İSLÂM’DA ÖRTÜNME ve KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ

îslâm dini herşeyde olduğu gibi bu mevzuda da kişileri kendi keyiflerine bırakmayıp bir ilâhi nizam getirmiştir. Biz bu konudaki âyetleri zikretmezden önce ulemanın görüşüne bir göz atalım:

«Allah Tealâ buyurmuştur ki:

«Ey Habibim, mü’min kadınlara da de ki: Yabana, erkeklere karşı gözlerini yumsunlar, ferçlerini korusunlar.. Zinetlerini göstermesinler. Ancak onlardan görünür olan müstesna.» Âyetteki gadd-i basar ile murad, harama bakmaktan men olunmaktır. Ferçleri hıfzetmekle murad da ona bakılmaktan ve ona dokunulmaktan ve ona vad’-edilmekten hıfzetmektir. Ancak koca için bu gerekmez. Allah Tealâ buyurmuştur ki:

«(Müttakilerin sıfatları sayılırken) onlar o kimselerdir ki, ferçlerini muhafaza edicidirler. Ancak eşlerine karşı hıfzetmeleri gerekmez. Yahud da mallarıyla almış oldukları cariyelere karşı (bu gerekmez.) Çünkü onlar bunlara karşı levmedilmiş değillerdir.» Âyetteki ‘zinetleri izhar etmesinler’in tefsiri ise yani zinet mahallerini aşikâr etmezler. Âyetteki ancak dışardan görüneni bundan müstesnadır, hakkında mezheblere göre avretin tahdidi hakkında ulemâ ihtilâf etmiştir.

«Şafiiler —bir rivayette— ve Hanbeliler: Demişlerdir ki: Hür kadının bütün bedeni avrettir.

O kadın için vücudunun herhangi bir cüz’ünü yabancı erkekler önünde açması sahih olmaz. Ancak buna bir zaruret çağırdığı zaman değil. Kaza önünde şehadet yapmak gibi. Alışveriş hâlinde muamele gibi. Tedavi için tabib gibi, evlenme için dünürcü gibi. Bunlardan yüzü ve avuçları istisna ettiler. Çünkü bunların gösterilmesi zaruret içindir. Ayağa gelince onun gösterilmesi zaruri değildir. Öyle ise acaba avret midir, yoksa değil midir? diye onda ihtilâf etmişlerdir. Onda iki vecih vardır. Esah olan ise onun avret olduğudur.»

«Hanefiler ve Şafiilerin de ikinci rey’i olarak ve Malikiler katında da müftabih olan şudur. Onlar şöyle demişlerdir: Hür kadının bütün bedeni avrettir. Ancak yüz ve avuçlar değil. O halde kadın yüzünü ve avuçlarını yollarda ve yabancı erkeklerin yanında açmaları mubah olur. Fakat onlar bu hareketi fitneden emin olma şartıyle kayıdlamışlardır. Amma yüzü ve elleri açması onların tabiî güzelliklerinden dolayı veya onlarda çeşitli zinet bulunduğundan dolayı fitneye götürüyorsa o kadın üzerine, onları örtmesi vacib olur. Onlar o kadının vücudunun diğer uzuvları gibi avret olmaya dönüşürler. Bu ise Sedd-i Zerâyi (vesileleri tıkama) babından ve fitnenin ardını kesme, edebleri koruma ve namusları ve nesepleri hıfzetme babındandır. Çünkü bakmak şehvetin elçisi, zinanın kılavuzu, fısk ve fücurun yürütücüsü ve kalblere isabet eden zehirli bir oktur. Çok bakış vardır ki pis bir ağacın tohumu olmuştur.

«Denilmiştir ki: Bakmak kalbe şehvet eker. Çok şehvet vardır ki, uzunca bir hüzün Mirâs eder. Ümm-i Mesleme’den rivayet olunmuştur , O Peygamber (S.A.V.)’in ve Meymune’nin yanında olduğu zaman İbn-i Ümm-i Mektum geldi ve onların yanına girdi. Peygamber (S.A.V.) üzerinize ondan perdenizi çekin buyurdu. Ben dedim ki, ya Resulullah, bu âmâ değil mi, bizi görmüyor ya? Bunun üzerine Aleyhisselâtu vesselam buyurdu ki: O âmâ olsun. Sizler onu görüyorsunuz ya.» (Abdurrahman el-Çezeri. Dört mezhebin Fıkıh kitabı, Cilt: 7, Sahife: 91-93).

Bu konu ile ilgili olarak Ali Arslan «Kadınlara hitap isimli kitabının 46. ve 18. sahifelerinde şu hadisleri zikrediyor:

Ibn-i Ömer (R.A.) ‘dan : Kadının tümü avrettir. Muhakkak ki kadın evinden çıkınca şeytan onu gözetir. Kadının Allah’a en yakın olduğu vakit, evinin derinliğine gömüldüğü vaktidir.

İbn-i Mes’ud (R.A.) ‘den rivayet olunan bir hadis-i şerif te şöyledir: Kadınlar tamamen avrettir. Muhakkak ki kadın günahsız olarak evinden çıkar. Hemen kendisini gözeten şeytan yanına yaklaşır. «Sen kimin yanından geçersen o seni takdir eder ve güzelliğine hayran kalır» der. Kadın süslendiğinde «Nereye gidiyorsun» denildiğinde «hastayı ziyaret» veya cenazeyi teşyii» veya «camide namaz kılmaya gidiyorum» der. Halbuki evinde olduğu gibi hiç bir yerde Rabbine ibadet etmiş olamaz.»

Bu hadis-i şeriflerden sonra şu izahat da yapılıyor:

Kadının tümü avrettir ifadesi, kadının bedeninin örtülü olmasının lâzım olduğunu belirtiyor. Hanefi mezhebi hariç, diğer mezheplerde gerek namazlarda, gerek namaz dışında eller ve yüz dahil kadının bütün bedeni avrettir. Hür bir kadının avreti, Hanefi mezhebinde şöyle beyan edilir: Hür kadının bütün bedeni avrettir. Ancak yüz, el ve ayaklar müstesna. Bunlar avret olmakla beraber açık bulunursa namazı ifsad etmez. Hür hanımın saçı da avrettir. Gösterilmesi caiz değildir.

Mezheblerin bu konudaki görüşlerini beyan ettikten sonra gelelim Kur’an-ı Kerim’in bu konudaki hükümlerine.

ÇIPLAKLIĞIN MENŞEİ

Mevzuumuzu şu şekilde sınıflandırmak istiyoruz :

Çıplaklığın menşei ne zamana dayanır? örtünmek konusundaki ilâhi hükümler nelerdir? Örtünmenin gerekliliği ve ona muhalif olmanın doğurduğu zararlar.

Fahr-i Razi ve Hazin’in tefsirlerinden öğrendiğimize göre örtünmek ilk insanla başlamıştır. Ondaki kayıtlara göre ilk insan Hz. Adem (A.S.) ile Havva validemizin vücutları nurdan bir örtü ile kaplıydı. Veya onların vücutlarını örten libas tırnak şeklindeydi. Hattâ hatıra olmak üzere el ve ayak parmaklarında birer parça kalmıştır.

Çıplaklığın menşei de bu ilk insanın zamanına kadar dayanır. Bugün böyle bir cürmü işleyenlerin savunmaları ne olursa olsun görmekteyiz ki aslında çıplaklık yani vücudu libastan tecrit etmek ilâhi bir ni’metin kesilmesi, adeta bir cezadır. Ne yazık ki günümüz insanı bu cezayı seve seve (!) kendisi davet etmektedir.

Hz. Adem (A.S.) ile Havva validemiz Cennette kendilerine verilen her türlü ni’metten faydalanarak yaşarlarken şeytanın ilgasına kapılıp yasak olan meyveden yediler. İşte bu ilâhi yasağa uymayısın onlar üzerindeki ilk cezası vücutlarının libastan soyundurularak büyük bir utanca düşürülmeleridir.

Avret mahallini keşfetmek ta onların zamanından beri hoş değildir. Zaten aklen de o mahallerin açılması çirkin olduğu için bu iki insan libasları soyulur soyulmaz kendilerini hemen ağaç yapraklarıyle örterek çirkinlikten kurtulmak istemişlerdir.

Açılmanın şeytandan olduğunu beyan etmiştik. Nitekim ilk insana da bu musibeti getiren ondan başkası değildir.

«Nihayet şeytan onların örtülü avret yerlerini kendilerine açtırmak için, onlara vesvese verip şöyle dedi…» (El-A’raf Sûresi, Âyet: 20).

Bu ve müteakip âyetlerde şeytanın onlara yaklaşarak yasak edilen ağacın meyvesinden yemelerini telkin ettiğini öğreniyoruz. Verdiği vesvesenin başını cennette ebedi kalış teşkil ediyordu. Yani, «bunlardan yerseniz ebedi kalacaksınız» diyordu. Nihayet onlar aldanınca libas ni’metinden mahrum kaldılar.

«Böylece ikisini de aldatarak onlan mevkilerinden düşürdü. Ağacın meyvesini tattıkları zaman, ayıp yerleri kendilerine açılıverdi…» (El-A’raf Sûresi, Âyet: 22).

Dünyaya indirilen insan için acil bir ihtiyaç vardı: Libas. Bu hem ihtiyaç hem de ni’metlerin büyüğündendir. Setr-i avret için dinde ona ihtiyaç olduğu gibi sıcaktan ve soğuktan muhafaza için de libasa şiddetli bir ihtiyaç vardır. Bu nedenle libası soyunup atmak yerine şükredilmesi gerekir. Konyalı Mehmet Vehbi Efendi A’raf sûresinin 26. âyet-i kerîmesini tefsir ederken şöyle diyor:

«Biz Azimüşşan sizin dinde ve dünyada muhtaç olduğunuz ve açılması ayıp olan mahallinizi setrettiğiniz libasınızı halk etmekle sizi merzuk ettik ki, üzerinizi setreder, huzur-u ilâhide kemali edepte bulunur ve hararet ve burudetten nefsinizi vikaaye edersiniz.» (Hülasatü’l-Beyan Fi Tefsir’il-Kur’an Cilt: 4, Sah. 1600).

Din ve dünya için muhtaç olduğumuz, hem avret mahallerini örterek Allah (C.C.)’ın huzurunda kemal-i edeple durmamıza hem de dünyada soğuktan ve sıcaktan korunarak muhafaza edilmemize yarayan elbisenin Cenab-ı Hak tarafından halk edilmiş büyük bir ni’met olduğunu açıklayan âyet-i kerime şöyledir:

«Ey Âdemoğullan! Size çirkin avret yerlerinizi örtecek bir elbise ve bir de süs elbisesi indirdik…» (El-A’raf Sûresi, Âyet: 26).

ÖRTÜNMENİN DURUMU

Çıplaklığın menşeini böylece gördükten sonra gelelim İslâm’da tesettürün, yani örtünmenin durumuna :

İslâm’ın dışındaki hiçbir toplumda örtünmenin Allah (C.C.) için yapıldığına şahit olmuyoruz. O’nun dışındaki toplumların hiç birisi de bu mefhuma önem vermezler. Çeşitli toplumlarda örtünme ya yoktur ya da «şehevi arzuları» kırbaçlamak için bir vasıtadan başka birşey değildir. Eski kabilelerin bir çoğunda kadınların soyunarak erkeklerin huzurunda yıkandıklarını, Türk kadınlarının erkeklerin huzurunda göğüslerini açarak çocuklarını emzirdiklerini, Arap kadınların da «Kabe»yi çırıl çıplak tavaf edip peşinden de erkeklere hitabederek «şimdi bizi giyindirecek kim var?» diye nida ettiklerini biliyoruz.

İslâm’ın geliş devrinde bu mevzudan rahatsız olanların başında Resulullah (S.A.V.) ‘den sonra celâletli Ömer (R.A.) ‘i görüyoruz. O adalet sembolü, o celâletin üzerinde doruklaştığı ulvi sima kâinatın yaratılış sebebi olan Resulullah (S.A. V.) ‘e yaklaşarak ricada bulunur:

«Ya Resulallah! Ezvacınızı perde altına alsanız. Zira huzur-u risâletinize her nev’i insanlar gelir giderler.»

Resulullah (S.A.V.) henüz ilâhi vahyin gelinemişliğine binaen bu arzuyu sükûtla karşılayarak cevap vermezler.

Ve en son mübarek hanımlardan Hz. Şevde dışarı çıktığında hicap hakkında ilâhi emrin gelmesine büyük bir hasret duyarak bekleyen Hz. Ömer (R.A.) «Ya Şevde biz seni bildik» diye feryad eder. Sonunda Hz. Ömer (R.A.) ‘in de bütün mü’minlerin de sürurla karşıladıkları ilâhi emirler gelir «Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve mü’minlerin kadınlarına söyle (kendilerini baştan aşağı örten) elbiselerinden giyip örtünsünler. İşte böyle giyinmeleri, (iffetli) tanınıp da (ahlâksızlar tarafından) eziyet edilmemelerine daha elverişlidir. Allah Gâfur’dur = çok bağışlayıcıdır. Rahim’dir = çok merhametlidir.» (El-Ahzab Sûresi, Âyet: 59).

Celâleyn ve Razi gibi tefsirlerde onlardan da Mehmed Vehbi Efendi’nin Hülâsat’ında Seyyid Kutub’un Fizilal’inde ve Hasan Basri Çantay’ın mealinde âyet ile ilgili tefsir yapılırken şu görüşlere yer verilmiştir:

O vakitler Medinelilerin evleri dar olduğundan bazı kadınlar def-i hacet için tenha yerlere giderlerdi. Zamanın cahilleri kadınlara sataşmak için bunu bulunmaz bir fırsat addederlerdi. Yalnız kapalı bir kadın gördüler mi «bu cariye değil» diyerek dokunmazlardı. Çarşafsız dolaşan bir kadına rastladıkları zaman da bu cariye deyip sarkıntılık yapmak isterlerdi.

Ne garip ve ne hazin bir tecellidir ki «cahili-ye» devrinde sadece esir kadınların irtikap ettikleri çıplaklığı, açılıp – saçılmayı zamanımızda hür ve evli kadınlar yapmaktadırlar.

Âyet-i kerimede görülüyor ki Cenab-ı Hak, Resul-ı Zişan’ına (S.A.V.) evvelâ kendi zevcelerine, kızlarına sonra da bütün müslüman kadınlara örtünmeyi emir buyurmasını istemektedir. Âyetin tefsirinin bir yerinde Mehmed Vehbi Efendi şöyle diyor:

«…Çünkü hasbelicab taşraya çıkan kadında çarşaf olmayınca süfeha güruhu onları açık görüp tamaa düştükleri gibi şüphen’ ve iffetini ihlâl eden kadınlardan zannıyla arkalarına düşerek rahatsız edeceklerine binaen Cenab-ı Hak kadınların çarşaf bürünüp mesture olmalarını emretmiş ve hikmeti de burgulu olan kadının kim olduğu bilinmemekle suizandan ve süfehanın takibinden kurtulmaları olduğunu beyan etmiştir…» (Hülasatül-Beyan Fi Tefsiril-Kur’an, Cilt: 11, Sh: 4467).

Görülmektedir ki «tesettür» e riayet edildiği zaman fitne kapısı kapanır, neseb muhafaza edilir, aile teşkilâtına bir intizam gelir. Örtüsüz gezen kadının şekli ve kıyafeti kalbinde fesat olan kimselerin tamamı celbeder. Kadının peşine düşerler, onu rezil rüsvay ederek zevç ile zevcenin kopmasına yol açarlar.

Tesettüre riayet etmiyenleri yine M. Vehbi Efendi şöyle nitelendiriyor:

«işte nisvanın tesettürü hakkında insanların her türlü faydasına mucib ve insanlığa büyük bir hizmet ve bilhassa kadınlar hakkında bir lütuf oluğunu idrakten, aciz heva ve hevesine tâbi, behimî kuvvetleri insani kuvvetlerine galip olan kimseler Avrupa’nın yaramaz ve hayvan meşrepli ve insanlık gayretini yitirmiş bir takım insanların kötü adetlerini taklit edip kadınların kapanmasına itiraz ederek, kadınların örtünmesi kadın hürriyetini kısıtlamak, hayatlarını hapise çevirmek, faydasız tazyik ve onları insanlık mertebesinden düşürmek gibi bir takım şeytanın vesveselerini ileri sürerler…» (Hülasatül-Beyan Fi Tef-siril Kur’ân, Cilt: 11, Sh : 4468).

Şu mantığın tersliğine bakın ki, tesettüre riayet eden kadınlar asla emiyetin intizamını bozmaya yeltenmezken, etmeyenlerin hâli öyle midir? Sen önce kadının hürriyeti vardır diye onu örtüden arındıracaksın ve ortaya korkunç bir tablo çıkaracaksın, sonra da o tablo içerisinde kadına «deli» damgasını basacaksın. Daha bundan bir kaç ay ence (1) cemiyete fuhuş tohumlarını ekmek için İstanbul’da çıkmaya başlayan bir gazete, Almanya’da soyunarak «Türkiye’de erkeklerin kadına baskı yaptığından» dem vuran bir kadın için feryadı basıp «saçmaladı – zırvaladı» diye manşet çekmişti. Sanki kadını Avrupaileştireceğiz diyen onlar değilmiş! Sanki «güzellik yarışmaları» adı altında «moda» herzesi altında kadını dış elbisesinden de, haya elbisesinden de soyup sokağa atan onlar değilmiş

iffetli bir erkeğin hanımından isteyeceği şey nedir? Allah (C.C.)’a kul olarak, iffet, taharet ve töhmetten beraet değil midir? işte bunun başı da tesettürdür.

(1)   Bu kitabın ilk baskısının Haziran 1984’de yapıldığı gözönüne alınmalıdır.                                                            ,

KADININ HÜRRİYETİ

Kadının hürriyetini soyunmakta görenlere karşılık söz konusu tefsirde onun hürriyeti için şu ibarelere rastlıyoruz .

«…İslâm kadınlarının hürriyeti erkeklerden daha ziyadedir. Çünkü; yalnız mesture bulunup dahil-i beytte (ev içinde) aile teşkilâtıyle meşgul olmasına mukabil koca, nafakasını, giyeceğini ve meskenini temin etmekle mükellef olduğu gibi ikisinden hasıl olan çocukların nafakasını tedarik ve her cümlesinin refahu saadetlerini temin etmekle dahi mükelleftir. Bu uğurda esbab-ı maişet yüzünden her türlü zorluğa göğüs germek gece – gündüz onların refahını düşünmek ve onların muhafaza ve himayelerini deruhte etmek gibi sayılmaz ve tükenmez meşakkat ve düşüncelere karşı îslâ-miyette kadının mükellef olduğu şey yalnız zevcinin muhabbetini ihlâl etmemekle kalbini tatmin etmektir. Şimdi erbab-ı insaf düşünsün! Hürriyet kimdedir? Kadın kocasına mı, yoksa koca hanımına mı hizmet ediyor?» (a.g.e., Sh: 4470). Evet biz de bu büyük kalemle birlikte insaf ve vicdan ehlini düşünmeye davet ediyoruz.

Örtünmeye dair ilâhi emri böylece açıkladıktan sonra gelelim onun ölçüsüne :

Kadın nerelerini örtmeli ve onun neresi örtüden muaftır? Bu örtünün şekli ne olmalıdır?

Kadının «avret» mahallini örtmesi Cenâb-ı Hakk’ın emridir. Avret mahallinden kastı ise «dört mezhebin tafsilinde görmüştük. Onlar kadının bütün vücudunu «avret» addetmekle kapanmasının gerektiğini bildirmektedirler. Ancak Nur sûresinin 31. âyet-i kerimesinde «…Ancak bunlardan görünmesi zaruri olanlar müstesnadır…» kısmındaki ihtilâfları sözkonusu olabilir ki ona da en toleranslı davrananların nasıl bir «zaruri ihtiyaç» gösterdiklerini görmüştük. Şimdi söz konusu âyete bakalım.

«Mü’min kadınlara da söyle gözlerini haramdan sakınsınlar,   ırzlarını korusunlar,   zinetlerini (süslerini takılı olduğu boğaz,  baş,   gerdan, kol, bacak ve kulakları gibi yerlerini) açıp göstermesinler.»

«Ancak bunlardan görünmesi zaruri olan (yüzler, eller ve ayaklar) müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üzerine koysunlar. (Göğüs ve boğazlarını göstermesinler)…» (En-Nûr Sûresi, Âyet: 31).

Mehmed Vehbi Efendi âyetin mealini dercederken kapanmayı «Çarşaflarını yanları üzerine vazetsinler ki ziynetleri onunla örtülsün yabancıya görünmesin.» (a.g.e., Cilt: 9, Sh: 3718) şeklinde açıklıyor. Yine aynı yerde âyet-i kerimenin tefsiri yapıldıktan sonra kadınların setr için çarşaf örtünmeleri lâzım ve vacip olduğunun âyette serahaten belirtildiği bildirildikten sonra âyetin kapladığı dört hüküm açıklanmaktadır ki, bu hükümler :

1)    Kadınların haramdan gözlerini kapamalarıdır.

2)    Zinaya alet olan mahallerini zinadan muhafaza etmeleridir.

3)    Zaruret olmadıkça mahremlerinden gayriye ziynetlerini izhar etmemeleridir.

4)    Üzerlerine çarşaf örtünmeleridir.

Örtünmenin şeklinde Resulullah (S.A.V.)’in «giyindiği halde çıplak gezen kadınlara lanet olsun» buyurmaları da bir ölçü olmaktadır. Zira giyindiği halde çıplak gezmek, tesettürü husule getirmeyen giyiniş tarzı olup ister açık – saçık, kısa ve yırtmaçlı elbiseler olsun, ister kadın vücut hatlarını belli eden kapalı (!) kıyafetler olsun bu cümledendir. Ve ayrıca Nur sûresinin 60. âyet-i kerimesinde elbise kavramına bir şekil getirmektedir.

«Nikâha ümidleri kalmayan, hayız ve çocuktan kesilmiş yaşlı kadınların bir bezenişe çıkmamaları şartıyle (görülmesi haram olan yerlerini göstermemek üzere) dış elbiselerini bırakmalarında kendilerine bir günah yoktur. Bununla beraber dış elbiselerini bırakmaktan da sakınmaları kendileri için daha hayırlıdır. Allah Semi’dir = her şeyi işitir, Alim’dir = herşeyi bilir.» (En-Nûr Sûresi, Âyet: 60).

Elbisenin üzerinde ikinci bir elbisenin daha mevcut olduğu anlaşılıyor ki bu dış elbise Fizilal’-il-Kur’an’da örtü, ruba, Hülâsatü’l-Beyan’da ve Ö. Nasuhi Hocanın tefsirinde Çarşaf olarak zikredilmektedir.

Âyet-i kerimeden anlıyoruz ki, kadının bu ikinci elbisesini, yani altındaki elbisesini göstermesi de caiz değildir. Çünkü bu elbise vücudu gereği üzere örtmemektedir. Zira «şu, şu şartları taşıyan kadınlar, şu şarta da riayet ederek dış elbiselerini, yani üstteki elbiselerini çıkarabilirler» demek mevzuu bahis şartlara haiz olmayan kadınların dış elbiselerini yani çarşaflarını çıkarmayacakları anlamını da taşır. Demek ki «nikâhdan ümidi olmayan, hayızdan kesilerek yaşlanıp oturmuş kadınların» dışında kalan cinsleri iç elbiselerini de gösteremezler. O halde dışardan giyilen cilbab öyle bir örtü olmalı ki kadının vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde bütün vücudunu muhafaza edecek biçimde kapalı olmalıdır. Nitekim Osmanlı İmparatorluğu’nda çeşitli devirlerde çıkarılan fermanlarda kadınların ferace ve çarşaflarının ince olması hali alttaki elbiseyi gösterdiğinden, bu tip ince çarşafların kesinlikle yasaklandığını görmekteyiz.

Bütün bunlarla beraber herşeyden ümidi kesilmiş derecede yaşlanmış olan kadınların dahi bu ikinci elbiselerini de çıkarmamalarının kendileri için daha hayırlı olduğunu Cenâb-ı Hak sarahaten bildirmektedir.

Burada şunu da belirtmek isteriz ki örtünmekten murad insanlar arasında fitne uyandıracak ve onları behîmî arzulara sürükleyecek şeylerin giderilmesidir. Bunun için bir kadın çarşaf giyindiği halde, onun dahi orta halli ve eski olanlarının yerine yeni ve dikkat çekicilerini kullanırsa yanlış hareket etmiş olur. Bu konuda Hülasa-tül-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an’ın II. Cilt, 4427. sahi-fesinde şu kayıtlara rastlamaktayız.

«Zamanımızda kadınlar eski çarşafla taşra çıkmazlar, belki çarşaf hem yeni, hem de gayet süslü ve parlak olduğu gibi ekserisi sair ziynetlerini izhardan dahi çekinmezler. Halbuki çarşaf dâff (def edici, uzaklaştırıcı, dikkat çekmeyici) olacak, câlib (celbedici, dikkat çekici) olmayacak ki çarşaftan maksat hasıl olsun.»

Aişe (R.A.)’dan şöyle dediği rivayet olunmuştur :

Peygamberin kadınlarından Şevde —Hicab âyeti nazil olduktan sonra— bir lüzum ve ihtiyaç üzerine evden çıkmıştı. Şevde iri yapılı bir kadındı. Bu cihetle onu (vaktiyle) bilenler (çarşaf içinde de endamıyla) anlarlardı. Bu cihetle Ömer İbn-i Hattab onu görünce (onun evi dışına) çıkmasına itiraz ederek:

Ya Şevde, iyi bil ki, vallahi sen bizce tanınmamış değilsin. Düşünsene sen ne cesaretle evinin dışına çıkabiliyorsun? dedi. Hazret-i Aişe (rivayetine devam ederek) der ki: Bunun üzerine Şevde evine dönüp geldi, o sırada Resulullah benim odamda akşam yemeğinde idi. Elinde de etli bir kemik vardı. Bu halde iken Şevde girdi ve:

Ya Resulallah! Bazı hacetim için evden çıkmıştım. Ömer bana şöyle şöyle söyleyerek itiraz etti, diye şikayet eyledi. Hazret-i Aişe der ki: Bunun üzerine Allahü Teâlâ Resul-i Ekrem’e vahiy gönderdi. Vahiy asan Resul-i Ekrem’den kaldırıldıktan sonra —ve elinde tuttuğu et parçasını yere koymaksızın— Sevde’ye şöyle cevap verdi:

Size kadınların, lüzum ve ihtiyaç üzerine (kapalı olarak) evlerinden çıkmalarına izin verildi, buyurdu.

Bu hadis-i şerifin izahı Buhari tercemesinde şöyle yapılıyor:

Hicâb âyetinin nüzul sebebini beyan için müellif Buhari’nin terceme ettiğimiz Hazret-i Aişe hadisinden başka Enes İbn-i Malik (R.A.) ‘den de mufassal ve muhtasar dört tarik ile rivayet vardır. Bu rivayetlerin hepsi kadınların tesettürüne ve erkeklere karşı örtünmelerine delâlet etmek hususunda Hazret-i Aişe hadisinden vazıh bulunduklarından bu dört rivayetin meallerini tevhid ederek bildiriyoruz:

Enes İbn-i Malik der ki: Resul-i Ekrem Zeynep Bint-i Cahş’ın velime töreninde et, ekmek ziyafeti vermişti. Ve misafirleri davete ben memur edilmiş idim. Davetliler takım takım geliyorlar ve yemek yiyip gidiyorlardı. Davetlilerden kimsenin kalmadığını ve hepsinin yemek yiyip gittiğini anlayınca Resul-i Ekrem’e bunu bildirdim. O da: Yemek sofrasını kaldırınız, buyurdu. Ancak davetlilerden üç gurup yemekten sonra gitmeyip görüşüyorlardı. Resul-i Ekrem kalkmağa hazırlanır gibi vaziyet alarak bunların kalkıp gitmelerine işaret ettiyse de bir türlü kalkmıyorlardı. Nihayet Resul-i Ekrem kalktı. Onlardan bir kısmı da kalkıp gittiyse de üç kişi oturdu. Resul-i Ekrem Hazret-i Aişe’nin ve diğer kadınlarının odalarına gidip, hal ve hatır sorup geldiği halde onlar hâlâ oturuyorlardı. Resulullah tekrar dönüp Hazret-i Aişe’nin odasına gitti. Nihayet onlar gittikten sonra Resul-i Ekrem’e haber verdim. Geldi. Kapının eşiğine ayağını koyunca kapı perdesini indirdi. O sırada hicab âyeti nazil oldu.

Müellif Buhari’nin buradaki rivayetine göre Şevde vak’ası hicab âyeti nazil olduktan sonradır. Buhari’nin naklettiği bir başka Hazret-i Ömer hadisinde de bu vaka hicab âyeti nazil olmazdan önce vuku bulmuştur. Sarih Kirmani bu iki rivayeti telfik için Şevde vakasının ve Hazret-i Ömer’in itirazının iki defa vuku bulduğunu, biri hicab âyetinin nüzulünden önce, öbürünün ise nüzulünden sonra vuku bulduğunu kabul ediyor. Şöyle ki:

Hazret-i Ömer, ecnebi kimselerin Resul-i Ekrem’in aile-i haremine muttali olmalarını doğru bulmuyor ve bunu nefretle karşılıyordu. Bu nefretini her zaman izhar ederek Buhari’nin bu babındaki rivayetine göre.; Ya Resulallah huzur-u saadetinize hayırlı, hayırsız kimseler giriyor, kadınlarınıza örtünmelerini emretseniz, demişti.

Hazret-i Ömer’in bu yoldaki müracaatı tevali ettiğinden, bunu çok gören ve bir müdahale addeden kadınlar da bulunuyordu. Peygamberin kadınları arasında en zeki ve hâşîmî olan Zeyneb Bint-i Cahş: Ey Hattab oğlu, vahiy bizim evlerimizin içine nazil olduğu halde bizi ayıplamaya, bize terbiye hocalığı yapmaya mı kalkıyorsun? demişti. Fakat neticede Vahy-i İlâhi Hazret-i Ömer’in içtihadını tasdik ederek unvanımız olan âyet-i kerime nazil olup ihticap ile emrolundu.

Mevzumuz olan Hazret-i Aişe hadisinden anlaşıldığı üzere, Hazret-i Ömer Peygamber’in kadınlarının car ve çarşaf giymelerini kâfi bulmuyordu. Onların diğer müslüman kadınlardan daha fazla muhadder olmalarını, yani onların car örtülü şahıslarını ve endamlarınnı —daha açık bir tabir ile— gölge ve karartılarını da erkeklerin görmesini muvafık bulmuyordu. Bunun için Sevde’nin evinden harice çıkmasına itiraz etmişti. Peygamber’in kadınları sair kadınlar gibi değildi. Onlar Peygamber kadınları olmak ve mü’minlerin anaları bulunmak gibi müstesna vasıflan haizdiler. Onlara yakışan evlerinde oturmak ve ibadetle meşgul olmaktı. Hazret-i Ömer’in bu içtihadı da «Evlerinizde oturunuz» emri muktezası idi.

Fakat yine Hazret-i Aişe hadisinden öğrenildiğine göre bu emr-i İlâhi de mutlak değildi. Bu ciheti de Resul-i Ekrem’in Hazre-t-i Sevde’ye: Bir lüzum ve ihtiyaç üzerine Peygamberin kadınlarının da kapalı olarak evlerinden çıkmalarına izin verildi, suretindeki cevabı izah etmiştir. Bir ihtiyaç üzerine de evden çıkmamak Peygamber’in kadınları için ağır bir külfet ve meşakkat idi. Onun izalesi İslâm’ın istinad ettiği umdelerden bir mühimmi idi. Sarih Ayni’nin Kadı İyaz’dan nakline göre Peygamber’in kadınlarına mahsus olan bu hicab ve bu örtünüş keyfiyetine yüz ve eller de dahildi. Sair kadınlardan farklı olarak Peygamber kadınlarına yüz ve elleri de örtmek farzdı. Bu hususta ulemanın ittifakı vardır. Artık onlar için ne şahitlik ne de başka bir sebeple yüzlerini ve ellerini açmaları caiz değildi. Carla, boy bir bu libas ile örtülü olsalar bile şahıslarını ve endamlarını göstermeleri de caiz değildi. Meğer ki (Mevzumuz olan Şevde hadisinde Resul-i Ekrem’in müsaadesi veçhile) evden çıkmaya bir lüzum ve zaruret bulunsun. Nasıl ki Hazret-i Hafsa, babası Hazret-i Ömer’in vefatı günü mesture olan şahsı ve endamı da görülmemek için kadınlar tarafından örtülerek evinden çıkmış babası evine gitmişti. Zeyneb Bint-i Cahş’ın vefatında da cenazenin tabutu kubbe gibi bir mahfaza ile kapatılmıştı.

Buharı şerhinin açıklaması burada bitiyor. Burada dikkati çeken en önemli husus Peygamber hanımlarına yönelik olan «…evlerinizde oturun…» âyet-i kerimesinin vurgulanmasıdır. Allah (C.C.) Peygamber hanımlarına evlerinde oturmalarını ve bir zarurete mebni olmaksızın dışarı çıkmamalarını, çıktıkları zaman da örtünmelerini emir buyurmaktadır.

Hulasat-ül Beyan Fi Tefsir’ü-Kur’an’da bu âyet-i celile açıklanırken hükmün bütün mü’min kadınları içerisine aldığı belirtilmektedir. Bu hususta Konyalı Mehmed Vehbi Efendi şunları söylemektedir :

«Gerçi âyette hitap ezvac-ı mutaharrat’a ise de maksat bilcümle ehl-i imanın hatunlarına adab-ı diniye ve vazife-i şeriyelerini beyan ve tavsiye etmektir. Çünkü, ezvac-ı nebi cümle ehl-i imanın zevcelerine numune ve muktedâbihleldir. Zira, Resulullah’a hitap hassa-i nebi olmayan yerlerde ümmetine hitap olduğu gibi ezvacına hitap da ümmetinin ezvacına hitap olduğunda şüphe yoktur. Binaenaleyh, Resulullah’ın zevcelerine vacib olan şeyin onlara da vacib, Resulullah’ın zevcelerine haram olan şeyin onlara da haram olacağı evveliyetle sabittir.»

Bugün kadınların kılık kıyafetleri hususunda ortaya konulan fikirler karmaşık bir görünüm arzetmektedir.

Her konuda olduğu gibi bu konuda da hemen herkes kendi tasvib ettiği şeyin daha İslâmî olduğunu iddia etmektedir. Öyle ki yitik bir şey, bir parça aranıyor da herkes bulduğu şey için «işte aranan budur» demekten geri durmuyor. Aslında aranan şey belli olmasına rağmen çoğu kez kendinizi topluma kabul ettirmek için sahte görünümlere sarılarak boşu boşuna ikilem içerisine düşüyoruz.

Müslüman olarak «örtününüz de nasıl örtünürseniz örtünün» diyemeyiz. Çünkü bu hususta hem ortaya konulmuş sınırlar, ölçüler ve hem de “zamanında fiili olarak yaşanmış örnek bir hayat vardır. Kadının konuşmasının şekline ve hatta yürüyüş biçimine bile bir ölçü getiren İslâm, hiç onları örtünme hususunda «gönlünüz nasıl istiyorsa» gibi bir başıboşluğa iter mi?

Düşününüz ki kadın çarşaf giyinmiş, fakat o kıyafet onun kadınlık vasfını örtmekte yeterli değil. Farzı muhal o çarşafını ihtiyaç olmayan giysilerle beslemiş ise… Meselâ üzerine gösterişli bir şal, altına bir kanş yüksekliğinde bir ayakkabı, açıkta kalan yüzüne moda olmuş bir gözlük… vs. gibi yan unsurlar ile kıyafetini değişik bir görünüme bürünmüşse buna insafla bakıp da örtünmüş diyebilir miyiz?.. Hele hele bir de bu aksesuarın yanında çarşaf yerine pardesü dediğimiz şeyin giyildiğini varsayalım. Şimdi bu ikincisi birinciye oranla dış etkiler karşısında açılmaya ve içteki elbiseyi göstermeye daha müsait iken kalkıp ta böyle bir kıyafet ile örtünün maksadı hasıl olmuştur diyebilir miyiz?

Örtünmekten maksat cins duyarlılığını bertaraf etmek olduğuna göre zamanın asrî icaplarına uymuş kıyafetleri örtü kabul edemeyiz.

Ceddimiz örtünme hususunda bugün en kapalı kıyafet olarak değerlendirdiğimiz çarşafın bile yeni ve dikkat çekici olanını kadın kıyafeti olarak kabul etmemiştir. Onlar değil ki çarşafın dışındaki bir kıyafeti benimsemek, çarşafın dahi dikkat çekici olanını «cahiliye adeti olarak» görmüşlerdir.

Allah (C.C.)’ın «dışarıya cahiliye kadınlarının çıkışı gibi çıkmayın» emrine uyulması hususunda gayret gösteren ceddimiz, yavaş yavaş cahiliye adetlerinin geri geldiğini söyleyerek «zamanımızdaki hal buna (yani cahiliye adetlerine) pek güzel şahittir. Çünkü zamanımızdaki kadınlar eski çarşaf ile taşra çıkmazlar diye yakınmaktaydılar.

Bizim kanaatimizce kadınların giyinmesi gereken en ideal örtüyü merhum Mehmed Vehbi Efendi şöyle anlatmaktadır:

«Halbuki çarşaf dâfi’ olacak, câlib olmayacak ki çarşaftan maksat hasıl olsun.» (Hülasat-ül Beyan Fî Tefsîr’il-Kur’ân, Cilt: II, Sh. 4427).

KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ

islâm’ın Örtünme hakkındaki prensiplerini böylece gördükten sonra şimdi gelelim onun içtimai yapıdaki kadın – erkek ilişkilerinin şekline :

Seyyid Ebu’l-Alâ Mevdûdî İslâm’ın bu konudaki hükümlerini «Hicab» adlı eserinde şöyle toparlamaktadır :

«— Ey kadınlar! En iyi barındığınız, oturacağınız yer, her şeyden evvel kendi evinizdir. Aile çerçevesi dışında kalan meselelerden sizi sorumlu tutan yok… Huzur içinde, rahat rahat, size yakışan bir vakarla evinizde oturunuz. Evinizin işlerini görünüz. Ve evinizle ilgileniniz. Fakat zaruret icabı sokağa çıkmanız gerekiyorsa, bu konuda size izin verilmiştir. Fakat iffetinizi ve namusunuzu korumalısınız. Herkesin dikkatini çekecek şekilde giyinmeyiniz. Başkalarını sizinle meşgul olmaya zorlamayınız.

«Gözleri aracılığıyla insanların gönüllerim avlayacak şekilde güzellik gösterilerinde bulunmayınız. Yürürken ağırbaşlı olunuz. Ellerinizle işaretler yapmayınız. Yüzünüzü göstererek kaş ve göz oyunlarına başvurmayınız. Hele kırıtarak hiç yürümeyiniz. Yabancı bakışları üzerinize toplayıcı hareketlerden sakınınız. Mücevherlerinizi, bilezik vesairenizi, gizleyiniz. Bunlan şangırdatarak seslerini duyanların gönüllerini avlamaya kalkmayınız. Benim de cicilerim, var kabilinden hareketler yapmayınız. Konuşmanız gerekiyorsa ciddi olunuz. Fiskos yapmayınız. Ölçülü konuşunuz. Bu kanun ve prensipleri nazarı dikkate aldığınız takdirde sokağa çıkmanızda herhangi bir sakınca yoktur. İhtiyaçlarınızı görmek için evlerinizden dışarıya çıkabilirsiniz.» (Hicab, S. 5).

Bu konuya da Peygamberimiz (S.A.V.) zevcelerine yapılan ilâhi nasihati zikrederek başlayacağız. Biz onları bütün kadınların en üstünü olarak biliyoruz. Zira onlar izzette, edebte, hayada… en üstün olmasalardı, hiç yanlış anlaşılan bir hareket yüzünden haklarında âyet-i kerime gelerek Cenab-ı Hakk’ın müdafaasına lâyık olurlar mıydı?

Cenab-ı Allah Peygamber (S.A.V.) hanımlarına «İçinizden kim açık bir günah işlerse, onun azabı iki kat artırılır, içinizden kim Allah’a, Peygamberine itaat eder, salih amel işlerse onun da mükâfatını iki kat artırırız» buyurduktan sonra onlar hakkındaki emirlerini vazediyor.

«Ey Peygamber hanımları! Siz (sevap ve azap bakımından diğer) kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer takva sahibi olmak istiyorsanız (yabancı erkeklere karşı gevşek ve) yumuşak kelâmda bulunmayın. Bu takdirde kalbinde bir fenalık bulunan tamaa düşer. Güzel ve ciddi söz söyleyin.»

«Hem evlerinizde oturun ve evvelki cahiliyet (zamanında süslenerek ince elbiseler giyinerek, açılıp saçılarak sokağa çıkan kadınların) çıkışı gibi çıkmayın. Namazı gereği üzere kılın, zekâtı verin Allah’a ve Resulüne itaat edin.»

«Ey Ehl-i Beyt = Peygamber ailesi, Allah sizden sırf günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.»

«Oturun da evlerinizde okunan Allah’ın âyetlerini ve hikmeti (Kur’ân’ın emir ve yasaklarını) hatırlayın. Şüphe yok ki, Allah Lâtiftir = her şeyin sırrını bilir. Habir’dir = bütün yapılanlardan haberdardır.» (El-Ahzab Sûresi, Âyet: 32-34).

İnsanlığın yaratılış gayesi Yüce Resûlullah (S.A.)’a zevce olma şerefine nail olan pak annelerimiz için gelen emirlerin bazıları bunlardır. Tefsirler «Ey Peygamber hanımları» diye başlayan bu âyet-i kerimelerin bütün müslüman kadınlara hitap ettiğini belirtmekteler.

Kadınlar erkeklerle beraber çalışsın mı, çalışmasın mı? Sokaklarda arz-ı endam etsin mi, etmesin mi? Biz bunun tartışmasını yapmıyoruz. Yukarıya meallerini aldığımız ilâhi emirlerde kadından ne istenmektedir? İşte İslâm’ın başlangıçta getirdiği ve kıyamete kadar da baki kalacak olan fermanı budur.

1)    Yabancı erkeklerle konuşmak mecburiyetinde kalırsanız yumuşak sesle değil bilâkis ciddi ve sert konuşun.

2)    Evlerinizde oturun, taşra çıkmak mecburiyetinde kalınca da ziynetlerinizi ve ziynet yerlerinizi muhafaza ederek çıkın.

3)    Namazı gereği gibi kılın, zekâtı verin, Allah (C.C.)’a ve Resulüne (S.A.V.) itaat edin

4)    Evlerinizde oturarak Allah (C.C.)’in âyetlerini ve hikmeti hatırlayın.

Tefsirlerde geçtiği veçhile «Evlerinizde oturun» emrine binaen sükûnet ve vekar ile evlerinde karar etmek kadınların üzerine vaciptir.

Gerek tefsirlerde ve gerekse dört mezhebin imamlarında kadının dışarıya çıkması mevzuu «mecbur kalırsanız» şartına bağlanarak açıklanmıştır. Yani kadının dışarıya çıkması bir zarurete mebni olacaktır. Birçok kayıtlarda bu zaruret iki halde sınıflandırılmıştır. Birincisi eskiden def-i hacet yerlerinin hane dışında olmasından dolayı def-i hacet için, ikincisi de; kocası seferde olan kadının zaruri ihtiyaçlarını (yiyecek) temin etmesi için dışarıya çıkmasıdır. Buna şöyle bir kıstas daha getirmek mümkündür. Resulullah (S.A.V.) kadınları mescide gelmekten alıkoymadığı halde müteaddit defalar onların namazlarını evlerinde kılmalarının daha hayırlı olduğunu buyurmuşlardır.

Düşününüz ki zaman Asr-ı Saadet… Cemaat muhteşem Ashab-ı Kiram… Gidilecek yer, Allah’ın mescidi… Yapılacak amel Peygamber (S.A.V.)’in «gözümün nuru» diye tavsif buyurdukları Namaz… Arkasına geçilecek imam ise beşeriyetin medhini yapmaktan dahi aciz kaldığı, varlık sebebimiz Peygamber-i Zişan (S.A.V.)… Ve O’nun verdiği ruhsat… Bu şartlarda dahi «evinizde kılmanız daha hayırlıdır!..»

Yine rivayet edilir ki Hz. Ömer (R.A.)’in hilafetinde oğlu Hz. Abdullah (R.A.) kadınların mescide gelmelerine engel olunca o şecaat sahibi «Sen Resûlüllah’ın müsaade ettiği şeyi nasıl yasaklarsın!..» dediğinde «Resulullah bugünkü ahvali görseydi o da yasaklardı.» cevabı karşısında sükût etmiştir.

EVDEN ÇIKIŞ ADABI

Birinci husus bu «evlerde ikamet» mevzuu olduktan sonra ikinci husus ta şer’i bir zarurete mebni olarak dışarı çıkmak mecburiyetinde kalınınca uyulacak esastır-ki bu da yukarıda zikrettiğim âyet-i kerimede açıkça belirtilmiştir: «Evvelki cahiliyet çıkışı gibi çıkmayın.»

Tefsir sahipleri âyet-i kerimede «Cahiliyet-i ula» diye geçen zaman üzerinde ihtilâfa düşüyorlar. Bu zamandan kasdın Hz. Adem (A.S.) ile Hz. Nuh (A.S.) arasında geçen zaman olduğunu belirtenlerin yanısıra Hz. İbrahim (A.S.)’in dünyaya geldiği zaman, yani, Nemrud’un zamanı diyenlerin bulunduğu gibi Hz. İsa (A.S.) ile Peygamberimiz (S.A.V.) arasındaki zamanın olabileceğini söyleyenler de vardır.

Ancak mefhum hangi zamanı kaplarsa kaplasın Câhiliyet-i Ûlâ’da kadınların halinin şu ahval üzere olduğunda ulema ittifak halindedir.

Bu devrin kadınları çeşitli ziynetlerle süslenerek erkeklerle pervasızca ülfet ve ünsiyet ederlerdi. İstediği yerde gezer gayet letafetli bulunurlardı. Erkeklerin meyledeceği her türlü gayr-i meşru esbaba tevessül ederek diledikleri kimseyle diledikleri zaman gayr-i meşru bir şekilde görüşebilirlerdi.

İşte mecburiyet dahilindeki çıkışlarda «böyle çıkmayın» diye emir vardır. Kisvenin tesettüre lâyık olmasından sonra kelâmlarında ince, nazik, değil, ciddi – haşin olmasına dikkat edilmesi emredilmektedir. Bundaki ilâhi hikmet, karşı cinsin kalbinde vesvese uyandırmamak içindir.

Bundan sonra yürüyüşlerinde vekarlı ve edepli olarak günümüzün «kaldırım yosmalarını» taklitten uzak duracaklar ve kesinlikle dikkat çekmeyeceklerdir. İlâhi emir şudur: Gizledikleri zinetleri bilinsin diye, ayaklarını da vurmasınlar. (Erkekleri kendilerine meylettirmesinler.)» (En-Nûr Sûresi, Âyet: 31). Buradaki İlâhi hikmet açıklanırken Seyyid Kutub şöyle diyor:

«Ziynet eşyalarının şakırtısını duymak veya uzaktan bir kadın parfümünün kokusunu farketmek birçok kişinin hislerini tahrik eder, sinirlerini harekete geçirir ve reddi mümkün olmayan azgın bir fitneyi uyandırır.» (Fizilâl’il-Kur’an, Cilt: 10, Sh. 425-426).

Bu açıklamayı kavradıktan sonra İlâhi yasaktaki esrar da ortaya çıkmış olur.

MESKENLERDE DURUM

Bir zaruret dahilinde dışarıya çıkarken uyulacak halleri de böylece gördükten sonra gelelim meskenlerin içerisindeki duruma:

Bu ilâhi nizamda kadınla erkeğin ilişkileri başıboş bırakılmamış bir kısım kayıtlar altına alınmıştır. Bu nizamda kadın, sokaklara dökülerek erkeğin nefsi arzularını tatmin eden bir eşya değildir. O başıboş ve sorumsuz bir varlık gibi rast geldiğiyle düşüp kalkamaz, herkesle dilediği gibi konuşup görüşemez. Bütün bu şartlar birer kısıtlama değil, bilâkis onu cahiliye kadınının düştüğü zillete düşmekten muhafaza edici birer unsurdur. Buna riayet eden kadın cemiyet içerisindeki mevkini korur, izzet ve şerefi ile annelik vasfını elinde tutar. Riayet etmeyen de erkeklerin kendisine niçin baktıklarını umursamaz, anlamamazlıktan gelir, onların ilgisiyle şımarır bütün açıklığıyla onlara hizmet (!) ettiği halde onlar hakkında yukarıda gördüğümüz gibi en ufak bir menfi beyanatıyla «deli» «kaçak» damgasını yer.

Dileyen cehennemde yanmak karşılığı karşı cinsinin behîmi arzularını tatminle ömrünü tüketsin, dileyen de Cennet ve Cemale nail olmak için kulluğunun idrakinde olarak Cenab-ı Hakk’ın müsaade ettiklerinin dışında kimseyle görüşüp konuşmasın.

Allah (C.C.) kadınların görüşme şekillerini ve görüşebileceği kimseleri Kur’an-ı Kerim’de açıkça beyan buyuruyor.

«…Bir de (Peygamberin) zevcelerine gerekli birşey soracağınız vakitte, perde arkasından sorun. Böyle yapmanız hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temizdir.» (El-Ahzab Sûresi, Âyet: 53).

Hülasatü’l-Beyan’da âyet-i kerimenin tefsiri yapılırken karşılıklı ilişkilerde uyulacak bu esasın sırf Peygamber (S.A.V.) zevcelerine değil bütün kadınlarda ele alınması şeklinde olduğu bildirilmektedir. (Bkz : Cilt: 11, Sh. 4463).

Peygamberimiz (S.A.V.) buyurdular ki: «Kadınların yanına sokulmaktan sakınınız. Bir kişi «Ey Allah’ın Resulü! Ya kayın biraderi hakkında ne buyurulur?» diye sorunca: Resulüllah (S.A.V.) «Kayın biraderi ölümdür» buyurdu (Tirmizi).

Ali Arslan hoca daha önce zikrettiğimiz kitabının, 67. Sh.’de bu hadisin izahını yaparken, şöyle diyor:

. Mahremi yanında olmadığı halde yabancı hanımın yanına sokulmayı mutlaka haram kıldı. Kadının veya erkeğin yakınlarından soruldu, onun tehlikesine ve birçok fitneye yol açtığına işaret ederek «yakını ölümdür» diye buyurdu. Öyle ise bir evde karışık bir şekilde iki evli kardeşin oturması mahzurludur. Ancak odaları ayrı yekdiğerinin hanımını görmezse mahzuriyet kalkar. Fakat en sağlamı ayrı oturmaktır. Çünkü nikâhı ebediyyen düşmeyenler senin mahremin sayılır. Yengen, amcazaden, halazaden mahremin değildir. Halk arasında cazip olan amcazadeyi, dayı oğlunu ve teyze oğlunu ecnebi saymamak (namahrem saymamak) şer’i bir hüküm değildir. Yanlıştır. Allah’ın hükmü adet ve geleneklerle ortadan hiç kalkar mı?

Görüyoruz ki bu nizamda karmakarışık bir arada oturmak, söyleşip şakalaşmak, kalpleri meylettirmek için cilve naz yapmak yok! İlâhi bir emirle perde var!

Bu ilâhi emir geldiği vakit Peygamberimiz (S.A.V.)’in necib akrabaları «Ya Resûlallah bizim için de mi perde var» diye sormaları üzerine Cenâb-ı Hak kadınlar için yedi sınıf kimselerle konuşurken perde lâzım olmadığını beyanla akrabanın hareketlerini tayin etmiştir.

«Zinetlerini (ve süs yerlerini) ancak şu kimselere göstersinler (gösterebilirler) : Kocalarına, yahut babalarına, yahut kocalarının babalarına, yahut kendi oğullarına, yahut kendi erkek kardeşlerine, yahut erkek kardeşlerinin oğullarına, yahut kız kardeşlerinin oğullarına, yahut müslüman kadınlarına, yahut ellerindeki cariyelerine, yahut (şehvetsiz ve kadına) ihtiyacı olmayan (sırf yemek peşinde koşan) uyuntu kimselere, yahut henüz kadınların gizli yerlerinin farkına varmamış olan (erkek-kadın münasebetini bilmeyen) çocuklara.» (En-Nûr Sûresi, Âyet: 31). Hülasatü’l-Beyan’da ayrıca kadının amcasıyla dayısının pederi makamında olduğundan mahrem olup bu iki sınıfın zikredilmediği kayıtlıdır. (Bkz. Sh. 4463).

Âyet bu kadar açık olarak ortadayken ve Resulullah (S.A.V.) ‘e «Ya Resulallah kayın biraderi için ne buyurursunuz» sorusuna varlık sebebimiz tarafından «kayınbiraderi mi? Ölüm!» denilmişken İslâm aileleri arasında «kadın dayısının, amcasının oğluyla karşılıklı görüşüp konuşabilir mi, kaynı biraderiyle oturabilir mi?» şeklindeki tartışmaların ne denli yersiz olduğu açıktadır.

Bugün şehirlerde çılgınca bir hayat yaşanırken kırsal kesimde de saf insanımızın inancını örf ve adetler yozlaştırmış bulunuyor. Şehrin kalabalık kaldırımlarında moda gençliğinin taş bloklara çarpan çığlığını köyün toprak damlı evlerindeki gelenekler takip ediyor. Aslında her ikisi de antik inanışın ayrı kolları olan bu çapraz gelişime dur diyecek olan, yine kendi değerlerine sahip çıkan müslümanlardır. Müslüman, beton blokların kokuşmuş insanına da, çorak toprakların gelenekçi teb’asına da İslâm’ın mesajını sunmakla görevlidir. En güzel nizam; İslâm, en güzel mübeşşir, müslümandır.

Toplumda gelenek olarak yerleşmiş olan kadının erkeğe saygı göstermesi zamanla onların namahrem erkekler etrafında pervane gibi dönmesine yol açmıştır.

Bugün şehirlerde yaşayan ve bilhassa varlıklı ailelerin müptelâ olduğu sosyete hayatı artık mahrem-na mahrem kavramlarını kelime olarak bile duymaktan mahrum durumda. Şehrin gecekondu sakini ise genelde kırsal kesimin halkı gibi yaşayarak bu kavramların değerini bilmiyor.

Toplumumuz öyle bir hale getirildi ki, bırakın moda şaşkınlarını, gelenekçi bir hayat sürdürenler bile islâm’ın dışında kalan bir tutuculuğu din adına sürdürmeye devam ediyorlar. Abdest alıp, namaz kılan ailelerde bile kadınların namahrem erkeklere hizmet etmesi ne hazin bir olay! Bundan da öte İslâmî bir emri yerine getirmek için kayın biraderi, dayısının oğlu, teyzesinin oğlu gibi yakın akrabaya mensup namahrem erkeklerin huzuruna çıkmayan kadınlar hor görülmekte hattâ akrabaları tarafından dışlanmaktadır. Öyle ki çoğu ailelerde böyle bir İslâmî tavır o aileden dışlanmaya sebep teşkil etmektedir. Böyle durumlarda Allah (C.C.) ‘in emrini akrabaların tavsiyesine değişmeyen şuurlu müslümanlarm yanısıra kadınlığın verdiği zayıflıkla aksini yapanlar da var. Bizim arzuladığımız herkesin Allah (C.CJ ‘in emirlerine uymasıdır. Hiç değilse uyanlara saygı göstermek insana vicdanının yüklediği bir borç olmalı.

Bugün birçok yerde kadının eve gelen namahrem erkeklere (gerek yakın akrabadan gerek arkadaş gurubundan) hizmet etmemesi ayıplanmakta hattâ böyle bir davranış dine de aykırı sayılmakta. Bundan daha büyük gaflet olur mu? Varlık sebebimiz (S.A.V.) Hz. Hasan (R.A.) ‘dan rivayet edilen bir hadisinde şöyle buyurdular:

«Ey kadınlar, ancak mahreminiz olan erkekler ile konuşun, olmayanlarla konuşmayın.» (Ra-müz el-Ehâdis, Cilt: 2, Sh : 469, Hadis Nü : 1).

Peygamberimiz (S.A.V.) yine buyurdular ki:

«Kadınların, muztar vaziyette olmaları hariç, sokağa çıkmaktan nasipleri yoktur. Ancak iki bayram müstesna. Kurban ve Ramazan Bayramı. Onların yollarda da nasibi yoktur, kenarları hariç.» (Ramüz el-Ehâdis, Cilt: 2, Sh: 365, Hadis Nü: 1);

Konumuzun sonlarına yaklaşmış olduğumuz buralarda mühim bir hatırlatma yapmak istiyoruz :

Günümüzde zaruret içerisinde olup ta kapa-namayan kadınlar var. Bu gibilere yardım etmek Resulullah (S.A.V.)’in emrine uymaktır. Zira bu konuda mervi hadis-i şeriflerinden biri şöyledir .-

Hz. Hişam, Hafsa Binti Sirin’den, o da Ummu Atiyye (R.A.)’den tahdis, etti. Ummu Atiyye dedi ki… Ben.

«Yâ Resulallah! Herhangi birimizin Cilbabı (yani örtünecek çarşafı ve sâiresi) bulunmuyor! dedim.

«— (Resulullah:) kardeşi kendi cilbablarından birini ona (ariyeten) giydirsin buyurdu.» (Sofuoğlu, Sahih-i Müslim Tercemesi, Cilt: 3, Sh. 52).

Kaynak: Necdet Kutsal – Kadının Değerli Ölçüsü Örtüsü Selamet Yayınları 

Lütfen Paylaşın!
3Shares

BİR CEVAP YAZIN