaratan bir Yüce Yaratıcı Hz. İsa’yı babasız olarak yaratamaz mı?.. Neden bunu garipseyerek onun muhterem annesi hakkında iftirada bulunuyorsunuz. Bütün bu gibi iftiralar, inkârlar, cehaletten, Allah’ın kutretin takdir edememekten ileri gelmektedir.

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN