Tarihte Tesettür Düşmanlığı

Yahudiler ile Müslümanlar arasında çıkan ilk savaşın sebebinin bir Müslüman kadının tesettürü olduğunu biliyor muydunuz?

Tesettüre uzanan eller karşısında Müslümanların nasıl bir duruş sergilediğini ve bu savaşın bizler için taşıdığı önemi anlatarak başlayalım tarihteki tesettür düşmanlığına:

İslam’ın ilk yıllarıydı… Bedir savaşı kazanılmış, Yahudilerin içindeki fitne ve fesat iyice alevlenmişti. Lakin Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e vermiş oldukları sözler, yapılan anlaşmalar vardı. Bir gün Yahudilerin içinde savaşmayı bilen ve en cesur grubunu teşkil eden Beni Kaynuka Yahudileri, Peygamber Efendimize gelerek:
“Ey Muhammed! Galiba bizi kendi kavmin gibi zannettin. Harbetmeyi bilmeyen bir grupla karşılaşıp zafer kazanman sakın seni aldatmasın! Eğer seninle savaşacak olursak bizim nasıl insanlar olduğumuzu öğrenirsin!” diyerek tehditler savurmuşlar ve birazdan anlatacağımız olayla aralarındaki anlaşmayı ilk bozan Yahudi cemaati olmuşlardı.

Bir gün, bir Müslüman kadın Kaynuka çarşısına inmiş, alışveriş yapmak üzere bir kuyumcuya girmişti.

Dükkân sahibi kadına yüzünü açmasını söyler, kadın tepki verince ısrarla kadının üzerine gider; fakat buna muvaffak olamaz. Kadınla Yahudi bu şekilde mücadele ederken, dükkânda bulunan bir başka Yahudi’de, kadına hissettirmeden giydiği çarşafın bir kenarını oturduğu yere rapteder. Müslüman kadın, kuyumcuda alış verişini yaptıktan sonra, çıkmak üzere ayağa kalktığında çarşafı üzerinden düşer ve avret yerleri görünür. Hadise karşısında orada bulunan Yahudiler gülüp eğlenerek kadınla dalga geçerler.

Müslüman kadın neye uğradığını şaşırmış, feryad–ü figan ederek, imdat ister. Kadının feryadını işiten bir Müslüman koşarak gelmiş, duruma görünce, kan beynine sıçrar, Müslüman bir kadın kasıtlı olarak aşağılanmış, namusuna helal gelmiştir. Ve Yahudi kuyumcuyu öldürür. Orada bulunan diğer Yahudiler de, Müslüman’ı şehit ederler. Hadise bu şekilde başladı, sonuçta büyüdü ve Müslümanlarla Beni Kaynuka Yahudileri arasında savaş çıkmasına sebep oldu. Bu hadisenin hemen arkasından nazil olan Enfal suresinin 58. ayeti Rasulullahı onlara karşı sert davranmaya davet ediyordu.

Nihayetinde Kaynuka Yahudilerinin kaleleri kuşatıldı. Kuşatma yaklaşık on beş gün devam etti, Yahudiler Rasululah’ın ileri sürdüğü şartları kabul ederek, barış yapmak zorunda kaldılardı.

ŞEYTANLAŞMIŞ İNSANLAR

Hazreti Âdem ile Havva’nın Cennet’ten çıkarılma hikâyesini bilmeyeniniz yoktur. Hadisenin teferruatını bir kenara bırakarak, şeytanın düşmanlığı üzerinde durmak istiyorum. Lakin önce konumuzla ilgili Kur’an–ı Kerim’deki ayeti kerimeye bakalım:
“Derken şeytan, birbirine kapalı ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara vesvese verdi ve: Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî kalanlardan olursunuz diye yasakladı, dedi.

Ve onlara: Ben gerçekten size öğüt verenlerdenim, diye yemin etti.
Böylece onları hile ile aldattı. Ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Ve cennet yapraklarından üzerlerini örtmeye başladılar. Rableri onlara:
–Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytan size apaçık bir düşmandır, demedim mi? diye nidâ etti.

(Âdem ile eşi) dediler ki:

–Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.
Allah:
–Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu.
Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve oradan (diriltilip) çıkarılacaksınız, dedi.(7;20–25)

* * *
İnsanlık tarihinin ilk tesettür düşmanlığı örneği bu ayetlerde anlatılmaktadır. Birbirine kapalı ayıp yerlerini, kendilerine göstermek için verilen bir şeytani vesvesenin sonucu anlatılır. O gün şeytanın başlattığı bu düşmanlık, tarihin her sayfasında kendine göstermiştir. Kadınların olduğu ve erkeklerin yaşadığı her ortamda, bir birine kapalı, ayıp yerleri görmek ve göstermek için şeytani vesveselerle tesettüre uzanan eller, atılan adımlar, bakan gözler ve hain saldırılar hep olmuş ve insanlık tarihi devam ettiği sürece de olacak…

Tarih kitaplarının sayfalarını karıştırdığınızda çok müthiş bir gerçekle karşılaşıyoruz. Herhangi bir devirde kadına verilen değer ya da değersizlik o toplumun kaderini belirlemiştir. İslamiyet gelmeden önce Arap Yarımadasında, kadına ve kız çocuklarına reva görülen her türlü kötü, çirkin ve insanlık dışı muameleler cahiliye toplumunun sonunu getirmiş, İslam güneşiyle aydınlanan kadınlar hak ettikleri yaşantıya kavuşmuşlardır.

İslam’ın gerçek mânada yaşandığı hiçbir dönemde kadınlara haksızlık yapılmamıştır. Kadın ne zulme uğramış nede aşağılanmıştır. Bunu yaşayan toplumlar yükselişe geçmiş, zafer üstüne zaferler kazanmış; ama ne zaman ki kadınların namus ve iffetlerine dokunulmuş, zevk ve eğlence aracı olarak aşağılanmış, ayeti kerimedeki gibi: “Birbirine kapalı ayıp yerlerini görmek ve göstermek için” eller uzatılmış ve adımlar atılmış, işte o zaman toplum olarak bir yok oluş başlamıştır.
Kendi namusunu korumak bir yana; başkalarının namus ve iffetine uzanan eller ve ayaklar, bu alçaklığa destek veren şeytani düşünceler, hangi toplumda meydana gelmişse, o toplumun sonu hüsran ve perişanlık olmuştur.

* * *
Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimizin uğruna savaş verdiği tesettür, müminler için her zaman mübarek ve mukaddestir. Tarih boyunca bunu böyle anlayan çok sayıda insan çıkmıştır. Bunlardan biride Sütçü İmam’dır.

Dünya Savaşı yılarında, Maraş Fransızlar tarafından işgal edilmişti. Sütçü İmam, bir yandan hocalık vazifesini yaparken, geçimini de sut satarak sağlıyordu. Yine süt satmaya çıktığı günlerden bir gündü. Sütçü İmam sütlerini yüklenmiş giderken, Uzunoluk mahallesinde, birkaç Fransız askerinin, bir hamamdan çıkan kadınlara sarkıntılık ettiğini gördü. Daha yaklaşınca keferelerin kadınların başörtülerine (yaşmaklarına) el uzattıklarını, o sırada bunu engellemek isteyen halkın üzerine ateş açtıklarını ve iki kişinin yaraladığını görür. Sütçü imam elindeki süt kaplarını bir tarafa bırakır, belindeki silahı çeker ve Fransız keferesini gebertir. Bu hadiseyle halk coşar, gönüller taşar ve Fransızlara gereken ceza verilir.

Dinine, namusuna el uzatanlara gerekli cevabı veren ve boyun eğmeyen daha nice isimsiz kahramanlarımız vardır. Her biri bizim için bir değer ve bayraktır. Geriye dönüşü olmayan adımlarımız için yol göstericidir. Yanlışa sapmamamız için pusuladır.

* * *
Kadın faktörünü Osmanlının çöküş yıllarında da görmekteyiz. Bir kısım tarihçi Osmanlının çöküş nedenleri arasında kadın faktörünü göstermektedir. Bu görüşün üzerinde durulması ve düşünülmesi gerektiği kanaatindeyim. Emperyalist güçler, kurdukları tuzaklarda kadın kullandıkları bir gerçektir. Osmanlıda yaşanan iç çöküşün ilk basamağında kadının iffet, namus ve tesettürü vardır.

Ve şimdi bizler, Türk Milleti olarak çok güçlü olduğumuzu, hiçbir saldırıya boyun eğmeyeceğimizi, kendi ayaklarımız üzerinde durabileceğimizi düşünüyoruz. Son zamanlarda bu düşünce her ne kadar azalmış olsa da, “AB uygulamaları” ile düşünce ve uygulamalarımıza da bir standart getirdiler. Yüz yılı aşkın, bir batıllılaşma sürecinin içinde bulunsak ve değerlerimizi batılılaştırmaya çabalarsalar da, yine de toplum olarak kendine güveni oldukça yüksek bir milletiz.

Bir de tarihten ders almasını bilebilsek ve tarihi teşekkür ettirmezsek çok daha güzel olurdu. Tarihe o kadar yabancıyız ki; başımıza gelecek felaketleri hesaplayamadan, kendi kendimize düşman yetiştirip duruyoruz. İçimize kin ve nefret tohumları ekmeyi, marifet sayan aydınlarımız(!) var. Birlik, beraberliğimiz sağlayacak, değerlerimize koro halinde küfredenler birde bunu devletin ve milletin menfaati için yaptıklarını söylemezle mi?

* * *
Ne oluyor bize? Daha şunun şurasında bir asır öncesine kadar ecdadımızın karşısında saygı duruşunda bulunanlar şimdi bizi adam yerine koymuyor. Bununla kalınmıyor, her işimizde onların ağzına bakar olduk. Biz şarklıyız, garp elbisesi bize uymaz. Bu halimizden rahatsızlık da duymuyoruz. Şarkın bilgi ve şuurunu anlayabilirsek önümüz açıktır, gelecek endişesi söz konusu değildir. Endişeyi batılılaşma sevdasıyla yananlar duysun, çünkü onlar önce kendilerini sonra da peşlerinden gidenleri yakacaklar.

Batılılaşma şemsiyesi altına girerek yapılan her yanlışa, gayet rahat ve pişkin bir şekilde:
“Muasır medeniyet böyle istiyor!” diye açıklama getirenleri, siz nasıl karşılıyorsunuz bilmiyorum; ben bu gidişattan hiç de memnun değilim. Kendi inanç, değer ve kültürleriyle yaşamayıp emperyalistlere boyun eğen ülkelerin içler acısı durumunu görüp de hâlâ niçin ibret alamıyoruz, anlaşılır gibi değil.
Batılılaşmanın beraberinde getirdiği çıplaklık kültürü ve kadınlara yönelik özgürlük adı altında ortaya çıkan birçok hareketin perde arkası çok iyi bilmemiz gerekir. Bugün kadınlar başta televizyon olmak üzere, sözde sanatsal faaliyetler adı altında, adeta bir eşya gibi kullanılmaktadır.

* * *
1998 yılının ilk aylarında ‘İÜ’ Rektörlüğünün yayınladığı genelgeyle üniversiteye bağlı fakülte, yüksekokul, sosyal tesisler vs.’de başörtünün yasaklanmasıyla kendini gösteren şeytani düşünceler bir çığ gibi her tarafı sarmıştır. Bu saldırıya karşı çıkan Sütçü İmamlar olmuş, ama sütçü iman gibi sonuç alamamışlardır. Kızlarımız okullarda, resmi kurum ve dairelerde başörtülerini çıkarmadan girememiştir. Kızlar iki tercih arasında bırakılmış, başını açmak, yada bu zalim dayatmaya karşı direnmek. Çoğunlukla şeytani vesveselerin ağır bastığı görmekteyiz, kardeşlerimiz örtülerini kendi elleriyle açmış ve açmaya devam etmekteler.

Bunun hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Hiçbir kadına hiçbir kimse zorla başını açtırmıyor, açtıramaz. Tamam, alınan kararlar var, doğru. Ama başkasının aldığı bir karar, senin inancını, insan hakkını, hukukunu ortadan kaldırıyor ve sen buna ses çıkarmıyorsan, sözün bittiği noktadayız demektir. Sözün bittiği noktada ki sessizlik ihanete eşdeğerdir. Bu ihanetin de vebâli ağırdır.

Kaynak: Beyan Dergisi

Lütfen Paylaşın!
0Shares

BİR CEVAP YAZIN